Peki millet nerede? Hâkimiyet kimde? Seçilmişler mi, atanmışlar mı? Atanmışların kararları mı geçerli, seçilmişler sadece figüran mı? Yoksa hâkimiyet sadece belirli bir grubun elinde mi? Halkı küçümseyip, kendi çıkarlarımızı önceliyoruz. Gerçekten milletin dediği mi oluyor, yoksa her şey atanmışların elinde mi?
Her 10 Kasım'da siren sesleri yankılanıyor, hepimiz bir dakikalığına duruyoruz. Ama gerçekten duruyor muyuz, yoksa sadece duruyor gibi mi yapıyoruz? 9 Kasım'da neredeydiniz, 11 Kasım'da ne yapacaksınız? Saygı duruşu mu, yoksa sadece bir duruş mu? Siren sesi mi uyandırıyor bizi, yoksa vicdanımız mı sızlıyor? Gerçekten hissettiğimiz saygı mı, yoksa toplumun baskısından kaçmak için mi duruyoruz? Bir dakikalığına durmak kolay ama o duruşu kalbimize taşımak zor. Atatürk'ü anmak, sadece siren sesine saygı duruşu yapmak değil; onun değerlerini, ilkelerini yaşamak ve yaşatmak demek. Peki biz bunu yapıyor muyuz?
Siren sesi susuyor. Hayat normale dönüyor. Ta ki bir sonraki 10 Kasım'a kadar... Peki ya Atatürk'ün ilkeleri? Cumhuriyet'in devrimleri? Hangi ara unuttuk o idealleri, hangi ara bu kadar yabancılaştık? 'Çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak' bir hedef değil miydi? Ama biz bu hedefi kaybettik. Onu sadece özel günlerde hatırlanan bir lider haline getirdik. Oysa o, her gün yaşanması gereken bir fikir, bir vizyondu. O vizyonu kaybettik, sadece heykelleriyle, fotoğraflarıyla yetinir olduk. Gerçek devrimleri ve ilkeleri kalbimize taşımamız gerekirken, sembollerle yetinmek bizi uzaklaştırdı.
Evet, sirenler çalıyor... Çalıyor ki duyalım. Uyanalım. O sirenler Atatürk'ü anmak için değil sadece... Bizi bu değerlere bağlamak, unuttuklarımızı hatırlatmak için çalıyor. Gerçekten saygı mı duyuyoruz, yoksa sadece duruyor muyuz?
O sirenler bizi uyandırmak için çalıyor, duyuyor musunuz, yoksa hâlâ uyuyor musunuz?
Instagram
X
LinkedIn
Web
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio