onedio
Görüş Bildir

hasan kaçan Haberleri

hasan kaçan ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. hasan kaçan ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Türkiye'de Yeraltı Edebiyatını Sevdiren 10 Yazar
Yeraltı edebiyatı, dili zincirlerinden kurtarmak için 19. yüzyılın ortaları ile 20. yüzyılın başlarında oluşmaya başlayan ben özgürüm diye bağıran edebiyat. Sert, aykırı, eleştirel, çoğunlukla gerçekle hayalin ince çizgisinde varolmaya çalışan yeraltı edebiyatı; alkolizmin, cinselliğin, sıradışılığın, küfrün dışa vurumudur. Kökleri yeteri kadar eşelendiğinde Marquis de Sade'e (1740-1814) kadar varılabilir. Sade, yazdıkları ile 'başkalarına acı çektirmekten hoşlanma' olarak adlandırılan 'Sadizm'in fikir babası olmuştur. Erotizm ve şiddetle ilgili kitapları yaşadığı dönemde epey yadırganmış hapse atılmıştır. Ancak yazdıkları başka yazarlara ilham kaynağı olmuştur. Birçok edebiyat kalıbını hiçe sayan yeraltı edebiyatı, Charles Bukowski'yi (1920-1994) tanımamıza neden olmuştur. 'Factotum', 'Kasabanın En Güzel Kadını' (The Most Beautiful Woman in Town), 'Pulp', 'Postane'(Post Office) eserlerinden sadece birkaçı. Özellikle de 'Factotum' yazarı daha iyi tanımamıza yardımcı olmakta. Bukowski, hayatının bir dönemini Henry Chinaski olarak ortaya sermekte çünkü. Yazar kitabında; çeşitli serseriliklerini, sürekli iş değiştirmesini ve kadınlarla olan ilişkilerini anlatırken kendisinin de bir yeraltı kahramanı olabileceğinin sinyallerini vermektedir. Son yıllarda daha hızlı gelişme kaydeden edebiyat, Chuck Palahniuk'un 'Dövüş Kulübü' (Fight Club) adlı eserinden 1999 yılında sinemaya taşmıştır ve hayran kitlesini arttırmıştır. Türkiye'de de yeraltı edebiyatına okurlar tarafında büyük ilgi gösterilmekte. Genel olarak 20 - 40 yaşları arasında bulunan kitlelerce saygı gören yeraltı edebiyatına katkıda bulunan çok önemli eserler yazılmıştır. Türk insanına yer altı edebiyatını sevdiren en önemli isimlere bu yazıda yer vereceğiz.
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
IŞİD parçalamadığı tarihi eserleri de yağmalayıp satıyor. Suriyeli satıcıların Gaziantep'te üstlendiği, satılan eserlerin Türkiye limanlarından Avrupa'ya gönderildiği söyleniyor. Ortadoğu'nun hafızasını sıfırlayan bu korkunç trafiği engellemek de yine Türkiye'ye düşüyor.UNESCO direktörü İrina Bukova’ya göre, bugün Irak ve Suriye’de yaşanan şey bir ‘kültürel temizlik’. Tıpkı ‘etnik temizlik’ gibi bu bir insanlık suçu. Antik heykeller, kent kalıntıları yıkılıyor parçalanıyor, müzeler yağmalanıp yok ediliyor, gizlice satılabilecekler ise satılıyor. Eski çağlarda böylesi kültürel yıkımı gerçekleştiren istilacılar, farklı kavimlerden olurdu. Şimdi, gariptir o tarihe sahip çıkanlar da yok edenler de Müslüman...IŞİD’in heykel parçalama görüntülerinin, kafa kesme videolarından ideolojik olarak hiç farkı yok. Propaganda bakımından da öyle. IŞİD ve El Nusra gibi Irak ve Suriye’de faaliyet gösteren İslami terörist grupların en büyük gelir kapılarından biri de tarihi eserler.
"Başbakanımız Kasımpaşa'nın Aslanıydı, Ben de Gülü..."
Muazzez Ersoy: Başbakanımız beyefendi, mahallenin en yakışıklı gençlerinden biriydi T24 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gibi Kasımpaşalı olan şarkıcı Muazzez Ersoy , “Başbakanımız beyefendi, mahallenin en yakışıklı gençlerinden biriydi. Bizim evin karşı köşesinde arkadaşlarıyla toplanıp sohbet ederlerdi. Erdoğan Kasımpaşa’nın aslanıdır, ben de gülü” dedi. Şarkıcı Muazzez Ersoy Hürriyet gazetesinden İzzet Çapa ’ya konuştu. İzzet Çapa’nın Muazzez Ersoy ile yaptığı söyleşi şöyle: Gelin Hatice Hanım’dan başlayalım... Tanır mısınız kendilerini? (Gülüyor) Tanımaz mıyım? Tanırım, hem de kendim kadar iyi... Gerçek adım Hatice Yıldız... Peki Hatice Yıldız’dan Muazzez Ersoy yaratmak hangi cin fikirlinin eseri... Assolistliğe başladığım günlerde Pembe Köşk Gazinosu’nun sahibi rahmetli Cahit Bey, “Kızım sesinin rengi, okuma tavrın bana Muazzez Abacı’yı çağrıştırıyor; bence bundan sonra sahne adın Muazzez Ersoy olsun” dedi. Yıldızlar karması gibi... Hiç aklınıza gelmedi mi bu ismin Muazzez Abacı ile Bülent Ersoy’un karışımı olduğu... Biraz öyle olmuş ama ben daha sonraları fark ettim. Çok gençtim o zamanlar... Adınızı divalardan alacak kadar şanslıymışsınız. Çocukluk yıllarınızda da bu kadar ballı mıydınız? Ne balı ayol! Kasımpaşa’da babaanneden kalma iki katlı ahşap bir evde dünyaya geldim. Üst katta iki oda bir sofa, aşağıda ise yemek odası ile mutfak vardı. Banyo ve tuvalet de evin dışında taşlık dediğimiz bir yerdeydi. Asla kimseye muhtaç değildik ama varlıklı bir aile olduğumuz da söylenemezdi. Valide hanım ve peder bey neyle iştigal ediyorlardı? Babam şofördü, dolmuşçuluk yapıyordu. Annem ise Tekel sigara fabrikasında çalışıyordu. Bütün gün orada sigara kutuları keser, akşam da eve gelip yemek, çamaşır, ütü derken pert olup yatardı. Bir de ben varım tabii uğraştığı... Hatice Yıldız’ın içindeki “yıldız” nasıl ortaya çıktı? O zamanlar Kasımpaşa, müzisyenler semtiydi... Ben de onların içinde büyüdüm. Okulda arkadaşlarımızla kurduğumuz koronun solistiydim. Mahallelinin “Sesin çok güzel” sözleri daha o yıllarda beynime işlemişti. Haydi artık çıkın şu sahneye, mahalleli de ben de derin bir nefes alalım... Keşke o kadar kolay olsaydı ama olmadı... Önceleri ufak ufak mahalledeki düğünler, sünnetler, nişanlarda söylemeye başladım. Bu arada bir mağazada da tezgahtarlık yapıyorum... Ama işin doğrusu, aklım fikrim şarkıcılıkta. Derken Gaziosmanpaşa’daki minik bir tavernadan teklif geldi. Peki peder beyin tepkisi neydi sahneyle bu kadar “içli dışlı” olmanıza? Duysa öldürürdü! Bu yüzden korkudan uzun süre ondan saklamak zorunda kaldık. Ya valide sultan? Annem sahneye çıkmamı çok istiyordu. Doğum günümde onun hediye ettiği bilezikleri satıp, sahne elbisesi diktirdim kendime. Ayakkabı almak için para yetmeyince, babamın cebinden tırtıkladım. Çarli’nin Melekleri işbaşında... Yok o kadar değil. Küçük oyunlar çevirdiğimizi kabul ediyorum. Ama dayanamadık, her şeyi göze alıp sonunda babama anlattık durumu. İzin çıktı da rahat bir “oh” dedik... Her şey halloldu da tek bir pürüz kaldı; şöhret olmak! Tavernada çalışırken diğer şarkıcılar anneme “Senin kızda gelecek var, abla onu bir menajere götürsene” demişler. Ben menajer nedir bilmiyorum o zamanlar ama Allah’tan rahmetli annem çok iyi anlardı bu işlerden. Neyse, elimden tutup bir organizatöre götürdü beni... O da Pembe Köşk Gazinosu’nun sahibi Cahit Çeki... Ve Sindrella, Pembe Köşk’ün kapısından içeri girer... Senin Sindrella biraz korkak çıktı, elim ayağım titriyordu heyecandan... Cahit Bey, arkadaşları ile oturmuş çay içiyordu. “Haydi bakalım bir dinleyelim seni” dedi. Önce bir şarkı okudum, sonra bir daha, bir daha... Baktım bir tebessüm yayılmış yüzüne... Bana dönüp “Kızım sen bu gazinoda assolist olacaksın” dedi... “Burası odan, bunlar da ekibin” diye gazinoyu gezdirmeye başladı... Donup kalmıştım. Bir günde assolist olunca insan donup kalır tabii... Bir günde olur mu yahu! Üç ay boyunca her gün sazlarla prova yaptım. Hazırlık dönemi bittiğinde podyumda nasıl yürüyeceğimi, sahnede nasıl mikrofon tutacağımı öğretmek için hoca tuttular. Parıltılı dünyaya Sindrella’nın prensini konuşmak için biraz ara verelim. Ah sevgili İzzet, benim hiç prensim olmadı ki... Ben ilk evliliğinize atıfta bulunmuştum... Kendisine “oğlumun babası” demeyi tercih ediyorum. Teyzemin kızı nişanı atınca bohçayı almak annemle bana düşmüştü. Yok artık kuzeninizin eski nişanlısıyla mı evlendiniz? Olur mu öyle saçma şey! İlk eşim, teyzemin kızının nişanlısının ağabeyiydi. Muazzez Hanım, siz çok bilinmeyenli denklemle evlenmişsiniz, haberiniz yok... O kadar karışık değil bitanem. Nişan bohçasını almaya gittiğimizde tanıştık. 15-16 yaşında ya vardım ya yoktum... İnsan 16 yaşında aşık olabilir ama evlenip “küçük gelin” olmak fazla radikal değil mi? Yaşım tutmadığı için annemle babamın muvafakatı ile evlendim. Ama gerçekten sevmiştim onu. Sevdim seni bir kere, başkasını sevemem” diyemediniz ama... Maalesef diyemedim ve ayrıldık. Demek ki o sorumluluğu üstlenmek için sevgi yetmiyormuş. Bugün o yaşta evlenmenin kader olduğunu anlıyorum. Ayrıldığımızda oğlum dokuz aylıktı, hiçbir şeyin farkına bile varmadı. Boşanmayla birlikte tekrar zor günler başladı herhalde... Haliyle... Bebeğimi anneme bırakıp tekrar tezgahtarlığa döndüm. Baktım o işin sonu da yok; etraftaki herkes de “sesin güzel” diyor, şarkıcılıkta şansımı bir kere daha denemek istedim. Rabbim de yardım etti, demek ki doğru bir adım atmışım. Neden Türk sanat musikisi? Rahmetli annem Şehzadebaşı Direklerarası Korosu’nda yıllarca ders almış. Türk müziğini onun sayesinde sevdim. Bütün bildiklerini bana aktarırdı. Bir de Bülent Ersoy ile Muazzez Abacı’dır beni sanat müziğine bağlayan... Zeki Müren’i unutmayalım... Vefatından hemen önce yanındaydınız... TRT’deki son programına gelmesi için Zeki Bey’i kendi cipimle Bodrum’dan aldırıp İzmir’e göndermiştim. Biz de İstanbul’dan uçakla gitmiştik. Stüdyoda karşılaştık; şık bir kalem hediye ettim ona. Bir merhaba diyebildim, zaten her şey beş dakika içinde olup bitti... Allah rahmet eylesin diyelim... Son zamanlarda pek ortalıkta görünmüyordunuz... Küçük bir dinlenme arası vermiştim. Bazen bir denyoluk da gelmiyor değil. Çekip gitsem, bıraksam sahneyi diyorum ama hiçbir zaman bunu yapamayacağımı da biliyorum. Zeki Bey gibi sahnelerde öleceğim ben de... Bir görünüp bir kayboluyorsunuz. Karabatak gibisiniz. Aslında kaybolmadım, insanlar öyle sanmış olabilir. Çünkü dört sezondur TRT Müzik’te program yapıyorum, değişik müzikallerde sahne aldım ama fazla röportaj yapıp ortalarda olmadığım için böyle bir algı oluştu... Biz de nostalji şarkılar bitti diye dükkanı kapattınız sandık. O şarkılar asla bitmez... Evet, zaten “şarkılarla geldiniz”... Biraz da yeni albümden bahsedelim. Son albüm “Şarkılarla Gel”e dört beste ekledik. Muzaffer Özpınar ile hazırladık. Onun gibi insanların artık nesli tükeniyor. Muzaffer Hoca, okyanuslarda bambaşka bir balık. Sağ olsun günlerce hasta hasta çalıştı stüdyoda... Pembe Köşk’ün prensesi, “Nostalji Kraliçesi”ne nasıl dönüştü? Tamamen annemin arzusuydu. Nostalji albümleri yaparken katiyen çok satmak düşüncesinde değildik... Annemin gençliğinde aldığı 45’lik plakları taşıdığı küçük bir çantası vardı. Yalnız kaldığında o plakları dinleyip eski günlere dönerdi... Taş plaklardan kasete, kasetten dijitale... Anneniz size bir bakıma “Teknolojiye uy kızım” mesajı vermiş. Aynen öyle. Biliyorsun plaklar zamanla çiziliyor, kırılıyor... Bir gün “Kızım şu çantamdaki plaklardan bir kaset yapsan da rahatça dinlesem” dedi. Amacı aslında sadece buydu. Ama nostalji serisi resmen bir devrim yaptı Türkiye’de. Siz de beklemiyordunuz galiba bu kadar ilgiyi... Yalnız ben mi? Benim gibi pek çok insan şoke oldu. Tek üzüntüm rahmetli annemin o şarkıları dinleyemeden vefat etmesi. Nostalji albümleri bu kadar çok sattı, Muazzez Ersoy da hanları hamamları kaptı mı? Yemin ederim hanlarım hamamlarım yok ama gönlü de benim kadar zengini yok. Annenizin albümlerin başarısını görmemesi oldukça üzmüş sizi... Bak sana bir şey söyleyeyim mi, annem de, babam da vefat ettiğinde sahnedeydim. Annemin ölümünde Kemer’de iki konserim vardı. Bari son bir kez yüzünü göreyim dedim, açtılar kefeni, anamın yarım yüzünü görünce hüngür hüngür ağlamaya başlamışım... Sahneye çıktınız mı o gece? Çıktım tabii... Bırak hanları hamamları, diğer tarafa giderken bir peçete bile götüremiyorsun yanında. Şeker paketi gibi beyaz bezin iki ucunu kıvırıp insanı sokuyorlar içine. Han hamamın olsa ne fark eder... Hepsi burada kalıyor, yapabildiğin iyilikleri yanında götürüyorsun sadece. Şifreyi çözmüş biri olarak hiç mi sanatçı kaprisi yok Muazzez Ersoy’un? Olmaz olur mu tabii ki var (gülüyor). Kulisimde su, çay, meyve suyu mutlaka olsun, lütfen içki getirmeyin... Tamam getirmeyiz de hiç mi içki kullanmadınız? Hayatta sürmem ağzıma. Gençliğimde bir-iki kere likör içtim o kadar. Alkolün olduğu yerde ben yokum. Şarkıda “Kasımpaşalıyım, eli maşalıyım” der ama siz hiç öyle durmuyorsunuz, bu nasıl Kasımpaşalılık? (Gülüyor) Annem ve babam son derece modern ama inançlı insanlardı. Düşün, ben 4-5 yaşındayken gece yorgunluktan uyukluyan annemi dürter “Yatmadan önce haydi duamızı okuyalım” derdim. Anacığım da o kadar yorgun olmasına rağmen uyumadan önce bana duamı okuturdu... Annemin tüm öğrettikleri sayesinde, saygının ne kadar önemli bir değer olduğunu fark edip ona göre yaşadım hep. Oğlunuzdan konuşmayı pek sevmiyorsunuz galiba ama biraz da ondan bahsetsek... Kasımpaşa’daki evimizde annem, ben ve oğlum birlikte akşam yemeği yerdik. Rahmetli, dantelden takkeler örmüştü. Yemekten sonra o başlıkları takar, mahallemizdeki Kuran öğretmenine giderlerdi. Oğlum Ender çok iyi Kuran okur. Mesleği nedir, imam mı? Yok, bilgisayar uzmanı... Web master mı ne diyorlar... O konuda uçmuş... Sert bir anne midir Muazzez Ersoy? Çok küçük yaşta evlendiğim için oğlumla beraber büyüdük sayılır. Anneme “anne” derdi, bana da “dızdız”... Onunla ana oğul gibi değil, daha çok abla kardeş gibi yetiştiğimiz için yeri geliyor dertleşiyoruz, yeri geliyor kavga ediyoruz. Evli mi şimdi Ender? Evlenmişti ama boşandı. Onun hayatına hiç müdahale etmem, karışmam. Daldan dala atlıyorum ama bu kebapçılık işi nereden çıktı? Aslında hiç aklımda yoktu. Uzun süre birlikte çalıştığım şoförümün Adana’da kebapçılık yapan Şenol adlı bir yeğeni varmış. Turneye çıktığımızda hep Şenol Bey’in (Kolcuoğlu) dükkanında karnımızı doyururduk. Muhteşem kebaplar yapardı... Gide gele ahbap olduk... Sonra da ortak oldunuz herhalde... İstanbul’da bir şube açmak istiyordu. Ortağı bunu yarı yolda bırakınca şoförümle dertleşmişler, “Dükkanı Muazzez abla, sen, ben birlikte açalım” demiş Şenol. Beni ikna edene kadar göbekleri çatladı resmen, çünkü kebapçılık hiç aklımda olmayan bir şeydi... “Kebaptan da, nostalji kadar iyi anlarım” mı diyorsunuz? Yok estağfurullah... Ama Rabbim’in de yardımıyla dükkan açıldığı günden beri herkes kuyrukta bekliyor... Laf aramızda ben de kebaba bayılırım... Aslında söyledikleri gibi kilo yapmaz. Izgara gibi piştiği için yağı akıp gider. Birlemiş Milletler Yüksek Komiserliği’nde “iyi niyet elçisi” olarak çalışıyorsunuz... Tam olarak ne iş yapar iyi niyet elçisi? Benim en önemli görevim, mülteci durumundaki insanların, sığındıkları ülkenin vatandaşları kadar hakları olduğunu kamuoyuna duyurmak... Angelina Jolie gibi geziyor musunuz siz de ülke ülke? Onun kadar gezmiyorum çünkü bu sayı Birleşmiş Milletler’in düzenlediği organizasyonlara bağlı. Suriye’deki olaylar başlamadan önce Şam’a gittim, oradaki mülteci kamplarını, yardım depolarını gezdim; bazı mülakatlara katıldım. Görseniz o çocuklar ne kadar perişan haldeler. Anne bir tarafta, baba bir tarafta... Yürek burkan, paramparça hayatlar... Angelina ve sizden başka dünyada kaç kişi bu işi yapıyor? Ben seçildiğimde dokuz kişiydik, sanırım şimdi 13 oldu... Film artisti ya müzisyen mi seçilenlerin hepsi? Yoo hayır, sanatçısı da var modacısı da... Bildiğim toplumun sevdiği, saydığı insanların seçildiği... Teklif size nasıl geldi? Birleşmiş Milletler’den aradılar direkt olarak... Şaşırmadınız mı “Neden ben” diye? Çok şaşırdım, çok da mutlu oldum... Tabii ki düşünüyor insan bu kadar kalabalık bir ülkede neden beni seçiyorlar diye? Nedenmiş peki? Kendi kriterlerine göre yaptıkları bir seçimmiş. O zaman Birleşmiş Milletler’in başında Kofi Annan vardı. Amerika’da buluşup görüşecektik ama yerine Ban Ki-moon geçti, onunla da henüz bir araya gelemedik. Siz de Angelina Jolie gibi bir mülteci çocuğu evlat edinmeyi düşünüyor musunuz? İstemez miyim... Bosna’ya gittiğimde, Sırplar’ın tecavüz ettiği kadınların istemedikleri çocuklarını bıraktıkları bir yuvaya götürdüler beni. Koli koli oyuncak götürmüştüm, çocukların gözlerindeki sevinci bir görsen... Orada üç yaşında mavi gözlü dünyalar güzeli bir kız çocuğu ile karşılaştım. Alıp İstanbul’a getirmeyi teklif etseydiniz... Teklif etmediğimi nereden biliyorsun? “Ne olur, annesi istememiş, buraya bırakmış. Bu kızı bana verin, evlat edineyim. Prensesler gibi büyütürüm” diye yalvardım ama maalesef prosedür gereği olmadı... Peki Ebru Polat’ın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na mektup yazıp “Daha genç ve dinamik bir kişi olarak” sizin yerinize iyi niyet elçisi olmak istemesini nasıl yorumluyorsunuz? Ne diyeyim... Polemiğe girmeyi sevmiyorum ama ben olsam böyle bir şey için kimseyi arayamazdım... Son derece faal olduğunuz anlaşılıyor ama iyi niyet elçisi olduğunuz bile pek çok kişi tarafından bilinmiyor... Ben Birleşmiş Milletler’le resmi protokolü basının önünde imzaladım; bilmemeleri mümkün değil. Ama Türkiye’de, Amerika’da olduğu gibi önem verilmiyor bu işlere. Orada Angelina Jolie’nin yaptığı bir aktiviteyi vermek için kanallar yayını kesiyor. Somali’den Suriye’ye kadar pek çok yeri gezdim ama maalesef haber olmadı. Bazı şeylerin ortaya çıkmasını da siz istemiyorsunuz galiba... Mesela Ankara’da yaptırdığınız hastane... Sevmiyorum bu tür konuları konuşmayı ama lösemili çocuklar için yaptırdığım hastanenin açılışını Süleyman Demirel yapmıştı. Daha sonra TRT Genel Müdürlüğü’nün yanındaki evimi de oraya bağışladım... Magazin Gazetecileri Derneği’nin ödül töreni gecesinde Ahmet Kaya’ya saldırılırken siz de oradaydınız. Bu konuda herkes konuştu, bir tek sustunuz... Neden? Konuşmadım, çünkü ne olduğunu bile anlayamadım. Bir anda ortalık karıştı. Neredeydiniz o anlarda? Sahneye yakın yuvarlak bir masada oturuyorduk. Baktım çatallar, bıçaklar havada uçuşuyor. Yanımdakiler de ayağa kalkıp oraya doğru gittiler. Ben kaldım mı tek başıma... Bir uğultu bir gürültü, kıyamet koptu. “Oradaydım ama hiçbir şey görmedim” diyorsunuz yani... Sonradan gelip anlattılar. O geceden hatırladığım gerçekten başka bir şey yok... Özlemez miyim! Resmen bir cevher yuvasıdır Kasımpaşa, kimler çıkmadı ki oradan... Hasan Kaçan, Büyükşehir Belediye Başkanımız Kadir Topbaş, Başbakanımız... Ne düşünüyorsunuz Sayın Erdoğan hakkında? Şunu bütün kalbimle söyleyebilirim ki, Kasımpaşa’dan bir aslan çıktı... Türkiye’nin lideriydi, şimdi de dünya lideri... O zamanlardan hatırlıyor musunuz kendisini? Evet, Başbakanımız beyefendi, mahallenin en yakışıklı gençlerinden biriydi. Bizim evin karşı köşesinde arkadaşlarıyla toplanıp sohbet ederlerdi. Erdoğan Kasımpaşa’nın aslanıdır, ben de gülü…
Hasan Kaçan: ''Edepsiz Sanat ve Mizah Olmaz''
Film Arası Dergisi’ne konuşan karikatürist, senarist ve oyuncu Hasan Kaçan, mizahın da sanatın da edepsiz olamayacağını söyledi. MAGAZİN SERVİSİ 28 Şubat’ta vizyona girecek ‘Sürgün İnek’ filminde başrol oynayan Hasan Kaçan, “Edepsizliği şirretlik, cinsellik anlamında söylemiyorum, genel olarak bir duruşunun olması lazım. Tabii ki mizahın da sınırı olmalı” dedi.Erdoğan ve Cem’i savundu “Yılmaz Erdoğan ve Cem Yılmaz siyasi esprilere cesaret edemiyorlar” diyenlere Kaçan, “Hadi oradan! Yılmaz Erdoğan’ın yaptığı Vizontele’de çok ağır eleştiri vardı. İlle hedefi mi küçültmek zorunda? Daha geniş bir eleştiri vardı. Bence belki bilerek belki de bilmeyerek ama Ata Demirer’in yaptığında da eleştiri var. Eleştiri olmazsa olmuyor zaten. Cem Yılmaz’ın bütün gösterilerinde var. İnceden inceye dalga geçtiği bir hayat biçimi var. Dalga geçtiği hayat biçimi aslında bir taraftan bizim nefret ettiğimiz, hiç hoşlanmadığımız, hani toplumun çivisini çıkardığımız hallerimiz, hareketlerimiz ve tavırlarımız. Bize ayna tutuyor” şeklinde konuştu.Milliyet
Bu Hafta 2'si Yerli 7 Film Vizyonda
Bu hafta 2'si yerli 7 film vizyona girdi... Meydan Yönetmenliğini Mısır asıllı Amerikalı yapımcı Jehane Noujaim'in yaptığı, Hüsnü Mübarek'in devrilişini konu alan bol ödüllü belgesel filmin oyuncu kadrosunda, Khalid Abdalla, Magdy Ashour, Ahmed Hassan ile Ragia Omran yer alıyor. 2011 yılı Ocak ayından itibaren 2,5 yıl boyunca ekibiyle binlerce saatlik çekim gerçekleştiren Noujaim, Mübarek rejimine karşı başlatılan direniş ile sonrasında yaşananları, gerçek görüntüleriyle beyazperdeye taşıdı. Hakları ile özgürlüklerinin peşinde koşan, bu uğurda pek çok farklı güçle mücadele eden gençlerin, ilham verici hikayelerinin yer aldığı filmde, haklarını geri almak ve vicdanlı bir toplum yaratmak için farklı cephelerde direnenler anlatılıyor. 'Kış Masalı' Akiva Goldsman'ın senaryosunu yazıp yönettiği filmin başrollerini Colin Farrell, Jessica Brown Findlay ve Russell Crowe paylaşırken, onlara Will Smith, Jennifer Connelly ve William Hurt gibi ünlü isimler eşlik ediyor. Mucizeler, kesişen kaderler ve iyi ile kötünün çok eskilere dayanan mücadelesini anlatan filmin konusu, kısaca şöyle: '1916 yılının New York şehrinde Peter Lake isimli hırsız, soymak için girdiği evde güzel bir kadına aşık olur, ancak kadın hastadır ve kollarında yaşamını yitirecektir. Ancak hayatın bir mucizesi gerçekleşir ve yeniden doğuşla yeni mucizeler onları bekler.' 'Sürgün İnek' Ayhan Özen'in yönettiği, Serkan Öztürk'ün senaryosunu yazdığı komedi 'Sürgün İnek'in oyuncu kadrosunda Hasan Kaçan, Şebnem Sönmez, Fırat Tanış ve Cezmi Baskın göze çarpıyor. Müzikleri Cahit Berkay'ın imzasını taşıyan film, 28 Şubat sürecinde Gomalak köyünde yaşayan insanların, köydeki bir ineğin Atatürk büstünü kırmasıyla endişelenmesi ve korkuya kapılmalarını eğlenceli bir dille anlatıyor. 'Aile Sırları' Yapımcılığını George Clooney ile Grant Heslov'un paylaştığı 'Aile Sırları'nın yönetmenliğini John Wells üstleniyor. Filmin oyuncu kadrosunda ise Meryl Streep, Julia Roberts, Ewan McGregor ile Chris Cooper gibi ünlü oyuncular yer alıyor. Weston ailesinin güçlü kadınlarının çapraşık ve acıklı hikayesinin anlatıldığı filmin konusu, şöyle: 'Ağustos ayında gerçekleşen Weston ailesinin büyük buluşması, her birinin kendi sorunları ve birbirleriyle yaptıkları içinden çıkılmaz tartışmalarla, büyük bir kargaşaya dönüşecektir. İlaç bağımlısı anne Violet Weston'ın başta büyük kızı Barbara ile çatışmalarına, aldatılan diğer çocuklar ve onların çocukları ile olan sorunları da eklenince, ortaya dramatik, trajik ve hüzünlü bir mücadele çıkacaktır.' 'Son Kalan' Peter Berg'in yönetmen koltuğuna oturduğu 'Son Kalan'ın oyuncu kadrosunda, Mark Wahlberg, Eric Bana, Emile Hirsch ile Taylor Kitch yer alıyor. Gerçek bir olaydan sinemaya uyarlanan film, Amerikan tarihinin en büyük yenilgilerden biri olan 'Kızıl Kanatlar Operasyonu'nu, kurtulmayı başaran tek askerin ağzından aktarıyor. 2014 Oscar Ödülleri'nde 'En İyi Ses Kurgusu ve En İyi Ses Miksajı' adayı olan film, 2005 yılında Afganistan'daki bir terörist lideri öldürmek için çıktıkları görevde Taliban tarafından pusuya düşürülen dört kişilik SEAL'in hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. 'Gulyabani' Orçun Benli'nin yönettiği ve Deniz Uğur, Ceyda Ateş, Melike Öcalan ile Didem Balçın'ın oynadığı 'Gulyabani' sinemaseverleri bir yandan korkuturken, diğer yandan da güldürmeyi hedefliyor. Türk korku sinemasına yeni bir bakış getirme amacındaki filmin konusu, kısaca şöyle: 'Dört kadın, fantastik bir filmin senaryosunu yazmak üzere, korku dolu bir ormandaki av evine gider. Mekanın ruhunu keşfetmeye çalışan kadınlar, peş peşe beklenmedik olaylarla karşılaşır ve kendi korkuları ile yüzleşmek zorunda kalır. Falcı bir kadından duydukları Gulyabani efsanesi, başta onlara anlamsız gelse de yaşadıkları olayların ardından, Gulyabani'yi uyandırdıklarını fark ederler.' 'Kapital' Ödüllü yönetmen Costa Gavras'ın kapitalist sistemi sorguladığı 'Kapital'in oyuncu kadrosunda, Gad Elmaleh, Gabriel Byrne, Liya Kebede ile Natacha Regnier bulunuyor. Kapitalizmin acımasız doğasını bankacılık sistemi üzerinden ele alan film, para dünyasının en gözden çıkarılabilir hizmetkarlarından biriyken, onun efendisi haline gelen Marc Tourneuil'ün önlenemez yükselişini konu ediyor. Film ayrıca, kapitalist toplumlarda egemen değer olan paranın insan üzerinde yarattığı tahribatları, gözler önüne seriyor. Muhabir: Hilal Uştuk AA
12 Maddede Yıllara Meydan Okuyan Mizah Dergisi 'Gırgır'
1972 yılında başlayan ve çoğu kişinin “efsane” olarak nitelediği Gırgır dergisi, günümüzde halen yayımlanan, Türkiye’nin en çok satmış kült mizah dergisidir. Oğuz Aral’ın mizah yönetmenliğinde yayına başlayan Gırgır Dergisi geçen 42 yılda kendisinden önceki mizah dergilerinin elitist tavrını terk edip, döneminde “sulu mizah” denilerek küçümsenen, argo, cinsellik ve mahalle hayatını işlemekten çekinmeyen yeni bir anlayışa yöneldi. Yıllardır gerek değindiği konular gerekse kapaklarıyla sürekli gündemde kalmayı başaran Gırgır Dergisi tüm güzel karikatürleriyle yayın hayatına devam ediyor. Peki, Türkiye’nin “en çok satan” mizah dergisi nasıl hayat buldu?
2000'li Yılların Baba Evi Sıcaklığı: Ekmek Teknesi
2002 yılı kışında adeta bahar gibi doğdular evimize. İçtenliği, her karakterin bizden biri oluşu, hüznü ve sevinciyle, kısa sürede hepimizin vazgeçilmez tutkusu oldu Ekmek Teknesi. Ufacık bir mahallede geçen sıcacık öyküleri, televizyonlarımızdan evimize misafir oldu.