Görüş Bildir
Avrupa Hakkında En Garip 10 Gerçek
Dünya'nın gözü Avrupa'nın üstünde. Bir çok tarihsel olaya sahne olan bu kıta hakkında ne kadar bilgiye sahipsiniz? Konumu, tarihi, siyasi, ekonomik ve kültürel yapısındaki renklilikler bu kıtayı daha da ilginç kılıyor. Avrupa kıtası hakkında daha önce hiç duymadığınız En Garip 10 Gerçek.
Özpetek'in Son Filmi 11 Dalda "İtalyan Oscarı"na Aday
Türk yönetmen Ferzan Özpetek’in yönettiği 'Kemerlerinizi Bağlayınız' filmi David di Donatello Ödülleri'ne 11 dalda aday gösterildi.İtalya’da yaşayan Türk yönetmen Ferzan Özpetek’in yönettiği 'Kemerlerinizi Bağlayınız' (Allacciate le cincture) filmi, 'İtalya’nın oscarı' olarak kabul edilen David di Donatello Sinema Ödülleri’nde 11 dalda ödüle aday oldu. Özpetek’in senaryosunu Gianni Romoli ile yazıp Lecce kentinde çektiği 10. filmi 'Kemerlerinizi Bağlayınız', İtalyan sinema endüstrisinin en önemli ödülü olan 'David di Donatello'da, en iyi yönetmen, en iyi kadın oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu, en iyi görüntü yönetmeni, en iyi müzik, en iyi set tasarımı, en iyi kostüm, en iyi makyaj, en iyi saç tasarımı, en iyi montaj ve en iyi ses dalında ödüle aday gösterildi. Ferzan Özpetek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 'David di Donatello’ya 11 dalda aday olmak çok önemli ve güzel bir duygu ama kazanmayı düşünmek de çok daha güzel bir duygu' dedi. Özpetek, daha önce 2002 yapımı Karşı Pencere filmiyle 5 dalda David di Donatello ödülü kazanmıştı. Bu yıl 'en iyi yabancı dilde film' Oscarı’nı kazanan yönetmen Paolo Sorrentino’nun Muhteşem Güzellik (La Grande Bellezza) filminin 18, yönetmen Paolo Virzi’nin Human Capital (Il Capitale umano) filminin ise 19 dalda aday olduğu 58’inci “David di Donatello” ödülleri, 10 Haziran'da düzenlenecek törenle sahiplerini bulacak. Barış Seçkin/AA
Bir Erkek Bir Kadın'ın Yeni Kanalı Fox TV
Geçen sezon Star'da yayınlanan ve seyirci tarafından beğenilen 'Bir Erkek Bir Kadın' dizisi yeni sezonda Fox TV'de yayınlanacak. Önce TurkMax'ta, ardından geçen sezon da star'da yayınlanan 'Bir Erkek Bir Kadın' dizisi yeni sezonda fox tv'de yayınlanacak. Sevilen dizinin başrollerinde Demet Evgar ve emre karayel yer alıyor.2008 yılında '1 Kadın 1 Erkek' adıyla TürkMax'te yayın hayatına başlayan dizi 2012 yılında Star TV'ye transfer olarak 'Bir Erkek Bir Kadın' adını almıştı. 8 Aralık 2013 tarihinde 375. bölümde final yapan komedi dizisi Zeynep ve Ozan arasındaki ilişkiyi ve yaşadıkları hayatı konu alıyor.Milliyet
Facebook, Poke ve Camera Uygulamalarını Kaldırdı
Popüler sosyal medya platformu olan Facebook, Instagram ve WhatsApp gibi büyük iki platfomu elinde bulundurmasıyla diğer uygulamaları kaldırmayakarar verdi. Camera ve Poke gibi uygulamalarına destek vermemesi ile dikkat çeken Facebook süpriz bir kararla karşımıza çıktı.Son zamanlarda satın alma işlemleri ile sürekli kendisinden söz ettiren sosyal medya platformu olan Facebook geçtiğimiz günlerde almış olduğu bu kararın bu uygulamaların başarısız olduğunu kabul etti diyebiliriz. Poke ve Camera uygulamalarının kaldırılmasına bağlı olarak şunu söyleyebiliriz.Camera uygulaması fotoğraf çekmek, efekt verme ve düzenleme gibi işlemleri yapıp direkt olarak Facebook'a yükleme imkanı sunuyordu. Maalesef Facebook bu özellik ile gündeme gelmedi.Poke uygulaması kullanım açısından Snapchat'a benziyor. Belirli bir süre görüntülenen fotoğrafları Facebook üzerinden paylaşmanıza imkan sağlayan bu uygulama da pek kullanılmıyordu. Camera ve Poke uygulamalarına olan desteğini kesen Facebook'un bu kararı ile ilgili düşüncelerinizi bizlere yorumda bildirebilirsiniz.Veteknoloji
Samsung Başkanı Lee Kun-Hee Kalp Krizi Geçirdi
Samsung Electronics Başkanı Lee Kun-hee, dün kalp krizi geçirdi. 72 yaşındaki Bay Lee, nefes alamkta güçlük çekmeye başlayınca evinin yakınındaki Samsung Tıp Merkezi'nde tedavi altına alındı. Hastanede tedavi altına alınan Samsung başkanının şuanda durumu daha iyi ve rahat nefes alabiliyor. Şirkete bu durum Samsung’un işlemlerini ve günlük yönetim faaliyetlerini etkilemedi. Hee’in oğlu Lee Jae-yong, 2012 yılına kadar şirketin baş işletme görevlisi olarak görev aldı ve şimdi Samsung'un başkan yardımcısı olarak görevine devam ediyor. Jae-yong ‘ın başkanlık görevini sonunda babasından devralması bekleniyor.Teknolojioku
10 Devasa Şeyin 10 Minyatür Versiyonu
Bu minik volkanik ada 2013'ün kasım ayında Tokyo'nun 970 km güneyinde fark edildi. Volkan ilk keşfedildiğinde 182 metre çapa sahipti, devam eden patlamalar sonucunda ise ilk keşfedildiğine göre 8 kata kadar yakın büyümüş durumda. Ada hakkında daha fazla bilgi için,  National Geographic ve Daily Mail sitelerine bakabilirsiniz.
Reklam
Game of Thrones'u Bir de George R.R. Martin'den Dinleyin
Son yılların bir numaralı dizisi Game Of Thrones’un nisan ayında başlayan 4. sezonu, beklentileri şu ana kadar fazlasıyla karşıladı. Geçmiş üç sezonda, duygusal olarak bağlandığımız karakterlerin birer birer ölümü bizleri sarsmış olsa da, antipatik Kral Joffrey’in, geçtiğimiz bölümlerde zehirlenerek ölmesi sonucu herkes derin bir nefes aldı. Game Of Thrones, diğer dizilere bu yüzden benzemiyor. Dizide, ilk bölümden son bölüme kadar, her türlü zorluğu aşan, tehlikeleri birer birer savuşturan, herkes ölürken, kendisi hayatta kalan bir kahraman yok. İyiler her zaman kazanmıyor… en azından şimdilik. Game Of Thrones’un ait olduğu A Song of Ice and Fire (Buz ve Ateşin Şarkısı) serisini okuyanlar bilir, ileride bizi daha bir çok sürpriz bekliyor olacak. Serinin birinci cildini 1996 yılında yayınlayan ve her fırsatta, yavaş ve acele etmeden yazmayı sevdiğini belirten George R.R. Martin, bir yandan kalan iki kitabı bitirmeye çalışırken, bir yandan da dizinin getirdiği şöhretle uğraşıyor. Ünlü müzik ve sanat dergisi Rolling Stone’a bir röportaj veren Martin, çocukluğundan, Hollywood’da geçirdiği yıllara, J.R.R Tolkien’le kendisini ayıran özelliklerden, kitapların sorguladığı ahlaki değerlere kadar bir çok konuda düşüncelerini paylaştı.  Game Of Thrones’un en önemli temalarından biri aile kavramı. Karakterlere anlamlarını veren ama bir o kadar da onları yıkan şey aile. Sizin aileniz ve evinizle ilişkiniz nasıldı? 1948′de New Jersey’de; Bayonne’da doğdum. Manhattan’a otobüsle 45 dakika uzaklıkta olsa da, Bayonne kendi içinde bambaşka bir dünyaya sahipti. New York çok yakın olduğu halde pek sık gitmezdik. Dört yaşımdan itibaren, Birinci Sokak’taki sosyal konutlarda yaşadım. Babam bir Martin’di, İtalyan ve Alman asıllıydı. Annem ise Brady’ydi, İrlanda kökenli. Annemden, Bayonne tarihinde önemli bir yere sahip Brady ailesinin hikayelerini dinlemişimdir. Çok küçük yaşta fakir olduğumuzu anladım. Okuluma yürürken, annemin içinde doğduğu, bir zamanlar bize ait olan evin önünden geçmem gerekiyordu. Her geçişimde o eve bakardım, onun için de hikayelerimde kaybolmuş bir altın çağın nostaljisi vardır. Annemin bana anlattıkları, hayal gücüme yerleşti. Ailenize yakın mıydınız? Babam her zaman mesafeli biri olmuştur. Sanırım beni hiçbir zaman anlamadı, aynı şekilde muhtemelen ben de onu hiçbir zaman anlamadım. O zamanlar bu terimi kullanmıyorduk ama babamın sağlam bir alkolik olduğunu söyleyebilirim. Kendisini görüyordum ama çok az konuşuyorduk. Ortak bir noktada buluştuğum konu herhalde spordu.  Bayonne’dan üniversiteden önce mi ayrıldınız? Hiçbir zaman arabamız olmadı. Babam, içkiliyken araba kullanmanın kötü bir şey olduğunu söylerdi, ve hiçbir zaman içmeyi bırakmayacağını da (gülüyor). Yıllarca evimin penceresinden Staten Island’ı seyrettim, ışıklarına baktım. Benim için o ışıklar Shangri-La, Singapur, Şanghay ya da her neresiyse orayı temsil ediyordu. Kitap okuyordum ve kitaplardaki Mars gezegenini ve diğer gezegenleri hayal ediyordum. Sonraki yıllarda Robert E. Howard’ın Conan kitaplarını ya da Orta Dünya’nın renkli yerlerini hayal ettim.  1966 yılında Northwestern Üniversitesi’ne giriş yaptınız. Takip eden yıllarda, Vietnam savaşına olan karşı tutumunuz nedeniyle politik ve moral değişimler yaşadığınızı biliyoruz… Ben de, dönemin bir çok çocuğu gibi, bir şahindim. Amerika’nın ‘iyi’ler olduğunu kabul etmiş ve orada bulunmamızı doğru karşılamıştım. Üniversiteye girdikten sonra, Vietnam savaşı gerçekleri öğrendikçe, savaşın anlamı bana yanlış gelmeye başladı. O dönemde orduya alımlar arttı ve ben de vicdani ret için başvurdum. Tam anlamıyla bir pasifist değildim ve bunu da iddia edemezdim. Ben daha çok belirli bir savaşa karşı çıkan biriydim. Örneğin İkinci Dünya Savaşı’nda görev almış olmak isterdim. Sonuç olarak, kesinlikle geri çevrileceğini düşünerek, vicdani ret için başvurumu yaptım. Bunu üç seçeneğin izleyeceğini biliyordum: ordu, hapis ya da Kanada. Ne yapardım, hangisini seçerdim gerçekten bilmiyorum. Bunlar gerçekten zor seçimlerdi ve her genç bu konuda bir karar vermek zorundaydı. Sonra bütün beklentilerimin aksine başvurumu kabul ettiler. Bana daha sonra dendiki – bu arada bunu kanıtlamamın imkanı yok – başvurumun kabul edilmesinin sebebi, muhafazakarların, vicdani reddin isteyen herkese verilmesinin yeterince ağır bir ceza olacağına olan inancıydı. Böylece, kayıtlara geçecek vicdani reddin, kişinin hayatı boyunca “komünist” ve “retçi” damgası taşımasına neden olacağı düşünülüyordu. Amerika’nın Vietnam savaşından sonra gerçek anlamda toparlanabildiğini sanmıyorum. Benim dönemimin çocukları için gerçek dışı bir tecrübeydi. Gerçeklere, adalete ve Amerikan sistemine olan inancıyla liseyi bitiren ‘ideal’ bir çocuk, üniversiteye girdiği anda gençliğinin bütün bu süperkahraman değerlerinin yıkıldığını gördü.  İlk romanlarınız ‘Dying of the Light’ ve ‘Fevre Dream’ çok beğenildi. Ancak ‘The Armageddon Rag’, bir bakıma yazarlık kariyerinizi askıya almanıza neden oldu. Daha sonra uzun yıllar Hollywood’da dizi yazarlığı yaptınız. O yıllarda edindiğiniz tecrübeler, size daha sonraki kitaplarınızda – bu durumda Game of Thrones’un da dahil olduğu ‘Buz ve Ateşin Şarkısı’ (A Song of Ice and Fire) oluyor – yardımcı oldu mu? Kesinlikle. Televizyon dizilerine senaryo yazmanın sırrı, bir roman kaleme almaktan daha kolay oluşudur. William Goldman, herşeyin strüktürden, yani strüktür ve diyalogdan oluştuğunu söylerdi. Hollywood’da bulunmuş olmam benim bu yönümü geliştirdi. Öncesinde, yıllarımı tek başıma bir daktilonun ya da bilgisayar ekranının önünde, tek başıma yazı yazarak geçirdim. İnsanların olduğu bir ofise gidip, bir fincan kahve eşliğinde dizi hakkında fikirler paylaşmak, projeyi kolektif bir şekilde geliştirmek beni canlandırdı. Bir yandan da sürekli sınırlamalarla uğraşıyorduk. Bu beni çok yordu. Sansür hakkında tartışmalar vardı, sahneler çok mu açık, ya da politik olarak hassas bir konu mu, ya da çok mu şiddet var, gibi bir çok sorun vardı. Kimse rahatsız olmasın düşüncesi hakimdi. ‘Güzel ve Çirkin’ dizisinde bunu yaşadık. ‘Çirkin’ insanları öldürüyor. Karakterin önemli bir özelliği bu. O kötü biri, bir cani. Ama CBS dizide kesinlikle kan olmasını istemiyordu, oysa ‘Çirkin’ insan öldürüyor. Bu gerçekten çok saçmaydı. Karakterin sempatik kalmasını istiyorlardı. Game of Thrones’un başlangıç noktası olarak, bir infaza şahit olduktan sonra karlı bir ormanda kurtlar gören bir çocuktan yola çıktığınızı söylemiştiniz. Bir hikaye için ilginç bir başlangıç. 1991 yazıydı. Hala Hollywood’da çalışıyordum. Menajerim fikirlerimi hayata geçirebileceğim projeler arıyordu. Mayıs, haziran aylarında yapacak hiçbir işim yoktu ve bir roman yazmayalı yıllar olmuştu. Avalon adlı bir bilim kurgu romanı üzerinde çalışmaya başladım, herşey yolunda giderken bir anda, Game Of Thrones’un ilk bölümü olacak bu sahne gözümün önüne geldi. Bran’in (Ned Stark’ın küçük oğlu) gözünden, kafası kesilen bir adamın infazına şahit olduğunu gördüm, daha sonra ormanda, kardaki ayak izlerini takip ederek bir kurtla karşılaşıyor. Sahne beni o kadar etkilemiştiki üzerine çalışmam gerektiğini düşündüm ve yazmaya başladım. Neredeyse üç günde, okuduğunuza çok yakın haliyle, kitabın birinci bölümünü yazdım.  Hikayeyi çevreleyen dünyayı inşa etmeniz ne kadar zamanınızı aldı? O yaz, neredeyse yüz sayfa yazdım. Bende bütün bu süreçler aynı anda işler. Önce dünyayı inşa edip sonra yazmam. Öncelikle yazmaya başlarım ve daha sonra bütün parçaları bir araya getiririm. Bir harita çizmek mesela yarım saatimi alabilir. Yazdıkça, hayal ettiğin şeyleri o haritaya yerleştirebilirsin. Böylece haritanın her geçen gün daha da canlandığını görürsün. Bütün bunlar olup biterken bir yandan Hollywood’da çalışmaya devam ediyordum ama aklımda sürekli bu hikaye vardı. Karakterleri ve sahneleri düşünüyordum. Bu romanı gerçekten bitirmek istediğimi anladım. O andan sonra bir üçleme olacağını biliyordum. O zamanlar herkes üç ciltlik romanlar çıkarıyordu. Bu konuda standartları Yüzüklerin Efendisi’yle J.R.R Tolkien koymuştu. 1994 yılında, yazdığım yüz sayfayı ve hikayenin olası devamını anlatan iki sayfalık bir özeti menajerime verdim. Dört yayınevi ilgilendiklerini söylediler. Bir anda hem bir avansa hem de kitabı bitirmem gereken son teslim tarihine sahip olmuştum. Böylece Hollywood’daki patronlarıma, bu romanı bitirene kadar dizi senaryolarına ara veriyorum diyebildim.  Hikayenin karmaşıklığı göz önüne alındığında, dizinin inandırıcı olmayacağından korktunuz mu? Üçüncü kitabı yazdığım dönemde Hollywood’dan teklifler almaya başladım. Bu ilgi, Yüzüklerin Efendisi beyaz perdede büyük bir başarıya ulaşınca, daha da arttı. Filmler, izleyicinin dragonlara ve o tarz yaratıklara açık olduğunu gösteriyordu. Oysa ben, yazmaya başladığım ilk günden beri, hikayenin televizyona uyarlanabileceğini bir an olsun düşünmemiştim. Bunun imkansız olduğunu düşünüyordum. Yüzüklerin Efendisi üçlemesi, benim Kılıçların Fırtınası kitabım kadar ediyor. Çok daha fazla karakter var, daha fazla şehir var, herşeyden daha fazla var, onun için filmi çekilemez dedim. Bazı insanlar hikayenin özüne odaklanmamız gerektiğini söylüyordu. Hangi karakter daha önemli? Bazıları Dany’nin asıl karakter olduğunu, diğerlerini bir kenara bırakıp onun hikayesini anlatmamız gerektiğini söyledi. Ya da Jon Snow. Bu iki karakter, herşeyin etraflarında inşa edilebileceği ana karakterler ama o zaman hikayenin yüzde 90′ını kaybediyorsunuz. Bir başkası “O zaman birinci kitabı film olarak yapalım, eğer başarılı olursak cevabını çekeriz” dedi. Ama film başarısız olursa kimse devamını seyredemeyecek ve yarıda kalmış bir hikaye olmuş olacak. Şanslıydım çünkü evimin kredisini vermekte zorluk çekmiyordum. Bütün teklifleri geri çevirdim. Uyarlanacaksa, ancak televizyon için yapılabilir diye düşündüm. Ama CBS ya da NBC için değil çünkü çok fazla cinsellik ve şiddet var. Bana göre ancak HBO için yapılabilirdi. Hikayedeki ilk şok edici olay, Jaime Lannister’ın Bran Stark’ı, Jamie’nin kardeşi Cersei’yle ensest ilişkiye girdiğini gördüğü için camdan itmesiyle yaşanıyor. İzleyiciyi çok etkileyen bir sahne oldu. Bir çok kişi, “Daha önce binlerce kez okuduğumuz hikayelerden farklı” diyerek bana bu sahnenin kendilerini diziye bağlayan sahne olduğunu söyledi. Dizi, Bran’in gözünden başlıyor. Herkes bir anda Bran’in hikayenin kahramanı olduğunu düşündü. Genç Kral Arthur. Tam bu küçük çocuğun yaşadıklarını takip etmeye çalışırken, baam! Kimse böyle bir şeyin Bran’in başına gelebileceğini beklemiyordu. O açıdan çok başarılıydık. (gülüyor) Jaime ve Cersei’nin yaptıkları çok alçakça bir davranış. Ancak çok daha sonra, Jaime’nin düşmanı olan bir kadını tecavüzden kurtardığına tanık oluyoruz. Haliyle hakkında ne düşüneceğimizi bilemiyoruz. Jaime ve daha bir çok karakterle, değinmek istediğim, geliştirmek istediğim konulardan biri de hataların telafisi, affetmek ve affedilmekti. Yaptığımız şeyin bedelini nasıl ödeyebiliriz? Telafi mümkün müdür? Gerçekten bir cevabım yok. Peki insanları ne zaman affederiz? Bunu toplumumuzda sıklıkla görebiliyoruz. Michael Vick’i affetmeli miyiz (yasadışı köpek dövüşlerine düşkün ve güçsüz köpekleri öldürdüğünü itiraf eden NFL oyuncusu)? Köpekleri çok seven arkadaşlarım var ve Vick’i hiçbir zaman affetmeyeceklerdir. Oysa Vick bir kaç senesini hapiste geçirdi ve devletin gözünde cezasını çekti, affedildi. Peki yeterince özür diledi mi? Ya da Woody Allen. Woody Allen, alkışlamamız ve övmemiz gereken biri mi, yoksa toplumun dışlaması gereken biri mi? Peki ya Roman Polanski, ya da Paula Deen. Toplumumuz, öyle ya da böyle hayatlarının bir anında yanlış yapmış insanlarla dolu ve biz bu insanlarla ne yapıyoruz? Bir kötü hareketi telafi etmek için kaç tane iyi hareket yapmamız lazım? Bir Nazi suçlusuysan ve hayatının 40 yılını sadece hayır işleri yaparak, fakirlere yardım ederek geçiriyorsan, bu senin Nazi kamplarında yaptıklarını telafi eder mi? Ben bu soruların cevaplarını bilmiyorum ama soruların üzerinde kafa yorulmaya değer olduğunu düşünüyorum. Ben bir noktada, telafinin, affın olmasını istiyorum çünkü hepimiz hayatımızda yanlışlar yapıyoruz. Onun için de herkesin affedilebilmesi gerekir. Af dediğimiz şey olmasaydı… o zaman ceza vermenin manası ne?  Jaime ve Cersei gibilerinin affedilebileceğini sanmıyorum. Cersei’nin çok sağlam bir karakteri var, Lady Macbeth gibi. Affedilme, kimin için? Bazılarının gözünde hiçbir zaman affedilmeyecek. Çocuklarına gelince, inanılmaz koruyucu bir yapısı var. Tartışabilirsin, çocuklarını gerçekten seviyor mu, yoksa kendi çocukları oldukları için mi seviyor? Cersei’de gerçek bir narsisizm var. Dünya ve toplum hakkında neredeyse sosyopatlığa varan bir görüşü var. Diğer yandan da Jaime’nin yaptıkları oldukça ilginç. Benim çocuğum yok ama olan arkadaşlarımla konuştum. Unutmayın ki, Jaime, Bran’i sıkıcı küçük bir çocuk olduğu için öldürmeye çalışmıyor. Bran’in gördükleri aslında, Jaime, Cersei ve bu ensest ilişkiden doğan üç çocukları için ölüm fermanı anlamına geliyor. Onun için de çocuğu olan arkadaşlarıma sordum “Jaime’nin yerinde olsanız ne yapardınız?”. Dediler ki “Ben kötü biri değilim, öldürmezdim”. Emin misin? Asla mı? Eğer Bran, Kral Robert’a gördüklerini anlatırsa, sen, çok sevdiğin kız kardeşin ve üç çocuğunuz öldürülecek… O aşamada bir çoğu kararsız kaldı. Muhtemelen bir çok insan “Evet, kendi çocuklarımı ve ailemi kurtarmak için, masum da olsa başkasının çocuğunu öldürmeye hazırım” derdi. Bunlar insanların zor durumlarda verebileceği kararlar ve incelenmesinin uygun olacağını düşündüm.  Konuştuklarımıza kontrast olarak, dizinin ilk sezonunda Ned Stark, ‘Night Watchman’in kellesini uçurduğunda, ya da daha sonra oğlu Robb aynı şeyi yaptığında, bu infazların ikisini de çok etkilediğini ve kayıtsız kalmadıklarını görüyoruz. Omuzlarında ağır bir yük oluşuyor. Haliyle öyle, olması gereken de bu zaten. İnsan hayatına son vermek oldukça ciddi bir iş. Orta Çağ’a yakın bir durum söz konusu. Keskin bir demir parçasıyla birinin kafasını kopartıyorsunuz, kanı üzerinize sıçrıyor ve çığlıklıklarını duyuyorsunuz. Kendimizi bundan soyutlamamız belki daha da feci bir durum doğuruyor. Bugün artık insanları, oturduğun yerden bir düğmeye basarak, dronlarla, füzelerle öldürebildiğimiz teknolojiler yaratıyoruz. Artık hiçbir zaman çığlıklarını duymayacağız, annelerini çağırarak can vermelerine tanık olmayacağız. Bunun iyi bir şey olduğundan emin değilim. Bu moral ve etik konularını tarih boyunca görebilmek mümkün. Soru her zaman bu olmuştur, savaş sırasında kazanmak için herşeyi yapmaya hazır mısın yoksa herşeye rağmen belli bir etik seviyesini ve ideallerini koruyabilir misin? İnsanlara ‘waterboarding’ (CIA’in, insanlara boğulma hissi veren, su kullanarak uyguladığı bir işkence) uygulamalı mıyız? Ya hayatlarımızı kurtaracak önemli bilgilere sahip olursak? Peki böyle bir durumda aslında kendimize ihanet etmiş olmuyor muyuz? Peki ya ikinci bir 11 Eylül’ü önleyebilecekse, işkence uygun mudur? Hayatta kalabilmek ve savaşı kazanabilmek için, korkunç cinayetler işlemeye hazır mısın? Ben bilmiyorum ama bu soruları ele almak kanımca önemli. ‘Buz ve Ateşin Şarkısı’ ve ‘Game of Thrones’ların önemli bir noktası da güç ve iktidar. Neredeyse herkesin, belki denizin diğer tarafındaki Daenerys dışında herkesin, gücünü, iktidarını kötüye kullandığını görüyoruz. Hükmetmek zordur. Her ne kadar saygı duysam da, Tolkien’e cevabım budur. Yüzüklerin Efendisi, Orta Çağ düşünce yapısına sahip, öyle ki eğer kral iyi bir adamsa, o zaman topraklar bereketli olur ve herkes refah içinde yaşar. Gerçek tarihe baktığımızda bunun bu kadar basit olmadığını görüyoruz. Tolkien kitaplarında, Aragorn’un kral olup yüzlerce yıl saltanat sürdüğünü, ne kadar iyi kalpli ve güçlü bir kral olduğunu söyleyebilir. Ama Tolkien bazı soruları sormayı unutuyor: Aragorn’un vergi politikası neydi? Daimi bir ordusu var mıydı? Kıtlık ve sel dönemlerinde ne yapıyordu? Peki ya orklar? Savaşın sonunda Sauron’dan kurtuluyoruz ama orklar pek de uzağa gitmiyorlar, dağlarda yaşamlarına devam ediyorlar. Peki Aragorn, orkların kökünü kazımak için sistematik olarak soykırıma başvuruyor mu? Peki ya küçük bebek orklar, onları da öldürüyor mu? Gerçek hayatta, gerçek kralların, ilgilenmeleri gereken gerçek sorunları vardır. Sadece iyi bir adam olmak sorunu çözmez. Çok çok zor kararlar almanız gerekir. Bazen iyi olduğunu düşünürek aldığınız kararlar, ileride tersine dönerek size karşı işleyebilir. Bu tarz durumları kitaplarımda kullanmak istedim. Benim hikayelerimde iktidar olmak hiç de kolay bir şey değil, zor bir hayata sahipler. Sadece iyi kalpli olmak, sizden iyi bir kral yapmaz. Rolling Stone'dan Çeviren: Cem Gelgün Zete
"Kelebeğin Rüyası"na Milano'da "En İyi Müzik" Ödülü
Başrollerinde Kıvanç Tatlıtuğ, Mert Fırat ve Belçim Bilgin'in rol aldığı, Yılmaz Erdoğan'ın yönettiği 'Kelebeğin Rüyası' ödül almaya devam ediyor. Bu yıl 15'incisi gerçekleşen Milano Film Festivali'nde 'En İyi Kadın Oyuncu', 'En İyi Müzik' ve 'En İyi Senaryo' dallarında aday gösterilen 'Kelebeğin Rüyası', festivalden ödülle döndü. Rahman Altın imzasını taşıyan 'Kelebeğin Rüyası' müziği 'En İyi Film Müziği' seçildi.Rahman Altın, 'Kelebeğin Rüyası' filmi için bestelediği müzikleri ile dünyanın en prestijli film müziği ödüllerinin verildiği Belçika'daki World Soundtrack Academy Awards'tan ödüle layık görülmüş, aynı zamanda 46. Siyad Sinema Ödülleri'nde ve 19. Kral Türkiye Müzik Ödülleri'nde de 'En İyi Film Müziği' ödülünün sahibi olarak 4 kez ödül almıştı.CNN Türk
Reklam
"Füze İhalesini Siyasallaştırmayın"
Türkiye’nin füze savunma sistemi ihalesinde ABD ve NATO’nun baskısıyla diğer seçeneklere yöneldiğine ilişkin Çin basınındaki haberler üzerine Pekin yönetimi 'İhalenin siyasallaştırılmamasını umuyoruz' dedi. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hua Çunying, Türkiye ile Çin arasındaki füze ihalesiyle ilgili Çin'de ABD ve NATO'nun baskısının etkili olduğu yönünde yapılan yorumların hatırlatılarak, Pekin yönetiminin görüşünün sorulması üzerine, söz konusu füze ihalesinin iki ülke arasındaki 'olağan askeri ticaret işbirliği' olduğunu söyledi. Hua, Türkiye ile Çin şirketi arasındaki işbirliğine vurgu yaparak, 'Biz hiçbir olağan ticari işbirliğinin siyasallaştırılmamasını umut ediyoruz' dedi. Son günlerde özellikle Çin basınında ABD ve NATO'nun baskısı sonucu Türkiye'nin füze ihalesinde diğer seçenekleri de değerlendirdiği yönünde yorumlar çıkmıştı. İhaleye uzatma 2013 yılının Eylül ayında Savunma Sanayii İcra Komitesi'nin uzun menzilli füze savunma sistemi ihalesinde, Çin Halk Cumhuriyeti'nden CPMIEC firması ile sözleşme görüşmelerine başlanmasına karar verilmişti. Türkiye ile ihaleyi kazanan Çinli şirket arasındaki müzakerelerde sonuç alınamamasının ardından süre uzatıldı. Savunma Sanayi Müsteşarlığı, ihaleye katılan Avrupalı ve ABD'li şirketlerden tekliflerini revize etmelerini talep etti. Al Jazeera’ye konuşan Çin Savunma Sanayi Müsteşarlığı kaynakları, “Müzakere sürecinde iki taraf da ihalede ortaya konan maddeleri kendi lehine yorumlamaya ve buna göre sonuca bağlamaya çalışıyor. Bu süreç işliyor, iki taraftan da geri adım söz konusu değil” demişti. Aynı kaynaklar, CPMIEC ile görüşmeler sürdüğü için diğer firmalarla görüşmelerinin henüz mümkün olmadığını, ancak bu firmaların ihaleden çekilmemek adına tekliflerini yenilediklerini ve hazır beklediklerini de eklemişti. ABD ve NATO'dan tepki Çinli CPMIEC firması Amerikan yaptırımlar listesinde olduğu için ihale sonucu, NATO ve ABD'den tepki almıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Jen Psaki ekim ayında yaptığı açıklamada, 'Türk hükümetine, NATO sistemleriyle veya kolektif savunma kapasitesiyle uyumlu çalışmayacak bir füze savunma sistemiyle ilgili olarak ABD’nin yaptırım uyguladığı bir şirketle anlaşma görüşmelerine yönelik ciddi kaygılarımızı ilettik' dedi. NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen de, yine ekim ayında 'Bizim için önemli olan üye devletlerin satın aldıkları sistemin diğer devletlerdeki sistemlerle uyuşması. Türkiye’nin de buna uymasını bekliyorum' diye konuştu. Ankara ise 3.4 milyar dolarlık teklifle Çinli firmanın önde geldiğini ancak Çin’den füze savunma sistemi alınmadan önce yeniden değerlendirme yapılacağını söylüyor. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz Çinli firmanın seçilme sebebini 'Ortak üretim, teknoloji transferi ve ucuz fiyat' olarak açıkladı, 'Batı ülkelerinin ortak üretim ve teknoloji transferine hiç kapı açmaması, Çin’in elini kuvvetlendiriyor' dedi. Çin'le anlaşmanın mali boyutu yüksek İki ülke arasında anlaşma imzalanırsa, Çin'den gelen füze savunma sisteminin Türkiye'deki savunma sistemine entegre edilmesi gerekiyor. Aralık sonunda kabul edilen 2014 ABD Ulusal Savunma Yetki Yasası’nda, ‘ABD Savunma Bakanlığı’na ait hiçbir fonun Çin füze savunma sistemlerinin ABD savunma sistemleriyle entegrasyonunda kullanılamaması’ maddesi de var. Dönemin Savunma Sanayi Müsteşarı Murat Bayar, gelecek sistemin 'NATO'ya değil, Türkiye'nin sistemine; Türk firmalarınca entegre edileceğini' vurgulamıştı. Ancak bu entegrasyon işlemi için, Türkiye’nin fazladan maliyet hesabı yapması gerekecek. Savunma Sanayi Müsteşarlığı yetkilileri, bu maliyetin ne kadar olacağının henüz net bir şekilde tespit edilmediğini söylüyor. NATO’nun en büyük orduya sahip ikinci ülkesi Çin'in dikine fırlatma kabiliyetli uzun menzilli hava savunma füzesi FD-2000 füze sistemi, ikili ve altılı bataryalar halinde kuruluyor. İlk 1980'de üretilen füze, 20 bin metre yükseklik ve 100 kilometre menzile sahip. Türkiye, NATO'nun ikinci büyük orduya sahip üyesi. Ancak, ordunun uzun menzilli füze ve hava savunma sistemi yok. NATO Suriye'deki iç savaşın yaratabileceği tehdide karşı, 2012'den bu yana ABD yapımı Patriot hava ve füze savunma sistemlerini Türkiye'de konuşlandırdı. aljazeera.com.tr
Kültür Bakanlığı'ndan AKP'nin Şarkı Yazarına Dev Sinema Fonu
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Sinema Destekleme Kurulu 24 uzun, 8 ilk film olmak üzere 32 filme toplam 15 milyon 540 bin TL destek sağladıKültür Bakanlığı sinemaya 15 milyon 540 bin TL destek sağladı. En büyük desteği 1 milyon 750 bin TL ile Semih Kaplanoğlu 'nun 'Buğday' ve AKP'nin reklam filmi için yazdığı 'Aynı' şarkısıyla tanınan müzisyen/yönetmen Özhan Eren 'in 'Çanakkale Geçilmez' filmi aldı. Şenay Aydemir 'in Radikal'de yer alan haberine göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı 'Sinema Destekleme Kurulu’ndan 2014 yılı ikinci destekleme kurulu toplantısında rekor destekler çıktı. 24 uzun, 8 ilk film olmak üzere 32 filme toplam 15 milyon 540 bin TL destek verilirken, Altın Ayı ödüllü Semih Kaplanoğlu’nun ‘Buğday’ ve AKP'nin 2011 seçimlerinde kullandığı reklam şarkısı ‘Aynı’nın yaratıcısı Özhan Eren’in ‘Çanakkale Geçilmez’ filmi 1 milyon 750 bin TL destek alarak bir rekora imza attı. Özhan Eren daha önce Murat Saraçoğlu ile birlikte Sarıkamış Savaşı’nı anlatan ‘120' filmini çekmişti. Eren filmin senaryosunun yanı sıra yapımcılığına ve müziklerine de imza atmıştı. Rekor daha önce Nuri Bilge Ceylan ’ın ‘Kış Uykusu’ filmine verilen 750 bin TL’lik destekti. Toplantıda destek verilen projeler arasında İlksen Başarır ’ın ‘Kürk Mantolu Madonna’ (600.000 TL), Erden Kıral ’ın ‘ Gece ’ (500.000 TL), Reis Çelik ’in ‘Orkestra’ (500.000 TL), Pelin Esmer ’in ‘İşe Yarar Bir Şey’ (500.000 TL), Yeşim Ustaoğlu ’nun ‘Tereddüt’ (500.000 TL), Zeki Demirkubuz ’un ‘Kor’ (400.000 TL) ve Derviş Zaim ’in ‘Kıtmir’i (400.000 TL) de yer alıyor .
11 Örnekle Uçan Bebekler
   Fotoğrafçı Rachel Hulin, oğlu Henry'nin 'uçarken' pozlarını çekti. 'Uçan Henry' adını verdiği fotoğraf sergisi, New York'ta açtığı bir sergide de gösterildi. Türkiye'deki her annenin yüreğini ağzına getirecek pozlarda, küçük Henry'yi uçarken görüyoruz.
Reklam
CERN'e Ortak Üyelik Anlaşması İmzalandı
Türkiye, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ın da katıldığı törenle Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi ile ortak üyelik anlaşması imzaladı. İsviçre'nin Cenevre şehrindeki CERN merkezinde yapılan imza töreninde konuşan Enerji Bakanı Taner Yıldız, bugünün Türkiye için önemine dikkat çekti, üyelik sıfatıyla CERN'de bulunabilmenin heyecan verici olduğu söyledi. CERN'de lise ve üniversite seviyesinde Türk öğrencilerin katılımıyla gerçekleştirilecek çalışmalarla bu işbirliğinin daha da güçlendirileceğini belirten Yıldız, anlaşmanın onay sürecinin kısa süreceğine inandığını kaydetti. Anlaşmanın imzalanmasının ardından iki yıl içinde TBMM'de onaylanması gerekiyor. Anlaşma onaylandıktan sonra yürürlüğe girecek. Anlaşmayla Türkiye, CERN'e yapacağı maddi katkı oranında kurum ihalelerinden pay alabilecek, kurumda daimi personel istihdam edebilecek ve Türk bilim insanları CERN'de kadrolu çalışabilecek. Dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarları İsviçre-Fransa sınırında ve 27 kilometre çapında olan CERN kampüsünde dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarları bulunuyor. CERN'de dünyanın çeşitli yerlerinden binlerce kişi çalışıyor, yaklaşık 60 yıldır araştırmalar yürütülüyor. CERN'e Türk fizikçiler de bazı araştırmalara katılabiliyor. CERN, genişleme stratejisi kapsamında, 2010 yılında ortak üyelik statüsünü oluşturmuştu. Buna göre ortak üyeler, tam üye olmak için en az iki yıl beklemek zorunda. Türkiye, 21 tam üyesi olan kurumda şu ana kadar gözlemci üye statüsündeydi. Türkiye'nin ortak üyelik anlaşmasını Türkiye adına, Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi nezdindeki Daimi Temsilcisi Mehmet Ferden Çarıkçı imzaladı. Tören öncesinde CERN Genel Direktörü Rolf Heuer tarafından CERN'de yapılan çalışmalar hakkında sunum yapıldı. aljazeera.com.tr
Reklam
Let's Play – Outlast: Whistleblower
Yeni bir korku serisine eşlik etme zamanı.YAZANSarp KürkcüOutlast ’in Sinan Akkol ile olan macerası (dikkat edin, tersi değil) oyunun bitip Oyungezer ailesinin zaiyat vermeden kurtulmasıyla sonuçlanmıştı. Ama Red Barrels bizlerin dayanıklılığını gördükten sonra bir yemin etti. Bizi korkutmak için çabalamaya devam edeceğine, çığlıklarımızın ofiste yankılanacağına dair iddialar attı ve bunu da yerine getirmeye niyetli.İşte, Outlast: Whistleblower bize oyunun öncesini, aslında Mount Massive’in nasıl bu hâle geldiğini anlatan bir süreç. Başında da yine Sinan Akkol var. Kimin kimi devireceği bilinmez ama, sonuçtan çok sürecin keyfini isteyenlere aşağıda bölüm bölüm sunuyoruz. İyi seyirler.Yeni - Bölüm 3Let's Play - Outlast Whistleblower - Bölüm 3 paylaşan: OyunGezerBölüm 1**http://oyungezer.com.tr/video/28-trailer/755-lets-play-whistleblower-1**Bölüm 2**http://oyungezer.com.tr/video/28-trailer/756-lets-play-whistleblower-2**
Efsaneler İstanbul'a Geliyor
Dünyanın sayılı orkestra şeflerinden, Nobel ödüllü müzisyen Daniel Barenboim, defalarca ‘dünyanın en iyi orkestrası’ seçilen Staatskapelle Berlin ile konser vermek üzere İstanbul’a geliyor. Klasik müziğin yaşayan iki efsanesi 15 Mayıs 2014 akşamı İstanbul’da bir araya gelecek. Orkestra şefi ve virtüöz piyanist Daniel Barenboim, genel sanat yönetmenliğini yaptığı 450 yıllık Staatskapelle Berlin Orkestrası ile birlikte bir konser verecek. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenlediği konserin bir başka özelliği de ödüllü bir repertuvarın seslendirilecek olması. 2014 yılında BBC Music Magazine tarafından yılın albümü ödülü seçilen bu kayıtta Staatskapelle Berlin ve Daniel Barenboim, çellist Alisa Weilerstein eşliğinde Elgar ve Carter konçertolarını seslendirmişlerdi. Filistin ve İsrail barışı için orkestra kurdu Bugüne dek yedi Grammy ödülü kazanan Daniel Barenboim aynı zamanda kültür aracılığıyla barış elçiliği yapan bir müzisyen. 1999 yılında yazar Edward Said ile birlikte hayata geçirdikleri ‘Doğu-Batı Divan’ orkestrasıyla, Filistin ve İsrail arasında yaşananlara dikkat çekti. Adını Goethe’nin doğulu ve batılı şairlerin eserlerini birleştirdiği kitabından alan orkestra bugün de varlığını sürdürüyor ve bu orkestradan müzisyenler yetişiyor. Edward Said 2003 yılında hayatını kaybettikten sonra da çalışmalarına devam eden Barenboim, 2004 yılında barışa katkı sunanlara verilen Nobel Wolf Prize ödülünü kazandı. Yahudi olmasına rağmen, Yahudi karşıtı görüşleriyle tanınan Wagner eserlerini seslendirerek birçok defa Yahudi cemaatinden tepki alan Barenboim 2007 yılından bu yana Birleşmiş Milletler Barış Elçisi olarak görev yapıyor. Onursal Filistin vatandaşı Sadece orkestra şefi olarak değil, dünyanın en iyi piyanistlerinden biri olarak da, yaşayan en önemli müzisyenler arasında gösterilen Daniel Barenboim, İstanbul’da da Wagner’in en tanınmış eseri Tristan ve Isolde’den bölümlerin yanı sıra, Elgar’ın da eserlerine yer verecek. Filistin tarafından onursal vatandaş ilan edilen ve sanatın barış inşa etmedeki rolüne her fırsatta değinen Barenboim 2007 yılından bu yana hem İsrail hem Filistin vatandaşı. 450 yıllık orkestra Konserde Barenboim’a eşlik edecek olan Staatskapelle Berlin, 1570 yılında saray orkestrası olarak kuruldu. 1700’lü yıllarda ‘Prusya Krallığı Saray Orkestrası’ adı altında 30 kişilik bir orkestraya dönüştürüldü. 1783’ten bu yana saray dışındaki dinleyicilere konserler veren Staatskapelle Berlin, Felix Mendelssohn ve Richard Wagner’in eserlerini onlar hayattayken ilk seslendiren orkestra oldu. Staatskapelle Berlin Orkestrası, 1992 yılından beri müzik direktörlüğünü üstlenen Daniel Barenboim’u 2000 yılında daimi şefi olarak seçti. Konser 15 Mayıs Perşembe günü saat 20:30’da Zorlu Center Performans Sanatları Merkezi’nde izlenebilir. Al Jazeera
Reklam
A Story About My Uncle
Bu senenin en çok konuşulan oyunlarından olan Goat Simulator 'ün yapımcısı Coffee Stain Studios yeni oyununu duyurdu!A Story About My Uncle ismindeki oyunun çıkış tarihi ise . Oyun Goat Simulator'ün eğlence yanının aksine oldukça etkileyici bir hikayeyi konu alacak. Mucit amcasını hayal edebileceğinin de ötesindeki dünyalarda arayan bir çocuğu yönlendireceğimiz oyun FPS-Platform türünde olacak. Elimizdeki bir alet yardımı ile plazma-kanca kullanıp ordan oraya kendimizi atacağımız ASAMU hiç bir şekilde şiddet içermeyen bir oyun olacakmış.Geçtiğimiz günlerde en çok korsan indirilmiş oyuna sahip olmanın gururunu bile paylaşmış olan yapımcı firmanın bu yeni atmosfer ve hikaye odaklı oyunu bakalım nasıl bir başarı yakalayacak. Oldukça ilgi çekici görünen oyunun tanıtım videosunu izleyip daha sonra galerimizi gezerek hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz,VİDEOGALERİ
OMSignal'ın Giyilebilir Teknolojisi Sizi Sımsıkı Saran Akıllı Bir T-Shirt
Sağlıklı ve fit kalmanıza yardımcı olan giyilebilir cihazlar, bileklik şeklinde hayatımıza girdi, yavaş yavaş bütün vücudumuza yayılıyor. OMSignal‘ın giyilebilir akıllı cihazlar kategorisindeki ürünü, biyolojik ölçümlerinizin şimdiye kadar sunulan en detaylı analizini sağlamak iddiasında. Ürün, bu bilgileri bedeninizi sımsıkı saran akıllı tişörtlerle sağlıyor. OMSignal’ın OM Biometric Smartwear serisi, gerçek zamanlı olarak günlük aktivitelerinizi, fizyolojik stres ve fitnes değerlerinizi ölçen elektrotlarla dokunmuş dört farklı tişörtten oluşuyor. Bu akıllı tişörtler, vücudunuzdan aldığı bilgileri, akıllı telefonunuzda OMsignal uygulamasına aktarıyor. Uygulama kalp atışı, nefes, hareket (adım ve tempo gibi), hareket yoğunluğu, kalp ritmi değişkenliği gibi detaylı verileri ekranınızdan takip etmenizi sağlıyor. OMSignal tişörtleri gündelik olarak kullanılsa da, tanıtım filminde de görebileceğiniz gibi, öncelikle sporcuları ve erkekleri hedefliyor. OMSignal uygulaması özellikle sporcular için özel veriler de sunuyor. Örneğin OM Fuel, antrenman sırasında size ne kadar enerjiniz kaldığınızı, OM RPM anlık olarak, odaklanma seviyenizi ve fiziksel stresinizi gösterebiliyor. Tişörtler vücudunuzdan aldığı verileri avuç içine sığan bir siyah kutuya aktarıyor. Tişörte tutturulan bu siyah kutu, verilerin Bluetooth bağlantısı kullanarak telefonunuza iletilmesini sağlıyor. OMSignal’ın verdiği bilgilere göre cihaz 30 saat aralıksız çalışabiliyor. Yüksel kaliteli kumaşlar kullanılarak üretilen bu özel giysi, aynı zamanda günlük kullanım sırasında kan dolaşımınızı kolaylaştırma ve duruşunuzu iyileştirme iddiasında. OMSignal, vücudunuza çok sayıda farklı noktadan dokunarak sağladığı bilgiler sayesinde, öncelikle sağlık ve spor endüstrilerinde oldukça popüler hale gelebilme potansiyeline sahip. Yaz ayında Amerika ve uluslararası dağıtımı yapılmaya başlanacak OMSignal akıllı tişörtlerin fiyatları 199 dolardan başlıyor.Oldukça maskülen bir tanıtımla gelen OMSignal’ın yakında kadın tişörtlerini de piyasaya sunacağı belirtiliyor. Ancak şirketin kadın tüketiciye ulaşması için şu ankinden farklı bir tanıtım modeli geliştirmesi gerekecek. webrazzi
Fly Marka Akıllı Telefonlar Türkiye'de
İngiliz merkezli yatırım firmalarından Meridian Group, akıllı telefon markası Fly ile Türkiye pazarına giriş yaptı. Fly marka akıllı telefonları ile son 10 yılda Rusya, Ukrayna, Hindistan, Avrupa ve Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) pazarlarında faaliyet gösteren Meridian Group, Türkiye pazarına iki yeni modeli ile girdi. Evo Chic 1 ve Spark adlı iki akıllı telefon, uygun fiyatları ile dikkat çekiyor. Zarif tasarımlı FLY IQ4405 Evo Chic 1 modelinin teknik özellikleri arasında 4,5 inç IPS ekran, 1,3 GHz dört çekirdekli işlemci, 4 GB depolama birimi, 8 MP arka ve 2 MP ön kamera, 1800 mAh pil, Android 4.2.2 işletim sistemi yer alıyor. Siyah renkli akıllı telefonun tavsiye edilen satış fiyatı 599 TL. ‘Akıllı telefona akıllı yaklaşım’ mottosuyla üretilen Fly IQ4404 Spark modelinin teknik özellikleri arasında ise 4,5 inç IPS ekran, 1,2 GHz çift çekirdekli işlemci, 4 GB depolama birimi, 5 MP arka ve 1,3 MP ön kamera, 1750 mAh pil, Android 4.2.2 işletim sistemi yer alıyor. Siyah ve beyaz renk alternatifleri bulunan Spark’ın tavsiye edilen satış fiyatı 499 TL.Stuff
Reklam