onedio
Görüş Bildir
article/comments
article/share
Haberler
Özgür Akın Yazio: Depremde Hayat Kurtaran Teknolojiler

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video

etiket Özgür Akın Yazio: Depremde Hayat Kurtaran Teknolojiler

Dr.Özgür Akın
16.11.2020 - 12:53

'Türkiye’de aktif olan çeşitli fay hatları var. Ülkemiz bir deprem kuşağında yer alıyor. Her an büyük bir depreme hazırlıklı olmalıyız...” 

Bu ve benzeri söylemleri hemen her gün televizyonlarda duyuyor, çeşitli kaynaklardan okuyoruz değil mi? Evet, ülkemiz faal bir deprem kuşağının tam üzerinde bulunuyor ve yüz ölçümünün yaklaşık %92'si bu durumdan direkt olarak etkileniyor. Hemen her gün bir deprem veya küçük sayılabilecek sarsıntılar yaşanabiliyor ülkemizde. Ne yazık ki yakın tarihimiz yıkıcı sonuçlar meydana getiren depremlerle dolu. Özellikle 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi hafızalarımızdan silinmeyecek acılarıyla birlikte, üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen hala etkilerini sürdürüyor. Türkiye'nin kuzey bölgesinin neredeyse tamamından geçen Kuzey Anadolu fay hattının batı bölümünde meydana gelen deprem, 17 Ağustos 1999 saat 03.01'de başladı ve 45 saniye sürdü. Depremin şiddeti Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi tarafından 7,8 olarak ölçüldü. Yaklaşık 18.000 vatandaşımız hayatını kaybetti, 50.000'e yakın vatandaşımız ise yaralandı. Maddi kayıpları ise milyarlarca lira...

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

Deprem felaketini 17 Ağustos'tan önce de yaşayan ülkemiz, deprem gerçeği ile ciddi anlamda ilk defa bu denli yüzleşmek zorunda kaldı.

Deprem felaketini 17 Ağustos'tan önce de yaşayan ülkemiz, deprem gerçeği ile ciddi anlamda ilk defa bu denli yüzleşmek zorunda kaldı.

O tarihten sonra televizyonlarda çeşitli kamu spotları yayınlandı. Deprem öncesinde alınması gereken bireysel önlemlerden, deprem sırasında nasıl davranılması gerektiğine varana kadar pek çok konuya değinildi bu kamu spotlarında. Okullarda eğitimler verildi, tatbikatlar yapıldı, binaların deprem yönetmeliklerine uygunluğu incelendi. Birçok binada güçlendirme çalışmaları yapıldı. Ancak tüm bu uygulamalar her an büyük çapta depremlerin yaşanabileceği bir ülke için yeterli mi? Elbette bu konu başka bir tartışma alanını oluşturuyor ki yazımızda bu tartışmaya değinmeyeceğim. Burada dikkat çekmek istediğim nokta daha çok deprem veya farklı bir afet sonrasında kullanılabilecek hayati derecede öneme sahip teknolojik uygulama ve yöntemler olacak. 

24 Ocak 2020’de gerçekleşen Elazığ depremi ve son olarak 30 Ekim 2020 günü yaşadığımız İzmir depremi ile bir kez daha acı bir tecrübe yaşayarak gördük. Bu depremlerde bazı binaların tamamen yıkılıp bazılarının ise hiç hasar almaması bizlere 'Deprem değil, bina öldürür' sözünü bir kez daha hatırlattı. Peki, Japonya'da neredeyse 9 şiddetinde depremler gerçekleşirken neden yıkıcı etkileri görülmüyor? Nasıl oluyor da böylesi şiddetli depremleri neredeyse hasarsız atlatabiliyorlar?

Japonya depremlerin sık ve şiddetli yaşandığı bir ülke olduğu için deprem ile nasıl baş edileceği konusunda zamanla çeşitli teknolojik araçlar geliştirdi. Bunlardan en etkili olanı ise sismik izolatörler.

Japonya depremlerin sık ve şiddetli yaşandığı bir ülke olduğu için deprem ile nasıl baş edileceği konusunda zamanla çeşitli teknolojik araçlar geliştirdi. Bunlardan en etkili olanı ise sismik izolatörler.

Geliştirildiği günden itibaren başta Japonya olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde kullanılan bu sistem, doğru uygulanması koşulu ile büyük depremler esnasında bile binaların elastik davranmasını sağlayarak yıkımı azami seviyede önlüyor. Elazığ'da 2014 yılında inşa edilen Fethi Sekin Şehir Hastanesi'nin yaşanan depremi 6,8 değil 3,1 şiddeti ile hissetmesi ve hiçbir hasar görmemesinin nedeni hastanenin bu sistem kullanılarak inşa edilmiş olmasıydı. 

Sismik izolatörler yaklaşık 30 yıl önce geliştirilen ve binaların depremden görebileceği zararı minimize eden bir teknolojinin ürünüdür. Binaların taşıyıcı kolonlarına uygulanan bu izolatörler, büyük depremler esnasında bile binaların elastik davranmasını sağlayarak yıkımı maksimum seviyede önlemektedir. Ayrıca binalardaki yapıya bağlı olmayan elemanlar olarak bilinen tesisat sistemlerine gelebilecek zararı da azalttığı için bu tesisat sistemlerinin deprem sonrasında fonksiyonlarını yitirmeden çalışmaya devam etmelerini sağlayabilmekte. Bu sistem geliştirildiği günden itibaren başta Japonya olmak üzere Yeni Zelanda ve Amerika gibi dünyanın diğer ülkelerinde de kullanılmaktadır. Ülkemizde ise 1999 yılından sonra ilk olarak Atatürk Havaalanı'nda kullanıldı.

Daha sonra kullanımı yaygınlaşamaya başlayan sistem; 2013 yılında Sağlık Bakanlığı'nın yayınladığı bir genelge ile öncelikle 1. ve 2. derece deprem riski bulunan bölgelerde inşa edilen yüzden fazla yataklı hastanelerin inşasında mecburi hale getirildi. Bu genelge ile birlikte özellikle yeni inşa edilen hastanelerde izolasyon uygulamasının arttığı görüldü. Milli Eğitim Bakanlığı'nın çalışmaları neticesinde okullara da yakın zamanda bu izolasyon uygulamasının yapılması öngörülüyor. Sistem bugüne kadar gerçek depremlerde gösterdiği sonuçlar ile kullanılabilirliğini test ettirmiş oldu. Şimdiye kadar depremden sonra hasar görmüş ve fonksiyonunu yerine getirememiş bir bina tespit edilmedi. Bu yönden aslında sismik izolatörler, doğal ortamda ve gerçek koşullarda test edilip kendini ispatladı diyebiliriz. 

Sistemin maliyeti ise faydasına oranla çok düşük seviyelerde. Öyle ki bu oran bir binanın kolon ve kirişlerine harcanan ücretin %10'una tekabül edebiliyor. Sistemin gerekli şartlar sağlandığı takdirde sadece yeni yapılan binalara değil, mevcut binalara da uygulanabilmesi mümkün. Bunun için binanın çok eski olmaması ve etrafında çok yakın binaların bulunmaması gerekiyor. Peki başlıkta da belirttiğimiz gibi hayat kurtaran teknolojiler sadece izolatörlerden mi ibaret? Hayır elbette. Birazdan değineceğim yöntem ve uygulamalar da en az izolatörler kadar etkili ve önemli. Özellikle de deprem sonrası için.

Değişen dünya şartları ve gelişen teknoloji hayatın her alanında birtakım ihtiyaçları da beraberinde getirmekte.

Değişen dünya şartları ve gelişen teknoloji hayatın her alanında birtakım ihtiyaçları da beraberinde getirmekte.

Bu ihtiyaçların bir sonucu olarak robotik teknolojilerde yapılan Ar-Ge sonucu üretilen arazi robotları her türlü arazi koşuluna uyumlu olacak şekilde tasarlanmaktadır. Yük taşıma özelliğine sahip olan arazi robotları deprem ya da diğer afetlerde arama-kurtarma ve taşıma faaliyetlerinde kullanılabilmektedir. Arazi robotları eklem yapısıyla her türlü engebeli ve insanların ulaşamadığı alanlarda dengede kalarak yürüme, yönelme, koşma, basamak çıkma gibi özellikleri ile keşif yapabiliyor. Ayrıca esnek hareketlere olanak sağlayan geniş çalışma açısı, IMU (Gyroscope, Accelerometer, Magnetometer) sensörleriyle ortama göre çalışan adaptif denge algoritması, darbelere karşı denge koruma algoritması, Wi-Fi joystick ile uzaktan kontrol olanağı, stereo vision kamera ve 8 megabit hızında çalışan canbus master slave haberleşme mimarisi gibi birçok özelliğiyle hızlı müdahalenin hayati önem taşıdığı felaketlerde kayıpların en aza indirilmesinde yardımcı olmaktadır. 

Bu robotlar barındırdıkları herhangi bir uydu bağlantı sistemiyle felaket bölgelerinde insandan bağımsız olarak hareket ederek yetkililere olay yeri hakkında detaylı bilgi aktarımı gerçekleştirmektedir. Ayrıca arama kurtarma robotlarına entegre edilebilecek gaz sensörü, radar, lazer tarayıcı ve termal kamera gibi ekipmanlar ile görüş açısının düşük olduğu ortamlarda ekiplerin göremeyeceği detaylar konusunda son derece kritik bilgileri yetkili birimlerle paylaşabilmektedir.

Bu doğrultuda bakıldığında özellikle arama – kurtarma faaliyetlerinde kullanılabilmesi ve taşıma özelliği sayesinde zorlu ortamlarda görevini başarıyla yerine getirebilme kabiliyetiyle arama kurtarma ekiplerinin en önemli yardımcılarından olmaktadır. Bugün geldiğimiz noktada yapılan çalışmalar, robotların öğrenme, adaptasyon gibi farklı özellikleriyle arama – kurtarma faaliyetlerinde kullanılabilmeleri için gerekli esnek yapıya sahip olduklarını göstermekte. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus robot üzerine entegre edilmiş olan sensör veya algılayıcıların çalışma alanlarında bulunabilecek gaz, radyasyon veya toz gibi dış unsurlardan etkilenmeyecek nitelikle oluşturulmasıdır.  İnsan ve robot iletişiminin ön planda olduğu arama – kurtarma faaliyetlerinde psikolojik etkenler de değerlendirildiğinde robot kullanımının yaygınlaşması geldiğimiz noktada artık bir zarurettir.

Diğer bir teknoloji ise hepimizin son dönemlerde sıkça adını duyduğu ve birçoğumuzun da kullanımına yönelik merak duyduğu insansız hava araçları dronlar.

İlerleyen teknoloji sayesinde uçuş sürelerinin artması ve üzerlerinde bulunan kameralar sayesinde dronlar arama – kurtarma ekipleri tarafından deprem, sel gibi pek çok olayda aktif bir şekilde kullanılabiliyor. 

Kullanılan bir başka uygulama ise insan koklayan sensörler. Özellikle depremlerde yaşanan en büyük sorunlardan biri hayatta kalan insanların çok kısa bir sürede tespitini sağlamak. Bu soruna çözüm üretmek amacıyla insan kokusuna duyarlı bir sensör oluşturuldu. İnsan koklayabilen sensör olarak tanımlanan bu teknoloji insanın kimyasal izini takip ederek yer tespiti yapabiliyor. İlk saatlerde yapılacak müdahalelerin önemi göz önünde bulundurulduğunda bu uygulamanın ekiplere ve özellikle kurtarılacak insanlara büyük bir katkı sunacağını söyleyebiliriz.

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

Deprem gerçeği ile yaşamak zorunda olduğumuz ülkemizde, tüm binalarımız için teknolojik ürün ve yöntemlerle önlem alınmasının hayati derecede önemli olduğunu bilmek gerek

Deprem gerçeği ile yaşamak zorunda olduğumuz ülkemizde, tüm binalarımız için teknolojik ürün ve yöntemlerle önlem alınmasının hayati derecede önemli olduğunu bilmek gerek

Bu noktada ilk ve öncelikli esas bu izolatörler veya farklı tedbirlere yönelik hukuki düzenlemelerin yapılmasıdır. Dolayısıyla ilgili inşaat firmaları, mimarlar ve mühendisler için gerekli bilgilendirmeler yapılmalı ve uygulamalar hayata geçirilmelidir. Bugün geldiğimiz noktada teknolojiye sahip olan milletler büyük bir hızla gelişim gösterirken, ileri teknolojide söz sahibi olamayanlar ise gelişmiş ülkelere bağımlı hale geliyor. 

Dolayısıyla ülkelerin rekabet güçlerinin tek anahtarı teknolojidir ki, bir ülkenin dünya ekonomisinden pay alabilmesindeki en belirleyici faktör; bilim ve teknoloji alanında sahip olduğu üstünlük ve Ar-Ge’ye yapmış olduğu yatırımlardır. Tam da bu noktada teknolojik bağımsızlık olmadan, tam bağımsızlığın olamayacağının unutulmaması gerekir. Zira günümüzde toplumları yönetmek, bilgiyi yönetmektir, bilgiyi yönetmekte ancak teknolojiyle mümkündür. Teknolojiye yönelik atılımların henüz başlangıç aşamasında olduğu ve deprem, sel gibi afetlerin sıkça yaşandığı ülkemizde hukuki alt yapı ve Ar-Ge başta olmak üzere gerekli tüm atılımların ivedilikle yapılarak bu yönde oluşturulacak çalışmaların tatbik edilecek noktaya ulaştırılması gerekmekte. 

Bilim ve teknolojiyi geriden takip etmek, el yordamı ile ilerlemeye benzer. Tünelin sonundaki ışığı görmek ve ışık huzmesini derlemek ancak bilim ve teknolojinin gölgesinde mümkündür.

Instagram

Twitter

Youtube

Linkedln

Facebook

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
Reklam
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
3
2
1
1
1
1
0
Yorumlar Aşağıda
Reklam
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın