Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Buket Harıkçı Yazio: ‘’COVID-19 Virüsü Laboratuvarda Üretilmiş Olsaydı, Daha Etkili, Daha Ölümcül Yapılırdı.’’
Hafta sonu, Kadıköy’de değerli arkadaşım, İstinye Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalından Dr. Öğretim Üyesi Hakan Darıcı ile birlikteydik.
Mart ayından bu yana neyin içine düştük, neden böyle bir hastalık ile mücadele veriyoruz ve bu işin sonu nereye gidecek diye başladığımız sohbetimizi bir hücre bilimci ve Histoloji uzmanıyla görüşmek artık ihtiyaçtan öte zorunluluktur hepimiz için… Çünkü ağzı olanın konuştuğu, yetkisi olmasa bile davranış ve tavırlarıyla neredeyse reçeteler yazan bir yığın insanla dolu hem medya hem etrafımız. Bu açıdan COVID-19 hakkında uluslararası makale ve kitap bölümleri yayınlamış, bulunduğu konum itibariyle ağzından çıkan her bir kelimeyi titizlikle seçen ve aktaran bir bilim insanı ile görüşmek gerçekten verimli oldu. Buradan kendisine, yayınlanan son çalışmaları, etik kurallar çerçevesinde anlattığı ve davetimi kabul ettiği için teşekkür ediyor ülkemize bilim dalında sunduğu katkılar için gururlarımı iletiyorum.
- Coronavirüs ile daha önce tanışmış mıydık?
-Yarasalardan? Biz yarasalardan olduğuna emin miyiz yani artık?
- Peki neden hastalık yapıyorlar?
- Oldukça korkutucu. Peki herkeste bu semptomlar gelişiyor mu?
İnternette kayıtlı vakalarına bakıldığında hastalık yaklaşık elli milyon kişiye bulaşmış görünüyor. Bu hastalardan en az 1.2 milyonu doğrudan COVID-19 nedeniyle yaşamını yitirmiş. Bir kısmı iyileşmiş ancak 12 milyon kadarı aktif hasta. Tabi bunlar PCR testi ile teyit edilmiş kayıtlı vakalar. PCR’da saptanmayan, test yaptırmayan veya COVID-19 ile ilişkili görünmeyen ancak nedeni o olan ölümler de mevcut. Dolayısıyla gerçek rakamlar çok daha yüksek olabilir.
- İyileştikten sonra her şey normale dönüyor mu? Bağışıklık kazanıyor muyuz?
COVID-19 şöyle bir şey, yakalanıp iyileştiğinizde bile tam olarak atlatmış olmuyorsunuz. Tıpkı nezle gibi, bir süre sonra bağışıklığınız kayboluyor ve yeniden yakalanabiliyorsunuz. Ve her yakalandığınızda vücutta biraz daha fazla hasar bırakıyor. Akciğerin bir parçasını çalışmaz hale getirebiliyor, kalbin bir kısmını çalışmaz hale getirebiliyor, beyin, böbrek gibi organlara zarar veriyor. Erkeklerde testislerde hasar bırakabiliyor.
İyileşsek de tekrar yakalanabiliyoruz. Bu nedenle sürü bağışıklığına gitmek de hiç mantıklı bir tutum değil. Çünkü sürü bağışıklığı için toplumun %70’ ini enfekte etmek gerekli. Böyle bir durumda %2 bile ölüm olsa sadece Türkiye’de 2 milyona yakın kişinin ölmesi anlamına gelir. Bu sırada dayanıksızlar elenir, geri kalanlar bağışıklığını kazanır ve o virüsle birlikte yaşayabilir hale gelir diye düşünmek yanlış çünkü geri kalanlarda hem hasar kalabiliyor hem de bir süre sonra yeniden yakalanabiliyorlar. Yani bu virüs insanlığın belirli bir yüzdesini öldürse bile birkaç ay sonra hayatta kalanlar için geri gelir.
- COVID-19’a yakalananlarda ve ölenlerde cinsiyetlere göre fark var mıdır?
Evet var. Erkekler daha fazla yakalanıyor. Ülkemizde maalesef iş dünyasında erkekler çok daha aktif. Kadınlar daha az temsil ediliyor. Bu da dış ortama daha çok çıkmaları demek. Diğer yandan erkekler hijyene daha az dikkat ettikleri ve kendilerini daha az kolladıkları için virüsler erkeklere daha çok bulaşıyor. Bilimsel literatürde, erkeklerin bağışıklık sisteminin kadınlara kıyasla daha zayıf olduğunu gösteren çalışmalar var. Mesela ağlamak bile bağışıklığı arttıran bir durum ki biz erkekler bunu hemen hemen hiç yapmıyoruz.
- Peki şu anda her gribal enfeksiyon COVID mi?
Grip mevsimi geldi çattı. Bu dönemde grip olma sebebi ise havaların soğuması değil, bizim buna verdiğimiz tepkiler aslında. Örneğin vücudumuz kışın güneş ışığına daha az maruz kalıyor. Daha az güneş, yeterince D vitamini alamamamıza ve bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden oluyor. Havalar soğuk diye de açık havada değil, kapalı ortamlarda daha fazla zaman geçiriyoruz. Dolayısıyla solunum yolu ile geçen hastalıklarda, insandan insana bulaş artıyor. Dolayısıyla COVID-19 dışında her yıl bizi hasta eden normal nezle-grip etkenleri de artışa geçiyor.
Bu nedenle şu aralar yakalandığınız her grip COVID-19 olmayabilir. Ancak kötü haber şu ki, büyük ihtimalle öyle. Hatta şu anda normal grip oranı azaldı diyebiliriz çünkü insanlar eskisi kadar içe içe durmuyor, sosyal mesafeye dikkat ediyor ve maske takıyor. Bunlar normal grip yayılımını da azaltan şeyler. Diğer yandan COVID-19 vakaları gittikçe artıyor çünkü oldukça bulaşıcı. Ve havalar soğudukça ve biz içeriye kapandıkça COVID’de de daha büyük bir artış da ne yazık ki bizi bekliyor. Önümüzdeki günlerde bunu rakamlarda da göreceğiz zaten.
- Okulların açılması kararı hakkında bir akademisyen olarak ne düşüyorsun?
Okulların açılması, az önce kapalı ortamlarda gerçekleşeceğine ihtimal verdiğimiz durumlar sebebiyle riskli. Sınıfta çok aktif ders anlatan ve sosyal biri olarak ben de en az öğrenciler kadar istiyorum okulların açılmasını ama açmamalıyız. Çünkü virüs gerçekten öldürücü. Aşılar herkese ulaşılabilir olana, önemler sıklaştırılana ve etkili sonuçlar alınana kadar bir akademisyen olarak açılmasını doğru bulmuyorum.
- Virüse karşı korunmada egzersiz, dengeli beslenme ölçeğinde vücut değişime nasıl uğrar, kronik hastalıklarda karşılığı nedir?
Egzersiz ve dengeli beslenme sağlığımızı korumak ve bağışıklık sistemini güçlendirmede önemlidir. Bağışıklık sistemi hücreleri, tıpkı vücudun diğer hücreleri gibi belirli besinlere ihtiyaç duyar. Nasıl kemik dokumuz tüm mineraller arasında en çok kalsiyuma ihtiyaç duyuyorsa bizim bağışıklık sistemimiz de belirli vitamin ve minerallere ihtiyaç duyuyor. Bunlar da en başta Çinko, C ve D vitaminleri. Bu vitaminler, bağışıklık hücrelerinin metabolik faaliyetlerini yürütebilmesi için gerek duyduğu enzimler konumunda. Bu yüzden, sağlıklı beslenme, taze gıdalar ve güneş ışığı hastalıklardan korunma için önemli faktörler.
Yeterli beslenememe, D vitamini seviyesi düşüklüğü, zor yaşama şartları, stres ve üzüntü bağışlık sistemimizi olumsuz etkiler. Eskiden filmlerde sevdiğinden ayrıldığı için verem olan insanları görürdük. Bu durum aslında oldukça gerçekçi. Çünkü aşırı stres ve üzüntü bağışıklık sistemini zayıflatıyor. Depresif dönemlerde yaşanan iştahsızlık da bunu daha çok arttırıyor. Pusuya yatmış bekleyen (filmlerdeki verem gibi) hastalıklar da bu zayıf anımızdan yararlanıp çoğalıyorlar. Normalde bağışıklık sistemimizin üstesinden gelebileceği zayıf mikroplar bile bağışıklık düştüğünde bizi hasta edebiliyorken COVID’in neler yapabileceğini siz düşünün.
Bu noktada, sporun veya egzersizin olumlu yanı şu: fiziksel aktivite sonucu vücudumuzda serotonin hormonu salgılanıyor ve kanda miktarı artan serotonin hormonu kişinin daha mutlu hissetmesini sağlarken aynı zamanda da bağışıklık sistemini güçlendirici etki gösteriyor. Kısacası hem spor ve egzersiz yaptığınız için psikolojik bir rahatlama hissediyorsunuz hem de hücresel boyutta salgılanan faktörler sizi daha mutlu ve sağlıklı kılıyor. Bu durum da insana, güçlenen bağışıklık sistemi olarak geri dönüş yapıyor. Yani ne kadar dengeli beslenir ne kadar fiziksel aktivitede bulunursanız; bağışık sistemiz de virüsle o kadar iyi mücadele edebilir.
Bu süreçte, vitamin takviyeleri çok büyük bir öneme sahip. Hatta Trump bile COVID’e yakalandığında tedavi olarak vitamin takviyesi yapıldı. Çünkü henüz, COVID-19 için doğrudan etkisi kanıtlanmış olan bir ilaç mevcut değil.
- Senin çalışma alanının aslında kök hücreler olduğunu biliyorum. Bu kök hücreler COVID’de de kullanılabiliyor mu?
Kök hücreler, özellikle de klinikte yeri olan, mezenkimal kök hücreler, tedavisi diğer yollarla mümkün olmayan pek çok hastalıkta kullanılabiliyor. Kişiye nakledildiklerinde hasarlı bölgelere gidip onarabilme özellikleri sayesinde yaşlanma ile ortaya çıkan organ hasarında, kas ve hastalıklarında, omurilik yaralanmalarında, serebral palsi gibi sinir sistemi hasarlarında ve otoimmün hastalıklarda işe yarıyorlar.
Ben kök hücrelerin daha çok ArGe tarafındayım. Yani daha çok nasıl daha etkili kullanılabileceği üzerine çalışmalar yapıyorum. Bir yandan da kök hücreleri kullanarak yapay organlar geliştirmeye çalışıyorum. Ama ülkemizde, özellikle Prof. Dr. Erdal Karaöz tarafından yürütülen kök hücre uygulamaları mevcut. Ve evet, kök hücre tedavileri COVID’de de oldukça işe yarıyor. Çünkü mezenkimal kök hücrelerin bağışıklık düzenleyici özellikleri de var.
Bu özellikleri ile mesela, kemik iliği nakli sonrasında gelişebilen GvHD tedavisinde, bağışıklık sistemini yeniden düzenlemek için rutinde kullanılıyorlar. COVID-19’da da özellikle hasta ‘sitokin fırtınası’ dediğimiz, bağışıklık sisteminin aşırı aktivite gösterdiği sürece giriyorsa bağışıklık sistemini sakinleştirmek için kullanılabiliyor. Nakledilen hücreler bununla da kalmayıp hasarlı dokuları da iyileştiriyor ve hastalığın en az hasarla atlatılmasına yardımcı oluyor.
Ama bu iş her kök hücre uyguluyorum diyen apartman dairesi tipi kliniklerde yapılabilen bir iş değil. Ülkemizde sadece birkaç merkez ‘gerçek’ kök hücre tedavisi uygulayabiliyor. Çünkü bunun için uluslararası standartlarda, düzenli
denetlenen ve GMP şartlarını yerine getiren merkezlere ihtiyaç var. Dolayısıyla bu tedavinin uygulanabileceği kişi sayısı sınırlı ve tedavi de maliyetli oluyor. Keşke bu tip merkezler daha da yaygınlaşıp tedavi daha çok kişiye erişebilse ancak bunun için halen aşılması gereken engeller var.
- İnsanlar yarasa veya benzerlerini yemeye devam edecek. Sonra?
Elbette farklı ve yeni virüsler gelecektir. Tabii ki bu illa, farklı yeme alışkanlıkları olan Çin’den geleceği anlamına gelmiyor. Amerika’da bulunan bir domuz çiftliğinden, Avrupa’daki bir kuş sürüsünden de gelebilir. İnsanlar evcil hayvan bakmaya ve çiftlik hayatına geçtiğinden beri küçük ve büyükbaş hayvanlardan insana pek çok hastalık geçti. En yakın örneklerinden biri deli dana hastalığı. Şu anki bağışıklığımız çiftlik hayvanlarından insanlara geçen bu patojenlerin çoğunu atlatmayı başarıyor. Fakat insanlar ilk tarım toplumuna geçtiğinde, bu virüsler insanları daha çok öldürüyordu. Aynı virüsler İspanyollar Güney Amerika’yı işgal ettiğinde, bağışıklığı olmayan milyonlarca yerliyi de etkiledi. İspanyolların kılıçla veya silahla öldürdükleri sayı binlerceyken, Avrupa’dan taşıdıkları virüsler bir biyolojik silah gibi çalışarak milyonları öldürdü. Tabi o dönemde insanlar bu durumu kendi tanrılarına veya kötü ruhlara bağlıyordu. Günümüzde insan vücudu, çeşitli hayvansal virüslere bağışıklık kazandığı için hayatta kalabiliyor. Bağışıklık kazanmayan kişiler ise zaten virüsler veya başka patojenler nedeniyle ölmüş ve nesillerini devam ettirememiş oluyorlar. Yani biz de evrim geçiren virüs ve bakterilere karşı hayatta kalmak için evrim geçirip adapte oluyoruz. Ama daha uzun bir zaman alıyor.
Şu an için yapabileceğimiz ise bağışıklık sistemimizi, gerek SARS-CoV-2 gerekse takip edecek diğer virüslere karşı, dışarıdan aldığımız vitaminler, dengeli beslenme, stresten uzak durma ve egzersiz ile güçlendirmek. Zamanla da nasıl şu an kızamık, suçiçeği, çocuk felci, gibi hastalıklara karşı korunuyorsak COVID’e de karşı da insanlığın kollektif zekası sayesinde geliştirdiğimiz aşılar ile yapay bağışıklık oluşturarak korunacağız. Sadece o zamana kadar hayatta kalmamız gerekli.
Yorum Yazın