Onedio Romantik Tokatlama Ekibi İş Başında! Yeter! Aşık Değilsiniz ve Çektiğiniz Şey de Aşk Acısı Değil!
Yine sanki dünyada başka dert yokmuş gibi, insan ruhunda en önemli duygu romantik aşkmış gibi, iki insanın birbiriyle olması dünyanın en mühim olayıymış gibi; romantik aşkı yere göğe sığdıramayanların günü geldi.
Neyse ki romantiklerin dramalarından, zaman zaman vıcık vıcık 'aşklarından', çoğu zaman da aşk acılarından bıkan realistler olarak burdayız!
Yalan öpücüklerdense hakikatin sert tokadını yemeyi tercih eden gerçekçiler olarak; romantikleri içlerine düştükleri yanılgılardan kurtarmak bizim görevimiz. Bu defa da şu 'aşk' meselesine el atalım dedik. Çünkü gözlemlerimize ve araştırmalarımıza göre, durum hiç iyi değil! Büyük oyunu bozuyoruz!
Sanmayın ki biz gerçekçiler ruhsuz, acımasız, sevgisiz insanlarız! Bilakis!
Ayrıca gerek günlük hayatta, gerekse de sosyal medyada aşka dair şikayetlerinizden darlanan büyük bir kesim var...
Amacımız size yardımcı olarak onların da biraz rahatlamasını sağlamak!
Çünkü romantikler sürekli aşk acısı çekmekten bıkmasalar da, azınlık sayılacak olan gerçekçi halk kitlesi bu durumdan tek kelimeyle bezdi!
Bir büyüğün sözüyle başlayalım: "Aşk, öğretilmiş çok güzel bir yalan."
Sözü söyleyen büyüğümüz Aysel Gürel'in ta kendisi!
Şimdi bu kısmı biraz açacağız ve o yere göğe sığdıramadığımız, uğruna büyük hatalar yaptığımız aşkın koca bir YANILGI'dan ibaret olduğunu göstereceğiz.
Ezberletilmiş, alıştırılmış, kültürün bir parçası haline gelmiş... Bu bir gelenek!
Sadece son zamanlarda değil, yıllardır kültürümüzde ağır bir 'arabesk aşk' kültürü var.
Kültürümüz mutlu beraberlikleri, karşılıklı anlayış, sevgi saygıyı değil; dramayı, kaybeden olmayı daha değerli görüyor ve gösteriyor adeta! Utanmadan iddia ediyorum: Kültürümüzde aşka dair şarkıların %20'si mutluluğa, sevilen insana duyulan hayranlığa, güzelliğe dairken; geri kalan %80'i acıya, ayrılığa, kaybedişlere dair! (Bu istatistik için kaynak, tamamen kendi varsayımım.)
Elbette acı duygusu mutluluk duygusundan daha yoğun olabilir ve bu sebeple daha çok ifade etmek, görünmek ihtiyacı uyandırabilir. Fakat şu da bir gerçek ki; bu aşk acısı dolu şarkıların, türkülerin, filmlerin ve hikayelerin içinde büyümüş çocuklar, aşkı çok önemli ve çok acılı bir deneyim olarak kafalarında kodluyorlar.
Nasıl mutlu olunacağı değil, nasıl aşk acısı çekileceği kafalarımıza daha bebelikten kodlanmış adeta!
Hikayeler basmakalıp: Sevilen kişi daima 'zalim'dir, dönüp gider, mahsun aşığın kalbini söker, vesaire vesaire... Fakat asıl önemli nokta şu ki: Yaralanan, acı çeken aşık toplumumuzda adeta el üstünde tutulur. Sanki dünyanın en hassas ruhuymuş ve dünyanın en özel deneyimini yaşamış gibi!
Dolayısıyla da zaman içerisinde 'aşk acısı çeken' kişi olmak, çevreden görülecek sempatinin avantajıyla geliyor. Gençlerimiz bu imaja bürünmeyi bir halt sanıyor, kimlik kazandırdığını düşünüyor...
Hikayesiz insanların, tırt da olsa bir hikayesi oluyor anlayacağınız!
Bakın bu aşkın ve acısının en yüceltildiği kültürler, hep refah seviyesi yüksek olmayan ülkelerin kültürleri...
Çünkü aşk dediğimiz şey adeta can sıkıntısından, seçenek olmamasından dolayı ezberlenmiş bir yanılgı! İlgi dağıtıcı bir şey!
Gençlerimiz kendilerini bilime, teknolojiye, felsefeye, sanata vermek yerine tutup aşka veriyor. Böylece gelişemiyoruz. Olduğumuz yerde kalıyoruz.
Atatürk: Bütün umudum gençliktedir!
Gençlik: Telefonuuun başında, çaresizzz bekliyorum....
Mesela bakın... Bu adam, bu kadını fena şekilde aldattı, üzdü, hatta dövdü bile!
Kadının tüm yaşananlar, geçmişteki travmaları için ağlayışına; AŞK ACISI dedik.
Yıllarca, çocukluğumuz boyunca güzel bir çift olarak kodladık kafamıza. Oysa baya berbat bir hikayeydi yani... Filmde övülmesi gereken tek şey ise ikilinin birbirine duyduğu aşk değil; Asya'nın nasıl da dimdik durup tüm bu saçma yanılgılara ve manipülasyonlara düşmeden gerçekten değer verdiği ve sağlıklı ilişkiye gidişi olmalıydı.
Ama siz romantikler, tutup bu 'aşkı' yücelttiniz. Neymiş birbirlerine ne güzel bakıyorlarmış. Kadın ağlıyo, aloooo! Ağlatmış üzmüş hep kadını!
Ne kadar acı çekerse, o kadar iyi bir aşık olduğunuzu sanıyorsunuz!
Oysa en iyi aşık, kendisine değer veren, her şeyden önce kendisini seven aşıktır. Zira kendin iyi durumda olmazsan; sevdiğini nasıl mutlu edebilirsin ki?! Aaa... Ama pardon, aşkın amacı mutluluk değildi zaten, değil mi?! Aşkta ne kadar acı çekilirse, o kadar hakkı verilir, aşk o kadar yücelir. Tabii, öğretilen bu!
Şiddet gibi travmatik deneyimleri bir kenara koyduğumuzda; oysa sadece ego kırılması şu aşk acısı dediğimiz şey!
Çevreden hep görmüşsünüzdür, belki kendiniz bile deneyimleşmişsinizdir:
Ayrılmayı düşündüğünüz sevgili, sizden önce davranıp sizi terk edince ANİDEN AŞIK OLDUĞUNUZU FARK EDERSİNİZ MESELA... Buna 'değerini sonradan anladım, meğer nasıl da severmişim' gibi şarkı sözleriyle mazeretler de bulabilirsiniz.
Oysa mesele ego kırılmasıdır, dostlar. Aşk dediğimiz şey tatlı bir mutluluk, ama bu mutluluğun kaynağı da biri tarafından 'onaylanmak' ile geliyor. Yani sonuç gene kendimize, egomuza bağlanıyor...
Olayın kültürel tarafına şöyle bir baktık, ama bilimsel kısmına değinmedik bile farkındaysanız!
Çünkü siz de yerden göğe kadar, bal gibi biliyorsunuz ki:
Aşk duygusu, üreme içgüdümüzün dallanıp budaklanmış hali!
Hiç tanımadan etmeden; sizi isteme ihtimali düşük, muhtemelen liginizde olmayan insanlara kaç kere vuruldunuz mesela?
Sırf gülüşü güzel diye insana aşık mı olunur? Manyak mısınız siz, a romantikler?
Belki malın teki? Belki ırkçı biri? Belki pilavın üstüne ketçap sıkıp yiyor? Tanımadığınız birine nasıl aşık olursunuz?! Ha, görüntüsü yeter diyorsanız, o zaman bunun sadece tensel bir arzu olduğunu kabul edecek ve girdiğiniz bu 'aşk' modu sanki çok ilahi, ulvi bir duyguymuş gibi takılmayacaksınız!
Hele bir de kıskançlık konusu var ki... Girdiğiniz şu arabesk aşk kafasıyla sadece kendinize ve sevdiğinize değil; bizlere de hayatı zindan ediyorsunuz!
Karşınızdaki insan kendi iradesiyle birine gidecekse, zaten gitmeli! Gideceği olan insanı zorla, baskılarla ve yasaklarla, zaman zaman duygusal manipülasyonlarla kontrol ederek elinizde tutmak sizce de çok aşağılayıcı, küçük düşürücü bir durum değil mi?
Ayol aldatacağı, başkalarına bakacağı varsa zaten sizi yeterince sevmiyor demektir. Bırakınız gitsin! Zorla tasmasını elinde tuttuğunuz köpek mi bu!
İradesine saygı duymadığınız insanı sevdiğinizi nasıl iddia edebilirsiniz?! Yoksa konu sevgiyle alakalı değil de; toplum gözünde nasıl göründüğünüzle mi alakalı... Yani egoyla!
Evet, sevgili sahibi olmak toplumsal hiyerarşide de sizi üst bir kısma koyuyor!
Bu böyledir; sevgilisi olanlar, evliler, çoluk çocuğa karışmışlar diye devam eder. Toplum tek tabancaları, yalnız kurtları sevmez. Aile olup üretime katkıda bulunanları yahut bu yolda ilerleyenleri ise sever. Dolayısıyla çiftlere bayılırız! Takdir ederiz onları! Bir ilişki sürdürmek dünyanın en zor işiymiş gibi saygı duyarız bir süredir beraber olan insanlara, sırf bu yüzden!
Pekiiii... Sevgilinizden ayrılınca, bu ayrıcalığı kaybettiğiniz ve toplumsal hiyerarşide bir sınıf düştüğünüz, insanların gözünde başarısız olduğunuz için de üzülüyor olabilir misiniz? 🤔
Cehennem gibi ilişkilerin bitiminden sonra mutlu olmak ve kendinizi şifalandırmak yerine, o insanı özlediğinizi iddia etmek...
İşte bunlar hep yanılgı! Aşk değil!
Kavganın gürültünün, geçimsizliğin ve saygısızlığın adı tutku olmuş!
Yenilen pehlivanın güreşe doymamasının adı da aşk acısı!
Gelin bu tuzağa düşmeyin, kardeşlerim!
Aşk iki tarafı da mutlu eden bir duygu, beraberliğin tuzu biberi olmalı!
Aşk acısı dediğimiz şey bilimsel açıdan egonun zedelenmesi, kültürel açıdan da bir öğretidir sadece! Gelin büyük oyunu görün!
Hepinize mutlu sevgililer günleri.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Yorum Yazın
Ellerine sağlık editör arkadaşım. Hastalıklı saplantılı bağımlılıklara aşk dememeyi böyle böyle öğrenecek herkes.
Öncelikle her zeka seviyesinin anlayabileceği, hislerime tercüman bir içerik olmuş. Bakın isteyince ordan burdan çalmadan gayet özgün ve güzel içerikler de ü... Devamını Gör
Mükemmel yazmışsın tebrikler editörcümm👏🏽👏🏽👏🏽