Hellinger felsefe, teoloji ve eğitim bilimleri okumuş. Misyoner olarak gittiği Güney Afrika’da kaldığı sırada, Afrika kabilesi Zuluların bir töreninden çok etkilenmiş. Kabile bir sorunu çözmek istediğinde, bir çember oluşturup, ölmüş atalarını da bu çembere dahil edip, onları temsilen temsilciler kullanıyorlarmış. Konu yaşayan ve yaşamayan ataların dahil edildiği bir çemberde masaya yatırılarak şifalanıyormuş. Bu sistemden çok etkilenen Hellinger, daha sonra Transaksiyonel Analiz eğitiminin yanı sıra Münih Psikanaliz Eğitim Enstitüsü’nü de bitirerek, aldığı başka eğitimleri de birleştirip, Aile Dizimi ve Sistem Dizimi’nin kurucusu oldu. Seminerler, konuşmalar, meditasyonlar, dizimler yaptı. Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri, Orta ve Güney Amerika, Rusya, Çin ve Japonya’da çalıştaylar gerçekleştirdi.
38 dile çevrilen çok sayıda kitaba imza attı. Bunlardan ‘Kabul Etmenin Özgürlüğü’ ve ‘Sevginin Saklı Simetrisi’ benim okuduklarım ve bayıldıklarım arasında.
Tekrar onunla bizzat izlediğim o seminere dönelim. 20 yıllık evli bir kadın geldi sahneye. Hellinger,ne sorunları olduğunu sordu, kadın kocasını severek evlendiğini, fakat giderek kendisinin de anlayamadığı bir şekilde aralarına nedeni bilinmeyen, her geçen gün artan bir soğukluk girdiğini ve bir uzaklaşma başladığını, giderek aralarının açıldığını anlattı. O salonda kadının kocası da vardı. Hellinger kocasını da sahneye davet etti. Bir süre sahnede ikisi öylece kıpırdamadan durdular. Sonra Hellinger bir soru sordu, ‘hanginizin evlenmeden önce başka biriyle ilişkisi vardı?’ Kadın evlenmeden önce bir nişanlısı olduğunu, şimdiki kocasıyla tanıştığında hiçbir şey söylemeden nişanı atıp, eşiyle evlendiğini söylediğinde, Hellinger; kadının eski nişanlısını temsilen izleyenlerden birini sahneye çağırdı. Nişanlı rolündeki adam sahneye çıkar çıkmaz birden çok öfkelendi. Sürekli elini ayağını oynatıyor adeta sinirden köpürüyordu. Sonra çalışma başladı.
Eski nişanlı anlaşıldı ki tamamen yok sayılmıştı. Ve onun o yok sayılan öfkesi, kırgınlığı ve kederinin enerjisi zamanla karı kocanın arasında görünmez bir soğukluk yaratmıştı. Hellinger, kadından, nişanlısının temsilcisine doğrudan konuşmasını istedi. Tam hatırlayamıyorum ama şu minvaldeydi sanırım konuşma, ‘seni yok saydığım için özür dilerim. Hiçbir şey söylemeden öylece çekip gittiğim, seni cevapsız sorularla bıraktığım için üzgünüm. Amacım bu değildi, aşık olmuştum, ama bir türlü sana bunu söylemeye cesaret edemedim, şimdi anlıyorum ki seni çok kırmışım ama gerçekten niyetim bu değildi.’ Kadın bu türden şeyler söyledikten sonra, nişanlısını oynayan temsilci sakinleşti, rahatladı, o da bir şeyler söyledikten sonra alanı terk etti. O sözleri söyleyip alandan ayrılmasıyla karı koca arasında o görünmez buz duvarı yıkılmış oldu. Güle oynaya birbirlerine sarılarak sahneden indiler.
Hellinger, yok sayılmanın, kabul edilememenin nasıl olumsuz bir blokaj yarattığını açıkladı. Sistemde hiç kimse yok sayılmamalı, hakkı teslim edilmeliydi. Özellikle bazı ailelerde yok sayılan kişilerin duyguları başka kuşaklarda ortaya çeşitli sorunlar, mutsuzluklar ortaya çıkabiliyordu. ‘Dedesi koruk yemiş torunun dişi kamaşmış’ atasözü tam da bunu doğrular nitelikte. Aileden genetik aktarımla, hastalıklar, bazen de yetenekler aktarılabildiğine göre neden duygular aktarılmasın ki!