Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Yıllardır Mücadele Ettiğim ve Asla Yenemeyeceğimi Düşündüğüm 'Obsesif Kompülsif Bozukluk' ve 'Panik Atak'ın Nasıl Üstesinden Geldim?
Kabul ediyorum çok zor ve bir o kadar da yıpratıcı bir süreç. Ama hikayemin size ilham olacağına inanıyorum...
Ufak bir not: Elbette ki benzer durumları yaşıyorsanız sizin için en doğru şey bir psikiyatra ya da psikoloğa başvurmak olacaktır. Ben yalnızca hikayemin size destek olmasını umuyorum...
1. 26 yaşındayım ve yaklaşık 12 yıldır, 'obsesif kompulsif bozukluk', 'panik atak' ve 'yaygın anksiyete bozukluğu' ile mücadele ediyorum. Aslında obsesyonlarımın çocukluk çağlarıma dayandığını da yeni yeni fark ediyorum...
2. 11-12 yaşlarına geldiğimdeyse ailemden bazı kişilerin bana ilgi duyduğunu düşünmeye başlamıştım. Elbette ki gerçekte böyle bir şey yoktu ve kimse bana ilgi duymuyordu... Ancak o zamanlar yine bunun içine sürüklendiğim obsesyonun bir parçası olduğunu bilmiyordum...
Teyzemin eşini çok severdim ve o da her zaman bize bir abi gibi yaklaşmıştı ancak içimden hep bir ses 'Acaba sana ilgi mi duyuyor?' deyip duruyordu. Ben bunun saçma olduğunu düşündükçe, sanki beynimin diğer tarafı kuşkucu bir şekilde bu sözleri yineliyordu... Bunu düşünmüş olmaktan dahi duyduğum utancı size tarif edemem. Tabii takıntılarım bunlarla da sınırlı değil...
3. Bu hissettiğim kaygılar ve takıntılar, dönem dönem yerini başka takıntılara ve takıntıların sonucunda hissettiğim utanç duygusuna bırakıyordu...
Bir gün aniden annemin babamı aldattığı düşüncesi içime bir şüphe gibi düştü. Bunu düşündürecek ufacık bir sebep olmamasına rağmen ben annemin babamı aldattığını düşünmeye başladım. Elbette ki yine bir yanım bunun ne kadar saçma ve olanaksız olduğunu biliyordu. Çünkü annemi tanıyordum, babam onu defalarca kez aldatmasına karşın ömrünü çocuklarına adamış ve asla sosyal hayatı olmayan bir kadın vardı karşımda...
4. Korkularım kendini asıl liseye hazırlık döneminde göstermeye başladı... Lise sınavına hazırlık için dershaneye yazıldım ancak birkaç kez dershaneye gittikten sonra hayatım resmen allak bullak oldu...
Hiçbir organik sebebi olmaması rağmen korkunç mide bulantıları hissediyordum. Derse girdikten hemen sonra midemin bulanmaya başlayacağından ve tuvalete koşana kadar ortalığa kusacağımdan endişe ediyordum. Bunun yanında derste sesli bir şekilde hocalarıma ve arkadaşlarıma küfür etmekten, istemeden onlara zarar verecek bir şeyler yapmaktan korkuyordum... Evde sürekli bir anda çıldıracağımdan korkuyor, aileme zarar vereceğimden endişe ediyordum. Bu korkunç sürecin ardından resmen kendimi eve kapattım ve dershaneye gitmeyi reddettim. Çünkü bu kaygılarım artık katlanılamaz bir boyuta gelmişti.
5. Lise hayatına adım attığımda ise 'panik atak' ile tanışacağımdan habersizdim... Bir gün okulla birlikte İzmir'e geziye gitmiştik, ilk defa ailem yanımda olmadan şehir dışına çıkmıştım ancak yaşayacaklarımdan habersizdim tabii...
Her şey güzel bir şekilde devam ederken akşam sahile yürüyüşe çıkmıştık ve arkadaş grubumuzla yürüyorduk. Bir anda elim ayağım çekildi, sanki dünyadan tamamıyla soyutlandım. Adım atıyorum ancak sanki yürüdüğüm ayak benim değil, çevre bana o kadar yabancı geldi ki... O an bunu 'İyi değilim, sanki dünyadan soyutlanmış gibiyim. Başka bir boyuta geçtim' diyerek tanımlayabilmiştim. 'Ben öleceğim beni hastaneye yetiştirin' derken arkadaşlarım ve öğretmenlerim beni apar topar hastaneye götürmüş; bana sakinleştirici yapılmıştı. O iki günü keşke hayatımdan silme şansım olsa da hatırlamasam diyorum düşündükçe. Sabaha kadar otel odasında öğürdüğümü, ertesi gün ruhumun sanki bedenimden çekilirmişçesine kötü ve sıkışmış hissettiğini hatırlıyorum. Ama ne gariptir ki Ankara'ya adımımı atıp, güvenli bölgeme geçince her şey bir anda yok olmuştu...
6. Artık bunun kendiliğinden geçmeyeceğini ve hepsinin birbiriyle ilintili olduğunu fark ettiğimde bir psikiyatra gitmeye karar vermiştim. Tahmin edeceğiniz üzere bana konulan teşhis, 'obsesif-kompulsif bozukluk' ve 'panik bozukluğu'ydu.
Doktorum hafif bir antidepresan başlamış ve psikoterapi almamı önermişti. Sürekli ölümle ilgili kaygılar duyuyor, takıntılarımla başa çıkmaya çalışıyordum. Bir anda ortada hiçbir neden yokken kalbim güm güm atıyor, soğuk soğuk terler döküyordum. Her seferinde ölmekten, çıldırmaktan ya da felç geçirmekten korkuyordum. Bu kaygılarım ve korkularım psikoloğum sayesinde bir miktar hafiflese de kuzenimin genç yaşta ani ölümü, beni çepeçevre sarmıştı... Resmen başa dönmüştüm, ne yapacağımı bilemez haldeydim.
7. Kuzenimin ölümünden sonra neredeyse haftanın dört-beş günü hastanedeydim... Sürekli çarpıntılarla, nefes darlığıyla ya da karın ağrısıyla hastanelerin acillerini ziyaret ediyordum. Doktorlar sorunumun psikoloji kaynaklı olduğunu söylese de asla ikna olmuyordum.
Psikolojik olarak bu kadar belirti ve acı hissetmem mümkün değil diye düşünüyordum. Ve ikna olmayıp sürekli başka başka hastanelere gidiyordum. Artık resmen hastaneye bağımlı olmuştum, bütün doktorları ve hemşireleri tanıyordum. Bu gel-gitlerim aylarca sürdü, sonunda fiziksel hiçbir problemim olmadığı kanıtlanınca antidepresan dozum artırıldı. Bir şekilde üniversite vs sınavları derken biraz daha normal hayatıma dönmeye başlamıştım. Bu sürede kişisel gelişimle de ilgileniyor, bir bioenerji uzmanı ile enerji üzerine çalışıyordum. İlk zamanlar bana o kadar iyi gelmişti ki, sanki hayatın sırrını çözmüş gibiydim. Ancak iyi olduğumu düşünüp bir anda antidepresanı bırakmam benim için inanılmaz bir dönemin kapısını araladı...
8. Üniversite birinci sınıftaydım ve iyi olduğumu düşündüğüm için doktoruma danışmadan antidepresanı bir anda kendiliğimden bıraktım. Her şey yolundaymış gibi yaşamaya devam ederken bir gece inanılmaz bir çarpıntıyla uyandım. Ertesi gün babam ameliyat olacaktı ve ben kendimi bastırmayı başardım o gece...
Ancak şu anda yazarken bile beni hüngür hüngür ağlatan bir sürece ayak basıyordum. Babamın ameliyat olduğu gün bir anda hayatım altüst oldu. Bir anda korkunç bir kaygı girdabının içinde buldum kendimi. Sanki hayattan soyutlandım, bambaşka bir boyuta geçtim. Kaygıyla saatlerce ağladığımı hatırlıyorum, annemle babam hastanedeyken ben resmen ruhumun sıkıştığını hissediyordum. Bilmiyorum kelimeler o yaşadığım acıyı tarif etmeye yeter mi ancak elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım. Sürekli yakında öleceğimden korkuyor ve bunun doğru olduğuna inanıyordum. Gece rüyamda ölmüş insanların adlarını sayıklıyordum ve beynim bir an olsun susmuyordu. Resmen uykusuzluktan ölmeme rağmen asla uykuya dalamıyordum. Ezkaza bir anda gözlerim gidecek olsa anında sıçrıyor ve kaygıyla evi dört dönmeye başlıyordum. Bir ağlamaya başladım mı 5-6 saat aralıksız, gözlerim kapanana kadar ağlıyordum. Midem bulanıyor, kalbim sürekli çarpıyordu. Öylesine kötüydüm ki bunun sanıyorum ki bir izahı yok. Bir de sürekli dejavu yaşadığımı hissetmeye başlamıştım. Sanki yaşadığım her anı önceden yaşamıştım ve hayatımın resmen tekrarını yaşıyordum.
9. Ne uyuyabiliyor ne de yemek yiyebiliyordum. 1 ayda yaklaşık 6 kilo vermiştim ve artık serumlarla ayakta durabiliyordum. Babamın doktorunun tavsiye ettiği bir profesöre gitmiştim ve bana çeşitli ilaçlar yazmıştı. Bu yazdığı ilaçları (özellikle uyku ilacı) kullandıktan sonra resmen huzursuzluğum daha da artmıştı.
İlaç bedenimi uyutuyor ancak zihnimi uyutmuyordu. Ruhumun bedenimin içine daha çok sıkışıp kaldığını hissediyordum. Bir şekilde bu psikiyatrı sevmemiştim ve birkaç doktora daha gittim. Onlarla da uyuşamayınca annemin bulduğu bir profesöre gittik. O odaya girişimi hiç unutamıyorum. Annem de ben de ağlıyorduk ve doktora yalvarıyordum ne olur iyileşeyim diye. Annem de o kadar acı çekiyordu ki, artık ona sürekli 'Anne kendime bir şey yapmam di mi?' diye sormama dayanamıyordu. Doktorumun odasına girdiğim anda ilk defa aylar sonra yüreğimde bir umut ışığı hissettim. Beni dinlediğinde bana yardımcı olabileceğine inandım ilk kez bir doktorun. Bana 'yaygın anksiyete bozukluğu', 'panik bozukluğu' ve 'obsesif kompülsif bozukluk' tanısı koydu. İlaçlarımı yazdı ve beni eve gönderdi. Yaklaşık iki hafta her gün hocayı arayıp iyi hissetmediğimi ve bu dejavu hissinin devam ettiğini söyledim ancak bana sabretmem gerektiğini söyledi. Ayrıca sonradan doktorumdan öğrendim ki bu dejavu hissi beynimin kendisini korumak için ürettiği bir kalkanmış. Acıyı hissetmemek için böyle bir şeye yönelmiş...
10. Bu sancılı süreç yaklaşık 20 günün sonunda hafiflemeye başladı... Artık daha mantıklı ve sakin düşünebiliyordum.
Psikiyatrım ile görüşmelerimiz iki haftadan bir aya kadar düşmüştü. Sonra da gün geçtikçe bu görüşme sıklığımız azalmaya başlamıştı. Antidepresanımı düzenli olarak kullanmaya devam ediyordum. Doktorumun da kontrollü bir şekilde ilerlediğini biliyordum. Bu kaygılarım azalmıştı ancak bu kez de takıntılarım artmaya başlamıştı. Yine kendimle ilgili, ailemle ilgili kaygılar duyuyordum. Ya ailemin başına bir şey gelirse diye her şeyi kontrolüm altında tutmaya çalışıyordum. Annem telefonumu açmasa hemen paniğe kapılıyor, hastalanıp hastaneye gitsem bana yapılacak iğneleri bile tek tek kontrol ediyordum. Aklınıza gelebilecek her konuda takıntılarım vardı. Küçük bir yavru köpeği sevsem kuduz olacağımdan korkup ellerimi günlerce yıkıyordum. Eskiye göre iyiydim ancak takıntılarımdan bir türlü kurtulamıyordum. Sürekli onları yenmeye çalışıyordum, onlarla mücadele ediyordum ancak gitgide içimde büyüdüklerini hissediyordum.
11. Aslında hikayemi çok uzun tuttum, buradan sonrası için ise nasıl üstesinden geldiğimi, daha doğrusu 'kabullenerek' nasıl üstesinden geldiğimi anlatmak istiyorum...
Bir acil doktorunun tavsiyesiyle şu an hala gittiğim psikoloğum ile tanıştım. Psikiyatra düzenli gidiyordum ancak psikoterapiye düzenli bir şekilde başlayamamıştım. Daha önceden birçok kez psikoloğa gitmiştim ancak kendimi biraz iyi hisseder hissetmez gitmeyi bırakmıştım. Yeni psikoloğumla birlikte psikoterapiye başladık. İki haftada bir görüşüyor ve yaşadıklarım üzerinden gidiyorduk. Öncelikle ilacın ve psikoterapinin bu tür rahatsızlıklar üzerindeki yadsınamaz etkisinden zaten yukarıda bahsettim ancak benim için dönüm noktası olan şey 'kabullenmek' oldu. Bu kelime size çok klişe gelebilir ancak durup bir düşünmenizi istiyorum. Gerçekten kaygılarımızı ve takıntılarımızı kabulleniyor muyuz yoksa onları yok etmek için sanki karşımızda bir canavar varmışçasına onlarla savaşıyor muyuz? Ne yazık ki ben de dahil çoğumuz onlarla 'mücadele etme'ye çalışıyoruz. Yani yıllardır ilaç tedavisi görüyorum, psikoterapiye gidiyorum neden hala aynıyım diye düşünüyorsanız; cevabı bence çok basit: Hiçbirimiz kendimizi ya da korkularımızı kabullenmiyoruz. Kaygılarımızdan ve takıntılarımızdan utanıyoruz ve 'Böyle olmamalıydı!' diyerek onları yok saymaya, bastırmaya çalışıyoruz...
12. Biraz da psikoterapi sürecimden bahsetmek istiyorum...
Takıntılarımın bir bir üzerine gitmeye başladım öncelikle. Bunun ne kadar zor bir şey olduğunu kabul ediyorum çünkü ben de buna aylarca direnç gösterdim. Mesela kuduz korkusuyla çok sevdiğim köpekleri tekrar sevmeye başlamak bile benim için o kadar zor oldu ki... Ama fark ettim ki eğer bu takıntılarım hafifleyecekse, küçücük riskleri almaya değerdi. Zaten kimse sizden büyük riskler almanızı da beklemiyor, kabul edilebilir riskler almanızı bekliyor... Sonra mesela defalarca kez yıkadığım kutu içecekleri, silmeden içmeye başladım. Başlarda bu konuda da çok direnç gösterdim ancak bu hayatı yaşıyorsak en azından keyif alarak yaşayalım düşüncesiyle kendimi bunu yapmaya zorladım. Çünkü siz o canavardan kaçtıkça, onu gözünüzde büyütüyorsunuz. Asla deneyimleme fırsatı bulamadıkça da ondan daha çok kaçıyorsunuz.
13. Yıllardır mücadele ettiğim bu takıntılarımın ve korkularımın üstesinden gelmeme yardım eden şey gerçekten de tüm korku ve kaygılarımı 'kabullenmek' oldu!
Evet yıllardır mücadele ettiğim bu üç rahatsızlığı da 'kabullenerek' aşabildim! Bu bir kişisel gelişim mottosu değil inanın bana. Dönüp bir düşünün. Bu problemleri yaşayan insanların genellikle izledikleri yollar, 'mücadele etme' ve 'yok etme' üzerine. Halbuki siz yok etmeye çalıştıkça o şeyi daha çok düşünüyor ve hayatınızda daha çok büyütüyorsunuz. Bu şeyi mücadele ederek, ya da 'alt etmeliyim' düşüncesiyle aşmak mümkün değil. Savaştığınız kendinizsiniz, önce bir dönüp buna bakın. Oysa onun varlığını kabul etmek ne kadar nahif değil mi? Bir örnek üzerinden gidelim. Diyelim bir konuda takıntı duyuyorsunuz ve bunu bastırmaya çalışıyorsunuz. Sürekli kafanızda bunu takıntı yapmamalıyım ya da bu takıntımı yenmeliyim diye düşünürseniz; bu takıntınızı daha çok düşünmüş oluyorsunuz. Oysaki onu kabul etseniz ve ona rağmen bir şeylere adım atmaya çalışsanız, çözüm de kendiliğinden geliyor. Lütfen bir durup düşünün. Ben psikolog değilim ama yıllardır bu durumu kabullenmeye ve üstesinden gelmeye çalışıyorum. Sayısız kişisel gelişim ve psikoloji kitabı okudum ancak benim hayatımın da dönüm noktası olan bir kitap var. Aşağıya bırakacağım kitabın size yol göstereceğine yürekten inanıyorum...
Kitap: Zeynep Selvili Çarmıklı - Pembe Fili Düşünme
Bu kitap yüzünüze bir tokat gibi çarpmayacak, aksine okurken sizin gibi bu yollardan geçmiş ve bu sorunlarla mücadele etmiş bir insanın yolculuğu sizi sımsıkı saracak ve size ilham kaynağı olacak. Ben de hikayemin size ilham olmasını umuyorum... Zaten bu yüzden yazdım bunca şeyi. Gerçekçi olalım, hala tamamen her şeyi aşabilmiş değilim ancak yaşadıklarıma bakarsak, geldiğim nokta bile bir başarı bence. En azından artık sokak köpeklerinin başını okşayabiliyorum ya da bir kutu kolayı silmeden tepeme dikebiliyorum...
Yorum Yazın
Baştan sona okudum. Çok güçlü bir insan olduğunu fark etmen dönüm noktan olmuş. Güçlü olmak sadece savaşmak demek değildir, olgunlukla kabul etmek de güçlü o... Devamını Gör
Yaşadıklarını yaşadım. Belki fazlasını ama asla daha azını değil. 7 yıl oldu. Hala çabalıyorum. Amaben de biliyorum, bunu alt etmek tamamiyle benim elimde. İ... Devamını Gör
O dejavu hissine psikiyatride 'derealizasyon' deniliyor. Genel olarak yaygın anksiyete bozukluğundan dolayı ortaya çıkar. İnsan kendini yaşamıyormuş / rüyada... Devamını Gör