Yazar Efe Elmas: “Herkes Kendi Hayatının Seçilmiş Kişisidir”
Birçok insan sembollerle karşılaşır ancak sembollerin altındaki derin anlamları keşfetmek için çok az insan bu yolculuğa çıkar. Araştırmacı Yazar Efe Elmas ise gıda mühendisi kimliğinin ötesine geçti ve sembollerin, mitolojinin ve bilinç dışının gizemli dünyasında bir keşfe çıktı. Bu sıra dışı röportajda, Efe Elmas ile sembollerin insanların hayatlarındaki gücünü, kişisel sembollerin gizli dilini ve daha fazlasını keşfetmek için büyülü bir yolculuğa çıkıyoruz.
- Gıda mühendisi olarak başladığınız kariyerinizden semboller ve mitoloji gibi farklı bir alana nasıl geçiş yaptınız? Bu değişikliği ne ilginç ve önemli kıldı?
- Henüz okumayanlar için kendi kitabınız olan "Labirent" hakkında bilgi verir misiniz? Kitabınızın merkezinde hangi semboller veya temalar bulunuyor ve okuyuculara nasıl bir yolculuk sunuyor? Kitabınızın merkezinde hangi mesaj veya deneyim var?
Labirent ile maze arasındaki farka ilk başta değinmek isterim izninizle. Labirent, tek girişi olan ve tek varışı olan bir semboldür. Bizim içine girip kaybolduğumuz bulmacalara ise “maze” denir. Haliyle labirent, dünyanın hemen hemen bütün coğrafyalarında aynı şekilde kutsal alanlara çizilmiş. Kitapta da labirent simgesi ve mitolojisi üzerinden insan ruhuna bir bakış atmak istedim; hayatın içinde neden kayboluyoruz, kaybolmak var mı; gölgelerimiz, içsel yüzleşmeler gibi. Labirent aslında hayatın ve bilinç dışının sembolü; labirente girmek bilinç dışının derinliklerine girmek anlamına geliyor ve orada hem gölgelerimizi hem de hazinelerimizi keşfediyoruz. Dış dünyada ise hayatın labirentinde kendi otantik kişiliğimize (Jung buna self diyor) bir yolculuk yapıyoruz. Aslında klasik 'kendini bil' felsefesi.
Labirent, en temelde bir ölüm ve yeniden doğuş, bir içe dönüş ve değişim sembolü; kaybolma anlarında bizim aslında kendimize doğru yürüdüğümüzü anlatan kadim bir sembol. Labirent kitabında da hem labirentin tarih boyunca sembolik anlamından bahsediyorum hem de labirent gibi güçlü bir sembolü gündelik hayatta, bilinç dışıyla bağ kurma amacıyla nasıl kullanabileceğimizi anlatıyorum. Labirentin miti olan Theseus ve Ariadne’nin merkezde olduğu mit ve onun sembolik yorumlaması var; genç bir kızın şeytanı hayatına çağırmasıyla başlayan bir masal ve onun sembollerin yorumlanması var. Haliyle bunlarla ilgili olarak, labirent yürüyüşleri ve seremonileri, hayatta değişim yapmaya dair meditatif çalışmalar, hikayelendirme çalışmaları var. Yani hem teorik hem pratik bir kitap.
- Carl Gustav Jung'un çalışmalarından etkilendiğinizi belirtiyorsunuz. Jung'un semboller ve bilinç dışıyla ilgili görüşlerini nasıl kullanıyorsunuz? Bu görüşler, kitabınızın içeriğini nasıl etkiledi?
Evet, hem Jung hem de antropolojik okumalar çalışmalarımı oldukça etkiledi. Jungian değilim, her kaynaktan besleniyorum. Ama yine de Jung’un arketip kavramı bağlamında ele alıyorum çünkü bu terim birçok şeyi açıklıyor. Jung, Freud’a ek olarak sadece bireysel değil aynı zamanda “kolektif” bir bilinç dışı olduğunu klinik çalışmalarında fark ediyor ve haliyle tüm insanlığın bir ortak bilinç dışı ve ortak bir birikimi olduğunu açıklıyor. Bu ortak bilinç dışındaki bazı semboller, imgeler, örüntüler insanlık tarihi boyunca tekrarlanmış ve zamandan, mekandan ve kültürden bağımsız. İşte bu “evrensel” tarih boyunca tekrarlanmış ve tüm insanların bireysel bilinç dışında ortak şekilde zuhur edebilecek örüntülere “arketip” diyor. Bunların sembolik bir ifadesi var elbette ama arketipler, özellikle mit ve masal gibi anonim sözlü kültür ürünlerinin temelini oluşturuyor.
Hem rüyalarda hem de mit ve masallarda karşımıza çıkıyor birçok arketip. Haliyle labirentte bir arketip yani evrensel bir sembolik örüntü; çünkü dünyanın bütün coğrafyalarında ortak şekilde var ve arketiplerden oluşan mitleri yorumlayabildiğimizde de evrensel bir bilgeliğe; evrensel bir işleyişe ulaşabilmek mümkün. İşte özellikle labirenti anlarken ve labirentin miti olan Theseus ve Ariadne’nin mitini incelerken Jung ile ilgili yaptığım okumalar ufkumu açtı. Ayrıca gölgelerle yüzleşme, içe dönüş, ölüm ve yeniden doğuş gibi arketipsel süreçlere de kitapta yer verdim.
- Peki labirent sembolizminin ötesinde, kendi hayatınızdaki bir labirent deneyiminizi paylaşabilir misiniz? Bu deneyim sizi nasıl etkiledi ve içsel yolculuğunuzda nasıl bir rol oynadı?
- Mitoloji, masal ve sembollerin analizi, birçok farklı kültürü içeriyor. Bu farklı kültürlerden ilham aldığınız veya özel ilginizi çeken semboller veya mitolojiler nelerdir?
Özellikle Antik Yunan harici Antik Mısır ilgimi çeken bir uygarlık ve mitolojisine aşinayım. Ama Maya, Sümer, Babil, Nordik, Voodoo mitleri de inceledim ve okudum. Bir yerden sonra anlatımların altındaki ortak örüntüleri görmeye başlıyorsunuz.
Özellikle yaratılış mitlerini çok severim. En sevdiğim ise primordial bir sembol olan ilk okyanus; sonsuz okyanus veya abyss olarak geçen boşluk. Oradan yükselen yumurta veya o boşlukta yer alan yılan… Bunlar yaratımın ilk tohumlarının sembolik ifadeleri. Bu sembolleri masallarda da görüyoruz ve bazen rüyalarımızda da ortaya çıkıyorlar. O zaman yaratılışın kaynağıyla veya kendi varlığımızın en özüyle temasta olduğumuz anlamını taşıyor.
Çizili olarak ise labirent dışında, beş köşeli yıldızı yani pentagram sembolünü çok severim. Beş elementi (ateş, hava, su toprak ve ruhu) temsil eder. Oldukça derin ve kadim bir sembol o da.
- "Kendini bil" felsefesine dayanarak, insanların kendi otantik kişiliklerini bulma yolculuğunda en büyük zorluklar neler olabilir? Bu zorlukların üstesinden nasıl gelinir?
Maalesef çok fazla zorluk var; bunun sebebi ise toplumumuzun yozlaşmış olması ve sağlıklı ve huzurlu bir ortamda yetişmiyor oluşumuz. Yaşadığımız acılar, kalbimizde açılan yaralar, maruz kaldıklarımız zaten ideal bir ortamda büyümememizden kaynaklanıyor. Bunun yanı sıra çocukluğumuzdan beri “kim olduğumuzla” ilgili şablonlara sokuluyoruz; ebeveynler, öğretmenler, komşular, arkadaşlar, toplum… Sürekli “şöyle giyin, şöyle düşün, şuna inan, şu ol, şu mesleği seç” sesleriyle büyüyoruz. Ve bu sesler de ana akım medya ve sosyal medyayla da devam ediyor. “Şöyle beslen, şunlar gibi konuş, bunlar gibi para kazan” vs. Maalesef kişisel gelişim alanında da bu dayatmalar ve mutlak “doğrular” var ve biz yaprak gibi savrulabiliyoruz. Yetersizlik hissettiren söylemler, bizi aşağı çekiyor.
