Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Zamanın Ruhu | Etyen Mahçupyan | Zaman
Bundan tam on üç yıl evveldi Zaman gazetesine başlamam… Dindar kesimler 28 Şubat’ın yaralarını sosyal alanda yaşamayı sürdürmekle birlikte, entelektüel alanda sahici bir sorgulama ortaya koymuştu.
Refah Partisi’nin yanlışları açıkça konuşuluyor, asrısaadet güzellemelerine daha gerçekçi yaklaşılıyordu. Bu sorgulamanın sonuçlarından biri yeni bir özgüven duygusunun İslami kesime sirayet etmesiydi. Modern dünyanın zaaf ve başarısızlıkları görünür hale gelirken, küreselleşme Müslüman kimliği kurucu bir unsur olarak öne çıkarmaktaydı. Aynı süreçte geçmişin İslami bankacılık tecrübesi ve çok ortaklı şirketlerin utanç verici performansı da masaya yatmaktaydı. Sonuç ekonomi ve siyaset ile din arasındaki mesafenin açılması, bir tür sekülerleşmenin doğal olarak, kendiliğinden ve alttan gelen bir dinamikle hayata yansımasıydı.
Herkesi aldatmanın Erdoğancası! | Mehmet Y. Yılmaz | Hürriyet
Gezi protestoları, Başbakan’ın söylediği gibi 12 ağacın başka yere taşınmak istenmesi nedeniyle değil, Gezi Parkı’na rezidans ve alışveriş merkezi olarak kullanılmak üzere Topçu Kışlası’nın replikasının yapılmak istenmesi nedeniyle çıktı.
İnsanlar, yapılacak şeyin ne olduğunu kendi hayallerinden uydurmadılar, bizzat Başbakan’ın sözlerinden öğrendiler.
Bir kere söylenip geçilmeyen, defalarca tekrarlanan sözlerinden öğrendiler.
Bir de diyor ki “Biz ne alttan alan, ne de aldatan olacağız ilkesi üzerinden siyaset yapıyoruz.” Öyle yapıyorsanız, seçmenlerinize neden doğru olmayan şeyler söylüyorsunuz? Neden “Rant hoşumuza gitmişti, orada ne güzel alışveriş merkezi yapacaktık” demiyorsunuz da “12 ağaç başka yere taşınacaktı” diye insanları kandırmaya çalışıyorsunuz?
Nilüfer Göle'den Ak Parti Tahlili | Nazlı Ilıcak | Bugün
Prof. Nilüfer Göle, Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e konuştu. AK Parti’nin ve Türkiye’nin dönüşümünü tahlil etti. Çok değerli tespitler yaptı:
Demokrat Parti’den bugüne gelen merkez sağ geleneği yok olmakta . Nazlı Ilıcak gibi 1960’lardan beri ordu karşıtı, muhafazakâr ve liberal, siyasal demokrasi düşüncesinin önderi bir yazarın dışlanması önemli bir kırılmaya işaret ediyor. O sesi bile hoyratça dışlayabilmek, tehlikeli yeni bir dönemece girdiğimizi gösteriyor. AKP, sağ liberal geleneği çiğneyerek, kendine yeni bir merkez oluşturuyor... Müslüman İslâmcı aydınlar, 80’li yıllarda “çoğulculuk” , “devletin sınırlarına çekilmesi” gibi konularda düşünüyor ve yazıyorlardı. Bugün, çoğulculuk yerine çoğunluk itibarda.
AKP iktidarının şu an gelmiş olduğu nokta, müthiş bir kutuplaşma , affedilemeyecek bir nefret söylemi . AKP’nin, Özal ve Menderes geleneğine sahip çıktığı yıllardan uzaklaşan bir söylem.
Demek iktidarı tam olarak fethedememişler ki, diken üstündeymişçesine asabiler.
Cumhuriyet seçkinleri, kendilerini cumhuriyetin doğal sahipleri gibi düşünürdü. Asker vesayeti sonrası, devletin kimsenin malı olmadığını Türkiye’nin öğrenmesi lâzım. Şu an “sadece benim olsun” diyen bir taraf var. Benim toplum mühendisleri üzerine yazdığım ve sol için geliştirdiğim “tek aktör patolojisi”nin yeni bir tezahürü.
Müslümanlar artık mazlum değil. Bunu 10 yıl önce söyledim. Mağduriyette ısrarın getirdiği patolojiyi görüyoruz. “Ben hâlâ mağdurum” demek, iktidarınızı, ayrıcalıklarınızı örtbas etmek demek. O zaman başkalarının derdi, görmezden geliniyor (Cumhuriyet sınıfları horlanıyor, Aleviler rencide ediliyor, işçiler taşeronlaşıyor), her farklı ses, onların iktidarına göz dikmek gibi algılanıyor.
Gezi Yıldönümü Geliyor; Korkma, Titre! | Cüneyt Özdemir | Radikal
Havadaki korku bulutunu görüyor musunuz? Gezi olaylarının yıldönümünde meydanların yeniden dolmasından, insanların hükümete yeniden meydan okumasından nasıl da korkuyorlar. Gezi sürecini itibarsızlaştırmak için kara propaganda mevsimi yeniden başladı. Zannediyorlar ki insanlar sokaklara dökülüp Gezi olayları nedeniyle o biricik iktidarlarını yine tehlikeye düşürecekler. VPN’leri hazır edin yarın bir gün Twitter kapatılabilir, YouTube zaten kapalı! Meydanları da demir ağlarla örüp kapatıp, TOMA'ları yığınca insanların sokaklara çıkmasını engelleyeceklerini düşünüyorlar. 'Camiye ayakkabı ile girdiler' iftirası unutuldu, 'Kabataş'ta deri eldivenleri ile başörtülü bacımızı dövdüler' yalanı unutuldu. Ne kaldı? Kala kala '12 ağaç için iktidarımızı devireceklerdi' komplo teorisi kaldı. Buna da şükür!
Aradan geçen bir yıl içinde görüyoruz ki hükümet bilerek, kasten Gezi sürecini çarpıtsa da itibarsızlaştırmaya çalışsa da küçümsese de hâlâ içlerinden korkuyu atamamışlar. 17 Aralık sürecinin simge sanal ismi Fuat Avni’nin artık siyasi literatürümüze giren meşhur kelimeleri ile özetlersek ‘korkmuyor’ adeta içten içe ‘titriyorlar’!
Okmeydanı Analarından, Dağa Giden Çocukların Analarına | Oya Baydar | T24
Sözcükler ve kavramlar, iki dudak bir dil arasında sakız gibi çiğnendikçe içleri boşalır, anlamsız klişelere dönüşür. En güzel, en değerli, en insanî kavramların adları olan kimi sözcükler, ifade ettikleri özü yitirip etkisiz seslerden ibaret kalır. Hele de bu sözcükler kitleleri afyonlamanın, iktidar savaşının, siyasal amaçların dilsel silahı olarak kullanılmaya başlandığında; zararlı, hatta tahripkâr olabilir: Vatan, millet, din, iman, vicdan, barış, namus sözcükleri bunlardan birkaçı...
Bizim kültürümüzde “ana” kavramının/sözcüğünün de böyle bir yeri vardır. Kadına saygısızlığı, sevgisizliği, zulmü, aşağılamayı böylesine içselleştirmiş bu eril toplumda (en ağır küfürlerin “ananın” diye başladığını hatırlayın) “ana”, “analık”, “kadının ana hali”; içi boşaltılmış, klişeleştirilerek siyasete alet edilmiş, güç ve iktidar mücadelesinde dilsel gösteri unsuru haline getirilmiş kavramların başında gelir.
Yeter Artık! | Mustafa Balbay | Cumhuriyet
Son bir yıl içinde adım adım yükselen Alevilere yönelik saldırılar, bir dizi korkunç olasılığı akla getiriyor. Adeta görünen bir el, Alevileri önce ayrıştırmak, sonra hedef haline getirmek istiyor. Bunun devamında da Aleviliğin içini boşaltıp iktidarın bir
başka kolu yapmak öngörülmüş olmalı!
Güncelliğini korumakta olan Okmeydanı olaylarının üzerindeki sis perdesi tam olarak kaldırılabilmiş değil. Tablo yine bir “faili meşhur” cinayetle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Eğerbir semtte provokasyon da kokan ciddi olaylar meydana gelmişse, ilk yapılması gereken bu provokasyonun açığa çıkarılmasıdır. Bir hukuk devletinde olması gereken budur. Oysa Türkiye’de ilk iş, semti hedef haline getirmek oluyor. Bir sabaha karşı, 1500 polis Türkiye’nin en büyük kentinin merkezi semtlerinden birine baskın düzenliyorsa, bunun adı nedir? Hukuk devleti değildir. Bunun adı, devletin bir semti terörize etmesidir.
Her Şey Nasıl Başladı? | Mehveş Evin | Milliyet
Sadece Türkiye’de değil, dünyada yankı bulan Gezi Parkı direnişinin birinci yıldönümündeyiz...
Aslında Gezi direnişi, Taksim yayalaştırma projesi ve Topçu Kışlası’nın tepeden indirilmesiyle başladı. Bugün, “12 tane ağaç taşınacaktı” söylemini kullanan iktidar unutmuş olabilir ama biz unutmadık. İstanbul Kent Almanağı’na bakıp hatırlayalım:
1999: İstanbul 1 Numaralı Anıtlar Kurulu, Taksim Meydanı, AKM, Tarihi Su Maksemi ve Taksim Gezi Parkı’nın bir bütün olarak korunması gerektiği yönünde karar verdi.
2009: Beyoğlu kentsel Sit Alanı’na ilişkin Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı yürürlüğe girdi. Planda Taksim Meydanı’na ilişkin yer altı ulaşım projesi ve Taksim Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nın ihya kararı yer almıyordu.
2011: 71 yıl önce yıkılan Topçu Kışlası 2 No.lu Anıtlar Kurulu tarafından korunması gerekli kültür varlığı olarak tescillendi. Bu proje ve Taksim Meydanı projesi, 12 Haziran genel seçimlerinden önce Başbakan Erdoğan’ın seçim programındaki çılgın projelerden biri olarak yerini aldı.
Hükümetin Alevi Sorununu Çözmekten Uzak Olmasının 5 Nedeni | Ruşen Çakır | Vatan
Başbakan Erdoğan, İstanbul Okmeydanı’nda yaşanan olaylardan hareketle yeniden gündeme gelen Alevi sorunu (ki kendisi kesinlikle böyle bir tanımlama yapmıyor) hakkında Köln dönüşü gazetecilere söylediklerini tartışmaya açmak istiyorum:
Ali’siz Alevilik
Erdoğan: “Almanya’da gerek bölücü terör örgütü, gerekse ‘Ali’siz Alevilik’ diye acımasız bir çalışma var. Ülkemize de nüfuz etmenin gayreti içindeler. Bunu defaatle Alman yönetimine bildirdik. ‘Hassas olmanızda fayda var’ dedik.”
Erdoğan aynı şikâyeti Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un Türkiye gezisindeki eleştirileri üzerine de dile getirmişti. Bunun neden yanlış bir yaklaşım olduğunu o tarihte yazmıştım. (http://www.rusencakir.com/Alisiz-Alevilik-meselesi/2650) Kısaca tekrarlayacak olursak: Kuşkusuz Ali’siz bir Alevilik yorumu geliştirmeye çalışanlar var. Ama bunlar Alevi hareketi içinde çok da güçlü değiller. Alevilik içindeki farklı yorumların özgül ağırlıklarını tam hesap etmeden veya bilinçli bir şekilde çarpıtarak bu camia hakkında bazı tasvirler yapmak doğru değil. Hele işin içine yabancıları katarak olayı kriminalize etmeye çalışmaksa çok sakıncalı.
Dinlenilmek Nasıl Bir Duygu? | Abdülkadir Selvi | Yeni Şafak
İlk sırada Huvzullah Gültekin yer alıyor.
Huvzullah Gültekin kim mi?
Necmettin Erbakan.
Bildiğimiz Erbakan Hoca. Milli Görüş'ün lideri, Türkiye Cumhuriyeti'nin 54'üncü Hükümeti'nin Başbakanı.
28 Şubat sürecinin çileli Başbakanı'nı 27 Şubat 2011 tarihinde İstanbul'da Fatih Camii'nde cenaze namazını kılarak ahirete uğurlamıştık.
Mekanı cennet olsun.
Erbakan Hoca'yı Huvzullah Gültekin adına çıkarılan 09.07.2009 tarih ve 4472 sayılı kararla dinlemişler.
Dinleme kararı, yaşasaydı Erbakan Hoca'yı üzerdi. Ama asıl hangi kapsamda dinlenildiğini öğrense eminim kahrolurdu.
Yüce Türk Adaleti | Hayko Bağdat | Taraf
Dün, gazetelerde ilgiyle okuduğumuz bir haber vardı
“İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Mavi Marmara davasında dün önemli bir gelişme yaşandı. Dokuz sivilin İsrail askerlerinin saldırısında şehit edildiği Mavi Marmara davasında mahkeme, 4 sanık için yakalama kararı verdi. Dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Rau Aluf Gabiel Ashknazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Alfred Marom, İstihbarat Başkanı Amos Yadlin ve Hava Kuvvetleri Komutanı Avishay Levi hakkında kırmızı bülten de çıkarılacak.
Karara gerekçe olarak sanıkların Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü aracılığıyla gönderilen davetiyelere bugüne kadar cevap vermemesi ve duruşmalara gelmeyip kaçak durumuna düşmeleri gösterildi.” ( Zaman Gazetesi)
Gurur duymalıyız, öyle değil mi?
Yüce Türk adaleti “Türk milleti adına” verdiği kararda masum insanları katleden üniformalı katilleri dünyanın her köşesinde kovalıyor, hak ettikleri cezayı almaları için vicdanları soğutan bir karara imza atmış oluyor böylece.