Dünyanın İlk Tapınağı Göbeklitepe Hakkında Bilmemiz Gereken 14 Şey
İnsanlık tarihi hakkında bildiklerimizi yeniden düşünmemizi sağlayacak, yerleşik tarih anlayışını ve bilgilerini değiştirip, dinler tarihini sorgulatacak, bir kısmımızın varlığından haberi dahi olmadığı bir arkeolojik çalışma 1995 yılından beri Urfa Göbeklitepe'de devam ediyor. İnşası Milattan önce 10000 yılına uzanan Göbeklitepe tarihteki en eski ve en büyük ibadet merkezi olarak biliniyor. Göbeklitepe İngiltere'de bulunan Stonehenge'den 7000, Mısır piramitlerinden ise 7500 yıl daha eski. Ayrıca yerleşik hayata geçişi temsil eden kültür bitkisi buğdayın atasına da Göbeklitepe eteklerinde rastlanmıştır. İnşa edildikten 1000 yıl sonra üstleri insanlar tarafından kapatılarak gömülen bu tapınaklar yeniden gün ışığına çıkıyor.
Burçak Yüce Yazio: Kudüs Aynadır Görene
Aynaları hepimiz biliriz değil mi?Her gün en az bir kere karşısına geçer, zahiri görüntümüze bakarak kendimize çekidüzen verir, güne öyle hazırlanırız. Yeri gelir görüntümüzden hoşnut olur, zaman zaman da yılların yorgunluğunu taşıyan izlerimiz hüzünlendirir bizleri.Elbette aynaları sadece kendimizi görmek için kullanmayız. Optik aletlerin içlerinde de mevcuttur mesela. Gözle görülemeyecek küçüklükteki şeyleri incelememize olanak tanıyan mikroskoptaki aynalar, varlığından bihaber olduğumuz mikroskobik canlıları görmemizi sağlar. Veya yansıtmalı teleskoptaki aynalar cisimlerin büyüyen görüntülerinin gözümüze ulaşmasına yardımcı olarak uzayın derinliklerindeki yıldızları, gezegenleri, uyduları bizlere yakın eder. Peki, aynaların içyapısını, yansıtıcı özelliğini nasıl kazandığını merak ettik mi hiç?Bir aynanın yolculuğu üzerindeki camın mineralsiz su ile yıkanmasıyla başlar. Çünkü suyun üzerindeki ufacık bir mineral bile camın yüzeyine zarar vererek kalitesini düşürür. Sonra sırlama dediğimiz yöntemle camın arka yüzeyi ilk olarak birinci metal ardından ikinci metal olan gümüşle kaplanır. Sırlanarak yansıtma özelliği kazanan aynalar akabinde fırınlanır ve birkaç aşamanın ardından kesimi yapılarak karşımıza gelir.Şimdi Kudüs kelam edilirken aynaya ne hacet diyebilirsiniz.3 yıl önce Kudüs ziyaretim sonrası evime dönüp görünmeyeni görünür kılan aynaya ilk baktığım an karşımda bana bakan kişinin giderken son bir kez aynaya bakan kişiyle aynı siluette olmadığını fark etmiştim. Değişmiştim sanki; değiştirmişti beni kutsal toprakların havası, suyu, dağı, taşı, toprağı…Kudüs kendi naif haliyle ruhuma hitap ederek görünmeyeni ortaya çıkarmıştı sanki. Ya da ben öyle görmek, öyle inanmak istiyordum… Ziyaretimi çok geciktirmiş olduğumu ne yazık ki ancak oralara vardığımda anladım. Her günümü dolu dolu geçirmek istememdeki telaş sanıyorum biraz da bundan dolayıydı. Tel Aviv hava limanına iner inmez grubumuzla Yafa şehrine varmak üzere yola koyulduk. Vardığımızda önce alabildiğine uzanan bir sahil şeridine yaklaştık. Hz. Yunus peygamberin kavmini terk etme mecburiyetinde kalarak denize açıldığı sahili gördüğümü öğrenmekle hüzünlendim. Gökyüzünün ve denizin birbirine karışan maviliğinde yüzüme esen ılık rüzgârın mis kokusunu içime çekerken balina tarafından yutulan Yunus peygamberin pişmanlıkla Yaradan’dan affını isteyişindeki mahcubiyeti de çektim içime. Her dalga sesinde üzüldüm! Sonra affedilişi geldi aklıma, mutlu oldum bu sefer de. Nihayetinde tövbesi kabul edilmiş, onu yutan balina kendisini sağ salim kıyıya ulaştırmıştı. Güneş ötelerden göz kırparken bizler devam ettik sırlı yolculuğumuza. Devamında bizi daha nelerin beklediğini bilemeden…Yafa şehrini gezerken Osmanlı izlerini görmek evimizde hissettirdi. Ecdadımızın geçmişte buraları nasıl sahiplendiğini bıraktıkları eserlerle keşfettik. Şehri daha bir güzelleştiren camileri, çeşmeleri, saat kulelerini gördükçe göğsümüz kabardı. O eserlerle gelecek nesillere, bizlere verdikleri mesajları anlamaya gayret ettik. Her biri Osmanlının yüzyıllar boyu ayakta durabilme nedeniydi sanki. Biz, üzerimize emanet edilen bu mübarek şehre sahip çıktığımızda hayatımızdaki yansımaları da verdiğimiz değer ölçüsünde güzelleşiyordu. Yüzümüzü Kudüs’e döndükçe o da tüm güler yüzüyle, sıcacık selamlıyordu bizi.
Hüsamettin Oğuz Yazio: El Nakba'dan Naksa'ya
Ulusal günler, yıldönümleri, bayramlar genellikle olumlu olayları kutlarlar. Ancak her yıl Filistinliler, Filistin toplumunun parçalanmasını ve yüzbinlerin dünyanın dört bir köşesine sürgün edilmesini simgeleyen iki tarihi hatırlar: 15 Mayıs Nakba Günü, 1948 felaketi ve 6 Haziran Naksa Günü, 1967 felaketi.Naksa kelimenin tam anlamıyla 'gerileme' veya 'nüksetme' anlamına gelir ve ikinci Nakba'ya atıfta bulunur. (Filistinlilerin 1967 savaşı sırasında Batı Şeria, doğu Kudüs ve Gazze'den sürülmesi.) Aynı zamanda İsrail'in bu topraklardaki yasadışı askeri işgalinin başlangıcını da işaret ediyor. Nakba Günü kutlamasında olduğu gibi, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne, özellikle mültecilerin ve ülke içinde yerinden edilmiş kişilerin evlerine, topraklarına ve mülklerine geri dönme ve yeniden sahip olma, haklarına saygı duyulması için bir talep, direniş ve bir hafızanın yenilenmesidir.Çoğu Filistinli için Naksa, günlük askeri saldırılar, evlerin yıkılması, toprağa el konulması, genişleyen Yahudi kolonileri, tutmayan vaatler ve Filistin topraklarından geri çekilmelerle devam eden bir felaketin başka bir aşamasıdır.