İnsanoğlunun Bir Türlü Sırrına Vakıf Olamadığı Zaman Kavramı Üzerine Düşünceler
Zamana dair düşünceler, zaman zaman akıllara düşer ve zaman içerisinde diğer düşüncelerden ilham alarak kendini geliştirir. Eski çağ filozofları yalnızca yaşam ya da topluma değil, zamana da kafa yordular. Mitolojiler bu evrensel gizemin işleyişine kendilerince açıklamalar getirmeye çalıştılar. Sözgelimi bu sabah işinize ya da dersinize giderken sizler de zamanın önemine -belki de farkında olmadan- bir kez daha vakıf oldunuz.
Zamanın ne olduğuna, nasıl işlediğine dair geliştirilmiş kuramlar ve düşüncelerden derlenen 10 temel fikri sizlere sunuyoruz. Fikirler bu makaleden derlendi. Ek görüşler ve metaforlarla güçlendirilmeye çalışıldı.
Zamanın gizemli delhizlerine buyurun o halde:
1. St. Augustine’in Aklın Zamanı teorisi
2. Aristo’ya göre zamanın biçimi
3. Anın belirsizliği
St. Augustine’in anın gerçekliğiyle ilgili söylediklerinden sonra mutlaka aklınıza takılmıştır. An nedir? Zaman akan bir nehirse, an bir avuçlarımızdan geçen sudan ibaret olabilir mi? Onu saklayabilir miyiz, ya da akıp gitmesini engelleyebilir miyiz?
Bir diyaloga başladığınızda her şey anlık gelişir öyle değil mi? Sohbetin ortasındayken, ilk sözleriniz geçmişte kalmış gibi görünür ama aslında hala aynı konudan konuşuyorsunuzdur. Peki yaşananlar tamamen anın içinde midir, bir kısmı geçmişe intikal etmiş midir, biraz sonra ağzınızdan çıkacaklar gelecekte midir?
Bilim insanları bu duruma 'anın belirsizliği' adını verdiler. Nörolojik hesaplamalara göre an dediğimiz birkaç saniye ile bir dakikaya yakın bir süreden ibaret. Yalnızca bu süre zarfı boyunca yaşadıklarımıza tam anlamıyla hakim oluyoruz.
4. Kısa insanlar anı daha çabuk deneyimliyor
Garip ama gerçek. Nörobilimci David Eagleman'a göre dünyayı dışarıdan bize ulaşan paketler halinde, beynimizle deneyimleriz. Beynimiz ise bu işlenmiş bilgileri vücudumuzun diğer noktalarına iletir. Evet mantığı anladınız: daha kısa uzuvlarda bilgiler daha hızlı iletilir. Bu durum kısa boylu insanları daha bir 'anın içinde' yapıyor. Kısa boylu insanlar gerçeği daha ham, daha gecikmesiz deneyimliyor.
5. Zaman yavaşlıyor
Fizikle ilgili en büyük açmazlardan biri karanlık maddenin varlığı. Basitçe ifade etmek gerekirse etkilerini görebiliyor, ama tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz. Bilbao'lu bir grup bilimciye göre ise karanlık maddenin ne olduğunu bilmememizin sebebi, karanlık madde diye bir şeyin olmaması. Aslolan şey, zamanın git gide yavaşladığını ve bunu görebilmemiz.
Derin uzayda yaşananların, ışık hızı ve mesafelerden dolayı bize epey geç ulaşması bilinen bir durum. Bize olması gerektiğinden geç ulaşan fenomenlerin sebebi ise karanlık madde değil, bu esnada gözlemlediğimiz zamanın yavaşlama hissi.
6. Zaman yoktur
Bir başka fikir de zaman diye bir şeyin olmadığı üzerine. J.M.E. Taggart isimli bir bilimcinin 20. yüzyılın başlarında ortaya attığı kurama göre zamana iki açıdan bakabiliriz: A teorisinde zaman düzlemseldir ve belirli bir yönde ilerler. Bu düşüncede yaşanan olayları ve tecrübeleri tasnif edebiliriz. Hatıralarımız birbirinden bağımsız olan bir çeşit 'zamanın cepleri' konumuna gelir. Sürekli akışta olan ve birbirine bağlı olaylar yoktur.
B teorisinde tamamen farklı bir perspektife yönlendiriliyoruz: Zaman yoktur. Çünkü yaşananları bir düzlem üzerinde tasnif edemeyiz. Zamanın varolabilmesi için her şeyin bir akış içinde kesintisizce meydana gelmesi gerekir. Kesintiye uğramayan değişim ve anılar söz konusu değildir. Dolayısıyla zaman yoktur.
7. Dördüncü boyut olarak zaman
Dördüncü boyut ve nesne evren teorisi, zamanın da dördüncü bir boyut olduğu fikrine dayanıyor. Bu teoriye göre evrendeki bütün her şey üç değil dört boyutun içinde yer alıyor ve dördüncü boyuttaki zamanı, tıpkı diğer üç boyutun unsurları gibi düşünebilmemiz mümkün.
Bu teoriye göre tüm evreni zaman dilimlerinden oluşan uzamsal bir boyut olarak ele alıyoruz. Zamanın da tıpkı diğer her şey gibi boyu, eni ve derinliği mevcut. Her bir olayın, her bir zaman diliminin uzamsal olarak kapladığı bir alan var. Yani temelde her zaman diliminin toplamda bir bütünü oluşturduğu bir boyut hayal ediyoruz. Çocukluk ayrı, ergenlik ayrı, yetişkinlik ayrı uzamlar olarak yer alıyor. Zaman geçmiş, an ve gelecek olarak sıralanmıyor. Aynı anda her yerde ve sonsuz biçimde bulunuyor. Bizim yaptığımız ise bunlar arasında yer değiştirmek oluyor.
8. Hayat gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçti
Bu deyimi çokca duymuşsunuzdur. Ölüm korkusuyla burun buruna geldiğinizde ya da aniden beklenmedik bir şeyle karşılaştığınızda zaman adeta yavaşlamış gibi olur. Öyle ki, bu çok kısa anda hayatınızın bütün önemli anlarını tek tek gözünüzün önüne getirebilirsiniz.
Araştırmacılar bu konuya eğildiklerinde böyle durumların bir anlamda gerçekten oluşabildiğini farkettiler. Bir deney grubuna bir ekranda hızla değişen sayılar gösterdiler. Grup sayıları birbirinden ayırt edemedi çünkü çok hızlı akıp gidiyorlardı. Aynı teste bu sefer 45 metre yükseklikten düşerken tabii tutuldular. Düşüşler esnasında da birbirlerini izlediler. Denekler düşerken de sayıları ayırt edememişti ancak kendi düşüşlerinin, diğerlerinin düşüşlerine oranla yüzde 36 oranında daha yavaş gerçekleştiğini iddia ettiler. Bu da yavaşlayan şeyin aslında zamanın kendisi değil, onu algılayış sistemimiz olduğu sonucunu ortaya çıkardı.
9. Zamanın efendisi 'Kronos'
Antik Yunan felsefesinden önce, zamanın işleyişine getirilen mitolojik bir açıklama mevcuttu. Buna göre Kronos, oğlu Zeus tarafından öldürülmeden önce zamanın tanrısı konumundaki bir titandı. Zamana dair bütün işleyişler, yılların, mevsimlerin, çağların değişimi ondan soruluyordu.
İnsanların zaman içindeki akıbeti ise farklı bir şeye, kaderin üçlüsü olarak tabir edilen Moirai’ye bağlıydı. Bunlardan biri olan Klotho, zamanın ipini fırlatan ve herkes için döngüyü başlatandı. Lakhesis ipis uzunluğunu belirleyendi. Atropos ise kesendi.
İnsanoğlunun kaderi, Moirai’nin öngörülerine göre şekilleniyordu. Kaderci bir inancın temelini oluşturan bu düşüncede, Zaman tanrısı zamanın akışını belirlerken, Moirai içinde neler olacağını tam anlamıyla karar veren konumdaydı.
10. Zamanı ölçmede pek iyi değiliz
Zamanı bilmek pek çoğumuza basit bir kavram gibi gelebilir. Onu bileğimizde, cep telefonlarımızda, duvar saatlerimizde taşırız. Sürekli avcumuzun içinde gibidir. Peki zamanı ölçmemiz gerçekten bu kadar basit midir?
Zamanı ilk olarak dünyanın kendi mihveri etrafında dönüşüne göre ölçmeye karar verdik. Fakat 20. yüzyılın başlarında bilim insanları, dünyanın eksen hızının git gide yavaşladığını farkettiler. Yani daha sağlam bir kaynağa ihtiyacımız vardı.
Bu yüzden eksene değil, Güneş etrafındaki yörüngemizi esas almaya başladık. Fakat 1979’da bundan da vazgeçtik. Yerine atom saatine dayanan bir sistem kullanmaya başladık.
Yani görüldüğü gibi, zamanı ölçmek konusunda pek usta olduğumuz söylenemez. Zamanı ölçerken hali hazırda var olan bir hakikati değil, bir başka döngüyü sabit alıyoruz. O sabit değiştikçe de daha güvenilir bir arayışa çıkıyoruz. Bu durum da en yüzeysel düşünce ikliminde bile sizi vurabiliyor. Zaman nedir, onu biz mi yarattık, yaşadıklarımız zamandan bağımsız mıdır? Bu soruların kesin bir cevabı yok. Ama üzerinde düşünmek ve yeni ufuklara yelken açmak, bu makalede yer alan pek çok farklı kuramı ortaya çıkaran davranışı oluşturuyor.
Yorum Yazın
Hristiyan felsefeci St. Augustine’in düşüncesine göre zaman sonsuz olamaz. Çünkü zamanı Tanrı yaratmıştır. Ve bu denli sonsuz bir şeyi yaratmak imkansızdır. ... Devamını Gör
"Nedensellik" yasası tüm algımızı yönlendirdiği için "zaman"ın varolduğunu varsaymak zorundayız. Aksi takdirde "algı kapasitemiz" bu büyüklükte bir "kaos"u a... Devamını Gör
Olaya Tanrısal açıdan bakarsak her şey başladığı gibi bitti gitti kül oldu ve biz aslında çoktan öldük, önce dünya sonra güneş sistemi sonra da evren yok old... Devamını Gör