Senin zor olduğuna inandığın şeyler zaten zor oldu. İmkansızların da mümkün olmadı. Oysa mümkinât aleminin içerisinde, senin dilediğin, dilediğin şekliyle oluyor, olmaya da devam ediyor. Ve sen tat almayı bilmiyorsan, bütün tatlara ‘fark etmez’ diyorsan, ifadelerinde ve kelimelerinde de “Ne iş olsa yaparım.” deyip, herhangi bir iş sunulduğunda “Ben bu işi yapmam.” diyorsan zaten bir iş almayacaksın.
Dünya hayatını tatsız buluyorsan yaptığın her işi tatsız bulacaksın. Dünyada, hayatta herhangi bir dişiyle, kadınla, madde ile hatta direkt dünya ile ilgili şikâyetin, öfken, kızgınlığın varsa bu tüm o yatay enerji ile ilgili şeylere yansıyacak. Ya da bir erkekle, ruhla, maneviyatla, zamanla ilgili herhangi bir şikâyetin, öfken, kızgınlığın, alıp veremediğin varsa bu da diğer bütün unsurlara, bütün dikeylere, pozitife yansıyacak.
Öyleyse bir taraftan ‘parça bütüne aittir’ yasasını kullanarak, bir taraftan da ‘benzer benzeri çeker’ yasasını kullanarak kendini benzeteceğin işi çekeceksin.
Sen hangi halde olursan o işi kendine doğru çekersin. Eğer içinde korkular ve endişeler varsa hangi işin içinde olursan ol, o korku ve endişe ile hayata devam edersin ve bunu iyileştirmediğin müddetçe de ister çok çok para kazanıyorum diyeceğin konu veya iş olsun, ister çok konforlu ve rahat bir işin olsun, senin rahatın olmayacak içerde.
Sen kendi bedeninin içerisine rahat değilsen, kendi duygularının içerisinde huzurlu değilsen, kendi beyninin içerisinde dingin değilsen nereye gidersen git seni olumsuzluklar takip edecek.
Öyleyse, önce iç evinin içerisinde rahata ve huzura ulaşacaksın, ondan sonra o huzuru işine, hayatına, emeklerine yansıtacaksın. Dünyada bir insan yaptığı işten tat almıyor, tat almayacağı işlerin içerisinde bulunuyorsa aslında kendisine bir cehennem hayatı yaşatıyordur.
Fakat bunun arkasındaki olan şey de şudur: Herhangi bir işi aşkla yapamama sevgisizliği. Çünkü her yaptığımız iş, eylem, davranış aslında kâinata bizim sunduğumuz bir yansımamızdır ama o yansıma aynı zamanda da ruhumuza, özümüze ve Allah'a yolladığımız mesajlarımızdır. “Ben böyleyim, bu haldeyim ve bu hali sana gönderiyorum Allah'ım.” deriz. Bir nevi, Hz. Adem'in çocuklarının Allah'a bir adak vermesi hikâyesinde olduğu gibi.
Biliyorsunuz ki Kabil ve Habil’in ikisi de en iyi ürünlerini adamak üzere yola çıkarlar. Habil en iyi koçunu Allah'a yollar. Kabil ise zaten Allah'ın buna ihtiyacı mı var, deyip çürüyecek olan üzümünü yollar. Eğer siz elinizden çıkacak işi çürüyecek ‘üzüm’ gibi, yani “Ne olursa olsun, benim bu yapacağımı kim görüyor, kim ne yapsın? Ben bunu olumsuz da yapabilirim, kötü şeyler düşünerek de yapabilirim, öfkelenerek, kızarak, dedikodularla da yapabilirim.” diye yaparsanız o yaptığınız işin -emin olun ki- sonucu size birazcık pahalı ödetilir.
Yorum Yazın
Akp’li bi tanıdık bularak….
Torpille