Benim önerim tüm seslere kulağımızı kapatmak değil tabi ama en azından ayırdında olmak ve “gerçekten bu ben miyim?” veya “buna ihtiyacım var mı?” diye sormak ve kendini keşiften keyif almak. Çünkü biz doğduğumuz anda kim olduğumuzu biliyoruz. Kendimiz olarak doğuyoruz elbette. Zamanla ondan uzaklaşıyoruz. Ama otantik varlığımız, bizim özümüz olduğu için, bilinç dışı sürekli kendin olmaya doğru bizi yönlendiriyor. Rüyalar, mitler, masallar, semboller, eşzamanlılıklar ve her tür işaretler bizi kendimizi keşfe doğru yönlendiriyor; zorluklarla mücadele için benim naçizane deneyimim, bize gelen mesajlara kulak vermenin haliyle bilinç dışıyla sıkı bir iletişimde olmanın çok önemli olduğu yönünde.
- Sembollerin ve mitolojinin insanlar üzerindeki psikolojik etkileri hakkında neler söylersiniz? Bu etkiler, insanların günlük yaşamlarında nasıl görülebilir?
- Sizce semboller ve mitoloji, günümüz dünyasında insanların kişisel gelişimine nasıl katkı sağlayabilir? Bu konuda örnekler verir misiniz?
Bu tarz anlatılar ve semboller bizi değiştiriyor. Sadece bilinç dışı olarak değil, bilinçli olarak da zaten bizi etkiliyor ve derin düşüncelere daldırıyor. Mesela Labirent kitabımda da bu yüzden Minator’un ve labirentin merkezde olduğu Theseus ve Ariadne mitini yorumladım. Mesela bu mit, gölgelerimizi keşfetmek, kendimizi bulmak ve içsel dişil ve eril kimliklerimizi anlamak için kritik. Veya hayatına şeytanı çağıran kızın masalına yer verdim ki bu masalın sembolik yorumlaması da, kendi içsel kutsallığımızı, kendimize sevgiyi, kendimize saygıyı kaybettiğimizde ve hayatımıza “şeytanlar” girdiğinde nasıl ölür ve daha güçlü olarak kendimizi yeniden doğurur buna değindim.
Şahsi olarak da birçok başka örneğim var. Yargılandığım bir dönemde kendimi olduğum gibi kabul etme konusunda, ayı derisi ile dolaşan bir adamın masalı bana şifa olmuştu. İçsel anlamda kendimi tıkanık hissettiğim bir zamanda Keloğlan’ın yeraltının yedi kat aşağısına indiği bir masal beni dönüştürmüştü. Kendi ruhumun derinliklerini merak ettiğimde ve ölmek ve yeniden doğmak zorunda olduğum bir süreçte İnanna’nın yeraltına iniş miti bana yol göstermişti… Bunlar uzun sohbet konuları elbette. Ama masal ve mit yorumlamak, semboller, bizim hikayemizi anlatıyor.
- Ruhun semboller aracılığıyla insanlarla iletişim kurduğuna inanıyorsunuz. Bu iletişimi nasıl algılıyorsunuz ve nasıl yanıtlıyorsunuz?
