Görüş Bildir
Haberler
İnsanlardan Tanrılara - 1

İnsanlardan Tanrılara - 1

Adnan Dan
08.02.2017 - 11:58

İnsanlardan Tanrılara - 1

Yaklaşık 13.5 Milyar yıl önce, Big Bang olarak adlandırdığımız bir şeyle madde, enerji, zaman ve uzay ortaya çıktı. Evrenimizin bu temel özelliklerinin hikayesine fizik diyoruz. Bunların ortaya çıkışından yaklaşık 300 bin yıl sonra madde ve ener­ji, atom adını verdiğimiz daha karmaşık yapılar ortaya çıkardılar, bunlar da zamanla birleşerek molekülleri oluşturdu.

Atomların, moleküllerin ve aralarındaki etkileşimin hikayesine kimya diyoruz. Yaklaşık 3,8 milyar yıl önce, Dünya adı verilen gezegende, bazı mole­ küller organizma adı verilen oldukça geniş ve karmaşık yapılar oluştur­du. Organizmaların hikayesine biyoloji diyoruz. Yaklaşık 70 bin yıl önce Homo sapiense ait organizmalar, kültür adı­nı verdiğimiz daha da karmaşık yapılar oluşturdular.

Bunu takip eden in­san kültürlerinin gelişimine tarih diyoruz.

Tarihin akışını üç önemli devrim şekillendirdi Yaklaşık 70 bin yıl önce başlayan Bilişsel Devrim, 12 bin yıl önce bunu hızlandıran Tarım Devrimi ve tarihi sona erdirip bambaşka bir şeyi başlatabilecek yalnızca 5 bin yıl önce başlayan Bilimsel Devrim.

Tarihten çok önce insanlar vardı. Modem insanlara benzeyen hayvanlar ilk olarak yaklaşık 2,5 milyon yıl önce ortaya çıktı. Fakat sayısız nesil bo­yunca aynı çevreyi paylaştıkları çok sayıda organizmadan ayrışmadılar.

İki milyon yıl önce Doğu Afrika’ya bir gezi yapsaydınız, çok tanıdık insan karakterlerine tanık olabilirdiniz: çocuklarına sarılan endişeli an­ neler, çamurda oynayan çocuklar, rahat bırakılmak isteyen yaşlılar ve toplumun kurallarına başkaldıran gençler, görmüş geçirmiş yöneticile­ri ve köyün güzelini etkilemek isteyen gösteriş meraklısı maçolar. Bu ar­kaik insanlar aşık oldu, oynadı, yakın arkadaşlıklar kurdu, güç ve statü için mücadele etti. Fakat bunu şempanzeler, babunlar ve filler de yapı­yordu. İnsanların hiç de özel bir durumu yoktu. Hiç kimsenin, elbette in­sanlarında, bir gün kendi soylarından gelenlerin ayda yürüyeceğine, ato­mu parçalayacağına, genetik kodu çözeceğine ve tarih kitapları yazacağı­na dair en ufak bir fikri yoktu.

Tarih öncesi insanlarla ilgili bilinmesi gere­ ken en önemli şey etraflarına goriller, ateşböcekleri veya denizanalarından daha fazla etki etmeyen sıradan hayvanlar olduklarıdır. Biyologlar organizmaları türler halinde sınıflandırır. Hayvanlar eğer birbirleriyle çiftleşip üretken yavrular yapabiliyorlarsa aynı türe ait kabul edilirler.

Atların ve eşeklerin yakın geçmişten ortak bir ataları vardır ve bu iki hayvan pek çok fiziksel özelliği paylaşır. Buna karşılık birbirle­rine pek az cinsel istek duyarlar. Eğer teşvik edilirse çiftleşirlerde, fakat katır adı verilen yavrulan kısır olur. Dolayısıyla eşek DNA’sındaki mutasyonlar asla atlara ( veya tam tersi atlardaki eşeklere ) geçemez. Bu iki tip hayvan, sonuç olarak ayrı evrimsel yollarda ilerleyen iki ayrı tür olarak kabul edilir. Buna karşılık, çok farklı görünen bir buldok ve bir spaniel aynı türün üyeleridir ve aynı DNA havuzunu paylaşırlar. Memnuni­yetle çiftleşebilir ve yavrularıda başka köpeklerle çiftleşerek başka yav­rular üretebilirler.

Ortak bir atadan evrimleşen türler “ cins ” adı verilen bir başlıkta toplanır. Aslanlar, kaplanlar, leoparlar ve jaguarlar Parıthera cinsinin altın­ daki farklı türlerdir. Biyologlar organizmaları iki parçadan oluşan Latin­ce bir isimle adlandırırlar. Önce cins, sonra tür. Örneğin aslanlar Panthra leo olarak adlandınlırlar, Panthera cinsinin leo türü. Bu yazıyı okuyan herkesin Homo sapiens olduğunu varsayabiliriz. Homo ( insan ) cinsinin sapiens ( zeki ) türü. Cinsle de kendi içinde ailelere ayrılırlar, örneğin kediler ( aslanlar, çi­talar, ev kedileri ), köpekler ( kurtlar, tilkiler, çakallar ) ve filler ( filler, ma­mutlar, mastodonlar ).

Bir ailenin tüm üyelerinin soylan kurucu bir an­neye veya babaya dayanır.

Örneğin en küçük ev kedisinden en vahşi as­lana tüm kediler, yaklaşık 25 milyon yıl önce yaşamış ortak bir kedi ata­sını paylaşır. Homo sapiens de bir aileye mensuptur. Bu sıradan bilgi tarihteki en sıkı korunan sırlardan biriydi. Homo sapiens uzunca bir süre kendisini di­ğer hayvanlardan ayrı, ailesiz ( kuzeni veya kardeşi, hepsinden de önem­lisi ebeveyni olmayan ) bir yetim olarak gördü, ama durum böyle değildi. Sevelim ya da sevmeyelim, büyük maymunlar adı verilen gürültücü ve büyük bir grubun üyesiyiz. Yaşayan en yakın akrabalarımız arasında şempanzeler, goriller ve orangutanlar var ve şempanzeler bunların en yakını.

Yalnızca 6 milyon yıl önce, tek bir dişi maymunun iki kızı oldu. Bunlardan biri tüm şempanzelerin atası olurken, diğeride bizim büyü­kannemiz oldu. Dolaptaki İskeletler Homo sapiens bundan daha da rahatsız edici bir sır saklıyordu. Pek çok diğer medeni kuzenlerimizin yanı sıra, bir zamanlar birkaç erkek ve kız kardeşimizde vardı. Tek insan türü olduğumuzu düşünüyorduk, çün­kü son 10 bin yılda türümüz gerçektende dünyadaki tek insan türüy dü. Yine de aslında insan kelimesi gerçekte “ Homo cinsine mensup bir hayvan ” anlamına gelir ve eskiden bu cinste Homo sapiens dışında pek çok tür mevcuttur.

Çok da uzak olmayan bir gelecekte Sapiens olmayan insanlar­la da karşılaşabiliriz. Bu durumu açıklığa kavuşturmak için sıklıkla “ Sa­piens ” terimini Homo sapiens türünün üyelerini belirtmek için kullana­cağım, buna karşılık “ insan ” terimini Homo cinsinin tüm uzak üyeleri­ ne saklayacağım.

İnsanlar ilk olarak 2,5 milyon yıl önce Doğu Afrika’da, “ Güney Maymunu ” anlamına gelen Australopithecus adı verilen bir maymun cinsin­den evrimleşti. Yaklaşık iki milyon yıl önce, bu arkaik erkek ve kadınla­rın bazıları anayurtlarım terkederek Kuzey Afrika, Avrupa ve Asya’nın çeşitli yerlerine göç ettiler.

Kuzey Avrupa’nın karlı ormanlarında hayat­ta kalmak, Endonezya’nın nemli cangıllarından daha farklı özellikler gerektirdiğinden, insan toplulukları farklı yönlerde evrildiler. Bunun so­nucunda pek çok farklı tür ortaya çıktı, bilim insanlarıda bunların her birine ayrı birer şatafatlı Latince isim koydular.

Avrupa ve Batı Asya’daki insanlar çoğunlukla “ Neandertaller ” ola­rak adlandırılan Homo neandertalensis’e evrildiler (“ Neandertal Vadisi İnsanı ”). Neandertaller Sapienslerden daha güçlü, daha kaslıydı ve Bu­zul Çağı’nm Batı Avrasyasına uyumluydular. Asya’nın daha doğu bölge­ leri “ Dik adam ” anlamına gelen Homo erectus tarafından mesken tutul­muştu. Bu tür, bu bölgede iki milyon yıla yakın bir süre hayatta kalacak şu ana kadarki en dirençli insan türü oldu. Bu rekorun bizim türümüz tarafından kırılması oldukça zor görünmektedir. Homo sapiens bin yıl sonra bile ortalarda olacağı şüphelidir, bu yüzden iki milyon yıl bizim başarabileceğimiz bir şey değil kesinlikle.

Endonezya’daki Java adasında “ Solo Vadisi İnsanı ” anlamına gelen Homo soloensis yaşamaktaydı. Bu türde tropik yaşama uyumluydu. Di­ğer bir Endonezya adası Flores’te arkaik insanlar bir cüceleşme süreci geçirdi. İnsanlar Flores’e ilk defa deniz seviyesi olağanüstü derecede dü­şükken geldiler; bu esnada adaya anakaradan kolayca ulaşılabiliyordu. Denizler yeniden yükseldiğinde, bazı insanlar kaynakları çok kıt olan adalarda mahsur kaldılar. Daha çok yiyeceğe ihtiyacı olan büyük insan­lar ilk önce öldüler, daha küçük yapılılarsa çok daha iyi hayatta kalabil­diler ve Flores insanları nesiller boyunca cüceye dönüştüler.

Bilim insanları tarafından Homo floresiensis olarak bilinen bu kendine mahsus tür ancak bir metre boya ulaşabiliyor ve 25 kilogramdan daha ağır olmu­yordu. Buna karşılık taştan aletler yapabiliyor ve hatta zaman zaman adadaki filleri bile avlayabiliyorlardı ( adil olmak gerekirse, adadaki fil­lerde cüce bir türdü ).

2010’da, bilim insanları Sibirya’daki Denisova mağarasını kazarken fosilleşmiş bir parmak kemiği keşfettiklerinde, diğer bir kayıp kardeşde hiçlikten kurtarıldı. Genetik analiz, parmağın daha önceden bilinmeyen bir insan türüne ait olduğunu kanıtladı ve bu türede Homo denisova adı verildi. Kim bilir daha kaç tane kayıp akrabamız diğer mağaralarda, ada­larda ve farklı iklimlerde keşfedilmeyi bekliyor. Bu insanlar Avrupa ve Asya’da evrim geçirirken, Doğru Afrika’daki evrimde durmadı. İnsanlığın beşiği “ Rudolf Gölü İsanı ” anlamına gelen Homo rudolfensis, “ Çalışkan insan ” Homo ergaster ve hiç de alçakgönüllü davranmayarak “ Zeki İnsan ” adını verdiğimiz türümüz Homo sapiens gibi pek çok türe ev sahipliği yapmaya devam etti. Bu türlerin bazı üyeleri dev gibiyken bazıları cüceydi. Bazıları korkutucu avcılarken bazıları zararsız bitki toplayıcılardı. Bazıları tek bir ada­da yaşarken pek çoğu kıtaları aştı. Ama hepsi Homo cinsine mensuptu. Hepsi insandı.

Bütün bu türleri ergaster’in erectus a, erectusun Neandertallere ve Neandertallerin bize evrildiği düz bir soy çizgisi olarak düşünmek yay­gın bir hatadır. Bu çizgisel model, dünyada belirli bir anda sadece tek bir insan türünün var olduğu ve tüm önceki türlerin bizim eski modelleri­miz olduğu yönünde yanlış bir izlenim yaratmaktadır. Gerçekteyse yak­laşık 2 milyon yıl önceden 10 bin yıl öncesine kadar dünya aynı anda pek çok insan türüne ev sahipliği yapmıştır. Ayrıca neden yapmasınki?

Bu­ gün dünyada pek çok tilki, ayı ve domuz türü var. 100 bin yıl önceki dün­ya en az altı değişik insan türüne ev sahipliği yapmaktaydı. Geçmişimiz­deki çok türlü durumdan çok şu anki yalnızlığımız istisnai ve belkide tehdit edici. Az sonra göreceğimiz gibi, türümüz Sapiens’in kardeşleri­nin anılarını bastırmak için iyi sebepleri var. Düşünmenin Bedeli Pek çok farklılığa rağmen tüm insan türleri belirleyici pek çok özellik paylaşmaktadır.

En başta, insanların diğer hayvanlara kıyasla olağanüs­tü büyük beyinleri vardır. 60 kilogram ağırlığındaki memelilerin ortalama beyin hacmi 200 santimetre küptür. En erken erkek ve kadının, 2,5 milyon yıl önce beyinleri yaklaşık 600 santimetre küptü. Modern Sapiens’in ortalama beyniyse 1.200-1.400 santimetre küptür, Neandertal beyni ise daha da büyüktü.

Evrimin daha büyük beyinleri seçmesi bize oldukça basit gelebilir. Yüksek zekamızdan o kadar eminiz ki, beyin kapasitesinin daha fazlasının daha iyi olacağını varsayıyoruz. Ama eğer böyle olsaydı, kedi aile­side hesap yapabilen kediler üretirdi.

Hayvan krallığında, neden Homo cinsi bu kadar büyük düşünme makineleri üretebilmiş tek cins? Aslında büyük bir beyin vücutta büyük bir yük demektir. Taşıması zordur, özellikle de büyük bir kafatasının içindeyken. Enerji sağlaması daha da zordur. Homo sapiens’te beyin toplam vücut ağırlığının yalnız­ca yüzde 2 ila 3’ünü oluşturur, fakat dinlenme halinde vücudun tükettiği enerjinin yüzde 25’ini harcarken, diğer maymunların beyni dinlenme anında enerjinin sadece yüzde 8’ini kullanır.

Arkaik insanlar geniş beyinlerinin bedelini iki şekilde ödediler. Birincisi, gıda ararken daha çok zaman harcadılar. İkincisi, kasları köreldi. Savunmadan eğitime para ak­taran bir yönetim gibi, insanlar bisepslerden nöronlara enerji aktardılar. Bunun savanda hayatta kalmak için iyi bir strateji olduğu şüphelidir. Bir şempanze Homo sapiens’le yaptığı bir sözlü tartışmayı kazanamaz, fakat maymun insanı bir oyuncak bebek gibi parçalayabilir. Bugün büyük beyinlerimiz çok işe yarıyor, çünkü hem şempanzeler­den çok daha hızlı hareket etmemizi sağlıyor hem de güvenli bir mesa­feden onlara ateş edebildiğimiz arabalar ve silahlar üretebiliyoruz. Ama arabalar ve tüfekler nispeten yeni şeyler.

İki milyon yıldan uzun bir süre boyunca insanın sinir ağları giderek büyüdü, fakat çakmaktaşından bir­ kaç bıçak ve sivri sopa dışında insanlar bununla pek az şey yapabildiler. Peki, bu iki milyon yıl boyunca insan beyninin evrimini sürdüren şey neydi? Dürüst olmak gerekirse bu sorunun cevabını bilmiyoruz. İnsana mahsus diğer bir özellik de iki ayak üstünde dik yürümesidir. Ayaktayken av hayvanlarına veya düşmanlara karşı savanı taramak daha kolaydır ve hareket etmek için gerekmeyen kollar, taş atmak veya işaret etmek gibi işler için kullanılabilir. Ellerimiz daha fazla şey yapabildikçe ellerin sahipleri de daha başarılı hale geldiler, dolayısıyla evrimsel baskı avuçlarda ve parmaklarda daha yoğun bir sinir ağı ve kasların gelişmesi­ni sağladı. Bugün insanlar bunun bir sonucu olarak elleriyle çok ince iş­leri yapabilir, özellikle de karmaşık aletler üretip bunları kullanabilirler.

Alet üretimine ilişkin ilk kanıtlar 2,5 milyon yıl öncesine aittir ve alet üretimi ve kullanımı, arkeologların eski insanların varlığını tanımaların­daki temel ölçüleridir. Bununla birlikte, iki ayak üstünde yürümenin dezavantajları da var­dır. İlkel atalarımızın iskeletleri, milyonlarca yıl boyunca dört ayağı üstünde yürüyen ve görece küçük kafası olan bir canlıdan evrilmiştir.

Dik bir pozisyona geçmek büyük bir zorluktu, özelliklede iskeletin çok geniş bir kafayı desteklemesi gerektiğinde. İnsanlık geniş görüş açısının ve be­cerikli ellerinin bedelini sırt ağrıları ve boyun tutulmalarıyla ödedi. Kadınlar daha da fazlasını ödemek zorunda kaldı . Dik bir duruş daha dar kalçalar demekti ve bu da doğum kanalını daraltıyordu, üstelik aynı anda bebeklerin de beyni giderek büyüyordu.

Doğumda ölüm, dişi in­sanlar için ciddi bir sorun haline geldi. Bebeklerinin kafası ve beyni daha küçük olduğundan, erken doğum yapan kadınlar daha çok hayatta kal­dılar ve daha çok çocuk sahibi oldular; doğal seçilim bu şekilde erken do ğumlara hayatta kalma şansı verdi. Elbette böylelikle diğer hayvanlara kıyasla insanlar, pek çok hayati öneme sahip sistemleri henüz tam ola­rak gelişmemişken erken doğar hale geldiler.

Bir tay doğumdan kısa süre sonra yürüyebilir, bir yavru kedi birkaç haftalıkken annesi yiyecek arayı­şı sırasında onu yalnız bırakabilir. İnsan bebekleriyse yıllar boyunca yar­dım, bakım, koruma ve eğitim için büyüklere muhtaçtır. Bu durum insanlığın olağanüstü sosyal becerilerine ve kendine özgü toplumsal problemlerine ciddi katkı yapmıştır. Yalnız yaşayan anneler, eteklerinde yardıma muhtaç çocuklarıyla kendileri ve yavruları için gıda ararken çok zorluk yaşamıştır. Bir çocuk büyütmek, ailenin diğer üyele­rinden ve komşulardan sürekli yardım almayı gerektirir, bu yüzden bir insanı büyütmek için bütün kabileye ihtiyaç vardır.

Evrim böylelikle, güçlü sosyal bağlar kurabilenleri desteklemiştir. Buna ek olarak, insan­lar az gelişmiş olarak doğduklarından diğer tüm hayvanlardan daha çok eğitilebilir ve daha çok sosyal ilişki kurabilirler. Pek çok memeli, anne kamından fırından çıkan toprak kap gibi çıkar, onları yeniden şekillendirmeye çalışmak onlara zarar verir. İnsanlar ise anne kamından bir ocaktan çıkan erimiş bir cam gibi çıkarlar ve şaşırtıcı oranda şekillendirilebilirler. Bu yüzden bugün çocuklarımızı Müslüman veya Budist, kapi­talist veya sosyalist, savaşçı veya banşçıl olarak eğitebiliyoruz.

Büyük bir beyin, alet kullanımı; üstün öğrenme becerisi ve karmaşık toplumsal yapıların çok önemli avantajlar olduğunu varsayıyoruz. Bü­tün bunların insanı dünyadaki en güçlü hayvan yaptığı çok açıktır. Öte yandan insanlar bu avantajlara zayıf ve sıradışı yaratıklar olarak kaldık­ları iki milyon yıl boyuncada sahiptiler. Yani bir milyon yıl önce yaşa­yan insanlar, büyük beyinlerine ve sivri taşlara rağmen avcı hayvanlar­dan korkarak, nadiren büyük hayvanlar avlayarak yaşadılar ve hayatta kalmaları bitki toplayarak, böcek yiyerek, küçük hayvanları avlayarak ve daha güçlü hayvanların bıraktığı leşleri yiyerek mümkün olabildi.

İlk taş aletlerin en önemli kullanım alanlarından biri kemikleri kıra­rak kemik iliğini almaktı. Bazı araştırmacılar bunun insanların ilk oriji­nal buluşu olduğunu düşünüyorlar. Ağaçkakanların ağaç gövdelerinden böcekleri almakta uzmanlaşmaları gibi, ilk insanlarda kemik iliği çıkarmakta ustalaşmışlardı.

Peki, neden kemik iliği? Bir aslan sürüsünün bir zürafaya saldırıp onu yediğini gözünüzün önüne getirin. Onlar işini biti­rene kadar sabırla beklersiniz. Ama hala sıranız gelmemiştir, çünkü önce sırtlanlar ve çakallar – ki bunlara saldırmaya cesaret edemezsiniz – geriye kalanları yağmalarlar. Ancak onların da işi bittikten sonra, sağı solu dik­katle kontrol ederek cesede yaklaşıp geriye kalmış yenebilir durumdaki parçalara ulaşabilirsiniz.

Bu durum tarihimizi ve psikolojimizi anlamak için çok önemlidir. Homo cinsinin besin zincirindeki yeri çok yakın bir zamana kadar orta­lardaydı. Milyonlarca yıl boyunca insanlar küçük hayvanlar avladılar, ne buldularsa onu yediler ve aynı şekilde büyük avcılar tarafından avlandılar. Ancak 400 bin yıl önce çeşitli insan türleri büyük av hayvanlarını avlamaya başladı ve ancak yüz bin yıl önce Homo sapiens’in ortaya çıkışıy­la, insan besin zincirinde yukarı zıpladı. Orta sıralardan yukarıya doğru atılan bu büyük adımın çok önem­li sonuçları oldu.

Piramidin tepesindeki aslan ve köpekbalığı gibi diğer hayvanlar, bu pozisyona kademeli olarak milyonlarca yıl içinde yüksel­mişti. Buda, ekosistemin çeşitli kontrol ve denge mekanizmaları ürete­rek, aslanların ve köpekbalıklarının ortalıkta terör estirmelerini engelle­di. Aslanlar daha ölümcül oldukça ceylanlarda daha hızlı koşmaya, sırt­lanlar daha iyi işbirliği yapmaya, gergedanlar daha saldırgan olmaya baş­ladı. Buna karşın, insan tepeye o kadar hızlı çıktı ki, ekosistemin gerek­li ayarlamayı yapacak vakti olamadı ve buna ek olarak insanlarda bu değişime ayak uyduramadı.

Gezegendeki büyük avcıların çoğu muhte­şem yaratıklar; milyonlarca yıl süren hakimiyetleri sayesinde kendileri­ ne olağanüstü derecede güveniyorlar. Sapiens ise adeta bir muz cumhu­ riyetinin diktatörü gibi. Daha yakın zamana kadar savandaki orta halli yaratıklar olduğumuz için hala korku ve endişelerle doluyuz, ve bu da bizi fazlasıyla zalim ve tehlikeli kılıyor. Ölümcül savaşlardan çevre fela­ketlerine pek çok tarihsel kötülük, bu çok hızlı gerçekleşen sıçramadan kaynaklanıyor.

Bir Aşçı Irkı Bu sıçramadaki önemli adımlardan biri de ateşin kontrolünün keşfedilmesiydi. Bazı insan türleri 800 bin yıl önceden beri ateşi zaman zaman kullanıyordu; yine aşağı yukarı 300 bin yıl önce Homo erectus, Nean­dertaller ve Homo sapiens in ataları da ateşi günlük olarak kullanıyor­du. İnsanlar nihayet güvenilir bir ışık ve ısı kaynağına ve aynı zaman­ da etraflarında gezinen aslanlara karşı ölümcül bir silaha kavuşmuşlardı. Kısa süre içinde insanlar komşularına karşı da bu silahı bilerek kullan­mış olabilirler.

Ateş dikkatli kullanıldığında sık bitki örtülerini av hay­vanlarıyla dolu harika bir çayıra çevirebilir. Ayrıca ateş söndükten sonra, Taş devri girişimcileri hala tüten kalıntılar arasında gezerek tütsülenmiş hayvanları, kabuklu yemişleri ve kökleri toplayabiliyorlardı. Ama ateşin en önemli katkısı pişirmekti. İnsanların normalde sindi­remedikleri – buğday, pirinç ve patates gibi – yiyecekler, pişirebilme be­cerisi sayesinde şu anda beslenmemizin temelini oluşturuyor.

Ateş be­sinlerin kimyasını değiştirmekle kalmadı, onların biyolojisinide değiş­tirdi. Pişirmek gıdalarda bulunan parazit ve mikropları yok ettiği gibi, insanların eskiden beri çok sevdikleri meyve, kabuklu yemiş, böcek ve leşler pişirildiklerinde daha rahat çiğnenip sindirilebiliyordu. Şempan­zeler günde beş saatlerini çiğ besinleri çiğnemeye harcarken, insanların pişmiş besinleri yemeleri için bir saat yeterli oluyordu. Yemek pişirmenin icadı insanların daha çeşitli besinler yiyebilmesi­ni, yeme işlemini daha kısa sürede yapabilmesini, ayrıca daha kısa bağır­sak ve daha küçük dişlerle idare edebilmesini sağladı.

Devam edecek..

Kaynak: http://horozz.net/insanlardan-tanrila...
İçeriğin Devamı Aşağıda
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
0
0
0
0
0
0
0
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın