Nihayetinde Akgün’ün yaklaşımı bilinen üsluplar ve akımların arasında duran güçlü bir pozisyonu formüle eden bireysel bir yaklaşım. Bu yüzden Akgün kendi resimsel stratejisini kurguluyor; bu strateji çoğulcu karakteri sebebiyle çağdaş bir estetik açığa çıkarmakla kalmayıp, aynı zamanda günümüz dünyasındaki varoluşsal mücadelemize atıfta bulunan kavramsal bir anlam ediniyor.
İnsan bedeniyle birlikte hayvan figürleri de resimlerde karşımıza çıkıyor. İkonografik tarihlerinden ötürü özellikle yılanlar kompozisyona mistik bir boyut katıyorlar. Âdem ve Havva’dan bu yana yılan, bizi günahkârlığa kışkırtmaya çalışan kötülüğü temsil eder. Bazen figürler hayvanlardan kaçınıyor gibi duruyor, bazı resimlerde ise bu tam tersi ve uyum içinde birlikte var oluyorlar. Hâl böyle iken insan ve hayvan arasındaki resimsel ilişki eserlerin dramatik karakterlerini arttırıyor ve oldukça güçlü bir gerilim yaratıyor.
Aynı zamanda figürlerin etrafında kumaşlar yer alıyor ve bu kumaş parçaları resmin farklı unsurları arasında kompozisyonel ve kavramsal bağlantılar yaratıyor. Bazı yerlerde figürleri birbirine bağlarken, bazen de bedenleri sararak kimliklerinin açığa çıkmasını engelliyorlar. Böylece seyircinin varoluşsal hayatta kalma mücadelesinin tanığı haline geldiği bir saklambaç oyunu ortaya çıkıyor. Kumaşlar karanlık alanlar boyunca süzülür ve figürlerin etrafını serbestçe sararken, aynı zamanda resimsel matriste ek hareketlere de yol açıyorlar.
İçi boş elbiseler, kompozisyonun bir diğer unsuru olarak izleyicinin dikkatini çekiyorlar. Tüm parçaların tam ortasında yer alan ve geri kalan unsurlarla aralarında sık sık bir renk kontrastı bulunan bu elbiseler; kıyafetlerin sosyal kodları sembolize eden kültürel anlamlarıyla beraber, aidiyet ve toplumsal cinsiyet meselelerine de atıfta bulunuyorlar. Elbise, bir moda öğesinden çok daha fazlasını ifade ediyor. Elbise, üzerinden kimliğimizi ve kişiliğimizi sunduğumuz bir levhadır. Elbiseler, aynı zamanda toplumsal kural ve adetlere uymak için içine sığıştığımız birer kalıptır. Bazen elbise çok dar olur ve özgürce hareket edebilme yetimizi elimizden alıp, rahatça nefes almamızı bile engeller. Bazen de elbiseler çok büyük olur, böylece üzerimizde kalmasını ve aynı zamanda da bize yakışmasını sağlamak için uğraşır dururuz. Yalnızca bazı ender anlarda elbise üzerimize cuk diye oturur ve parıldamamızı sağlayan ikinci bir ten gibi hissettirir.
Zeynep Akgün, sıcak ve dinamik gövdeler ile çoktan unutulmuş hayaletlerin içi boş kabuklarını andıran uçuşan kumaşlar ve boş elbiseler arasında bir kontrast kuruyor. Ten ve kumaş arasındaki ilişki, boş ve dolu gövdeler arasındaki farklılıklar; fizik ve metafizik ayrımıyla birleşince o tekinsiz ruh-beden dikotomisine işaret eden bir gerilim açığa çıkarıyor. Ancak, Akgün’ün resimlerindeki figürler tüm elbiselerden, tüm zincirlerden ve tüm sosyal kalıplardan sıyrılmış gibi duruyorlar. Zaman ve uzay boyunca özgürce hareket ederek modern erkek ve kadınların bireyselleşme sürecinin evrensel birer sembolü hâlini alıyorlar. Boş ve minimal arka planlar, çıplaklık ve içi boş elbiselerle birleşince bedenin doğal saflığına ve ruhun özgürlüğüne vurgu yapıyorlar. Akgün’ün eserlerinde, beden ve ruh tüm dünyevi ve sosyal boyunduruklardan kurtularak olmaları gerektiği gibi var oluyorlar: Özgürce ve birey olarak.
3D Sergi için tıklayınız.
Instagram
Facebook
LinkedIn
Twitter
Yorum Yazın