"Anne Çiçekleri" Üzerine Özlem Çetinkaya ile Söyleşi
Kitap elime kasvetli bir cumartesi öğleden sonrasında geçti. Bu havada yapılacak en güzel şey koltuğumda ayaklarımı uzatıp, üzerinde buharı tüten kahvemin kokusuyla kendimi kitaplara gömmek olur. Dışarıda ince bir yağmur, evin sessizliğini cama vuran yağmur damlaları bozarken, yağmurun sesine kahve kokusu eşlik ediyordu. Ben de aldım elime kitabı, başladım Anne Çiçekleri’ni okumaya…
Yazar Özlem Çetinkaya’nın 6. kitabı ve 2. romanı olan Anne Çiçekleri, Düşbaz Kitaplar’dan çıkmış. Sosyoloji okuyarak toplumu ve insanı anlamakla başlamış yazı merakı. Derken otel işletmeciliğiyle de insanları gözleme fırsatı bulmuş Özlem Çetinkaya.
Anne Çiçekleri çok sarsıcı bir kitap. Her kalbin kaldıramayacağı, ağırlığının altında ezilebileceğiniz bir roman. Kitap hakkında çok da bilgi verip sonu bozmadan genel hatlarıyla ilgili aklıma takılanları sordum Özlem Çetinkaya’ya.
- Baştan sona nefesimi tıkayan bir ruh hali okudum. Zaman zaman roman karakteri Özlem’in öfkesi öyle kuvvetliydi ki molalar vererek okumak zorunda kaldım. Siz bu öfkeyi yazarken titremediniz mi?
- Zaman zaman hayat yolunda gitmediğinde hepimizin duyduğu o öfkeli ruh hali bizi ele geçirir. Her şeye ve önümüze gelene öfkelenip hıncımızı çıkaracak yer ararız. Asıl sebebi belli olan bir öfkenin kurbanı oluruz aslında. Kitapta Özlem de kendini bir kurban olarak görüyor, annesinin sevgisizliği yüzünden böyle hissettiğini düşünsek de acaba hissettiklerini söyleyemediği için mi bu kadar öfkeli?
Biraz önce de bahsettiğim gibi Özlem korktuğu için öfkeli. Varoluşuna bir anlam bulamadığı için öfkeli. Yanlış anladığı için öfkeli. Olanı kendi sınırlı algısıyla ile değerlendirdiği için öfkeli. Durup “Burada gerçekten ne oluyor? Burada olan ne?” diyebilecek gücü olmadığı için öfkeli. Utandığı için öfkeli. Bazen çok güçlü duygular hissediyoruz ama söyleyemiyoruz, utanıyoruz ve bu utanç bizi çok daha öfkeli yapıyor.
- Hayatı boyunca yaşadığı ilişkilerde de kendini hep kurban olarak görüyor Özlem, ikili ilişkilerine de yansıyor bu durum. Kişisel gelişimle olan profesyonel ilişkinizden yola çıkarak, okuyucular da kitabı okurken kendi öfkelerinin kaynağını sorgulayacaklardır muhakkak, peki bununla nasıl baş edeceğiz? Öfkemizi nasıl dizginleyeceğiz?
- Romandaki ana karakter Özlem kitabın sonunda kendi içindeki huzuru ve aradığı cevapları buluyor. Özlem kadar şanslı olamayan, aradığı cevapları bulamayan pek çok aile travmalı kişi için hem bir kişisel gelişim uzmanı hem de romanın yazarı olarak siz ne önerirdiniz?
Özlem’in kendi içindeki cevaplara ulaşması çok ilam verici ancak bu bir şans değil, en azından sadece şans değil. Burada büyük bir çaba var, yüzleşme cesareti var, izleri takip etmek var. “Burada beni rahatsız eden bir koku var, bu nereden geliyor?” sorusunun üzerine gitmek var. Bir de biz genelde istediğimiz şeyi bulmayı hedefleyerek arıyoruz, öncelikle bundan vazgeçmemiz gerekiyor. Bildiğimizi zannettiğimiz cevabı armaya devam ettiğimiz sürece bulmak kolay değil çünkü bilmiyoruz. Sanrılarımız peşinden değil hakikati anlamak önemli. Bu konuda çalışırken en güçlü araçlardan biri gölgelerle çalışmak ve cesur olmak. En önemlisi de kendine dürüst olmak, duyguna sahip çıkmak. Kalıpları bir kenara bırakabilmek ama bunu yıkıcı bir yerden değil yapıcı bir yerden işlevsel kılmak.
- Kitabın sonunu söylemeden üstünkörü geçeceğim; ana karakter Özlem, kitabın sonunda çok büyük bir travmayla yüzleşiyor. Öfkesi bu kez de pişmanlığa evriliyor. Bu kuvvetli duyguları yönetebilmek için profesyonel destekle birlikte kişisel olarak bakış açımızı değiştirmek için bize ne gerekiyor?
- Bu romanın bir amacı olmalı, okuyucuyu nasıl bir gerçekle yüzleştirmekti amacınız?
Bu romanın en büyük amacı toplumsal bir insanlık yarasına dikkat çekmek. Acıma ve şefkatin arasındaki büyük farka işaret etmek. Şefkat anlayıştan doğarken, acıma öfkeyi de beraberinde getiriyor. Öfkenin aleviyle yanmak yerine şefkatin temeli olan hakikate yönümüzü çevirmeye ilham olmak. Ve bir de “Biliyorum sanrısı”nın üzerimizdeki yıkıcı etkisi ile yüzleşmek. Bilmiyoruz. Zannediyoruz. Kendi doğrularımız ve isteklerimiz, arzularımızın tuzaklarına düşüyoruz. Uyurgezer hayatlardan uyanmış hayatlara geçmek mümkün.
Özlem Çetinkaya’nın duru anlatımıyla Anne Çiçekleri, çok sıradan görünen anne kız ilişkilerinin derinlerde oluşturduğu yolları, o yolların karanlıklarını, iniş çıkışlarını fark etmenin hikâyesi. Bu hikâye bize hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, gerçeklerin çok daha derinde olduğunu anlatıyor. Acıma ile şefkatin farkına varmamız için bize bir perde aralayan hikâyede kadının kendisine ve yaşama dair keşifleri, her kesik yarası gibi önce can yakıyor ama bir yandan da kendisine ve çevresine merhem oluyor.
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio