Görüş Bildir
Haberler
Cinsellikten Aşk Doğar mı?

etiket Cinsellikten Aşk Doğar mı?

Prof.Dr.Uğur Batı
01.01.2023 - 09:02 Son Güncelleme: 01.01.2023 - 23:02

Prof. Dr. Tayfun Uzbay, ülkemizin en değerli ve evrensel bilim insanlarından biri. Tıbbi farmakoloji alanında gerçekleştirdiği çalışmalarla alana ışık tutan ve yazdığı çok değerli kitaplara “okumayı” fazlasıyla hak eden bir yazar aynı zamanda. Tayfun Hocam’dan söz ederken kendisine ve gıyabında hep “okurun bol olsun” derim. En nihayetinde bu dileğimi buradaki, Onedio Yazio’daki köşeme taşımaya karar verdim ve kendisinin izni ve katkısıyla bir dizi halinde Hocam’ın son kitabı ve arka kapağını yazmaktan gurur duyduğum İnsanlar ve Yanılgılar kitabından bazı bölümleri sizle paylaşmaya başlıyorum.

İçeriğin Devamı Aşağıda

Prof. Dr. Tayfun Uzbay “İnsanlar ve Yanılgılar” kitabı ile bu yanılgıların sebeplerini; yanılgıların nöropsikolojisini, nörobiyolojisini ve nörokimyasalını ele alıyor.

Prof. Dr. Tayfun Uzbay “İnsanlar ve Yanılgılar” kitabı ile bu yanılgıların sebeplerini; yanılgıların nöropsikolojisini, nörobiyolojisini ve nörokimyasalını ele alıyor.

Kitabın arka kapağında yaptığım yorumda; “Ülkemizde bilim dünyasının en önemli figürlerinden olan Tayfun Uzbay Hoca’nın aşkta, bilimde, özgüvende, zihnimizde, belleğimizde, sebeplerde ve sonuçlarda nasıl yanıldığımızı gösteren bu eşsiz kitabı, tam da ihtiyaç olan bir zamanda ‘zamanın ruhunu’ bize açık eyliyor, iyi ki de yapıyor, iyi yapıyor' demiştim. Şimdi de bu yazıda noktasına virgülüne dokunmadan Tayfun Hoca’nın İnsanlar ve Yanılgılar kitabından müzik ve zekâ ile ilgili bir kısmı sizinle paylaşacağım, bence iyi de yapacağım.

Aşk da birçok başka duygulanım ve düşünce süreçlerinde olduğu gibi beynin mimarisi ya da başka bir deyişle, beynin kendini yeniden inşa edebilme becerisiyle ilişkilidir. Tutkulu bir aşkın kalıcı olabilmesi için sinir hücrelerinin yeni bağlantıları aracılığıyla ortaya çıkan bu yeni mimarinin korunabilmesi şart.

Yeni bir dili öğrendiğinizde de buna benzer değişiklikler gerçekleşiyor ve dili kullandıkça pekişen yeni mimari daha kalıcı oluyor. Dili kullanmazsanız zamanla unutulabiliyor ve zayıflıyor. Aynı yeni bir dilin öğrenilmesi gibi, tutkulu aşkın kaynağını beslemek için ateşin altına sürekli odun atmak beyinde gerçekleşen değişikliğin yani yeni mimarinin daha sağlam olmasına ve uzun süreli korunmasına yardımcı olabilir. Bunun için çiftlerin birlikte yapmaktan keyif aldıkları şeyleri keşfedip bunlar aracılığıyla iletişimi güçlü tutmaları aşkın miadını uzatabilecek iyi bir yol gibi görünüyor. İletişim zayıflamaya başladığında aşk da zayıflıyor ya da beyinde aşkın kaynağı olan yeni mimari paslanmaya başlıyor.   

İnsan dışında kalan diğer memeliler içinde türün devamı için hayati önemi olan karşı cins ile ilişkiye girme konusu çok abartılacak bir şey değildir. Hayvanlar âleminde konu gizli kapaklı, bastırılmış ya da yasaklı değildir. Hayvanlar yaşlandıkça cinsel performanslarının azalmasını dert edip bunu sürdürmek için afrodizyak peşinde de koşmazlar. İnsanda durum çok farklıdır. Zihinsel performans olarak tüm canlıların en üstünü olması insandaki cinsel aktiviteyi doğanın kabul ettiği doğal seyrinden çıkararak çeşitli kurallara bağlamıştır. Yasal ve ahlaki kısıtlayıcı birçok kural söz konusudur. Öncelikle cinsellik, toplumdan topluma kültürden kültüre değişen kurallar çerçevesinde mahremdir. Din ve ahlak kuralları bu konuda birçok toplumda katıdır. Türü devam ettirme amaçlı cinsel ilişkiye girme isteği Âdem ile Havva’nın cennetten kovulmasına ve insan türünün dünya hayatı ile sınanmasına yol açtığından bu yana ki bu yaklaşık 10 bin yıl önceki bir zamana tekabül etmektedir, yüzyıllar boyunca dinsel otoriteler tarafından baskı altına alınmıştır. Cinsellik tıbbi yönden bir hastalık olarak tanımlanmış gerek dini ve ahlaki kurallar gerekse tıbbi yaklaşımlar nedeniyle insanlar cinsel dürtülerini bastırma yoluna gitmişlerdir. Bilimciler de yakın zamanlara kadar bu konu ile fazla ilgilenmemeyi tercih etmişlerdir. Cinselliğe okullardaki eğitim amaçlı yaklaşım günümüzde bile oldukça tutucudur. Medyada her türlü sıkı sansür ve yasal kısıtlamalar söz konusudur. 

Tüm toplumlarda seks edepsiz ve kirli bir eylem olarak görülür, gizlice ve baş başa yapılır. On dokuzuncu yüzyıl İngiltere’si kadının kutsal olduğu ama 13 yaşında bir genç kızın birkaç sterlin karşılığında bir iki saatliğine satın alınabildiği bir dönemdi. Kadının orgazm olmadığı savunuluyor ama bir yandan da her fahişeye orgazm taklidi yapması öğretiliyordu. On dokuzuncu yüzyılın önemli düşünürlerinden Alman filozof Arthur Schopenhauer “Sadece Londra’da seksen bin fahişe var. Bu insanlar tek eşliliğin adak taşına kurban edilmemişlerse nedirler?” demiştir.*

Ailenin kutsallığı, tek eşliliğin ve eşler arası sadakatin fazileti yaşamın tüm alanlarında din adamları, politikacılar ve önemli rol modeller tarafından sürekli yineleniyor. Buna rağmen ne sadakatsizliklerin ve cinsel sapkınlıkların önüne geçilebiliyor ne de insanların bu konuya olan ilgisi azalıyor. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi insanların cinselliğe yaklaşımı beyin gelişimleri ile ilişkili olarak diğer memelilere göre daha karmaşık ve oldukça renklidir. Diğer memelilerin ilginç fanteziler ve senaryolar oluşturma kapasiteleri oldukça sınırlıdır. İnsanlar sadece gündelik yaşama konfor katacak alet ve edevat geliştirmediler. Libidoyu artırıcı ve uyarıcı nitelikte birçok oyuncak, iç çamaşırı, film, dergi ve kitap fazla bir reklama gerek duyulmadan erotik malzeme satan dükkânlarda rahatça alıcı buluyor. Pornografinin dünya çapında yaklaşık 100 milyar dolar hasılat yaptığı tahmin ediliyor. Bu Amerika’da CBS, NBC ve ABC gibi ünlü medya kuruluşlarının toplam hasılatından ve büyük paraların döndüğü futbol ve basketbol yayın haklarından daha fazla gelir anlamına geliyor. İnternette pornografi siteleri çok tıklananların en başında geliyor.

Cinselliğin üzerindeki baskı ve aşırı tutucu yaklaşım arttıkça pornografiye olan ilgi, cinsel sapkınlık içeren davranışlar ve sadakatsizlik de artıyor.

Cinselliğin üzerindeki baskı ve aşırı tutucu yaklaşım arttıkça pornografiye olan ilgi, cinsel sapkınlık içeren davranışlar ve sadakatsizlik de artıyor.

Batı dünyası bu konuda daha şeffaf davranıyor. Batılı kaynaklardan öğrendiğimize göre son kırk yılda yüzlerce Katolik rahip çocuklara karşı işledikleri cinsel suçları itiraf etmiş ve Katolik Kilisesi cinsel suçların tazmini için yaklaşık olarak 500 milyon dolar ödemiştir. Buradaki kurbanların yarısının 10 yaşın altında olması tüyler ürperticidir. Ülkemizde de durum iç açıcı değildir. Tarikat yurtları ve radikal dinci düşüncelerin olduğu yerlerde çocuklara yönelik cinsel istismar haberleri giderek sıklaşmaya başladı. Bazı ünlü politikacıların, sporcuların ve din adamlarının ikiyüzlü bir şekilde bir yandan aile değerlerine verdikleri önemi sürekli konuşup öbür taraftan sevgilileri, metresleri, fahişeler ve stajyerlerle kırıştırdıkları bir dünyada, gerçekler kilim altına süpürülmeye çalışılsa da tek eşli evliliğin sadakat ve liyakatle ne kadar sürdürüldüğü tartışmalıdır. 

Son 20-30 yılda özellikle Batı toplumlarında boşanmalar ciddi şekilde artış gösterdi. Boşanma nedenleri arasında ilk sırayı sadakatle ilgili sorunlar alıyor. İkinci sırada görülen şiddetli geçimsizlik çok defa sadakatsizlikle birlikte ortaya çıkıyor. Uzun süre evli kalanlara yapılan anketlerde ezici bir çoğunluğun ilk evlendikleri günkü şevk ve heyecanla evliliklerini sürdürmedikleri görülüyor. Mutlu olanlar, evliliği birlikte yaşanan ve paylaşılan hayat değerleri, çocuklar ve torunlar gibi yeni başka heyecanlar üzerinden yine birlikte paylaşarak başka bir formata dönüştürerek sürdürebiliyorlar. 

Paylaşmayı ve birlikte yaşamayı bilenlerin “sonsuz aşk” dedikleri şeyin aslında ilk bir araya geldikleri günkü tutkulu aşkla bir ilgisi yok. Belki onun üzerine daha güzel başka bir aşk inşa edebiliyorlar. Bunu yakalayamayanlar ya şiddetli geçimsizliğe rağmen sosyokültürel baskılar veya bazı maddi zorunluluklar nedeniyle durumu idare ediyor ya da boşanıyorlar. Tutucu toplumlarda boşanmak da özellikle kadın açısından çok kolay değil. Son zamanlarda artan kadına şiddet ve kadın cinayetlerinin arka planında sürdürülemeyen ve mutsuz eden evlilikleri kadınların bitirme çabası yatıyor. Sigmund Freud, birçok konuda tartışılabilir, ancak insan uygarlığının erotik enerjinin engellenmesi, yoğunlaştırılması, biriktirilmesi ve yeniden yönlendirilmesi üzerine kurulduğunu söylerken haklı gibi görünüyor.**

İnsanın tek eşliliği konusuna bilimsel veriler ve bilim penceresinden baktığımızda ne görüyoruz? İnsan ilk ortaya çıktığı andan itibaren tek eşli mi, yoksa çok eşlilikten gelerek tek eşliliğe mi evrildi? Şimdi bu sorulara yanıt arayalım. Öncelikle bizim için kötü haber denebilecek bilimsel gerçek şu ki, Homo sapiens  tek eşli memeliler içinde yer almıyor. Günümüz siyaseti, kültürel ve ahlaki değerleri tek eşliliğin doğal, evliliğin insanlar için evrensel ve çekirdek aile dışındaki herhangi bir aile yapısının da sapkınlık olduğunu söylüyor.  Din, siyaset ve hatta bilim bile, biyolojinin ve milyonlarca yıl öteden evrimleşerek bugüne ulaşan isteklerin sınırlandırılması ve bastırılarak kontrol edilmesi için uğraşıyor. Ancak bütün bu çabalar toplumsal yaşamda bu konuda gözlemlenen samimiyetsizliği ve zıvanadan çıkmış ikiyüzlülüğü ört bas etmeye yetmiyor.

Günümüz insanı gerçekte kendi erotizmi ile bir çeşit savaş halinde. Bir taraftan basitçe türün devamı için beyninde kurulu olan ve ödüllendirme ile çalışan düzeneği nefsine hâkim olarak bastırmaya çalışırken, diğer taraftan gizli olmak koşuluyla eline fırsatı geçirdiği an yemediği haltı bırakmıyor. İnsanın bu zaafı, bazen rakiplerini ekarte etmek isteyen siyasetçilerin, üst düzey bürokratların ve işleri istediği gibi halletmeye çalışan çeşitli çıkar gruplarının kullanılabileceği en elverişli silahlardan biri haline geliyor. Çağdaş kültür aşk ile seks arasındaki bağlantıyı da bir türlü kuramıyor ya da kurmak istemiyor. 

Araştırmacıların çoğu insanın çok eşlilikten tek eşliliğe geçiş sürecinde tarımın keşfedilmesinin önemine değinir. Buna göre çekirdek ailenin başlangıcı tarımın keşfiyle ortaya çıkan toplumsal koşullara uyum sağlama çabalarına dayanır. İnsanların bu davranış ve tercihleri türümüzün biyolojik olarak programlanmış özelliklerine değil insan beyninin esnekliğine ve toplulukların yaratıcı kültürel yaklaşımlarına dayanır. Modern insan türünün yaklaşık 200 bin yıllık bir geçmişi vardır. Tarımın en erken işaretlerinin yaklaşık M.Ö. 8000’lerde başladığını düşünürsek insanların yerleşik tarım toplumlarında yaşayarak geçirdiği zaman yeryüzündeki toplam yaşadığı sürenin ancak %5’ine karşılık gelir. 

Aşk ile ya da aşksız, tarih öncesi dönemlerde rastgele cinsel ilişki söz konusuydu. İnsansı atalarımız birkaç milyon yıl boyunca zamanlarının çoğunu yetişkinlerin birden çok cinsel ilişki yaşayabileceği küçük ve yakın ilişki içindeki gruplarda geçirdiler. On dokuzuncu yüzyılın en etkili sosyal bilimcilerinden, Amerikan antropolojisinin de babası sayılan Lewis Henry Morgan toplumsal organizasyon ve aile yapısının evrimiyle ilgili çalışmaları ile tanınır.

Morgan, Darwin’e zıt olarak, tarih öncesi zamanlarda tipik olarak çok eşli rastgele cinselliğin olduğunu savunmuştur. Bu dönemlerde erkekler çok kadınlı (polijini) ve kadınlar da çok erkekli (poliandri) yaşadılar. Bu iki kavram da insanlık tarihi kadar eskidir. Morgan’ın Tarih öncesi toplulukların grup evlilikleri omnigami olarak da adlandırılır.*** Buna göre tek eşli evlilik kavramının aşamalı olarak gerçekleştiği ve rastgele çok eşli ilişkinin bir zamanlar dünyada oldukça yaygın olduğunu düşünebiliriz. Bu dönemler beyinde otobiyografik belleğin tam olarak yerleşmediği beynin ön kabuk tabakasının bugünkü kadar gelişmemiş olduğu dönemlerdi.

Rastgele cinsellik muhtemelen tarımın ve özel mülkiyetin yükselmesine kadar, avcı-toplayıcı dönemde de devam etti. İnsanların yerleşik tarım toplumlarında yaşamaya başlamasıyla toplumsal yaşam kuralları bir daha geri dönmeyecek şekilde önemli bir değişime uğradı. Hayvanların evcilleştirilmesi, buğdayın keşfi ve çiftçilik ile başlayan yerleşik düzen rastgele ilişki yerine karşılıklı eş olmaya da geçilen bir dönemdi. Tarımla birlikte cinselliği düzenleyen kurallar da dâhil hemen her şey değişmiştir. Karşılıklı eş olma bağı oluştuktan sonra kadın, birlikte olduğu erkek ile paylaştığı kaynaklara erişimini tehdit edebilecek başka kadınlara karşı daha hassas oldu. Bu hassasiyet, erkeğin başka kadınlarla samimiyet kurması da dâhil sadakatsizliğini çağrıştıran tüm belirtilere karşı bugün de devam ediyor. 

Bununla beraber, kadın, fırsat çıktığında genetik açıdan eşinden daha üstün gördüğü bir erkekle kaçamak ya da sürekli bir beraberliğe hayır demedi. Erkek cinsel sadakatsizlik işaretlerine karşı özellikle açık vermemeye dikkat ederken bir yandan da diğer kadınlarla kısa vadeli cinsel ilişki fırsatlarından yararlanmayı hiç ihmal etmedi. Erkek için en kötü senaryo zamanını ve kaynaklarını başka birinin çocuklarına bakmak için kullanmasıydı. Bu aynı zamanda kendi genleri yerine bir yabancının genlerinin geleceğe taşınması onun da buna bekçilik etmesi anlamına gelir. Eş olarak yanında bulunan kadının başka adamlarla duygusal bağı olsa bile işe cinsellik karışmadıkça babalık konusunda şüpheye yer kalmaz ve bu korkutucu genetik felaket ortaya çıkmaz. Bu nedenle erkek kıskançlığı kadının cinsel davranışlarını kontrol etmeye odaklanırken kadının kıskançlığı erkeğin duygusal davranışlarını da kontrol edecek ve erkeğin kaynaklarına ayrıcalıklı erişimi bir başkasıyla paylaşmayacak şekilde evrimleşti.

Uzmanlar ilişkide kadınların daha seçici davrandığını ve cinsel yakınlık hissedebilmek için bağlılığa ihtiyaç duyduklarını, erkeklerin ise yuvaya başkalarının çocuklarını beslemek için yiyecek getirmek zorunda kalmamanın hesabını yapmak zorunda olduklarını ve bu nedenle önüne gelenle rahatça gönül eğlendiren kadınları beraber yaşamak için riskli görecek şekilde evrildiler.

Uzmanlar ilişkide kadınların daha seçici davrandığını ve cinsel yakınlık hissedebilmek için bağlılığa ihtiyaç duyduklarını, erkeklerin ise yuvaya başkalarının çocuklarını beslemek için yiyecek getirmek zorunda kalmamanın hesabını yapmak zorunda olduklarını ve bu nedenle önüne gelenle rahatça gönül eğlendiren kadınları beraber yaşamak için riskli görecek şekilde evrildiler.

Çok eski çağlardan beri küçük topluluklar halinde yaşayan ilkel erkekler elde edebildikleri ve bakabildikleri kadar eş ediniyorlar, eşlerini kıskançlıkla diğer erkeklerden koruyorlardı. Aile olma ve eşini kıskanma gerçekte sadece insana özgü özel bir durumdur. Rastgele cinsel ilişki dönemlerinde de insanlar bugünkü gibi kurallara bağlı olmasa da aile olmaya yatkındı. Tarım devrimi sonrası yerleşik düzende bugünkü aile yapısına geçmek bu nedenle çok kolay olmuş olabilir. 

Antropolog Owen Lovejoy çekirdek aile ve insan cinsel davranışının esas kökenlerinin Tarım Devrimi’nden çok öncelere Buzul Çağı’nın başlangıcına kadar dayanabileceğini ileri sürmüştür. Ünlü biyolojik antropolog Helen Fischer de insan cinsiyetinin evrimi ve geleceği, aşk, evlilik, beyindeki cinsiyet farklılıkları ve kişilik tarzınızın kim olduğunuzu ve kimi sevdiğinizi nasıl şekillendirdiği hakkında kapsamlı araştırmalar yapmış ve çeşitli kitaplar yazmıştır.

Fischer 1992’de yayımladığı Aşkın Anatomisi (Anatomy of Love) isimli oldukça ilgi gören kitabında Levejoy’un görüşlerine katılıyor ve insan türünde tek eşliliğin bir kural olduğunu söylüyor. Ancak bu insanın fırsatını bulduğunda ya da gerekli olduğunda birden fazla eş seçmeyeceği anlamına gelmiyor. Tek eşlilik ne kadar doğalsa insanlarda hem erkekler (polijini, bir erkeğin birden fazla eş alabilmesi) hem de kadınlar (poliandri, bir kadının birden fazla eş alabilmesi) arasında çok eşlilik de doğaldır. Ancak bunun goriller, atlar ve diğer türden bazı hayvanlarda görüldüğü şekilde harem kurma tarzında olması ve sürdürülmesi oldukça güçtür ve sık gözlenen bir durum değildir. Bu tür yaklaşımlarda genellikle hır çıkar. İnsanlar arasındaki çokeşlilik (hem polijini hem de poliandri) isteğe bağlı fırsatçı istisnalar olarak görünmektedir.  Bu yönden insanlar fırsat buldukça sanki farklı partnerlerle de seks yapan ama bir yuvada birlikte yaşayarak yavrularını büyüten kır farelerine benziyorlar.

Cinsel tek eşliliğin doğallığına dair ardı arkası kesilmeyen ezici kampanyalar ve aksinin cehennem ateşi ile cezalandırılacağına dair öğretiler de politikacıları, topluma rol model olmuş kişileri hatta din adamlarını bile arzularından vazgeçirmeyi başaramıyor. Kendimizi olduğumuz gibi görmeyi başarabilmemiz için öncelikle şunu kabullenmemiz gerekiyor: Dünyadaki tüm canlılar arasında Homo sapiens kadar sürekli biçimde renkli ve eğlenceli bir cinsel hayatı olan başka bir yaratık yok. İnsanların cinsel etkinliğe ayırdıkları süre en yakın memeli türlerine bile fark atacak kadar fazladır. İnsan dışında kalan diğer tüm çiftleşerek üreyen hayvanlar için seks bu kadar önemli ve zaman alan bir eylem değildir. Hayvanlar tam da din ve ahlak kurallarının gerektirdiği şekilde sekste aşırılığa kaçmazlar. Az sıklıkla, sessizce ve sadece üreme amaçlı yürüyen bir cinsel yaşamları vardır. İnsan yaşamında seks üremenin ötesinde bir anlama sahiptir.

Fiziksel doyumun da ötesinde aynı zamanda çok önemli bir sosyal işleve de sahiptir. Eşler arasındaki cinsel sadakatsizlik ya da zina bunu en sert cezalarla yasaklayan en kapalı toplumlarda dahi görülüyor. Eğer tek eşlilik türümüzün evrimleşmiş standart bir özelliği olsaydı bu kadar baskı ve cezalandırmaya hiç gerek kalmazdı. Bu gibi ihlaller çok az görülürdü. Eğer dış ilişkilere kapalı çekirdek aile insanlar için en doğal ve kendilerini en rahat hissettikleri yapı ise bunu korumak için bu kadar nasihat, yaptırım ve yasaya ne gerek var? Son 50 yılda çekirdek aile yapısı özellikle Batı’da önemli bir erozyona uğradı. Toplumdaki çekirdek aile sayısı giderek azalırken evlilik olmaksızın yaşanan beraberlikler giderek artıyor.

Paraguay’daki Aché kabilesinde aynı kulübede geceleyen bir erkek ile kadın evlenmiş kabul edilir. Herhangi biri herhangi bir zamanda yatağını başka bir kulübeye taşıdığı anda boşanma gerçekleşmiş olur. Çin’de Lugo Gölü civarındaki dağlarda yaşayan Mosuo topluluğu içinde şiddetin ve suçun hiç bulunmaması bilimcilerin dikkatini çekmiştir.

Topluluk içinde hem kadın hem de erkek için sınırsız bir cinsel özgürlük ve özerklik söz konusudur. Aynı Inuit denilen Eskimolar gibi ziyaretçi yabancılar ile de kolaylıkla ilişkiye girebilirler. Her iki cinsiyet için de kıskançlık söz konusu değildir. Mosuolarda mal, mülk ve soyadı anneden kıza geçer. Yani evin merkezinde kadın yer alır. Günümüzde cinsellikle ilgili faaliyetlerin sıkı dini kurallarla sınırlandırıldığı Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkelerde “seyahat evliliği” olarak bilinen değişik bir evlenme biçimi söz konusudur. Erkek eşine hiç bilgi vermeden seyahat sırasında başka bir kadınla ilişkiye girebilir, yani evlenebilir. Bu dini kurallara ters değildir ve zina sayılmaz. Şiilikte de şehveti tatmin için düzenlenmiş belli bir süre için geçerli “muta nikahı” vardır. Bu nikah birkaç dakikadan birkaç yıla kadar sürebilir. Bir erkek asıl eşinin dışında birden fazla kadınla geçici muta nikahı ile evlenebilir ve ilişki dinen caizdir, zina sayılmaz.

Aché kabilesi ve Mosuolar evlilik konusunda daha demokrat ve dürüst gibi görünüyor. Bu tür topluluklarda hiçbir cinsiyet baskın değil. Erkek ve kadının birbirini tamamladığına inanıyorlar. Erkek egemen ataerkil toplumların aksine kadının özerklik ve otoriteye sahip olduğu anaerkil topluluklar daha sakin, daha erkek dostu ve daha hoşgörülüdür.  Öğretiler ve gelenekler tek eşliliği işaret etse de dünyada hala örtülü ya da aleni çok eşlilik yaşanmaya devam ediliyor. Mosuoların geleneksel dünyayı rahatsız ettiğini ve onlara edep getirme yönünde özellikle Çin’den çeşitli baskılar yapıldığını da buraya ilave edelim.

Prof. Dr. İsmail Tayfun Uzbay kimdir?

1982 yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun oldu. Gülhane Askeri Tıp Fakültesi (GATA) Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı’nda 1992 yılında doktorasını tamamladı. Aynı bölümde 1995 yılında doçent, 2003 yılında profesör unvanını aldı. 1997-1999 yılları arasında ABD’de, University of North Texas ve İtalya’da University of Cagliari’de araştırıcı öğretim üyesi olarak çalıştı. 2003-2011 yılları arasında GATA Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı, 2011-2013 yılları arasında GATA Yüksek Bilim Konseyi üyesi olarak görev yaptı. 2003-2012 yılları arasında TÜBİTAK Ulakbim Türk Tıp Dizini Kurulu üyeliği ve 2004-2012 yılları arasında Sağlık Bakanlığı Madde Bağımlılığı Tedavi Usulleri Bilim Komisyonu üyeliği görevlerini yürüttü. 2007-2016 yılları arası Türk Eczacıları Birliği (TEB), Eczacılık Akademisi Bilim Kurulu Üyesi, 2016-2019 yılları arasında Eczacılık Akademisi Başkanlığı görevini yürütmüştür. Halen T.C. Üsküdar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Dâhili Bilimler Bölüm Başkanıdır. Ayrıca Nöropsikofarmakoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi (NPFUAM) müdürlüğü ve Rektör Danışmanlığı görevlerini de yürütmektedir. 43. Dönem (2021-2023) TEB Merkez Heyeti Üyesidir.

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
2
1
0
0
0
0
0
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın