Freeze Culture: Modern İnsanların Sessizce Donduğu Yeni Zaman Hastalığı
Kültür denince genelde ritüeller, alışkanlıklar, kurallar ve ortak yaşam biçimleri aklımıza gelir. Bir topluluğun devamlılığını sağlayan, “ne yapılır ne yapılmaz” sınırlarını belirleyen görünmez bir çerçevedir kültür. Biyolojik değil; öğrenilerek aktarılan, zaman içinde ortak bir zemine dönüşen gelenek…
Peki ya donma?

Son zamanlarda birçok insanda aynı hissin sessizce çoğaldığını gözlemliyorum. Bedenleri hareket etmeye hazır duruyor, ancak zihinleri görünmez bir frene takılmış gibi ilerlemekte zorlanıyor. Dışarıdan bakıldığında hayatlarını sakin ve düzenli bir ritimde sürdürüyor gibiler; ancak davranışlarında açıklaması güç bir duraksamanın, hafif bir içsel gerilimin tedirginliği anlaşılıyor.
En basit işe başlamak bile beklenmedik bir ağırlık taşıyabiliyor. Odaklanmak için kısa bir an durduklarında, düşüncelerinin arasında ince bir kopukluk hissi ortaya çıkıyor. Sanki bir ip yumağının ucunu arar gibi, yakalamaya çalışır gibi… Her yaklaştıklarında geri çekilen, toparlanır gibi olduklarında yeniden dağılan bir zihinsel akış. Enerji bütünüyle kaybolmuş olmasa da yönü belirsiz bir akış…Bu tabloyla ne kadar sık karşılaştığımı fark ettikçe şunu düşünmeye başladım;
Bu olay sıradan bir yorgunluk ya da geçici bir dalgınlıkla açıklanamayacak kadar düzenli ve kendine özgü. Gündelik hayatın içine sızarak ritim kazanan, davranışları fark edilmeden şekillendiren bir durum bu; freeze culture.
Donma Tepkisinin Görünmeyen Anatomisi

Donma tepkisi, sadece travmatik bir olayın sonucu olmayabilir. Ani bir eleştiri, otorite figürü, bitmek bilmeyen beklentiler, performans baskısı, sosyal gerilim… Bu tür zorlayıcı uyaranların tamamı, bedene anlık olarak ‘tehdit algısı’ ileten bir sinyale dönüşebilir.
Birey dışarıdan sakin görünür ama içeride karmaşık bir sistem devrededir: Sempatik sistem “kaç ya da savaş” der, parasempatik sistem “dur” der. İki zıt ses aynı anda çalar.
Sonuç?
Hareketsizlik. Sessizlik. Başlayamama.
Bu tepkilerin temelini anlamak için, süreci yöneten nörofizyolojik mekanizmadan kısaca bahsetmek gerekirse;
Stephen Porges’in Polyvagal Theorysi bu tabloyu berraklaştırır.
Vagus siniri tek bir hat değildir; üç farklı devreden oluşur;
Dorsal vagal devre tehdit anında sistemi kapatır “tasarruf ve korunma modu.” Ventral vagal devre güvenlik sağlar.
Sempatik sistem ise bildiğimiz savaş/kaç devresidir.
Ve Porges’in şu cümlesi freeze culture’ın belki de en net açıklamasıdır:
“State shifts story.” Hikayeyi belirleyen bedenin içsel sessiz hali…
Tehdit algısı zihinde değil, bedende başlar.
Bu yüzden ‘Neden başlayamıyorum?’sorusunun yanıtı, sandığımız kadar sadece psikolojik değil; çoğu zaman biyolojik süreçlerle de ilgilidir.
Bir Davranış Kültürleşir mi? Evet. Donma da.
Toplumsal bilimlerde “davranışın kültürleşmesi” oldukça yaygın bir fenomendir.
Erteleme kültürü, hız kültürü, toksisite kültürü, sessizlik kültürü, hustle culture…
Bireysel bir davranış tekrarlandığında, görünür olduğunda, ortak bir anlam kazandığında bir anda “yeni normal” olur.
Freeze de tam olarak böyle oldu.
Önce bireysel bir refleks olarak hayatımıza girdi.
Sonra birçok kişi benzer bir hâli yaşamaya başladı.
Ve bugün hepimizin dilinde aynı cümleler dönüyor:
“Başlayamıyorum.”
“Odaklanamıyorum.”
“Takılıp kaldım.”
“Enerjim hiç yok.”
Donma artık bireysel bir sorun değil; kolektif bir deneyim.
Freeze Culture Neden Oluşuyor?

Freeze culture’ın arka planını tek bir nedene bağlamak kolay değil; çünkü bu hâl aslında bedenin eski savunma sistemleriyle zihnin kendi korkuları, sosyal dünyanın baskıları ve yaşadığımız çağın koşuşturması arasında sıkışmış çok katmanlı bir döngü. Bazen beden, yıllar önceki bir hayatta kalma devresine geri dönüyor; bazen zihnimiz “şimdilik durmak daha güvenli” diye fısıldıyor; bazen de çağın hızı bizi hiç fark ettirmeden felce itiyor.
Sinir sisteminin dorsal vagal devresi uzun süreli stresle devreye girdiğinde beden kendi kendine “enerji tasarrufu” moduna geçiyor. Dışarıdan bakınca gerçek bir tehdit yok ama beden öyleymiş gibi davranıyor. Kişi başlamak istiyor fakat iç mekanizma çoktan frene basmış oluyor. Odak kayıyor, zihnin içindeki düşünceler bulanıklaşıyor. Bu tekrarlandıkça donma bir refleks olmaktan çıkıp neredeyse bedenin alıştığı bir çalışma şekline dönüşüyor.
Psikolojik tarafta tablo daha da dikkat çekici hale geliyor. Her adım atma düşüncesiyle birlikte içsel bir değerlendirme başlıyor: “Risk var mı?” “Görünür olmak güvenli mi?” “Hata yaparsam ne olur?” Başlamak, üretmek, sorumluluk almak… Hepsi sessizce bir tehlike gibi algılanabiliyor. Bu yüzden zamanla; başlamamak bir konfor alanına, erteleme bir başa çıkma yöntemine, hareketsizlik ise adeta kişinin kendi kimlik tanımına dönüşebiliyor.
Toplumsal tarafta ise hepimizin tanıdığı o hızlı ritim devreye giriyor. Sanki herkes bir yerlere yetişmek zorundaymış gibi, ama çoğumuz tam olarak nereye koştuğumuzu bilmeden…. Performans baskısı, rekabet, görünür olma çabası… Hepsi aynı anda yükleniyor. Üstüne bir de sosyal medyanın ışıltılı dünyası ekleniyor; herkes sonuçlarını sergiliyor ama kimse sürecin karışıklığını göstermiyor. Bu da içimize sürekli hafif bir “geri kaldım” duygusu bırakıyor. Donma bazen tembellik değil; sadece yorulmuş bir bedenin ve zihnin “bir dakika dur” deme şekli.
Bu döngü yalnızca bireysel değil; yaşadığımız ortam da bu hâli besliyor. Ailede ya da iş yerinde güvenin düşük, kontrolün yüksek olduğu bir atmosfer varsa kişi risk almamayı öğreniyor. Hata yapmanın tolere edilmediği, beklentilerin belirsiz olduğu yerlerde beden kendiliğinden yavaşlıyor. Dışarıdan bakıldığında “pasiflik” gibi görünen şey aslında sinir sisteminin içten içe verdiği “şimdilik ilerleme, güvenli değil” mesajı. Bazen sessizlik bile bir savunma refleksi hâline gelebiliyor.
Ve tabii ki duygusal boyut… İnsan kendine güvenmediğinde, kendini yetersiz ya da eksik hissettiğinde adım atmak düşündüğünden çok daha ağır bir yük oluyor. Üretmek, görünür olmak, bir işe başlamak… Bunların hepsi görünmez bir tehdit gibi hissedilebiliyor. Böyle anlarda donma, kişinin kendini korumak için seçtiği en sakin savunma yöntemi hâline geliyor. Beden “şimdilik burada kal” diyor.
İşte freeze culture, tüm bu biyolojik, psikolojik, sosyal ve duygusal katmanların birbirine dolanmasıyla ortaya çıkan bir döngü.
Hiç Durmadan Koşanlar da Donar: Freeze Culture’ın Görünmeyen Yüzü

Donma hâli çoğu zaman hareketsizlikle özdeşleştirilir; oysa bazı durumlarda aşırı hareketlilik de benzer bir durgunluğun ifadesi olabilir. Fizikte çok hızlı dönen bir cismin gözümüze sabitmiş gibi görünmesi gibi… Dışarıdan bakıldığında sürekli çalışan, hiç durmayan, hep bir sonraki adıma koşan kişiler vardır. Ancak bu yoğunluğun altında kimi zaman durmanın tetikleyeceği duygularla yüzleşme kaygısı bulunur. Birey, yavaşladığında ortaya çıkacak içsel hareketliliğin ağırlığından çekindiği için temposunu yüksek tutar. Bu durumda görünen hareket, aslında duygusal bir donmanın üzerini örten bir ritme dönüşür. Kişi üretmeye devam eder; fakat bu üretimin altında, duygu dünyasında yaşanan bir tür sabitlik, hatta kapanma hâli yer alır. Dışarıdan aktif görünen bu durum, özünde donmanın daha farklı bir biçimi olarak yorumlanabilir.
Peki Freeze Culture’dan Çıkış Mümkün mü?
Bu yazının amacı bir çözüm listesi sunmak değil; adı tam konmamış bir deneyimi görünür kılmak. Çünkü donma hâline neyin yol açtığı, kimin hangi uyarana nasıl tepki verdiği, hatta içinde bulunduğumuz ortamların dinamikleri bile hepimizde farklı karşılıklar yaratıyor. Bu nedenle tek bir doğrusu ya da herkese uyan bir çıkış yolu yok. Ama en azından fark etmek, kendi ritmimizi ve sınırlarımızı anlamak için küçük bir başlangıç olabilir.
Bu fark ediş önemli; çünkü çoğu zaman donmayı utançla, suçlulukla ya da tembellik etiketiyle açıklamaya çalışıyoruz. Oysa freeze culture, bireysel bir eksiklik değil. Biyolojik, psikolojik, sosyal ve hatta kurumsal etkenlerin iç içe geçtiği modern çağın yeni ve sessiz kültürel fenomeni. Ve bu fenomen, tam da bu çok katmanlı yapısı nedeniyle hayatımıza fark ettirmeden sızıyor.
Sızdıkça da yalnızca üretkenliğimizi değil, gündelik karar alma biçimimizi, iş ritmimizi, ilişkilerimizi, hatta kendimize nasıl konuştuğumuzu bile şekillendirmeye başlıyor. Bir süre sonra “Neden yapamıyorum?” diye suçladığımız şey, aslında kendi bedenimizin ve zihnimizin verdiği çok daha karmaşık bir tepki olduğunu gösteriyor.
Ve belki de ilk adım tam burada duruyor; bunun yalnızca bireysel bir hâl değil, hepimizi bir şekilde içine çeken bir mekanizma olduğunu fark etmek. Çünkü neyin bizi durdurduğunu anladığımız anda, ona karşı küçük de olsa bir kontrol alanı kazanıyoruz. Bu alan, çözümün kendisi olmasa bile, en azından donmanın görünmez duvarını ilk kez çatlatan yer oluyor.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

