Neden varsınız ?
Robert Lanza
Wake Forest Üniversitesi Tıp Profesörü
30,000 seneden fazla bir süredir bu sorunun cevabını bulmak için göklere ve tanrılara baktık. Ateşi icat ettik, Ay’a yolculuk ettik, güneş sistemi dışına metal bir parça bile fırlattık. Ama süper-proton-antiproton-senkrotronlara, dünyanın etrafını 16 kez dolanacak denli niyobyum-titanyum içeren süper iletkenlere ve süper hızlandırıcılara rağmen, neden var olduğumuz konusunda uygar bilince sahip ilk düşünürlerden daha fazlasını bilmiyoruz. Bunların hepsi nereden geldi? Neden buradayız?
Evine dönmek için büyücüyü bulmak amacıyla uzun bir yolculuğa çıkan ama nihayetinde cevabın aslında kendi içinde olduğunu anlayan Dorothy’yi seviyoruz (Oz Büyücüsü). Uzayın derinliklerine daha çok baktıkça yaşamın sırrını daha çok kavrıyor ve varoluşun spiral galaksileri inceleyerek ya da uzaklardaki süpernovaları seyrederek bulunamayacağını anlıyoruz. Cevap daha derinlerde. Kendi benliklerimizde.
Dünyaya o kadar uzun süre baktık ki artık onun gerçek olduğu düşüncesine meydan okuyamıyoruz. Evren şudur: duyu organlarımız 14 milyar yıl yaşındaki atomları ve galaksileri algılıyor, ama akıl gözüyle dünyanın anlayışımızın içinde varolan birleşik yasalarla bir araya getirilmiş bir demet algı/duyudan ibaret olduğunu göremiyoruz. Dünyayı ayakta tutan yasaları göremiyoruz; bu yasalar yok olsa, bütün ağaçların, dağların, aslında bütün evrenin hiçliğe çökerek yok olacağını anlayamıyoruz.
Loren Eisely bir keresinde “ duyu organlarımızdan çok memnunuz” demişti, ”artık bir insanın gördüğü kadarıyla yetinmek yetmiyor- evrenin sonuna dek hem de”.Radyoteleskoplarımız ve süper iletkenlerimiz sadece zihinlerimizin algılarını genişletiyor. Sadece bitmiş işi görüyoruz. Bu dünyada yalnızca bir gözlem, biçim ve formu realiteye dönüştürebilir- kara hindiba çiçeklerini çayırlara, ya da tohuma, güneşe ya da rüzgâra ya da yağmura dönüştürebilir. Bu, etkileyici bir şey ama, bunu kediniz de köpeğiniz de yapabilir. Belki penceremin dışında, ağının bir yerlerinde sinmiş bekleyen örümcek de.
Biz, biyoloji dersinde bize öğretilenlerden daha fazlasıyız. Sadece atomların bir araya gelmesinden –proteinlerin ve moleküllerin- güneş etrafındaki gezegenler gibi dönmesinden ibaret değiliz. Kimya yasaları, yaşayan sistemlerin basit biyolojisini inceleyebilir, ve bir tıp doktoru olarak hayvan hücrelerinin kimyasal temelleri ve hücre yapılarını detayıyla anlatabiliriz: oksidasyon, biyofiziksel metabolizma, bütün karbonhidratlar, lipidler ve amino asit örüntüleri. Ama biz biyokimyasal işlevlerimizin toplamından daha fazlasıyız. Yaşamın tam anlamıyla kavranması hücrelere ve moleküllere bakarak anlaşılamaz. Fiziksel varoluş, duyu algılarını ve algı deneyimlerini koordine hayvan yaşamından ve yapılarından ayrı tutulamaz (bunların bile bilincimizde fiziksel bağları var).
Görünüşe göre fiziksel gerçekliğin bize ait bölmesinin merkezindeyiz, yaşamın geri kalanına Dünya’nın 4,5 milyar yıllık tarihiyle sadece aynı anda canlı olarak değil, varoluşun kendisi için bir kalıp oluşturan bir örüntüyle de bağlıyız.
Bilim, varoluşumuz için büyük önemi olan yaşam niteliklerini kavramayı başaramadı. Yaşam ve bilinçliliğin daha geniş evreni anlamada bir dip noktası olduğu şeklindeki dünya görüşü- yani biyomerkezlilik- bilincimizin fiziksel sürece bağlanması etrafında yoğunlaşır. Bu, yaşamım boyunca uğraştığım bir şey, yol boyunca çok yardım aldım, modern dönemin en takdir edilen bazı beyinlerinden güç aldım. Ayrıca benim öncüllerimi şok edecek bazı sonuçlara ulaştım, biyolojiyi herşeyin teorisini bulmak adına diğer bilimlerin üzerine yerleştirdim.
Çocukluktan itibaren evrenin ikiye bölünebileceği öğretilir bize-kendimiz ve bizim dışımızda kalan herşey. Bu mantıklı elbette. “Benlik” genelde kontrol edebildiğimiz şey olarak tanımlanır. El parmaklarımızı hareket ettirebiliriz, ama sizin ayak parmaklarınızı kıpırdatamam. Buradaki çelişki çoğunlukla manipülasyona dayanır, temel biyoloji bize bir kaya ya da ağaca kıyasla kendi bedenimizdeki trilyonlarca hücre üzerinde hiçbir kontrolümüz olmadığını söylese de.
Şu anda etrafınızda gördüğünüz herşeyi bir düşünün- mesela bu sayfayı, elleriniz ve parmaklarınızı. Dil ve gelenek herşeyin dışarda, dış dünyada varolduğunu söyler. Ama beynimizi çevreleyen kafatasımızla hiç birşeyi göremeyiz. Gördüğünüz ve deneyimlediğiniz herşey-vücudunuz, ağaçlar ve gökyüzü- zihninizde meydana gelen aktif bir sürecin parçasıdır. Siz bu sürecin kendisiniz, yalnızca motor nöronlarla kontrol ettiğiniz küçük parçalar değilsiniz.
Biyomerkezliliğe göre siz bir obje değilsiniz- siz kendi bilincinizsiniz. Siz birleşik bir canlısınız- sadece kıpırdayan kolunuz ya da ayağınız değil; algıladığınız bütün renkleri, duyu ve algıları, nesneleri kapsayan daha büyük bir denklemin bir parçasısınız. Eğer denklemin bir tarafını boş bırakırsanız o zaman varoluşunuz sona erer. Gerçekten de yapılan deneyler parçacıkların gerçek nitelikleriyle ancak ve ancak gözlemlendikleri zaman var olduğunu ortaya koyuyor. Büyük fizikçi John Wheeler’ın söylediği gibi, “gözlemlenene dek hiçbir fenomen gerçek bir fenomen değildir”. İşte bu yüzden gerçek deneylerde, maddenin özellikleri- uzay ve mekânın kendisi-gözlemciye bağımlıdır. Sizin bilinciniz denklemin bir parçası değil sadece-denklem sizsiniz.
1979 yılında Nobel ödülünü kazanana Steven Weinberg’ün ” Son Bir Teorinin Düşleri” adlı kitabında kabul etmek zorunda kaldığı gibi; bilinçle ilgili bir problem var, fizik teorisinin gücüne rağmen, bilincin varlığı fizik yasalarından kaynaklanıyor gibi görünmüyor.
Yaşam ve evrenle ilgili yanıt teleskopla bakılarak ya da Galapagos ‘daki ispinozları inceleyerek bulunamaz. Çok daha derinlerde yanıt. Onların varolmasının sebebi, bizim bilincimiz. Bilincimiz düşüncelerimizi ve genişletilmiş dünyaları uyumlu bir deneyim haline dönüştürerek duygularımızı ve amaçlarımızı-iyiyi ve kötüyü, savaşları ve sevgiyi- yaratan müziğe hayat veriyor. Yaşam oyununu oynamanız için hileli zar atmıyor. Doğru, her yerde acı ve ızdırap var. Ama Will Durant’ın dikkat çektiği gibi “ızdırabın ardında komşuların samimi yardımını, çocukların ve gençlerin şamatalı neşesini, yaşam dolu kızların danslarını, ailelerin ve sevenlerin bile isteye yaptıkları fedakârlıkları, toprağın sabırlı cömertliğini ve baharın rönesansını” görmeye ihtiyacımız var.
Ne biçim alırsa alsın, yaşam bize şarkı söylüyor, çünkü bir şarkısı var. Anlamı ise şarkının sözlerinde.
--Resim: Leoben Conoy/ Battlestar Galactica
Yorum Yazın