Ev, aslında kök çakramız gibidir, kendimizi orada güvende hissederiz. Elbette tam tersi de doğru olabilir bazen, evde yaşanan gerginliklerden ya da çatışmalardan ötürü evlerine giderken ayakları geri geri gidenler de vardır ama konumuz burada bu değil.
Bu yazının konusu, özellikle pandemiden sonra evde çalışanlar artması ve giderek her geçen gün çok sayıda insanın ev yutması sendromuna yakalanması.
Evlerin bir de yutma özelliği var, bunu da anladık özellikle pandemi sonrası ‘evden çalışma’ yaygınlaşınca. Ev yutması sendromuna yakalananlar epidemi kıvamında çoğaldı.
Hani oyun merkezleri filan açıldı ya, ‘evden kaçma oyunları’ yapıyorlar, ipuçlarını bulup, kilitli odalardan çıkıyorsun, sonunda özgürlüğüne kavuşuyorsun. İşte bir çok insan, özellikle online işler arttıktan sonra bu oyunu oynuyor kendi evlerinde. Çoğu zaman evden çıkmayı başaramıyor çünkü ev tarafından yutuluyorlar.
Evin en doğal hakkı bana kalırsa yutmak. Size o kadar kollarını, kucağını açmış, sarıp sarmalamış, halbuki onu otel gibi kullanıyordunuz, sabah çık akşam kör karanlıkta gel, yemek hazırla, televizyon ya da internete gir, uyu, hop ertesi sabah. Ev de haklı, kendini çok yalnız hissediyordu, iki çift kahkahaya insana hasretti, şimdi yutuyor, biraz hasret gideriyor.
Online çalışanlar veya emekliler ya da çalışmayanlar çok iyi bilir bu sendromu. Evin nasıl güzelce yuttuğunu.
Sabah kalkarsın, acilen gitmen gereken bir yer yoksa, işin filan, işte çoluk çocuk varsa onları okula filan yollarsın, sonra ev tarafından yutulursun. Hava güneşlidir mesela iki gıdım dışarıya çıkıp birkaç adım, ‘hedef 10 bin adım daima’ atacaksın ama evden çıkamazsın. Ev yutmuştur. Önceleri şu işi bitireyim de öyle çıkarım dersin. Bulaşıkları koydun makineye, a orada toz var, hadi çalıştır elektrik süpürgesini, sonra şunu düzelteyim, ay yoruldum bir kahve içeyim, iki Instagram bir tik tok bakayım, YouTube derken öğlen oldu bile. Akşam yemeği için hazırlık yapmak lazım, dur bir arkadaşın aradı, azıcık şöyle uzan koltukta uzun otur, gözlerin kapanır, aa bir bakmışsın akşam altı olmuş hava kararmış, kim çıkacak yani bu saatten sonra akşam oldu zaten. Şimdi işten gelen gelir, sofra bulaşık, diziler. Ve evet bugün de ev tarafından yutuldunuz.
Ertesi gün çok azimli ve kararlısınız, çıkıp bir yürüyecek, alışverişi bizzat görerek dokunarak yapacak, online işlerine bulaşmayacak; o 10 bin adımı atacaksınız. Çok kararlıysanız, önerim ev tarafından yutulmadan, o evden çıkana kadar akıllı telefonunuzdan uzak durun ve 2 dakika kuralını uygulayın. Elinize telefonu asla almayın. Çünkü o telefonlar o kadar akıllı ki; sizi en az 3 saat esir etmek üzere programlanmışlar. Instagram’a, whatsApp’a, YouTube’a filan girdiniz: Bitti. Yutulacaksınız. Yemek tarifleri, sağlık önerileri, 5 dakikada edineceğiniz sayısız pratik fikir, yaşam alışkanlıklarınızı değiştirecek, ilişkilerinizi, şıp diye düzeltecek ‘şahane’ öneriler ve magazin haberleri, ayak üstü terapi, egzersiz derken ev yutmak üzere ağzını çoktan açmaya başladı. Hele bir de arkadaşlarınıza bakıp ne yiyip içtiklerine, hallerine, gezmelerine dertlerine, yorum emoji bırakma mesailerine girer, ardından birkaç influncer’a falan göz atarsanız, oldu saat öğlen üç.
Japonya’da galiba bir araştırma yapılmış anlatanların yalancısıyım, tam öğlen üç gibi insanların vücut biyoritmi düşük seviyeye ulaştığı için tam öğle uykuya yatma vaktiymiş. Kısacası halk dilinde ‘şekerleme zamanı’. Dikkat dağılıyor, performans düşüyor. Yarım saat uyuyorlarmış tam o saatte. Zaten sıcak ülkelerde de siesta zamanı var tam bu saatlere denk geliyor. İşte saat 3 oldu, 10 bin adım size şu anda yüz bin adım gibi gözüküyor. İyisi mi yarına kalsın. Azıcık kestirin, şöyle bir gevşeyin, televizyon karşısında uzun oturun gitsin. İşte gene ev yuttu gitti, afiyet şeker olsun. 10 bin adım bir başka zamana inşallah.