Görmek, duymak, tatmak gibi fonksiyonlar duyularımız aracılığı ile tecrübe ettiğimiz deneyimlerdir. Dış dünya ile bizi buluşturan ara unsur duyularımızdır.
Duylarımızın aracılığı olmadan dış dünya ile olan bağımız kopar ve iç uzay olan beynimizin karanlığına düşeriz.
Duyularımla algıladığım bir çevreyi fark ediyor ve buna var diyorsam duyularım olmadığında bu çevre de yok mu olur ve duyu eşiklerim değişirse çevre de farklılaşır mı?
Bunlar aklımıza gelen sorular olabilir.
Duyularımın sınırlılığı ile oluşan bir çevreyi algılıyorum. Buna şehadet görülen alem denir. Bu algılamada duyularıma ne kadar güvenebilirim? İnsan bildiği ölçüde özgürdür. Tabi neyi bilmek? Bildiği sadece duyularının sınırlılığı ile algıladığı bir şeyi bilmekse bu insan neyi ne kadar bilebilir?
O açıdan ilim maluma tabidir denir. Biliyorum dediğimde duyularımla tanık olduğum alem hakkındaki fikirlerimi dile getirmiş oluyorum. Aslında kendi küçük havuzumun içinde okyanusun dedikodusunu yapıyorum. Bu açıdan insan ancak kendisini bilebilir bir başkasını bilemez
hatta dokunamaz bile. Bilgi dünyamız duyularımızla topladığımız veri
dünyamızdır. Bu alem bilmenin ilim-el yakin dediğimiz mertebesidir.
Görüyorum duyuyorum deriz ama gerçekte doğada ses, renk, ışık, koku yoktur sadece ses dalgaları, ışık dalgaları vardır. Bizler dipsiz bir kuyunun derinliğinde duyularımıza ulaşan ses ve görüntü dalgaları ile gördüğümüz ve duyduğumuz bu dünyada yaşarız. Ve iç içe dünyalardan sadece bir tanesi bizim dünyamız.
Duyularımız olmadan şu anki dünyamıza bakabilseydik foton yağmurlarının üzerimize sağanaklar halinde yağdığını görebilirdik.
Fotonlar gözümüzdeki görme donanımının ölçeği ile şekillenir ve beynimizde algılanır. Aynı şey duyma dediğimiz olgu için de geçerlidir, ses frekansları kulak zarına çarpar ve beyinde onu ses olarak algılarız.
Organlar ruhun dışarıya açılan pencereleridir. Bu pencereler sınırında veriler beyin aracılığı ile algılanır onu yorumlayan ve acı ve zevk alan ise ruhumuzdur burası ayrı bir bahis. Organlar ne görür ne de duyar sadece gelen foton yağmurunu beyine ileten kablo vazifesi görürler. Dışarıdaki ses dalgaları organların yapısal niteliği ile elektriksel sinyallerine dönüşür ve beyne iletilir. Bu durum tüm organlar için geçerlidir.
İnsan çevreyi duyuları aracılığı ile görür ancak duyularının sınırlılığı ile de örter. Mesela gözümüzün yapısı x ışınlarını algılayabilecek bir donanıma sahip olsaydı, ona göre evrimleşmiş olsaydı o zaman insanları iskelet olarak görürdük.
Pineal bezde salgılanan DMT düzeyi belli bir seviyeye yükselirse o zaman insanları yürüyen iskeletler olarak görebilirsin. Böyle bir şeyle karşılaşmak bu yaşam için ne kadar konforlu olurdu veya bizi böyle algılayan varlıklar var mı?
Veya gama ışınlarını algılayabilseydik o zaman kurşun kütlelerin yerlerini tespit edebilirdik.
Dışarıdaki dalgalar organlar aracılığı ile elektriksel sinyale dönüşüp beyne aktarılır ve beyinde görüntü ses oluşur diyoruz ama beynin içi ise gerçekte tamamen karanlıktır. Ne koku, ne renk, ne de görüntü vardır. Dış dünyada sadece frekans okyanusu var ve onun duyularına göre algılayan ve görüyorum duyuyorum diyen birisi ve beynin içini salt karanlık ve sessiz sözsüz resimsiz bir ortam.