Tarih bilimi neden önemli sorusunun bekli de en kolay cevabı, bize bugünü anlamamız için veriler sunmasıdır diyebiliriz. Kriz dönemlerini incelediğimiz zaman karşımıza hep kriz dönemlerinin sonunda toplumsal dönüşümleri işaret eder.
1800’lerin sonundaki ekonomik büyüme (Sanayi Devrimi), aynı zamanda yukarıda işaret ettiğimiz gibi paylaşım sorununu da ortaya çıkarmıştır. İki türlü bir sorunla karşı karşıya kalınmıştır, birincisi, kişiler arası eşitsizliğin büyümesi (bunu anlamak için Charles Dickens romanlarını okumak yeterlidir) ikincisi ise, uluslar arasındaki eşitsizliğin büyümesi. Bir de büyümek isteyen ama güçlü devletler tarafından baskılanan gelişmekteki ülkeler.
1.Dünya savaşının çıkışında işte bu kriz dönemi etkili olmuştur. Yoksullaşan halklar (diğer tarafta aşırı zenginleşen burjuvazi) ayaklanmaya başlamış, gelişmeye çalışan ve sömürü düzeninden pay almaya çalışan, Almanya, Rusya, Avusturya vb ülkelerin yeni sömürü alanları bulmak için, güçlü olan İngiltere, Fransa gibi devletlere karşı oluşan cephe.
Bugün 1. Dünya Savaşı koşullarını yaşamaktayız.
2. Dünya Savaşı da yine büyük bir krizin sonucunda doğdu diyebiliriz. 1929 Büyük Buhran’ı hem Amerika’da hem de Avrupa’da büyük çöküşlere neden olmuştu. 1. Dünya Savaşı’nın yaralarını sarmak isteyen Avrupa, henüz yaralarını iyileştirmemişken Büyük Buhran’la karşılaştı. Hitler’i, Mussolini’yi, Franco’yu yaratan da aslında bu Büyük Buhran’dı. Büyük krizler mızrağın ucunu keskinleştirir. Yani uç fikirler kriz dönemlerinde öne çıkar ve keskinleşir. Günümüzde de hem dünyada hem de ülkemizde faşizmin tırmanmasının sebebi aslında budur. Göçmenler üzerinden toplumun nerdeyse tamamının milliyetçilik çizgisine geldiğini üzüntüyle izlemekteyiz. Aynı göçmen meselesi hem Amerika’da (hatırlayın Trump’ın seçim kampanyasındaki en önemli argüman Meksika sınırına büyük duvar örmekti) hem de Avrupa’da faşizmi tetiklemektedir. Avrupalı birçok düşünür, Avrupa’nın geleceğini Roma’nın yıkılışına benzetmekte. Neden? Çünkü Roma’nın yıkılışı da dış göçler ve barbar akınlarıyla gerçekleşmişti.
Peki bu yolun sonuna nasıl gelindi? Tekelci kapitalizmde her tekel kârını en üst seviyeye çekmek zorundadır. Şöyle düşünelim, bir büyük firma ne kadar büyürse büyüsün hep arkasında kendisini tehdit eden başka firmalar bulacaktır. O yüzden sürekli kârını maksimize etmek durumundadır. Büyük firma canım sıkıldı çok kazandım artık yeter, kendimi dünya işlerinden uzak tutayım da hayır işleri yapayım deme lüksüne sahip değildir. Rekabetçi kapitalizmin özünde rekabet etmek vardır. Eğer tekelci kapitalist daha ucuza (bunun koşulu ne olursa olsun, ekolojik olarak dünyanın sonunun gelmesi, işçilerin asgari yaşama koşullarının kaybolması, iç savaş filan umurunda olmaz) üretebilmek için hem hukuki güç, hem zor kullanımından kaçınmayacaktır. Nitekim böyle de oldu. Son kırk yılda sürekli kârlarını maksimize etme uğraşı, zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul, sömürülen ülkenin tüm kaynaklarının sömürülmesi, dünyanın çöle dönüşmesini, iç savaşlar ve elbette bunun sonucunda da büyük bir doğudan batıya, güneyden kuzeye göçü doğurmuş oldu.
Yorum Yazın