onedio
article/comments
article/share
Haberler
Aylak Adam: Bir Teğet Geçişin Fısıltısı

etiket Aylak Adam: Bir Teğet Geçişin Fısıltısı

Yusuf Atılgan'ın kaleminden dökülen Aylak Adam, 1959'un o gri İstanbul'unda, bir adamın –ya da bir gölgenin– sonsuz dolaşımını anlatır. Atılgan, Manisa'nın tozlu yollarında doğmuş bir adamdır; 1921'de, Yunan işgali sonrası Hacırahmanlı köyüne sığınmış bir ailenin oğlu. O köy, belki de C.'nin içindeki o boşluğun tohumu: Toprakla barışık olmayan, ama toprağın kokusunu unutamayan bir yalnızlık.

İçeriğin Devamı Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Atılgan, öğretmenlik yıllarında Camus'yü okurken, Yabancı romanının o kayıtsız adamını kendi damarlarında hissetmiş olmalı.

Atılgan, öğretmenlik yıllarında Camus'yü okurken, Yabancı romanının o kayıtsız adamını kendi damarlarında hissetmiş olmalı.

Ama Aylak Adam, Camus'nün soğuk varoluşçuluğundan farklı; burada isyan değil, bir teğet geçiş var. C., hayatı değil, hayatın kenarını sıyırır geçer – bir fısıltı gibi, dokunmadan, ama iz bırakarak. Bu inceleme, bugüne dek yazılanların aksine, C.'yi bir 'modernist kahraman' ya da 'toplumsal eleştiri figürü' olarak değil, bir insan olarak ele alacak: Kırılgan, arayan ve nihayetinde affeden bir ruh olarak.

C., isimsizliğiyle başlar her şeye. 'C.' – bir harf, bir nokta, bir boşluk. 28 yaşında, babasının mirasıyla beslenen bir bedeni var; ama ruhu aç. İstanbul'un sokakları onun tapınağı: Beyoğlu'nun nemli kaldırımları, Galata'nın rüzgârlı köşeleri, Boğaz'ın sisli kıyıları. Günlerini kitaplarla, sigarayla, içkiyle doldurur; ama bunlar dolgu değil, yara bandı. Atılgan, burada bir itirafı saklar: Kendi hayatından. Yazar, 1950'lerde İstanbul'a yerleşirken, o da aylaklık etmiş; öğretmenlikten kaçmış, çiftçilikten vazgeçmiş. Aylak Adam, Atılgan'ın otobiyografik bir meditasyonu gibi – ama yargılamadan. C.'nin aylaklığı, tembellik değil; bir direniş. Toplumun 'çalış, evlen, çoğal' makinesine karşı, sessiz bir grev. Düşünün: Bugün, sosyal medyanın sonsuz akışında kaybolan bizler, C.'yi anlarız. O, scroll yapmaz; yürür. Her adım, bir soru: 'Neden?' Ama cevap aramaz; soruyu sever.

Roman, dört mevsimle bölünmüş bir yıl: Kışın soğuk yalnızlığı, ilkbaharın umutlu takipçiliği, yazın tutkulu kavuşmaları, sonbaharın hüzünlü vedaları.

Roman, dört mevsimle bölünmüş bir yıl: Kışın soğuk yalnızlığı, ilkbaharın umutlu takipçiliği, yazın tutkulu kavuşmaları, sonbaharın hüzünlü vedaları.

C., Güler'i pastanede görür – mavi gözlü, sade bir kız. Takip eder onu; bu, bir aşk değil, bir ayna arayışı. Güler, C.'nin idealindeki 'gerçek kadın' olamaz; çünkü o, toplumun kalıbına uymak ister: Üç odalı ev, sıradan mutluluk. Ayrılırlar, ama C. suçlamaz. Atılgan burada insancıl bir incelik gösterir: Aşkı, bir zafer değil, bir karşılaşma olarak çizer. Sonra Ayşe gelir – eski sevgili, ressam ruhlu, asi. Yazlıkta buluşurlar; bedenler kavuşur, ama ruhlar teğet geçer. Kıskançlık, şüphe, o eski yara: Anne kaybı. C., çocukluğunda annesini yitirmiş; kadınlarda onu arar, ama bulamaz. Bu, ödipal bir düğüm değil – ki eleştirmenler sıkça vurgular – bir özlem. Atılgan, Freud'u okumuş; ama C.'yi bir hasta değil, bir şair yapar. B.'yle kısa bir fısıltı: O, C.'nin kadın hali; entelektüel, kırılgan. Ama o bile yetmez.

Ne farklı kılar Aylak Adam'ı? Bugüne dek yazılanlar –yabancılaşma, modernist teknikler, toplum eleştirisi– doğru, ama yüzeysel. Ben, C.'yi bir 'mindfulness' uygulayıcısı olarak görüyorum: Aylaklık, bugünün meditasyonu. Pandemi sonrası dünyada, evlere hapsolmuş bizler, C.'nin sokaklarını özleriz. O, tüketmez; hisseder. Şehir, onun için bir metafor: Kalabalıkta yalnızlık. İstanbul, 1950'lerin karmaşasında, bugünümüzün aynası. Atılgan, Camus'nün Meursault'sundan esinlenmiş; ama C., öldürmez, sever. Varoluşçu bir isyan değil, insancıl bir kabulleniş. C., sonunda tatlıcıda yıllardır aradığını, 'o kadını' görür. Ve kaçırır ve anlatmaz. Neden? Çünkü arayış, varıştan değerli. Bu, romanın sırrı: Mutluluk, bulmak değil, teğet geçmek.

Atılgan'ın hayatı da teğet geçmiş: 1989'da 68'inde ölmüş; arkasında dört kitap bırakmış.

Atılgan'ın hayatı da teğet geçmiş: 1989'da 68'inde ölmüş; arkasında dört kitap bırakmış.

Anayurt Oteli'ndeki Zebercet gibi kapalı değil; açık, ama yaralı. Aylak Adam, onun hediyesi: Bize, aylak olmayı öğretir – yargılanmadan yürümeyi, sormayı, affetmeyi. Bugün, aceleci dünyada, C.'yi okumak bir lütuf. O, bize der ki: 'Dünyada gereğinden çok kadın var, ama yalnız bir teki yok.' Ama belki de teki, kendimiziz.

Bu roman, bir eleştiri değil; bir kucaklama. Okuyun ve yürüyün. Sokaklar, sizi bekler.

Instagram

X

LinkedIn

Facebook

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
0
0
0
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda chevron-right-grey
Reklam