onedio
Görüş Bildir
article/comments
article/share
Haberler
Ertürk Akşun Yazio: Kapımızdaki Tehlike 3. Dünya Savaşı

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video

etiket Ertürk Akşun Yazio: Kapımızdaki Tehlike 3. Dünya Savaşı

Ertürk Akşun
04.08.2022 - 21:17

Dünya hiç olmadığı kadar büyük bir yoksulluğun pençesinde, ülkemiz de öyle. Her gün yeni bir kriz ve ekonomik çöküş haberi okumamız sıradanlaşmış durumda. ABD 1970’lerin ekonomik büyüme oranlarına gerileşmiş vaziyette. 1970’lerde ABD bu büyüme oranları sayesinde, Keynesyan ekonomik yapısından, Friedman’ın neoliberal ekonomik anlayışına geçiş yaparak kurtuluşu aramıştı. Peki şimdi ne yapacak? Alman Başbakanı, bu sene marketten alışveriş yapanların oranının %50’ye yakın, tatile gitme oranının ise %46 düştüğünü beyan etmek zorunda kalıyor. Ama sorun sadece, ekonominin büyümesi ve üretimin büyümesi veya küçülmesi değil, üretimin paylaşım alanında kendisini göstermiyor oluşu.

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

Büyüme ve üretimin eşit şekilde paylaşılmaması sorunu.

Büyüme ve üretimin eşit şekilde paylaşılmaması sorunu.

Aynı sorun 1800’lerin sonuna doğru David Ricardo’nun (modern iktisatın kurucu babalarından birisidir) artı değer kavramını keşfettikten sonra Marks’ın doğru bir şekilde sorduğu; Evet artı değer var ama bu artı değerin paylaşımı nasıl olacak? sorusuna benziyor. İşte tam da bu yüzden Ricardo ile Marks arasında tam anlamıyla zıt bir ekonomik tahlil ortaya çıkıyor. 

Zenginin bu kadar zengin olduğu, yoksulun bu kadar açlık sınırına dayandığı bir zaman hiç olmamıştı. Bunun sebepleri biliniyor, küreselleşme denilen, neoliberal ekonomik sistemde, sınırsız özgürlük vaadiyle çıkılan yolda, özgürlüğün sadece büyük şirketlere ait olduğu, halkınsa büyük oranda fakirleştiği, nerdeyse orta sınıfın ortadan kalktığı zamanları yaşıyoruz. 

Eşitsizlik son kırk yıldır büyüyerek devam ediyor. Bu eşitsizliğin şuana kadar büyük bir krize sebep olmaması, halka ayaklanmamaları yaratmaması veya bir dünya savaşı doğurmamasının sebebi ise dünyanın tek kutuplu olmasından dolayıdır. ABD’nin öncülük ettiği küresel batı imparatorluğunun karşısında herhangi bir gücün bulunmaması bu krizleri bertaraf etmiştir.

Kriz dönemleri toplumsal dönüşümlerin kapısını da aralar.

Kriz dönemleri toplumsal dönüşümlerin kapısını da aralar.

Tarih bilimi neden önemli sorusunun bekli de en kolay cevabı, bize bugünü anlamamız için veriler sunmasıdır diyebiliriz. Kriz dönemlerini incelediğimiz zaman karşımıza hep kriz dönemlerinin sonunda toplumsal dönüşümleri işaret eder. 

1800’lerin sonundaki ekonomik büyüme (Sanayi Devrimi), aynı zamanda yukarıda işaret ettiğimiz gibi paylaşım sorununu da ortaya çıkarmıştır. İki türlü bir sorunla karşı karşıya kalınmıştır, birincisi, kişiler arası eşitsizliğin büyümesi (bunu anlamak için Charles Dickens romanlarını okumak yeterlidir)  ikincisi ise, uluslar arasındaki eşitsizliğin büyümesi. Bir de büyümek isteyen ama güçlü devletler tarafından baskılanan gelişmekteki ülkeler. 

1.Dünya savaşının çıkışında işte bu kriz dönemi etkili olmuştur. Yoksullaşan halklar (diğer tarafta aşırı zenginleşen burjuvazi) ayaklanmaya başlamış, gelişmeye çalışan ve sömürü düzeninden pay almaya çalışan, Almanya, Rusya, Avusturya vb ülkelerin yeni sömürü alanları bulmak için, güçlü olan İngiltere, Fransa gibi devletlere karşı oluşan cephe. 

Bugün 1. Dünya Savaşı koşullarını yaşamaktayız. 

2. Dünya Savaşı da yine büyük bir krizin sonucunda doğdu diyebiliriz. 1929 Büyük Buhran’ı hem Amerika’da hem de Avrupa’da büyük çöküşlere neden olmuştu. 1. Dünya Savaşı’nın yaralarını sarmak isteyen Avrupa, henüz yaralarını iyileştirmemişken Büyük Buhran’la karşılaştı. Hitler’i, Mussolini’yi, Franco’yu yaratan da aslında bu Büyük Buhran’dı. Büyük krizler mızrağın ucunu keskinleştirir. Yani uç fikirler kriz dönemlerinde öne çıkar ve keskinleşir. Günümüzde de hem dünyada hem de ülkemizde faşizmin tırmanmasının sebebi aslında budur. Göçmenler üzerinden toplumun nerdeyse tamamının milliyetçilik çizgisine geldiğini üzüntüyle izlemekteyiz. Aynı göçmen meselesi hem Amerika’da (hatırlayın Trump’ın seçim kampanyasındaki en önemli argüman Meksika sınırına büyük duvar örmekti) hem de Avrupa’da faşizmi tetiklemektedir. Avrupalı birçok düşünür, Avrupa’nın geleceğini Roma’nın yıkılışına benzetmekte. Neden? Çünkü Roma’nın yıkılışı da dış göçler ve barbar akınlarıyla gerçekleşmişti.

Peki bu yolun sonuna nasıl gelindi? Tekelci kapitalizmde her tekel kârını en üst seviyeye çekmek zorundadır. Şöyle düşünelim, bir büyük firma ne kadar büyürse büyüsün hep arkasında kendisini tehdit eden başka firmalar bulacaktır. O yüzden sürekli kârını maksimize etmek durumundadır. Büyük firma canım sıkıldı çok kazandım artık yeter, kendimi dünya işlerinden uzak tutayım da hayır işleri yapayım deme lüksüne sahip değildir. Rekabetçi kapitalizmin özünde rekabet etmek vardır. Eğer tekelci kapitalist daha ucuza (bunun koşulu ne olursa olsun, ekolojik olarak dünyanın sonunun gelmesi, işçilerin asgari yaşama koşullarının kaybolması, iç savaş filan umurunda olmaz) üretebilmek için hem hukuki güç, hem zor kullanımından kaçınmayacaktır. Nitekim böyle de oldu. Son kırk yılda sürekli kârlarını maksimize etme uğraşı, zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul, sömürülen ülkenin tüm kaynaklarının sömürülmesi, dünyanın çöle dönüşmesini, iç savaşlar ve elbette bunun sonucunda da büyük bir doğudan batıya, güneyden kuzeye göçü doğurmuş oldu.

NATO ABD’nin silahlı zor gücüdür

NATO ABD’nin silahlı zor gücüdür

Bugün artık ABD’de büyüme oranı yüzde 2’lere yani 1970’lerde neo-liberal ekonomiye geçişin nedeni olan büyüme oranına gerilemiştir. Batı Avrupa büyük bir resesyonun eşiğindedir. Ve Batı bundan çıkış yolunun daha fazla baskı ve daha fazla sömürü düzeni olduğunu düşünmektedir. NATO’nun genişleme çabası bundan dolayıdır.

Sömürülecek ülke ve sömürülecek insan kalmadığında, sömürüyü devam ettirmenin yegâne yolu zor kullanmaktan geçiyor. Bu hem iç siyasette hem de dış siyasette bu şekilde. Mesela en demokratik gözüken İngiltere'yi ele alalım. Protesto gösterilerini, sendikal hakları, grev kırmaya, polisin yetkisini artırmaya, seçim kurullarını bakanlara bağlamaya, göçmenleri Ruanda’ya göndermeye yönelik yasalar birbiri ardına devreye girmeye başlayabiliyor. Demokratik gözüken Batı ülkeleri birer polis devleti olma yolunda hızla ilerliyor. Büyük tekellerin yeni sömürülecek alanlarda askeri gücünü artırmasının temelinde bu var. Ayrıca bu sömürü düzeninde ayrı bir yer kapmak isteyen gelişmekte olan ülkeler de kendi alanlarını korumak ve artırmak niyetinde. 

Batı NATO aracılığıyla genişlemeyi sürdürmeye çalışıyor ve bunu zor aygıtlarıyla yapma niyetinde. İşte tam bu noktada Rusya-Ukrayna savaşı patlak veriyor, aslında bir zorunluluk olarak bu savaş ortaya çıkıyor. Çünkü bu noktada Doğu Bloku ya da gelişmekte olan ülkeler diyebileceğimiz yeni güçler bu genişlemeye dur diyemezse uzun süre daha ezilmeye mahkûm olacağını biliyor. Yani kısacası Batı için bu genişleme sürdürülebilirliğinin yegâne dayanağı, doğu için ise dur denmezse ezileceklerinin garantisi.

Bir dönüm noktası olarak Rusya-Ukrayna savaşı

Bir dönüm noktası olarak Rusya-Ukrayna savaşı

Peki gelelim Rusya-Ukrayna Savaşı’na...

Bu savaş neden önemli?

Son yirmi otuz yılda dünyanın her yeri savaş alanına çevrilmişken, Batı dünyası neden bu savaşa bu kadar önem vermektedir? Irak, Afganistan, Tunus, Cezayir, Mısır, Yemen, Suriye... Afrika Kıtası’nın birçok ülkesi, iç savaşlar, komşu savaşları ile kan gölüne dönmüşken, Batı devletleri ve halkı bütün bunları görmezden gelirken, neden şimdi büyük bir tereddüt ve korku içinde bu savaşa odaklandılar? 

EricHobsbawm 1999 yılında yaptığı bir söyleşide, “Yeni bir dünya savaşı çıkar mı?” sorusuna şu yanıtı veriyor:

“Dünyanın büyük devletleri arasında bir savaşın çıkması hâlâ mümkün müdür? Amerika tek süper güç olduğu sürece cevabımız hayır olacaktır. Çin’in er ya da geç ABD’ye rakip olacak askeri bir yeterliliğe ulaşması imkân dahilindedir. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini söylemek değil niyetim. Fakat kesin olan şu ki bu gerçekleşmediği sürece yeni bir dünya savaşı olasılık dışıdır.”

Batı blogu bir zor aygıtı olarak NATO’yu genişletmek ve operasyonel gücünü artırmak niyetinde. Bunun karşısında ise gelişmekte olan ülkeler kendi aralarında oluşumlar kurmaktadır. Bunlardan en önemlisi BRİCS grubu diye nitelendirilen ekonomik temelli bir oluşum.

BRICS grubu Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşuyor. Ekonomileri, dünya nüfusunun yüzde 40’ından fazlasını ve dünyanın gayri safi yurtiçi hasılasının yaklaşık dörtte birini oluşturuyor.

Reisi, BRICS’i, gelişmekte olan büyük ekonomilerden oluşan öncü bir grup olarak nitelendiriyor.

Peki bu gelişmekte ülkeler askeri bir birlikteliğe gidecek mi? Şuan için dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahip olan Çin askeri gücünü artırmaya devam edecek mi? Rusya eskiden kalma silahlı gücünü revize edip yeniden sahnelere çıkacak mı?

Sonuç olarak bu büyük kriz bir dünya savaşının habersisi mi?

Sonuç olarak bu büyük kriz bir dünya savaşının habersisi mi?

Tarihin neresindeyiz?

Dünya tarihinin en bunalımlı döneminde mi yaşıyoruz?

Bu tespiti yapmak pekâlâ mümkün gözüküyor. Yoksa tarihin yeniye en gebe dönemini mi yaşamaktayız? Bunu söylemek de abartılı olmayacaktır. Peki bu iki tespitten hangisi doğru? Yoksa her ikisi de mi? Tarihteki en güzel doğumlar hep bunalım dönemlerinde mi gerçekleşir? İşin içine biraz da edebiyat katacak olursak, İki Şehrin Hikâyesi’ndeki o meşhur ilk sözle mi yapmalı bu girişi?

“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu...”

Neo-liberalizm çökmek üzere ve dünya yeniden şekillenmeye başlıyor. Peki biz bu yeni şekillenen dünyada yerimizi nasıl alacağız?

Uzun süredir krizin eşiğinde olan neo-liberalist yönetim bir çıkış yolu aramaktan ziyade, karşısında hiçbir güç olmadığından krizleri geçiştirmekle yetiniyordu. Tek kutuplu dünya tekelci kapitalizme bu olanağı sağlıyordu.

Bu noktada solun artık yeni bir strateji ve akıl geliştirmesi ve bu yeni savaşa hazırlıklı olması kaçınılmazdır. Teoriler hiç olmadığı kadar önem kazanmıştır. Günlük basit politikalar yerine, büyük resme bakan yeni teoriler oluşturma zamanıdır. Çünkü bu yolun sonu gerçekten, dünyayı yeni iç savaşlara, dünya savaşlarına götürmektedir. Elimizdeki seçenekler, ya barbarlık ya da sosyalizmdir.

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
Reklam
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
5
2
1
1
0
0
0
Yorumlar Aşağıda
Reklam
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın