Her Sonbahar Gelişinde’de 234. sayfadaki öykümde SARI isimli bir sokak köpeğini dillendirdim. Bu akıl dışı sokak hayvanları yasası beni o kadar sarstı ki, nefes alamadığım günler oldu. Zembereği şaşmış saat gibi oradan oraya koşturup, çareler aradım günlerce. Yetememek, yetişememek ağır bir vicdan azabı bindirdi üzerime. Sonunda elimden gelenle, yapabildiğimle yetinmeye ikna ettim kendimi. Sessiz kalmamak, uyanık olmak ve yaşamını bu canlara adayanlara destek olmak da çok kıymetli. Ve sonra bir gün binlerce SARI’ya ses oldum, olmaya çalıştım. Bu kitabın amacı gibi, böyle böyle, inceden inceden sarkacak o ip o kuyuya.
“Bir gün, yaprakları artık yeşilden turuncuya dönmeye başlamış bir akçaağacın gölgesinde tilki uykusunda kestirirken, telaşla çıktı apartmandan Suna, koşarak yanıma geldi. Ben daha yattığım yerden ayaklanamadan kapandı üzerime hıçkıra hıçkıra. 'Bırakmam seni Sarı! Keşke evimizde yer olsa da alıp seni saklasam,' diyordu. Gözleri şelale olmuş, durmaksızın akıyordu. 'Bak şimdi iyi dinle beni. Salih Usta’nın dükkânının arkasında bir odunluk var ya, hah, işte sen bu aralar yabancı adamlar görürsen hemen oraya koş. Bu sefer sakın havlama olur mu, ne olur, sakın havlama! Hemen o odunluğa saklan. Ben gelene kadar da sakın çıkma! Ben geleceğim yanına, söz!' İki eliyle kulaklarımı tutmuş bal gözleriyle benden bir cevap bekliyordu. Islak suratını yaladım hemen. Birini ağlarken ilk kez görüyordum.
Toplayıp, barınaklara götüreceklermiş hepimizi. Yasa mı ne, bir şey çıkıyormuş. “Ama neden? Hem kulağımda küpem de var, hani güvende olacaktım? Mahallenin yakışıklı, cesur Sarı'sıyım ben! Kime ne zararım var ki?' demek istedim ona hafif bir inilti ile. Lisanımız farklı ama o kalbinden duydu, anladı beni. Bense cevap olarak hıçkırıklarından başka hiçbir şey duyamadım...
Çok geçmeden dediği çıktı Suna’nın. O sonbahar sabahı, tehlike akacağından korkarak büyüdüğümüz yokuştan daha önce hiç görmediğimiz, çirkin suratlı kara kuru bir canavar inip, göbeği açılıp da içinden ellerinde uzun metal çubuklar, ağlar, tabancalar tutan karanlık adamlar çıkınca işin ciddiyeti anlaşıldı. Bizimkiler aracın etrafını sarıp, var güçleriyle havlamaya başladılar. Bir tanesinin boynuna geçirilen halkayla zorla çekiştirilmesi üzerine güleç mahallemizin çehresi de gerildi. Esnaf bağıra çağıra koşturdu, yabancı adamlarla arbedeye girişti. Ömer ve tayfası bir hışım atladılar adamların üzerine. Evlerinde olanlar taştıkları balkonlardan, maşrapalarla sular döktü kötülerin üzerine. O hengâmede Suna’nın sesini duydum, balkondan bana bağırıyordu, “Koş Sarı, koş! Dediğimi yap!” Ona itaat edemeyecek kadar öfkeliydim. Kalabalığın içine dalıp, olması gereken adaleti sağlamak istiyordum. Burası senelerdir bizim yuvamızdı. Mahalleli bizi seviyor, asla varlığımızdan şikâyet etmiyordu. Şimdi ne olmuştu da tepemize binmişti bunlar?”