Filozof Kierkegaard'a Göre Kurtulmak İçin Çabaladığımız Anksiyete Başarı ve Özgürlüğün Tek Yolu mu?
Hayata karşı bizi yorgun düşüren anksiyetemizden kurtulmaya çalışmak yerine onun değerini bilmemiz gerekiyor.
Her ne kadar insanlara basit görünse de anksiyete hayatın basit problemlerini aşılmaz hale getiriyor.
Toplumun neredeyse %20 bu ismi bilsin ya da bilmesin, anksiyete sahibi. Yani durumunuzu eleştiren o kişi de farkında olmadan derin kaygılarla cebelleşiyor olabilir.
Peki tüm bunlar neden oluyor? Onlarca, yüzlerce sebebi var gibi görünse de bazı durumlarda mantıklı bir sebep bulmak bile zor olabiliyor. Burada sözü uzmanlara bırakmak en iyisi. Biz işin felsefik kısmına bakalım çünkü zihinlere ilaç niteliğinde, felsefe tarihinin en kıymetli filozoflarından Kierkegaard'ın yabana atılmayacak bir görüşü var.
O halde açın zihninizin kapılarını, felsefeyle geliyoruz.
Öncelikle, anksiyetenin doğduğu ana dönüyoruz.
Kaygı nereden doğar? Kierkegaard’a göre anksiyetenin doğduğu zeminde belirsizlik vardır fakat bu belirsizlik aynı zamanda bize çok da uzak değil. Şöyle düşünelim, gelecekte ne olacağını hangimiz biliyoruz? Yani gelecek de belirsiz ve gelecek hakkında düşünmek hepimizi biraz olsun kaygıya sürüklüyor.
Ona göre gelecek için kaygılanan insanın yaşadığı anksiyete özgürlük için bir zemin oluşturur. Kaygılanmayan insan için her şey normaldir, gelişim, değişim ve özgürlükten bahsetmek mümkün bile değildir.
Geleceğe dair kaygılanan kişi dünyada varoluşunun tehlikede olduğunu bilir, kendi ayakları üzerinde durmak için çabalar durur.
İşte, Kierkegaard'a göre toplumun olumsuz bir durum olarak anlattığı anksiyete bizi başkalarının himayesindeki bir çocuk olmaktan çıkaran yegâne özelliğimiz. Tabii burada gelecek korkusuyla anksiyeteyi ayırmak gerekiyor. Korkunun aksine kaygının bizi iyiye yönlendiren bir karakteri var ve ilginç biçimde bu farklı yapısı sebebiyle anksiyeteyi arzulamamıza sebep oluyor.
Bu arzu da bir şeyleri değiştirmek için gereken o güçten başkası değil.
Kafanız karıştıysa hemen Kierkegaard'ın örneği yardıma yetişsin. Bir uçurumun kenarında olduğunuzu hayal edin.
İşte hayatta kalma ile bu dünyadan göçmenin sınırında olduğumuz o an yaşanan şey tam anlamıyla anksiyeteyi anlatıyor. Bir adım daha atıp sonsuzluğa gitmekle yerimizde kalıp hayatımızı sürdürmek arasında seçim yapma gücümüz var ama yine de korkutan ihtimalleri düşünüp kaygılanmayı sürdürürüz.
Uçurumdan aşağı atlamıyor olsak bile aşağı baktığımızda gördüğümüz o kayalıkların yarattığı baş dönmesi, olasılıklar arasında kaldığımız anı temsil eder.
Bir anda kendimizle ilişki halinde olmaya başladığımızda anksiyetenin kapıları da sonuna dek açılır. İşte, Kierkegaard'a göre varolduğumuz için mecbur olduğumuz kaygıyla çıktığımız yolda özgürlüğümüzü de kovalamaya başlarız.
Anksiyete bizim için bir düşman değil, aksine yaratıcılığımızı kamçılayan ve bizi özgürleştirecek yegâne dostumuz. Kaygılarla barışmaya hazır mıyız?
Yorum Yazın