Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Gazetecilik… Nereden nereye?
Gazetecilik… Nereden nereye?
Günlük gazete manşetleri, haberler, fotoğraflar, ekler…
Hemen her duyumuza hitap edebilecek noktaya gelmiş gazete/gazetecilik…
Kahvaltının vazgeçilmezi, esnafın sadık dostu, futbolun hayali transferi,
öğrenci sofrasının sağlam zemini… Hayatın her anına eşlik eden gazete nasıl bu
hale geldi, neydi, ne oldu? Başladığı noktaya dönüp şöyle bir bakınca üzerine
daha fazla düşüneceksiniz, belki de üzüleceksiniz. Doğumundan bugüne
gazetecilik turuna buyrun!
Insanların bir şeyleri başkalarına aktarma isteği tarihin ilk dönemlerinden beri var olagelmiştir. Gördüğünü, duyduğunu paylaşınca ona daha fazla değer atfetmektedir ki durum böyledir de biraz. Sadece kendimizin bildiği bir şey nasıl bir anlam ifade edebilir ki? Bu belki ilk neden olabilir ancak başka bir gerekçe de var belli ki.
1700’lerin ortalarında İngilitere’de bazı fabrika işçileri
verilmeyen haklarını almak adına seslerini duyurmak istediler. Günün koşullarında
bunun teknik imkanlarını düşünmek çok zor olmasa gerek. Henüz hak arama yolları
oluşmamış, deneyimlenmemiş ve büyük bir muamma varken... Hatta “hak arama”
kavramı bile piyasada yok. Grev yapmıyorlar mıydı? diye bir soru sorulabilir
ancak hak talep etmek bile o güne dek tecrübe edilmediyse grev’in bir yol
olması da hayal ürünü tabii ki.
Peki tüm bu “işçi hakları” diye gruplandıracağımız kavramlar nasıl ortaya çıktı? Cevap; Gazetecilik ile…
İngiltere’nin Manchester şehrinde birkaç fabrikada işçiler
ücretlerini alamamalarını gerekçe göstererek seslerini duyurmak istediler.
Ancak sayıyı artırmak adına diğer fabrikadaki işçilere ulaşmaları gerekiyordu
ve bunun yolu da biraz zahmetliydi. Tarihten öğrendikleri bazı “haber” yayma
pratiklerini hayata geçirmeye karar verdiler. Kaç işçi ne kadar zamandır
nelerden mahrum bırakılmış bunları yazalım dediler ve anlayacağınız tarzın
dışında ilk gazeteyi çıkardılar. Anlayacağınız tarzın dışında diyoruz çünkü
görseydik eğer “bu gazete değil ki, bildiğin tek sayfalık lise ödevi” derdik
muhtemelen. Evet, görüntü ve hacim olarak bir lise ödevi gibi olabilir ancak
oluşturduğu etki ve tarihe damga vurması açısından bugünkü gazetelerin kat be
kat üzerinde bir kaliteye ve içeriğe sahipti.
Neydi bu tek sayfalık gazetelerin isimleri diye aklımıza
takılan sorular çok yerinde olur. Çünkü gazetenin bir ismi yoktu ve gazetelere
isim vermek de basit bir iş değildi. Kendini ve etki alanını yansıtan isimler
bulmak gerekiyordu. Elinizde tuttuğunuz, her gün alıp okuduğunuz gazetelerin
isimleri rastgele verilmemiştir. Tümünün bir altyapısı ve başka başka anlamları
vardır. Işte bu doğrultuda işçiler önceleri tek sayfa ve resimsiz bastıkları
gazetelerine isim vermeye başladılar. Ne isim versek diye düşünürlerken, hak
aradıkları, yoksul insanları savundukları akıllarına geldi ve bilinen ilk
gazete ismi bu şekilde ortaya çıktı. Aşağıda da ilk nüshalarından birini
görüyoruz. “Yoksul Adamın Savunucusu”
“Poor Man’s Guardian” bugünün “The Guardian”ına dönüşene dek
başına gelmeyen kalmadı tabii. Işçiler önceleri sadece kendileriyle ilgili
haberleri yazıp yayımlıyorlardı. Sayfa sayısı artmaya başlayınca halkın
sorunlarına da değinmeye başladılar ve baskı sayısını artırdılar. Ancak
istedikleri kadar basamıyorlardı çünkü matbaa makinelerine ulaşmak onlar için
çok pahalı ve neredeyse imkansızdı. El marifetiyle gazete basmak oldukça zor ve
zaman alan bir şeydi. Haftalık basılan bu birkaç sayfalık gazeteler diğer
şehirlerdeki fabrikalara da ulaştı ve Liverpool gibi şehirlerde işçiler kendi
gazetelerini çıkarmaya başladılar. Artık işçi sınıfı sesini duyurmaya
başlamıştı ve bu tahmin edebileceğiniz gibi çok da kabul edilebilir bir şey
değildi. Her zaman bir üst sınıf vardı ve bu kez işçilerin gazetelerine göz
dikmeye başlamışlardı. Işçilerin birlikte hareket etmeler işlerini zora
sokuyordu ve ihtiyaç duydukları işçi sınıfını gözden çıkaramadıkları için “yola
sokmaya” karar verdiler. Bu gizli ama bir o kadar da güçlü sınıfa “baronlar”
deniyordu.
Baronlar işçilerin bilinçlenmesinden rahatsız oldular ve onların zekasına hitap edecek şekilde bir teklifte bulundular. Bazı baronlar oldukça naif yaklaştılar “işçi gazetecilere” ve onlara hem fabrikada çalışmaya devam etmeleri hem de fabrika ürünlerinin reklamlarını yapmalarını teklif ettiler. Hem de bunun karşılığında iyi de ücret alacaklarını söylediler. Bu, gazetecilik tarihi açısından milattı ve belki de sonun başlangıcıydı. Teklife sıcak bakan bazı işçiler, gazetelerine ilk reklamları aldılar ve tabiri caizse işçi haklarını reklama sattılar.
Baronlar hedeflerine ulaşmıştı. Artık işçiler aleyhlerindehaber yazamıyor ve haklarını savunurken oldukça yumuşak bir dil kullanıyorlardı.
Gittikçe zayıflayan gazetecilik baronlar tarafından satın alınmaya başlandı ve
artık gazete, işçilerin değil baronlarındı. Buna direnen, illegal yollardan
dağıtımı yapılan gazeteler hayatlarını sürdürmeye devam etti ancak ipin ucu
kaçmıştı artık. O günden bugüne gazetecilik bir daha eskisi gibi olmayacaktı.
Nitekim tarihe baktığımız zaman bunun kanıtını binlerce kez görebiliriz.
Gazeteciliğin bilinçlendirme faaliyeti olarak başladığı yıllar özü itibariyle
hak ettiğini yaşıyordu ve gazete isimlerine de yansımıştı bu. Halkın
aydınlanmasını işaret eden “The Sun”, haklarını savunmayı ilke edinmiş “The
Guardian” ,özgürlük-bağımsızlık bilinciyle hareket eden “Independent”,
gerçekleri arayan gözlerle habercilik yapan “Observer”…ve daha niceleri.
Gazete isimleri gazeteciliğin özünü yanısıtırken içerik hiç de öyle tatmin edici değil artık. Öyle ki mesleğin yozlaşması için ellerinden geleni yapanlar da var. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de gazetecilik, mizahı yapılamayacak kadar ilginç bir duruma gelmiş görünüyor. Bunda suçlu, gazeteciler mi, patronlar mı yoksa halk mı? Bunun cevabını vermek çok da kolay değil.
Yine de gazetecilik ayakta kalmaya çalışıyor. Manşetlerin inadına ;).
Yorum Yazın