Google'da "Kaygıdan Kurtulma Yolları" Ararken Bile Kaygıya Bağımlı Olduğumuzu İtiraf Edemiyoruz!
Kaygılanmayı hiçbirimiz sevmiyoruz ancak kabullenmemiz gereken bir gerçekle karşılaştık. Nasıl söylesek bilemiyoruz, yoksa hepimiz kaygının bağımlısı mıyız?
Kaygılıyız.
Yaşadığımız kaygıdan kaçmaya çabalıyoruz, bir şekilde onu alt etmeye çalışıyoruz. En azından hislerimiz bu yönde.
Peki gerçekten kaygıdan kurtulmaya mı çalışıyoruz?
Brown Üniversitesi'nden Judson Brewer, kaygılarımızı da kapsayan psikiyatri alanında uzman. Bu konuda yaptığı çalışmalar bizi tahminlerimizin çok daha ötesinde hislere sahip olduğumuz konusunda uyaracak cinsten.
Lafı hiç uzatmadan acı reçeteyi verelim: Brewer'a göre kaygılarımıza bağımlıyız.
Bu bağımlılığı şöyle anlamak gerekli. İster duygusal ister maddi tüm bağımlılıklarda olduğu gibi kaygı da belli bir akışı takip ediyor. Yarattığı alışkanlık, kaygılandığımızda bizi kaygılandıran şeyden kurtulabileceğimize dair yaşadığımız yanılsamadan besleniyor.
Örneğin okul hayatınızla ilgili kaygılanırken bir anda 'daha çok çalışıp notlarımı yükseltirsem bu kaygı sonlanacak' diye düşünmeniz çok normal. Ancak bu çözümden ziyade kalıcı bir kaygı yaratıyor.
Her bağımlılıkta olduğu gibi kaygıda da alışkanlığın devamını sağlayan bir ödül olduğunu, ödülün ne olduğunu anladığımızda ise kaygı sorununu çözebileceğimizi düşünüyor.
Hocamız durumu ilk insanların davranışlarıyla detaylandırıyor.
İlk insanların beyninin hayatta kalma odağıyla kuşatıldığını düşünelim. Atalarımız neyi hatırlamaya ihtiyaç duyuyordu? Yiyecek bulacakları yer ve onları bekleyen tehlikelerden korunmanın yolları. Şayet bir yiyecek görürlerse tetikleniyor ve onu yiyorlar, ödülü aldıklarında dopaminle doluyorlardı. Bir yırtıcıyla karşılaştıklarında tehlikeden kaçıyorlar, bu tehlikenin nasıl ortaya çıktığını hafızalarına kazıyorlardı.
Bu bilginin kaygıyla bağlantısı nedir?
Endişe ve kaygıyı biraz eşeleyelim, asıl konu daha anlaşılır hale gelecek.
Endişe bir duygu, his iken kaygılanmak bir davranış. Yani tehlikeyle karşılaştığımız vakit endişeleniyoruz, beynimizin yönlendirmesiyle kaygılanıyoruz. Kaygılanma davranışı tehlikeye karşı aldığımız ilk somut önlem oluyor. Yani kaygılanarak bir anda 'önlem almış olduğumuz' hissine kapılıyoruz ve kontrolün elimizde olduğuna inanıyoruz.
Tehlike burada başlıyor.
Atalarımızın yaşadığı hissi buraya aktaralım.
Bu olayda bizi tetikleyen şey tehlikenin kendisi, yanıt olarak davranışımız kaygılanma, aldığımız ödül ise kontrole sahip olma yanılsaması.
İçeriğin başında da söylediğimiz gibi, böyle bir ödülü kimse talep etmiyor. Ancak kaygılandığımız durumlarda çözümü hızlıca bulmak için yeterli bilgiye sahip olmadığımız için bir anda zemin kayganlaşıyor ve bulunacak en iyi çözüm kaygı, sürekli kaygı olarak görülüyor.
Olabilecek her şeye karşı kaygılanıp onlara hazırlanmak, sürekli yanıtı olmayan soruların peşinden gitmek, planlar yapmak...
Sonuç?
Problemi çözebilmek için asıl yapmamız gereken şey her ne ise sağlıklı düşünemiyoruz ve çözümden uzaklaşıyoruz.
Anlamamız gereken ilk şey, kaygılanmanın bizim ödüllerle öğrenme alışkanlığımızın bir sonucu olduğu gerçeği. Bunun farkında olmak, kaygıyla mücadele ederken ona tutunduğumuzu da keşfetmemizi sağlayacak.
Kaygıya kapıldığınız her an beyninize "Sana o ödülü vermeyeceğim." demeye çalışın.
Kaygılanarak sorunlarımıza dair bir adım attığımıza inanıyor olabiliriz ancak bu davranış sadece daha fazla kaygılanmamız için bir kanal açıyor.
Sizce kaygılarımıza bu kadar tutkulu olmamızın ardında yatan sebepler neler?
Yorum Yazın