Beyhudelik, bir boşluk ihtiyacı olsa gerek. Yaşadım, öldüm ve bir anlamı yok bunun.
“Bütün dünya olağan gözüküyor ama bir gün, bir hafta, bir ay ya da bir yıl sonra çürüyüp yok olacak. Çünkü bir yarık var. Hiç durmadan, adım adım hacmini arttıran bir yarık; uçsuz bucaksız bir unutuş, dipsiz bir uçurum, boşluğun istilası. Bir bir susacağız.” Evet, George Perec çok haklı. Bu boşluk istilasına teslim mi olunmalı? Yoksa unutulmadan hemen önce hatırlamaya, hatıraya değer mi vermeli? Birinin yokluğundan oluşan fiziksel boşluğu doldurmaya yetmez elbet hatırlamak ancak o boşluğun bir devir muhteşem olduğunu hissedebilmek de az şey değil sanki.
Beyhudelik İlkesi*
Eğer unutmak gerçekten iyi olsaydı, bugünkü insanlık birikimimizin hiçbiri olmazdı. Sonsuz bir yeniden başlayış. Ve biliyoruz ki geçip gitmek değil olayımız, istemesek de illaki bir şey bırakacağız; hiç olmadı göz rengimizi, çene yapımızı, çarpık bacaklarımızı ve şeker hastalığımızı, kalp krizi riskimizi. Hatta kırılganlığımızı, neşemizi, merakımızı… Öyle yokmuşuz gibi yapamıyoruz. Olmuyor öyle. “Bilinçli çabayla elde edilmiş, iradeli bir beyhudelik mi meselemiz?”**
Hayata karşı koyamayız. Hayatın kendi, varoluş, sürdürülebilirlik ilkesiyle tasarlanmış gibidir. Unutulamazlık, yok edilemezlik. Harika bir ilke. Bir kere geldin dünyaya, gelmemiş gibi yapamıyorsun. O kadar yapamıyorsun ki, yüzlerce yıl sonra bile bir hikâyeyle yeniden var oluyorsun. Ya bir mezatta satılan fotoğrafın geçiyor bir meraklının eline ya bir aile travmasının izleri sürülüyor ta sana kadar.
Birinin bir vakitler Gürcistan’da yaşamış çoban dedesi çıkıyorsun ya da 2000’li yıllarda Türkiye’de yaşamış editör büyük büyük annesi. Yaşamışlığın bir anda, kontrolün dışında kullanıma açılıyor.
“Kuş ölür, sen uçmayı hatırla.”***
Hisli sözlere hislenmek yetmez. Sözü dinlemek de lazım.
Herkes ölür sen yaşamı hatırla. Gülüşleri, sabahı sabah edişleri, yürek çarpıntılarını, en sevdiği şarkıyı hatırla. Fasulyeye kaç şeker koyduğunu, çamaşırları nasıl bembeyaz yaptığını… En kötü, o kurabiyenin tarifini hatırla. Beyhude olan bizim yaşamlarımız değil çünkü. Her birimiz 4 kerede yaşıyoruz: Kendimiz için, bizden öncekiler, bizden sonrakiler ve bizim zamanımızdakiler için. Öyle hiç olmamış gibi yapamazsın.
Tam unutulacakken unutulmayan
Coco’ya geri dönelim. Esin Hanım’ın plaketlerinin atılması belki bir unutma girişimiydi. Ancak artık biliyoruz, bunu hiç unutmayacağız. Ne zaman bir plaket görsek ya da ölen bir yakınımızın eşyalarının ne olacağını düşünsek aklımıza Esin Cantez gelecek. En azından bir süre daha, kendisi kolay kolay unutulmayacak. Ne demiştik, hayatı zorla beyhudeleştiremezsiniz. Çünkü varoluş, her tarafımızdan, gözlerimizden, burnumuzdan, ağzımızdan içeri dalacak ve pembe sarı çiçekler açacak.
*Henry Miller, Oğlak Dönencesi
**Cioran, Var Olma Eğilimi
***Füruğ Ferruhzad
Twitter
Instagram
Yorum Yazın