Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
30'a 40'a Bakmayın Derim Ben Şahsen | Ümit Kıvanç | Radikal
Türk medyasının yayın yönetmenlerinden biri, bir söyleşisinde '30-40 bin lira maaş alıyorum' demiş. 30-40 varken ben o aradaki 10'a fena taktım. Çünkü 'başarı nedir' diye sorarsanız, işte o 30 ile 40 arasındaki 10'un herhangi bir öneminin bulunmadığını sindirmektir! Çünkü o 10, bu memleket nüfusunun bir bölümünün, ayda değil tam bir yılda kazanabildiği para olduğu halde birilerinin gözüne görünmez.
Türk medyasının en genel yayın yönetmeni, en yazar, en bişey şeysi karakterlerinden biri, “30-40 bin lira maaş alıyorum, yarısı hayatımızın içine sıçılmasının karşılığı” demiş (şurada: http://t24.com.tr/haber/fatih-altayli-30-40-bin-lira-civari-maas-aliyorum-yarisi-hayatimizin-icine-sicilmasinin-karsiligi,297184). İnanır mısınız, önce yanlış okumuş, yanlış anlamışım. Kendisine bu paranın, bizim hayatlarımızın içine sıçılması karşılığı verildiğini sanmışım. Değilmiş.
Söyleşide kendisine sorulan sorulara verdiği cengâverâne cevaplardan anlayabildiğimiz kadarıyla, şahıs, doğrunun, haklının, iyinin ve güzelin hizmetinde, bir Kaiser Sosa titizliği ve uyanıklığıyla, Malkoçoğlu cesareti ile Kara Murat çevikliğine Robert Fisk derinliği ekleyerek, efsanevî görevler yapmış.
Tüm CHP, MHP, HDP, Saadet Partili ve BBP'li Yurtseverlere... | Markar Esayan | Yeni Şafak
Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Yok hayır, seçimlerden bahsetmiyorum sadece...
1 Dünya Savaşı şartlarından 2. Dünya Savaşı sonrası gladyo formatına ancak geçen, ama bu arada milyonlarca vatandaşını bu dar geçitlerde kurban veren, buna rağmen halk iktidarına dayalı bir devlet kuramayan ülkemizin yüz yıllık hikayesinden bahsediyorum...
Hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. Özne olamayan nesneleşiyor. Kavgayı vermeyen yeniliyor. Kavgayı doğru vermeyen de usanıyor. Ama Türkiye üçüncü hamlesinde hedefine ulaşmak üzere. Menderes ve Özal döneminden sonra şimdi de AK Parti dönemi.
Sosyalist kuramcı İdris Küçükömer'in dediği gibi, bu ülkenin ilericileri olan muhafazakarlar, yani bu ülkenin hem ötekileri, hem de aslında sosyolojik gerçeği olarak halk iktidarını tesis ediyor. Kimler buna karşı? İmtiyazlı olduğunu zanneden laikçi kesim ve onları mobilize eden yabancı/yerli vesayet üst yapıları.
Burası Mısır değil, siz de Mursi değilsiniz | Ahmet Hakan | Hürriyet
-Bırakın artık şu ölüm, öldürmek, silah, kurşun, kefen sözlerini...
-Bırakın artık 'Ölüm gelirse başımıza ve aleykümselam Azrail deriz' türü ifadeleri...
-Bırakın artık 'Beni öldürmeden onu öldüremezsiniz' türü gereksiz, sınanmamış ve asla sınanmaya fırsat bulunamayacak efelenmeleri.
-Bırakın artık her an General Necdet Özel'in bir darbesine maruz kalacakmış gibi yapmayı...
-Bırakın artık herkesin sizin canınıza kıymak için can attığı paranoyasını...
-Bırakın artık size azıcık muhalefet eden herkesi 'Bunlar bize darbe yapacak, bunlar bizim potansiyel katilimiz' diye yaftalamayı.
*
-Bizim 65 yıl önce yaşadıklarımızı bugün yaşayan Mısır gibi bir ülkenin, 2015 yılının Türkiye'sine örnek olabileceği saçmalığını bırakın.
-Mursi'nin mağduriyetinden kendinize, Mursi'den bile daha çok mağduriyet çıkarmayı bırakın.
-Saraylarınız, koruma ordularınız, askerleriniz, polisleriniz, 'gık' diyenin yakasına yapışan yargınız varken kefen edebiyatı yapmayı bırakın.
Kirli Siyasetten Kaçarken | Aslı Aydıntaşbaş | Milliyet
Siyasetin kiri, pespayeliği bir biçimde hepimizin üzerine bulaşıyor.
Son dönemde birçok dostumdan ”Artık takip etmiyorum”, ”Haber izlemiyorum” gibi şeyler duyuyorum. İnsanlar yorgun. Onları temsil edenlerden daha kaliteli, daha edepliler. Bu yüzden de üst üste gelen yırtıcı seçim kampanyalarına bıkkınlıkla bakıyorlar.
Ama biz gazetecilerin böyle bir lüksü yok maalesef. Zavallı bir dile teslim olmuş ve dünya ortalamasının fersah fersah altında bir gündemle hemhal olmak, akılsız bir ortamda akıl yürütmek zorundayız.
Bu satırları, Milliyet seçim gezileri çerçevesinde ziyaret ettiğim Diyarbakır’dan yazıyorum. İstiyorum ki sadece seçim matematiğine odaklanmayayım, bir yandan da okura gittiğim kentlerin ve o kentlerde yaşayan insanların hikâyesini aktarayım, kilometrelerce öteden insanların birbirlerine dokunmalarına vesile olayım.
Ama doğrusu bu kadar çirkinliğe karşı gönül gözünü kapatan, sürekli sinirlenmemek için kulaklarını tıkayan okura hangi kelimelerle hitap edeceğimi bilmiyorum.
Seçmenin Isırıp Yalama İradesi… | Bekir Coşkun | Sözcü
Bunlar oya dönüştüğünde sandıktan “Önüne yatarım” çıkıyor…
Hükümet sözcüsünün “Şeyini şey ettiğim şeyi” şeklindeki açıklaması… İşadamının yatırım bakımından “milletin a.. koyacağız” projesi… Başbakanın “Ananı al da git”
tarımsal programı… Milletvekilinin “Kıçını s…” şeklindeki önergesi… Valinin “Gavatlar” tespiti…
Tümü “Yalarım…Isırırım…” iradesinin sandıktan çıkmasıdır…
Normal yani…
“Yalarım, ısırırım da” iradesinin girdiği sandıktan fizik profesörü çıkacak değil…
*
Sonuçta…
Bu kafalar varken, demokrasi, huzur, zenginlik, hukuk falan filan bekliyorsunuz ya…
Sevgili İlber Hoca’mız onu çok güzel, en anlaşılacak biçimde söyledi zaten size:
“Yeni Türkiye’yi b.k kurarsınız…”
'Başkan'ın Adamları, Bayağılaşma Yarışı ve Gitgide Açılan Makas | Hürrem Sönmez | Diken
Egemen Bağış artık sarayda hizmet verecekmiş. Meclis’te Yüce Divan oylaması yapıldığı gece verdiği pozu hatırlıyoruz değil mi? Hani o okeyde son taşı atan kıraathane sakini edalı el hareketini ve yüzündeki mütebessim ifadeyi.
“Bize kimse bir şey yapamaz, böyle de yürütürüz gemimizi” dersi vermişti hepimize, ekranlarımız başında izlemiştik. Cumhurbaşkanı özel kontenjanından ‘ Saray Dış İlişkiler Danışmanı’ oluyormuş artık kendisi. Yalnız da değil, Taner Yıldız da onunla birlikte. Hani Soma AŞ patronuyle çekilmiş hatıra fotoğrafları hâlâ zihnimizde olan Taner Yıldız.
301 işçi Soma’da birbirinden helallik alıp son dualarını edip öldü. Bakan Bey de, hesap vermek bir yana Saray’a Vezir-i Azam oldu, hayat ne kadar da adil değil mi? O işçilerin ve yetim kalan çocukların haklarını asla helal etmeyeceklerini bilmek yüreğimizi bir nebze soğutur mu bilmiyorum.
Yumurtasız Omlet, İdeolojisiz İşçi | Aydın Engin | Cumhuriyet
Bursa Ovası’nda önce Renault işçilerinin sesi yükseldi.
Kimileri “İnşaallah bunlarla sınırlı kalır” diye dualar etti.
Bencileyin kimileri “Bunlarla sınırlı kalmaz bu” diye umut yeşertti...
Sonra Tofaş işçilerinin sesi yükseldi. “Biz de, biz de” dediler ve Renault işçileriyle el ele tutuşup, omuz omuza verdiler...
Renault’tan yükselen ses gök gürültüsüne dönüştü. Bursa Ovası’nın otomotiv sektöründeki devlerinden Coşkunöz işçileri de saf tutunca gök gürültüsü kara ünlü Türk Metal Sendikası’nın da, otomotiv sektörünün yıllarca rahata alışmış elebaşılarının da yüreklerine korku salacak boyutlara yükseldi...
Bitmedi...
Bursa Ovası’nın oto yan sanayii devleri sıraya girdi. İlkin Mako işçileri şalter indirdi. Ardından Ototrim, Delphi, Valeo işçileri de iş bırakacaklarını ilan ettiler...
Bitmedi. SKT, DJC, Tredin, Elele işçileri de ses yükselttiler; direnişe katılacaklarını açıkladılar...
İyi Örnekler Kürt Meselesini Çözer mi? | Etyen Mahçupyan | Akşam
Kürt meselesinin çözüm sürecine girilmesiyle birlikte çatışma çözümü konusunda çalışan uzmanların da otoritesi arttı. Ders kitaplarında gördüğümüz, temel sosyopsikolojinin kurallarına dayanan belli başlı tespitler önemli ve derinlikli içgörüler gibi paylaşılabiliyor. Farklı vakalarda çözüm için uğraşmış olan kişiler bu deneyimlerini paylaşıyorlar ve sanki bunlardan doğacak, bir anda çözümü doğru çizgiye oturtacak bir üst bilgi beklentisi içinde olunabiliyor. Oysa bir yandan hiçbir çatışma diğerine tarihsel ve kültürel anlamda benzemediği gibi, söz konusu tarihselliğin coğrafya ile de yakından ilgisi var. Dolayısıyla her toplumsal çatışma biricik Buna karşılık çatışma halleri arasında ortak noktalar ve benzerlikler de tabii ki mevcut, çünkü sonuçta insandan, insan ilişkilerinden söz ediyoruz. Bu benzerliğin daha pratik alanda aranması sadece zaman kaybına ve belki de gereksiz yanlışlara mal olabilir. Benzerliğin geçerli olduğu tek zemin zihniyet alanı Her çatışma aslında bir ilişkiyi ve o ilişkiyi belirleyen, çoğunlukla karmaşık bir zihniyet bileşimini ima ediyor.
Direniş, Dayanışma ve Elbette HAZİRAN | Aslı Aydın | BirGün
Renault’da başlayan direniş dalga dalga fabrikalara sıçrıyor; TOFAŞ ardından Coşkunöz, Mako ve önceki gün direnişe geçen Ford Otosan işçileri. Vardiya bitiminde soluğu direnişte alan Delphi, Mako ve Valeo işçileri… Harcadığı emeğin hakkı olan ücret ve güvenceli iş talebiyle başlayan direnişler, patronların içeriden, iktidarın dışarıdan püskürttüğü tüm baskı ve tehditlere rağmen kararlılığın, dayanışmanın, kadınlı erkekli genci yaşlısıyla, birlikte bir mücadelenin en güzel deneyimlerinden birini sunuyor.
Direnişin elbette ekonomik olduğu kadar siyasal etkisi de kuvvetli. Emeğin tüm haklarını yok eden güvencesiz-kuralsız çalışma düzenine karşı olduğu kadar bu düzeni yeniden üreten mekanizmalara karşı da süren bu direniş, bugüne değin AKP’nin yukarıdan aşağı kurduğu ideolojik ve örgütsel tahakkümüne de darbe vuracak nitelikte. Sözün, yetkinin, kararın işçide olması için verilecek bir mücadelede öncelikle bir sarı sendika nasıl fabrikadan püskürtülür pratiğini ortaya sermesi bakımından öğretici.
Sıradan Vatandaşın Seçim İzlenimi | Sezin Öney | Taraf
Bir partiye “damardan” bağlı olanlar için seçimlere giden süreç, duygudan duyguya savrulunan; heyecan, heves, öfke dolu zamanlar olabilir. Bana ise, bu seçimlerin verdiği tek his, büyük bir bıkkınlık. Ne yazık ki, partizanlıkla beraber ilkelerden ödün, Türkiye’de “paralel” gidiyor. Geçen gün, bir haberi okurken, farklı yayın kuruluşlarında, tek bir kelime üzerinden saptırılarak farklı biçimlerde verildiğini fark ettim. Biraz araştırınca ortaya çıkan manzara şuydu; haber, muhalefetteki partilerden birinin işine yarayacak, reklamını yapacak biçimde saptırılarak veriliyordu. Bunu yapan da, o partiye yakın medya kaynaklarıydı.
İktidar partisine yakın medya organlarını, aynı bu metodu kullandığı için eleştiriyoruz. Peki, neden muhalif olan da aynısını yapıyor? Ama tüm partiler ve taraftarları bilmeli ki; bu tarz metotları kullanan, “Cihatçı savaş hukukuyla oy toplamaya çalışan” sadece düşmanına benzediğiyle kalır.
Kim, neden yaparsa yapsın bu tarz metotlarla, aşırı partizanlıkla bir şey elde edilmeyeceğini; elde edilse de, kıymeti olmayacağını bakalım ne zaman anlayacağız?