Görüş Bildir
Twitter'da Yeni Salgın Kendini Gösterdi
Twitter'da yeni spam salgını!Sosyal dev Twitter, şu sıralar yeni bir bela ile karşı karşıya! İşte Twitter'ı işgal eden salgın...Twitter, son 24 saattir sahte ve ele geçmiş hesaplardan gönderilen spam tweet'lerle işgal edilmiş durumda.Sosyal medyada dolaşan spam içerikler yeni bir şey değil, ancak görünüşe bakılırsa Twitter'ın başı yine istenmeyen tweet'lerle dertte. İlk başta sosyal resim paylaşma sitesi weheartit.com'la bağlantılı hesaplardan geldiği gözlenen tweet'lerin daha sonra 'Twitter for iPhone' etiketiyle görünmesi, tweet'lerin kaynağının üzerinde rahatça oynanabildiğini, dolayısıyla bu bilginin güvenilir olmadığını gösteriyor.Weheartit.com'un başkanı yaptığı açıklamada zararlı etkinliğinin farkında olduklarını, gerekli engellemeleri yaptıklarını ve durumu derinlemesine araştırdıklarını söyledi. Firma şu an Twitter ile oturum açma işlevini devre dışı bırakmış bulunuyor.Sözkonusu spam tweet'lerin içeriği ise hep aynı cümleyi içeriyor: 'If I didn't try this my life wouldn't have changed' ('Bunu denemeseydim hayatım değişmeyecekti'). Paylaşımdaki bağlantının zararlı olup olmadığı henüz belirlenmedi, ancak bu bağlantıya tıklamanız önerilmiyor.veteknoloji
Büyük Ekranlı iPhone 6'dan Kötü Haber Var
Dev ekranlı telefonlara yıllardır uzaktan bakan iPhone kullanıcıları, uzaktan bakmaya devam edecek!Apple kullanıcıları, iPhone 6'yı çok uzun zamandır bekliyor. Hatta iPhone 6'nın önümüzdeki sonbaharda çıkacağı haberleri Apple hayranlarının heyecan dalgalarıyla sarsılmasına neden oluyor. Ne var ki, bu kez kötü bir haber geldi. Apple içinden sızdığı belirtilen haberlere göre, Apple'ın büyük ekranlı iPhone 6 'yı 2014'e yetiştirme şansı bulunmuyor. Bu nedenle Apple hayranları, tüm dünyanın yıllardır kullandığı büyük ekranlı cep telefonu lüksüne erişebilmek için 2015 'i beklemesi gerekebilir.Sorunun aslında büyük ekranlardan değil, büyük ekranları besleyecek olan pillerin kasanın içine bir türlü yerleştirilememesinden kaynaklandığı söyleniyor. Apple, zaten büyük eleştiri aldığı pil ömrü konusunda müşterilerini memnun etmek ve elbette 5.5 inçlik dev ekranın pil ihtiyacını karşılayabilmek için büyük ekranlı iPhone 6'da çok büyük bir pil kullanmak istiyor. Ancak bu pili, telefonun ince profilini koruyarak içine yerleştirmeyi başaramadıkları için tüm tasarımları eledikleri, telefon içindeki donanımları doğru yerleştirecek yeni tasarımlar veya yeni donanım parçaları aradığı konuşuluyor.Bakalım Apple, gerçekten büyük ekranlı bir iPhone 6 yapmayı başarabilecek mi? Telefon üreticilerinin yıllar önce çözdüğü sorunlarla yeni karşılaşan Apple'ın farklılaşmak için çaba sarf ettiği ancak yeterince büyük bir farklılık yaratamadığı için kararsız kaldığı düşünülüyor.Yine de bu yıl bitmeden, dev ekranlı olmasa da, yeni bir iPhone ile tanışacağımız kesin. Bakalım Apple bize hangi boyutta, nasıl bir iPhone sunacak...
Facebook Kârını Yüzde 193 Artırdı
Facebook telefonunuzda birden çok fazla uygulamaya sahip olması biraz canınızı sıkıyordur muhtemelen ama buna kendinize alıştırmanız gerekiyor zira Facebook‘un CEO’su Mark Zuckerberg’in açıklamasına göre Facebook Messenger‘ın artık ayrı bir uygulama olarak kullanılması sadece bir başlangıç.Zuckerberg’in The New York Times’a yaptığı açıklamaya göre firmanın Creative Labs bölümü “Büyük Mavi Uygulama Paketi” üzerinde çalışıyor. Bu durum, WhatsApp ve Instagram gibi uygulamaların yanı sıra, bazı hizmetlerin de Facebook Messenger‘da olduğu gibi ayrı bir uygulama haline geleceğine işaret ediyor. Facebook‘un masaüstüne oranla daha çok mobil alana ağırlık vermesi ve Creative Labs ekibinin geçtiğimiz günlerde Facebook Paper‘ı yayınlaması da yeni uygulamalar konusunda kullanıcıları meraklandırıyor. Zuckerberg konuyla ilgili olarak: “ Benim düşünceme göre, bir süredir var olan ürünlerin, birinci sınıf tecrübelere dönüştürdüğümüzü göreceksiniz. Ve daha önce yer bulamadığımız bazı yeni alanları da keşfedeceğimizi göreceksiniz. “Zuckerberg, bu yeni çalışmaların Facebook‘un genel işi üzerinde uzun süreli bir etkisi olmayacağını da sözlerine ekledi. Yalnız bu açıklama Paper ve Facebook Home gibi bazı uygulamaların hiçbir zaman başarıyı yakalayamayacağı anlamına da gelmiyor, sadece Instagram ve WhatsApp gibi başarıyı yakalamaları biraz zaman alabilir. Bakalım Facebook cephesinden konuyla ilgili olarak ne gibi sürprizler gelecek…
İstanbul'da Lale Devrini Yaşayabileceğiniz 8 Mekan
Beykoz Korusu ya da Abraham Paşa Korusu ,   İstanbul'un Beykoz ilçesinde yer alan koru İstanbul Boğazı sırtlarında, Beykoz ile Paşabahçe semtleri arasında geniş bir arazi üzerine yayılmıştır. Boğaz'a bakan yamaçlardan başlayarak içlerde Riva'ya kadar uzanır. Doğuda doğal ormanlarla bütünleşir. Koru adını, Mısır Hıdivi Mehmet Ali Paşa'nın yakın adamlarından olan Ermeni kökenli Erem Amira'nın torunu Abraham Paşa'dan (1833-1918) almaktadır. Abraham Paşa, dönemin Osmanlı padişahı Abdülaziz'le dostluk kurmuş ve bir rivayete göre padişahla oynadığı bir tavla oyununda galip gelmesi üzerine bu korunun bulunduğu geniş araziyi kazanmıştır. :) Abraham Paşa'nın mülkiyetindeyken, koru Fransız bahçe uzmanları tarafından düzenlenmiş, içinde köşkler, kuşhaneler ve havuzlar inşa edilmiştir. Türkiye ikliminde doğal olarak yetişmeyen, yurtdışından getirilmiş egzotik bitki ve ağaçlar dikilmiştir.İki büyük yapay mağara, beş havuz, kayalarla oluşturulmuş 3 yapay çağlayan bulunan korudaki havuzlardan birinin içinde küçük bir yapay ada vardır. Günümüzde İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait olan koru, halkın ziyaretine açıktır. İçinde iki otopark, iki kır kahvesi, bir restoran, iki sera, açık spor alanları, çocuk parkı, oturma terasları ve piknik alanları bulunmaktadır. Koruda bulunan ağaçlar arasında sekoya, kırmızı yapraklı karaağaç ve Japon saforası gibi nadide türler bulunur. Bunların yanı sıra çok miktarda at kestanesi,çınar,ıhlamur,meşe, erguvan ve akasya türü de bulunur. Bu özelliklerinin yanı sıra Lale festivali kapsamında Beykoz Korusu'na 16 farklı türde toplam 250.000 lale dikildi. Bu görsel şöleni kaçırmayın :)
Reklam
Boğaziçi Caz Korosu ve Film Müzikleri Senfoni Orkestrası Aynı Sahnede
‘Dünya Şampiyonu’ Boğaziçi Caz Korosu ve Film Müzikleri Senfoni Orkestrası 26 Nisan Cumartesi akşamı zengin bir repertuvarla çok özel bir konsere imza atacak Son yıllardaki başarılarıyla gerek Türkiye'de gerekse uluslararası arenada adından sıkça ve övgüyle söz ettiren, ülkemizi dünyanın en saygın müzik platformlarında gururla temsil eden ‘Dünya Şampiyonu’ Boğaziçi Caz Korosu ile yerli ve yabancı film müziklerinin popülaritesinden de yararlanarak senfonik müziği halkımızın tüm kesimlerine ulaştırmayı ve benimsetmeyi amaç edinmiş Film Müzikleri Senfoni Orkestrası (FİLMSO) aynı sahnede buluşuyor. Farklı altyapılardan ve disiplinlerden yaklaşık 40 kişiyi bünyesinde barındıran, Masis Aram Gözbek yönetimindeki Boğaziçi Caz Korosu ile kendilerini en iyi şekilde yetiştirmiş ancak iş güvencesi olmayan müzik okulu ve konservatuvar mezunlarına iyi bir gelecek sağlama projesi olarak ortaya çıkan İbrahim Muslu yönetimindeki FİLMSO zengin bir repertuvarla dinleyici karşısına çıkacak.Dinleyiciler bu özel konserde Boğaziçi Caz Korosu’nun çağdaş müzikten caza ve çok sesli türkü düzenlemelerine uzanan geniş repertuvarı ile FİLMSO’nun film müziklerini, barok, romantik ve klasik dönem senfonik eserleri, vals ve tangoları kapsayan repertuvarını bir arada dinleme fırsatı bulacaklar. Boğaziçi Caz Korosu ile başlayıp FİLMSO ile devam edecek ve iki başarılı ekibin ortak bir performansıyla sonlanacak konser, 26 Nisan 2014 Cumartesi günü saat 20.00’da Şişli Kent Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek.Milliyet
Sin City: A Dame To Kill For'un Yeni Fragmanı Yayımlandı
Robert Rodriguez ve Frank Miller'ın yönetmenlik koltuğunda oturduğu Sin City: A Dame to Kill For için yeni bir fragman daha bugün yayımlandı.Neredeyse 10 yıl süren bekleyişin ardından Sin City’nin devam filmi Sin City: A Dame to Kill For sonunda Ağustos ayında izleyicilerle buluşmaya hazırlanıyor.Robert Rodriguez ve Frank Miller’ın yönetmen olarak geri döndüğü (Bu kez Quentin Tarantino konuk yönetmen olarak kadroda yok.) yapımın oyuncu kadrosu da yıldızlar geçidi gibi. Gerçi buna zaten Sin City’den alışmıştık.Sin City: A Dame to Kill For’un oyuncu kadrosunda Bruce Willis, Mickey Rourke ve Jessica Alba başrolleri üstlenirken onlara Joseph Gordon-Levitt, Juno Temple ve Josh Brolin gibi isimler de eşlik ediyor.Yapım 22 ile 29 Ağustos tarihinde Amerika, Avrupa ve Asya kıtalarında birçok ülkede vizyona girecek ve ülkemizde kesinleşmiş bir vizyon tarihi bulunmuyor. Fakat bu iki tarihten birinde vizyona gireceğini ümit ettiğimizi belirtelim ve sizleri fragmanla başbaşa bırakalım.Superkarga
Reklam
Broforce Beta - İlk 10 Dakika
'Hop Rambo oldum! Hop bak şimdi Neo'yum! Ahanda şimdi de Chuck Norris'im!' 80'ler ve 90'ların en ünlü aksiyon kahramanlarını yönetip sağı solu 'özgürleştirdiğimiz' zımba gibi bir aksiyona kendinizi hazırlayın.
Sarhoş Olan Filler'in 7 Fotoğrafı
Güney Afrika’daki Sigita Kruger doğa parkında fermante olmuş marula meyvesi yiyen filler sarhoş oldu.Park görevlisi Ross Couper İngiliz Daily Mail gazetesine yaptığı açıklamada, “Meyveleri yedikten sonra filler sallanmaya ve birbirlerinin üzerine düşmeye başladı” dedi.Park görevlisi, aynı çakırkeyif insanlar gibi davranan filleri uzun süre eğlenerek izlediğini anlattı.Son derece sulu olan Afrika’ya özgü marula meyveleri aynı zamanda yüzde 17 alkol içeriyor.Uzmanlar, marula ağacının meyvelerinin olgunlaşıp dalından düştüğünde fermante olup hayvanları sarhoş edebilecek derecede alkol içermeye başladığını ancak fillerin garip davranışlarının yanlışlıkla marula ağaçlarında bulunan böcek lavralarını yemiş olmalarından da kaynaklanıyor olabileceğini söyledi.
Kağıt Kesme Sanatının En Güzel 31 Örneği
Estonyalı Illüstratör ve grafik tasarımcısı Eiko Ojala tarafından yapılan kağıt kesme sanatı göz kamaştırıyor. Işığı da çok iyi kullanan sanatçı üç boyutlu görüntü elde ediyor...
Reklam
Destiny Detaylandırıldı
Resmi web sitesi açtı ağzını, yumdu gözünü...YAZANBerkan CesurDüşündüm de, ne çok oyun bekliyoruz yahu? Yeni jenerasyonun huyundan mı suyundan mı bilinmez ama sanırım geçmiş jenerasyon geçişlerine göre daha çok oyun beklentilerinde olduğumuz bir dönemdeyiz sanki…Destiny de biliyorsunuz ki beklentilerimizin zirve yaptığı noktalardan biri. Beklentilerimiz zirve ama yapımcılar bir süredir suskun ya da ağzını çok açmayacak bir rutinde yapım sürecini devam ettiriyordu. Gel gelelim kimin aklına geldiyse oyunun web sitesini yenilemek akıllarına gelmiş ve bu da bize müthiş ipuçları ve yeni detaylar aktardı.Sitede yayınlanan yeni bilgilere göre artık Destiny’nin geçtiği evren hakkında daha çok şey biliyoruz. Mars ve Venüs ’ü yaşanabilir kılan Traveler’ın ortaya çıkışı ile tüm güneş sistemi değişir. İnsanlar artık diğer gezegenlerde kolonileşmeye başlar ve buna “altın çağ” adını verirler. Gel gelelim Traveler’ın baş düşmanı olan “güçlü karanlık” da beraberinde gelmiştir. Bu hikayenin arkaplanda döndüğü süreçte ise insanlar şehri korumak, düşmanlara karşı kendilerini savunmak, güneş sisteminin gizemlerini öğrenip kayıp bilgilere erişmekle yükümlüdür.Şimdilik bilinen dört lokasyon ise şöyle; Dünya, Ay, Venüs ve Mars. Bilinen “guardian” sınıfları ise Titan, Warlock ve Hunter arasında değişiyor.Berkan Cesur, İzmir’in kurtulduğu diyarlardan bildirdi.
Yağmurun içinden geçmek ister misiniz?
New York'ta 100 M2'lik bir alana kurulu olan yağmur alanı siz yürüdükçe sensörler tarafından algılanmanıza ve olduğunuz yerde suyun kesilmesine sebep oluyor. Doğal olarak ıslanmadan yağmur altında yürümenin eşsiz deneyimini yaşamış oluyorsunuz...
'Erkeklik' Kromozomu 180 Milyon Yıl Önce Oluşmuş
Bilim adamları erkeklik genini oluşturan Y kromozomunun ilk kez 180 milyon yıl önce oluştuğunu belirlediAvustralyalı ve İsviçreli bilim adamları tarafından yapılan bir araştırma, erkeklik genini oluşturan Y kromozomu ilk kez 180 milyon yıl önce oluştuğunu ortaya koydu. Nature dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, erkeklik genini belirleyen Y kromozomunun geçmişini öğrenmek için memeliler üzerinde yürütülen araştırma sonucunda ilk cinsiyet kromozomlarının memelilerde 180 milyon yıl önce ortaya çıktığı tespit edildi. Araştırmanın yürütüldüğü Lozan Üniversitesinden yapılan yazılı açıklamaya göre, bilim adamları 15 memelinin cinsel organlarından alınan örnekleri analiz etti. Araştırmada, kıyaslama yapılabilmesi için tavuk da kullanıldı. Yaklaşık 30 bin saat hesaplama yapıldı Bazı gelişmiş teknik imkanları kullanarak 29 bin 500 saat hesaplama yapan bilim adamları, 3 memeli türü üzerindeki araştırmaları sonucunda Y kromozomunun 180 milyon yıl önce oluştuğunu belirledi. Araştırmaya göre, keseli ve eteneli memelilerde cinsiyeti belirleyen ve SRY adı verilen gen 180 milyon yıl öncesine dayanırken, tek delikli memelilerde Y kromozomunu oluşturan AMHY geni 175 milyon yıl öncesinde ortaya çıkmış. Araştırmada her iki genin hemen hemen aynı dönemde oluşmasına rağmen tamamıyla bağımsız yollar izlediklerini de belirlendi. Bilim adamları, yaptıkları araştırmayla erkeklere ait kromozomların şu ana kadarki en kapsamlı genetik haritasını ortaya koymuş oldu.T24
Reklam
'Sanat Korkulacak Bir Şey Değil'
Türk sineması ve tiyatrosunun en önemli aktörlerinden Bülent Emin Yarar, tek kişilik Hamlet oyunu, Shakespeare’in toplumun her kesimine nasıl hitap ettiği ve sanat kurumlarının durumuyla ilgili Al Jazeera Türk’e konuştu. İhanet, aşk ve intikam... İngiliz yazar William Shakespeare’in bundan 450 yıl kadar önce yazdığı Hamlet’in özündeki duygular varlığını ve önemini koruyor. Hamlet, dünyanın en çok sahnelenen oyunlarından biri. Ancak bu yıl İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda Işıl Kasapoğlu’nun rejisi ve Bülent Emin Yarar’ın performansıyla sahnelenen oyunun eşi benzeri yok. Zeynep Avcı’nın metnini yeniden düzenlediği Hamlet’te, Kral da, Kraliçe de, Hamlet de, Ofelya da aynı kişi: Bülent Emin Yarar. Bu yılki 18. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri’nde en başarılı yönetmen, erkek oyuncu, ışık tasarımı ve sahne tasarımı dallarında aday olan oyuna başlamadan salonun ışıkları kapanıyor ve sahnedeki kırmızı, kadifeden devasa mücevher kutusu iyice belirginleşiyor. Handel’in ‘İnci Avcıları’ çalarken mücevher kutusunun kapağı yavaş yavaş açılıyor ve içinden en değerli armağanlardan biri çıkıyor. Dünya kültür mirasının tektaşlarından Hamlet, Türk tiyatrosunun duayen oyuncusu Bülent Emin Yarar’ın vücudunda karşımızda beliriyor. Bülent Emin Yarar’la bir mücevher kutusunun içinde saklanması gereken ‘Hamlet’ oyununun yanı sıra okul koridorlarından çay bahçelerine kadar Türkiye’nin dört bir yanındaki insanlara tiyatroyu nasıl ulaştırdığını, oyunculuğu ve sanat kurumlarının son durumunu konuştuk. Hamlet’i sahneleme fikri nasıl ortaya çıktı? Ben bundan 10 yıl kadar önce Hamlet oynamak istediğimi Işıl Kasapoğlu’na söylemiştim. Gerçi çok da ayağı yere basan bir istek değildi bu. O zaman Işıl Kasapoğlu bana ‘Hamlet için sen biraz geciktin galiba’ dedi ve benim zaten az miktarda olan cesaretim de kırılmış oldu. Bunu bir daha sormama kararı aldım ve aradan zaman geçti. Bu yıl için Işıl’a Macbeth yapalım dedim. Ama sonra ne olduysa, bir şekilde Işıl ‘Gel, Hamlet yapalım’ dedi. Her ikisi de aynı anda başka yerlerde de çalışılıyordu ya da sahneleniyordu. Ama Işıl, Hamlet yapmakta ısrar edince bir şey hissetmiş olabileceğini düşündüm ve ‘Tamam’ dedim. Provalara başlamadan önce nasıl bir çalışma yapman gerekti? Ben tabii metin üzerine çalışırken, bir yandan da kaç kişiyle çıkarabiliriz bu oyunu diye de hesap yaptım. Benim hesaplarıma göre altı kişiyle bu oyun çıkabiliyordu. Yani ben Polonius’u da oynamak istediğim için beş kişilik bir oyuncu kadrosuyla Hamlet’i çıkarabileceğimizi anladım. Tabii Işıl’la da her gün haberleşiyorduk, ne yaparız, nasıl yaparız diye. Şakir Gürzümar’a götürdük, ondan da onay aldık. Peki tek kişilik bir oyun haline nasıl dönüştü? Her telefonda Işıl’a da söyledim, ‘Unutma bak ben hem Polonius’u hem de Hamlet’i oynamak istiyorum, böyle düşün’ diye. Işıl da ‘Tamam’ diyordu her seferinde. Bir gün Işıl aradı, ‘Ben okuyorum okuyorum bu metni ama Zeynep tek kişilik yazmış bunu. O zaman sen oynarsın’ dedi. Ben de ‘Oynamam’ demek durumunda kaldım. Ben tek kişilik oyunu izlemeyi de sevmem, oynamayı da. Çünkü ister istemez bir anlatıcı durumuna düşersiniz. O yüzden keyifli gelmez. Dolayısıyla ‘Ben yokum’ dedim. Işıl, ben tepki verince bir şekilde orta yol bulacağımızı, altıysa altı, beşse beş kişiyle işi çıkarabileceğimizi söyleyip beni sakinleştirdiyse de beni çok iyi tanıdığı için bu düşüncenin kafama gireceğini de biliyordu. Bu sefer ben kendimi tek başıma çalışırken buldum. Okumaya başladım ve yürüdüğünü gördüm ama bu defa başka bir heyecan sarmaya başladı beni. Hamlet’in tek başına sahnelenmesine olanak veren özellikleri nedir? Hamlet genel olarak baktığımızda zaten tektir. Hamlet’in merkezinde döner bütün oyun. Çünkü Hamlet farkına varan, ne olup bittiğini anlayan adamdır. İktidarın amcasına geçmesi, annesiyle amcasının birlikteliği onun gerçeği görmesine sebep olur. Hamlet görmeye başlar, daha önce görmediklerini. Halbuki aynı dünyanın içindedir. Ayrıca Hamlet dışında herkes mutludur ve hayatına devam eder. Sadece Hamlet huzursuzdur ve huzursuz eder. İsmini ‘Yalnız Hamlet’ gibi düşünmüştük önce ama sonra düşündük belki o ‘yalnız’ kelimesi bile fazla gelebilirmiş. Dekor ve ışık da çok farklı ve özel. Nasıl bir süreçti? Hakan Dündar dekor ve giysi tasarımını yaptı ve provalarda da hep Işıl’ın, benim, ışığı yapan Cem Yılmazer’in aklındakilere yakın malzemeler getirdi. Işıkta da böyle oldu. Yani herkesin bir parçası olduğu ve birbirinin alanına girdiği bir prova sürecimiz oldu. Bir mücevher kutusunun içinde olup bitiyor her şey, o kutunun nasıl çağrışımları var? İnsanlara farklı farklı çağrışımlar yapıyor. Orayı dünya olarak gören var, mezar olarak gören var... Bir resim gibi sonuçta, herkes her şeyi söyleyebilir. Ben Shakespeare’i bir mücevher olarak görüyorum. Düşün ki öğrenciliğimizden beri Hamlet bizim aklımızda ve ağzımızdadır. Fakat provalar başlayınca Shakespeare’i tekrar okuyorsunuz ve ‘Bu nasıl bir adam’ diye şaşırıyorsunuz. BÜTÜN KARAKTERLER İÇİMİZDE Aynı anda birden çok karakteri canlandırmak nasıl bir deneyim? Tek bir karakteri oynarken bir kişilik düşünürken, bu sefer birkaç kişilik düşünüyorsunuz. Ama o karakterlerin benim içimden çıktığını biliyorum. O her ne ise, bir haykırışsa mesela hepimizin içinde var ve onu içinden attığı zaman aynaya da bakmış oluyor. Geçen gün öğrencilerimle birlikte Ghetto diye bir oyun oynadık ve ben Kitel adlı Nazi subayı rolünü oynadım. Öyle işkence sahneleri vardı ki ve onlar öyle vahşice yapılıyordu ki, ben de oynarken, ben de dahil hepimizin içinde böyle duyguların olabileceğini fark ettim ve bir an duraksadım. Ancak aynı zamanda aynı adamın içinde aşk da vardı, fakat geri dönüşü o kadar imkansız ki, gidemiyor. Emri altındaki Musevilerle birlikte saksofon çalıp müzik yapmaya çalışıyor ama ahengi bozuyor, bir parçası olamıyor çünkü. O da benden çıkıyor işte. Hepimizin içinde bu duygular var. Biz sokakta melek diye gezemeyiz. Sadece bir günümüze baksak kim bilir neler çıkacak içimizden. Farkında olmuyoruz ya da kanıksamışız ama birine öyle bir bakıyoruz ki kötülük o bakışta yatıyor işte. Hamlet’in hikayesi bugünün 3. sayfa haberlerini düşününce çok naif kalıyor sanki. Şu an insanlar bu duygular için sayfalarca dil dökerler mi? İnsanlar dökmez belki, dökemez ya da ama izliyorlar dikkatle. Onu dinlemelerini, bu yüzleşmeleri, o şiirsel dil ile anlatışını duymalarını istiyordum. Bunun her bir kelimesinin de anlaşılması gerekiyordu ve bunların yaratıkların ağzından değil insanların ağzından çıkması gerekiyordu. Shakespeare’i okuması da, dinlemesi de, oynaması zor geliyor çoğunlukla. Çünkü onla ilgili aklımızda hep kalıplar vardır. Mesela rol kesmek gerekiyormuş gibi hissediyorlardı. İzleyiciye senin ‘naiflik’ dediğin duygunun Shakespeare’de nasıl sayfalarca betimlemelerle ifade edildiğini anlatmak da istiyordum. İNSANLAR ARASINDA GEREKSİZ BİR UÇURUM VAR Sen çok da iyi bir tenorsun aslında. Operaya nasıl girdin? Ben hayata operayla başladım ve dört yıl opera okudum. Parçam yoktu ama benim sesimi sevdiler ve bana neden bir parça hazırlamadığımı sordular. Ben de umudum olmadığını, Ankara’da kazanamadığımı söyledim. Jüri benden bir şey söylememi istedi, bir yeşil ışık yaktı; ben de ‘Ilgaz Anadolu’nun sen yüce bir dağısın’ şarkısını söyledim. Çok sevdiler. İkinci sınavda da ‘Ey çoban nedir kederin, yalnızlık buymuş kaderin’ diye bir şarkı söyledim. Sonra da kazandım. TÜSAK (Türkiye Sanat Kurumu) Yasası'yla sanatın halkın her kesimine ulaşıp ulaşmadığı tartışması yapılıyor, sen ne düşünüyorsun bununla ilgili? Genel anlamda gereksiz bir uçurum olduğunu okuldayken, öğrenciyken sezmiştim. Ama bunu sadece sezmiştim, emin değildim. Hep bu sezgiyle hareket ettim. Mesela yabancı bir çocuk oyunu oynadığımızda öğrenciyken, ben o karakteri yine bu coğrafyanın adamına göre oynuyordum. Ben oyunun yazıldığı yerlere ait bir adam değilim ki, olamam ki. Bunu dememek zaten taklit etmek olur. Bir de ister istemez sanatla sıradan insanın arasına inanılmaz bir mesafe konmasına sebep oluyor işte. Sanat sanki dokunulmaz bir şeymiş gibi gösteriliyor. Her yere gidemeyen bir şeymiş gibi sunuluyor. Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’ndaki beş yıllık deneyiminde neler gözlemledin? Işıl Kasapoğlu ile biz orada tanıştık, 1993 yılında Macbeth oynadık Diyarbakır’da ve önceleri ekip olarak mümkün olmayacağını düşündük. Sahneye koyduk ve o kadar çok izlendi ki. Dicle Üniversitesi’nden, çevre yerleşmelerden gençler geldi ve bize sorular sormaya, eleştiriler yapmaya başladılar. İstanbul’a geldiğimde izleyiciyle tiyatro-tiyatrocu-oyun arasındaki mesafenin uzayıp gittiğini hatta bazı zeminlerde yok olduğunu gördüm. Şu andaki Hamlet’i, hiç Hamlet okumamış birinin izleme ihtimalini görebiliyorum. Çoğalmak, var olan yapı içerisinde kendini iyi hissetmektir. Ancak böylelikle birlikte çoğalabileceğimizi düşünüyorum. SANAT KORKULACAK BİR ŞEY DEĞİL Sence geri dönüşü olmayan bir noktada mıyız? En büyük üzüntüm öğrencilik yıllarımda, sokaklarda çocuk oyunları oynadığımdan beri izleyicinin tepkilerini yakından gözlemleme şansı buluyorum. O zamanlar bir banka bize destek oluyordu bir araç ve dekor arabası veriyordu. Gideceğimiz yerleri biz seçiyorduk, arabalar oraya geliyordu ve biz oyunları oynuyorduk. Bazen bir okul koridoru oluyordu bu, bazen bir çay bahçesi. Sahnesi olmayan, gecekondu semtlerinde, tiyatroya ulaşma imkanı zor olan yerlerde çocuk oyunları oynuyorduk ve aldığımız tepkiler inanılmazdı. İnsanların o bekleyişini, beklentisini biliyorum ben. Hâlâ da öyle olduğuna eminim. Rize, Çorum, Adapazarı, Samsun... Böyle gittiğimiz şehirlerden sadece birkaçı. Bence sanat korkulacak bir şey değil. İnsanın kendine baktığı her an sanat zaten. Sanat kötüye kullanılabilir mi sence? O zaman sanat olmuyor. İyi niyetle bile başlanmış olabilir ama eğer kimseye ulaşmamışsa ve gitmiyorsa mutlaka bir sorun vardır. İnsanlar eğitimsiz diyoruz ya hani, eğitimsiz insan hiçbir şeyi almazmış gibi geliyor bize. Aslında tam tersi, daha çok almaya ve öğrenmeye açıktır. Zaten bizim yapmamız gereken eğitimi olmayan insanın da alabileceği, sezebileceği, hissedebileceği bir şey çıkartmak ortaya. Sanatı başucuna koyup, ‘Siz uzaktan bakın, nasılsa anlamazsınız’ tavrıyla izleyicisine yaklaşanlar olabilir. Bazen öyle oyunlar izlerim ben de. Seyircilerin yarısından fazlası anlamamıştır oyunu fakat bunu göstermemek için ya da nezaketen alkışlamışlardır. Böyle de kandırıldık. Ama ben Diyarbakır’da yanımıza gelen bir izleyicinin ‘O çocuk iyi oynamıyor bak’ diyerek hem çok haklı olduğuna, hem de son noktayı koyduğuna şahit oldum. Bizim Diyarbakır’da ‘tiyatro eleştirmenimiz’ yoktu ki. İyi ki de yoktu. İzleyici vardı. Sen politika konuşan ya da sanatını politik bir dille anlatan bir sanatçı değilsin. 1980’lerde şöyleydi, şimdi böyle denecek bir tavrın da olmadı. Bu çizgini nasıl korudun? Bu meslek bir şekilde hayatıma girdi ve bunun için çok mutluyum. Ben öyle oyunların içinde oldum ki, okulda da böyleydim. O karakterlerle uğraşmaya başlayınca gördüm ki sanatta taraf yok. Sanat insanlığın kirli çamaşırlarını da, güzelliklerini de o kadar açıkça gözünüzün önüne seriyor ki, içinden mutlaka bazılarını alıp, seçiyorsun. Bunun insanda bıraktığı büyü, sizi kendiliğinden etkisi altına alıyor. Benim hissettiğim, kendim de dahil olmak üzere henüz kendini tamamlayamamış bir süreç var önümüzde. Sanat her defasında bana bunu gösteriyor. O ‘insan’ dediğimiz ne ise, ne demekse gerçekten biz onu bulamadık henüz. Ama ben her gün bu sahneden konuşuyorum. Her gün şunu söylüyorum, ‘Lanet olsun, ne bakımsız bir bahçe ki şu dünya, azgın bitkileri tohuma kaçmış. Pis, kaba ne varsa tabiatta sarmış içini.’ Bunu diyebiliyorum, her gün konuşuyorum. Hiç de boş konuşmuyorum. Dolayısıyla yaptığımız işin içerisinde o kadar büyük bir zenginlik var ki, ben onunla kendimi ifade etmeyi tercih ettim. Sen devlet kurumunda çalışmanın olanaklarını kullanarak Türkiye'yi turnelerle gezmiş birisin. Yeni yasa belki de bu olanakları alacak elinizden, neler hissediyorsun? Bu çok aceleye getirilmiş, iyice düşünülmeden ortaya atılmış bir süreç oldu. Biraz daha netleşebilsek, biraz daha anlama üzerine gitsek daha iyi olacak diye düşünüyorum. Sonuçta bugün elinizi attığınız her türlü yapının içerisinde bazı denge kaymaları vardır. Ama yok etmek ve sonlandırmak bir çözüm değil ve çok sığ bir düşünce şekli. Konservatuarlardaki eğitimin ciddi anlamda sorgulanması gerekebilir. Opera, bale, tiyatro, klasik müzik hepsi dahil olmak üzere bunlar bir toplumun olmazsa olmazları haline gelmeli ve herkes seyredebilmeli. Bundan da kimsenin korkmaması gerekiyor. Çünkü gerçek anlamda o zaman huzura ulaşabilecek toplum, o zaman renklenecek ve şeffaflaşacak. Hatta korkularından arınacak herkes. ‘Amerika gibi, Fransa gibi, İngiltere gibi’ diye başlayan cümleler yerine biz kendi coğrafyamıza bakıp, buna göre çözümler üretebilmeliyiz. AKM’nin (Atatürk Kültür Merkezi) durumu hâlâ çok belirsiz, en son ne oynamıştın orada? AKM’de en son Çayhane oynamıştım. İlk kez 18 yaşında bir velettim, hocam götürmüştü. Nedense işte öyle yanınızda biri olmadan kolay kolay giremeyeceğiniz bir yerdi o zamanlar. O koridorlarda ben aklımı kaybettim. Sahneye çıktığımda ise hissettiklerim tarifsiz. Baktım, bir noktaydım. Dedim ki ‘Ahh ben ileride burada mı şarkı söyleyeceğim kendi kendime.' Sonra oldu, Cyrano De Bergerac ile çıktım o sahneye elim ayağım titreyerek. 1300 kişilik salonda. Bir gün bile şikayet etmeden o kadar keyifli oyunlar oynadım ki orada. Ve şimdi öyle üzülüyorum ki orası olmadığı için. Bedia Ceylan Güzelce/Al Jazeera
Reklam
Kahve Süsleme Sanatının En Güzel 16 Örneği
26 yaşındaki Japon Kazuki Yamamoto'nun yaptığı 3 boyutlu kahve sanatı hayranlık uyandırıyor insanda...Ayrıca sanatçı twitter adresinde sürekli güncellemeler yapıyor...https://twitter.com/george_10g/
Urfalı Güvenlik Görevlisinden Çocuklar İçin 'Akıllı Ayakkabı'
ŞANLIURFA'da özel güvenlik görevlisi olan 34 yaşındaki İbrahim Halil Boz, sinyal gönderebilen ve kullanıcının yerini ileten 'akıllı ayakkabı' üretti. Tehlike anında ayakkabıdan GPS sistemiyle ev veya işyerindeki bilgisayara singyal gönderen ayakkabı, aynı zamanda kullanıcısına masaj yapma özelliği taşıyor. Özel güvenlik görevlisi İbrahim Halil Boz, son olarak Kars'ta bir çocuğun kaçırılarak öldürülmesinin ardından tehlike anında ailelere uyarı veren bir sistem geliştirmek için akıllı ayakkabı yapmaya karar verdi. Boz, bunun üzerine bir spor ayakkabısının taban kısmına özel olarak hazırladığı sensor ve GPS programı yerleştirdi. Özel olarak ayakkabının tabanına yerleştirilen ve dışarıdan bakıldığında belli olmayan, aynı zamanda kullanıcıyı rahatsız etmeyen akıllı ayakkabıya bir de tehlike durumları için alarm düğmesi yerleştirdi. TEHLİKE ANINDA DÜĞMEYE BASILMASI YETERLİ Tehlike anında ayakkabının yan tarafındaki düğmeye basılmasıyla birlikte kişinin yer konumu bağlı olduğu bilgisayara sinyal gönderiyor. Şu anda 5 kilometrelik alanda etkili olan sistemi geliştirmeyi amaçladığını anlatan İbrahim Halil Boz, 'Çocukların tehlike yaşamaması için böyle bir çalışma içerisinde girdim. Akıllı telefonun olduğu bir dönemde akıllı ayakkabının da olabileceğine kanaat getirerek bunu ürettim. Tehlike durumunda sinyal gönderebilen ve kullanıcının yerini ileten bu ayakkabının maliyeti sadece 100 liradır. Bu ayakkabı başta çocuklar olmak üzere tüm kullanıcıların hayatını kurtarabileceği gibi kullanıcının ayaklarına masaj da yapıyor' dedi. Ayakkabı ile özellikle ailelerin küçük ve genç yaştaki çocuklarının nerelere gittiğini takip etmesine de olanak sağladığını ifade eden Boz, şarj ihtiyacı bulunmayan sisteminin 5 kilometre olan menzilinin daha da genişletmek için uğraştığını da sözlerine ekledi. urfahabermerkezi.com
Nihat Doğan'ın İlk Kitabı: Memleketimin Koyunları
Bir süredir ortalarda görünmeyen şarkıcı Nihat Doğan, 'Memleketimin Koyunları' kitabıyla geri döndü. Twitter'da gündeme ilişkin çıkışlarıyla tanınan ünlü türkücü, kitabında Türkiye gündeminin ana maddelerini irdeledi. Osmanlı'dan barış sürecine, Gezi'den yeni anayasa tartışmalarına kadar birçok konuya kitabında cevap aradı. İlk kitabını deneme türünde yazan yazan Nihat Doğan'ın 'Memleketimin Koyunları', 384 sayfadan oluşuyor. -Memleketimizin koyunları nasıl farklı bakıyor? -Cumhuriyet elitistleri neden din düşmanlığı yapıyor? -Osmanlı'nın mirasını nasıl reddettik? -Barış süreci neden istenmiyor? -Türk - Kürt kardeşliği neden kurulamıyor? -1071 Türk ve Kürt halkları için neden önemli? -Gezi olaylarının büyük resminde neler var? -Sosyalizm ilkelerini ülkeye uygulayan sağ iktidarın sırrı ne? -Deniz Gezmiş’in davasını nasıl devam ettiriyor? -Yeni Türkiye'nin nasıl olması lazım? -Sivil anayasa nasıl oluşturulmalı? -Kardeşlik Destanı, Barış Destanı yazmak için ne yapmalıyız? -Gerçek dostlar kimlerdir, nasıl anlaşılır? 'Memleketimin Koyunları' ile ilk kitabını çıkaran Nihat Doğan, kitabına ilişkin yaptığı açıklamasında sık sık Türkiye'yi nasıl sevdiğini sık sık vurguladı. Kitabı neden yazdığını anlattı. “Benim ülkemin koyunları, bir mesajdır. Biz burada kendi ecdadımıza, kendi milletimize olan sevginin çıtasını yükselttik aslında bu mesaj ile… Biz bu ülkeye aşığız; doğusuna da, batısına da, kuzeyine de, güneyine de… Hatta ve hatta, bizim aşkımız öylesine büyüktür ki, bırakın insanını; havasına da aşığız, toprağına da aşığız, suyuna da aşığız, çiçeğine de, böceğine de aşığız.. Hatta bırakın, havasını, suyunu, gülünü, dikenini; biz bu ülkenin kedisine de aşığız, köpeğine de aşığız! Hatta ve hatta, biz bu ülkeye, bu ülkenin evlatlarına, ecdadımıza, toprağına, kedisine, köpeğine aşık olduğumuz kadar, vallahi de billahi de bu ülkenin koyunlarına bile aşığız!” “Elli sene sonra, yüz sene sonra insanlar beni çok daha iyi anlayacaklar. Artık düşünür mü derler, felsefeci mi derler, deli mi derler, veli mi derler bilemem... Ama bu toprakların bir insanı olarak haykırışlarımın açılımındaki sırrı keşfedecekler insanlar. Diyecekler ki: ‘Yıllar önce Nihat Doğan diye biri varmış ve gerçekleri olduğu gibi haykırmış, doğruları söylemiş! Bize demokrasiyi, özgürlüğü anlatmış, vesayete karşı çıkmış, halktan yana olmuş, ezilenlerin yanında olmuş, Türk’ü Kürt’ü kardeş yapmak için uğraşmış, şarkılar yapmış ve zulme dur demiş. Fildişi kulelerinde oturup halka zulmedenlere, zalimliklerine ‘Yeter!’ demiş. İşte böyle bir Nihat Doğan kompozisyonu çizmek adına bu kitabı yazdık.”ensonhaber.com
Reklam