Evet. Bu benim yaşam tarzım. Hayat yolculuğunda kaybolduğumuzu düşünsek de hayatın içinde bazı semboller bize kendimiz olmaya dair yol gösteriyor. Bu işaretler aslında cevabın nerede olduğunu, o ilişkinin bize iyi gelip gelmeyeceğini, hayatımızdaki sıkkın olduğumuz konunun kökünde ne olduğunu, özellikle yol kavşaklarında hangi yolu seçmemizin bizim için bir 'fırsat' olduğunu bize gösteriyor. Bunlar bilinç dışının dışarıya projekte ettiği semboller bana göre ve bunları takip ederek anlayabiliyoruz. Carl Gustav Jung’da özellikle bunun üzerinde durur. Ama her daim bunlara kulak vermiyoruz; köklü değişimler korkutucudur. Haliyle son ana kadar bize iyi gelmeyen kişileri, işi, ilişkiyi, fikri, inancı, öğretiyi ve hatta okumaktan çok sıkıldığımız kitabı bile hayatımızda tutuyoruz. :) Bilinç dışı her şeyin farkında; sezgisel ve bize iyi gelmeyen veya iyi gelen şeylerin farkına varmamızı sağlıyor. Eğer bilinç dışına bastırdığımız şeyler varsa, acılar, yaralar, duygular, meraklar; bunlar da yine semboller aracılığıyla gün yüzüne çıkıyor.
Bu iletişimi birçok farklı şekilde algılıyorum; öncelikle rüyalar. Rüyalar bireysel mitlerdir der Karl Abraham ve Campbell. Haliyle rüyalarımı yorumluyorum ve bilinç dışıma kulak veriyorum. Onun dışında Jung’un eşzamanlılık dediği, tasavvufta tevafuk denen kavramı çok deneyimledim. Bu tesadüf gibi gözüken ama doğru zamanda bize evrenin göz kırpışları gibi mesaj veren sembolleri de takip ediyorum ve mit, masal, sembol ve bu tarz uğraşlarla da bilinç dışımla bilincim arasında köprü kurarak, ruhuma ve bilinç dışıma kulak veriyorum. Siz onu dinledikçe, onun sesini daha net duymaya başlıyorsunuz zamanla zaten.
- Sembolizm ve mitoloji, sanat, edebiyat veya psikoloji gibi diğer disiplinlerle nasıl entegre edilebilir? Bu entegrasyonun kişisel veya toplumsal açıdan önemi nedir sizce?
- Günümüzde birçok sembol ve işaret yaygın olarak kullanılıyor. Sizce her sembolü herkes aynı şekilde kullanmalı mı yoksa sembollerin kişiselleştirilerek mi kullanılmalı?
Bence önemli olan bizde yarattığı hissin farkına varmak. Aynı şekilde de kullanılabilir veya kişiselleştirilebilir de; sadece kontrol etmemiz gereken “bize iyi gelip gelmediğine” göz atmak. Mesela bu konuda geçen bir atölyede sohbeti geçti; dövme konusunu önemsiyorum. Bence insan kendini temsil ettiğini düşündüğü sembolleri dövme yapmalı; arkaik geleneklerde dövme ancak ruhumuzda var olmasını istediğimiz semboller için yapılırdı yani ritüelistikti. Bu inanç yaşamasa da bilinç dışı onları biliyor. Elbette anlam yüklemediğimiz, alelade kullandığımız sembollerin yeterli bir gücü de yoktur.
- Şu anda yeni bir kitap projesi üzerinde çalışıyor musunuz? Eğer öyleyse, bu projenin ana teması veya konusu nedir?
Evet üç tane kitap projesi var. Bir tanesi Labirent kitabının devamı. Maalesef sayfa sayıları çok olduğu için bölmek zorunda kaldık. Ayrıca iki tane de mitoloji kitabı yolda. Bunlardan biri Tanrıça arketipleriyle ilgili; anaerkil dönem ve ataerkil dönem arasındaki çatışmayı temel alıyor. Yayıneviyle görüşmeler devam ediyor. Üçüncüsü ise mitolojik bir figür, o da sürpriz olsun. Yavaş yavaş hepsi çıkacak.
Ayrıca bu güzel röportaj için çok teşekkür ederim, çok emek vermişsiniz yüreğinize sağlık. Sorular da harika… Başarılar dilerim.
Röportaj: Hande İpekgil
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio