1. Ethos: Karizma. Konuşanın kimliği, nasıl biri olduğu, bu söylediklerini söylemeye uygun nitelikte/yetkinlikte olup olmadığı. Davranışları, hali yani vasfı ile söylediği şeyler birine uygun mu? O, bunlardan bahsetmek için doğru kişi mi? “Yahu sen kimsin?” sorusunun muhatabı.
Baktık biri bize bir şeyler geveliyor, hop! Hemen bakıyoruz. Ethos dinamiğini karşılıyor, kabını dolduruyor mu? Evetse dinlemeye devam, hayırsa artık imkanlarınız neye el veriyorsa o şekilde bir tavır takınabilirsiniz. Çünkü Ehos içinde neler neler var, şartlar çok çetin: erdemlilik, kişilik, yaşam tarzı seçimleri, inandırıcılık, dürüstlük… Etik şartlar da var çünkü sağlanması gereken. Misal niyet. Bu söylediklerini hangi niyetle söylüyor? Alçakgönüllülükle mi? Şefkatli mi mesela? Yapıcı ve geliştirici mi? Yoksa sallamak suretiyle saldırıyor mu? Sağlanması gereken bir şart daha var ki of ki ne of: Bilgelik.
Söyleyeceklerim bunlar. Söz ile sözü söyleyenin eşleşmesinde bir sorun varsa sanırım bizler işte orada biraz hata vermeye başlıyoruz. Ve işler değişebiliyor.
İşin en ilginç yanı biz onları böyle far tutulmuş tavşana gibi dinlerken o kadar masumlaşıyoruz ki bu tuhaf çekinik hal, onlara daha bir hava katıyor. Bu defa giderek sınırlarını genişletebiliyorlar. Aman diyeyim, Ethos çok önemli. Çok çok önemli.
2. Logos: Logos çok hoş bir kriter. Bu şu anlama geliyor. Karşımızdaki kişi konuşurken hangi argümanları kullanıyor. Argüman çok sevdiğim bir kelimedir. Argüman ile ilgili bir kere farkındalık kazandığınızda, çok insanın ne kadar boş konuştuğunu hemen anlıyorsunuz. Sadece yorum yapıyordur, kendi görüşlerini söylüyordur.
E peki şahsı bizi ilgilendiriyor mudur? Cevap çoğu zaman hayır olacaktır. Aristo Retorik’te her dinleyicinin aynı zamanda bir hakem olduğundan bahseder. Buna dayanarak sanırım sırtımızı dikleştirebiliriz. Yani eğer ethos tamam değilse logos da sallanıyorsa artık gözlerimizi kısıp şüphelenmenin vakti gelmiştir. Çünkü logos bilgidir, akıldır, mantıktır. Ve biliyoruz ki mantık kişiye özel değildir. Kişiye özel olan inançlardır.
Bu başka bir yazının konusu. Mantık bilgisel, genel geçer ve evrenseldir. Bunu da neyle tesis ederiz, bilgiyi tanımlayarak. O halde bilginin özellikleri
nelerdir: güncellik bağlamında geçerli olacak, rasyonel olacak, gözlem ve mantık olarak tutarlı, bilimsel olarak dayanaklı ve elbette objektif olacak -objektif kelimesini büyük harflerle, bold ve altı çizili yazdım varsayın, bir editör olarak elim gidip yapamadım-.
Ah Logos! Benim bilge dostum… Logos güçlü dayanaklar ve güçlü referanslar ister. Şimdi artık biri konuşurken sözlerinde böyle şeyler var mı, bakabilirsiniz. Yoksa size kendisini dayatmaya çalışıyordur. “Yo, dostum, yemezler,” diyebilirsiniz.
3. Pathos: En sevdiğim. Duygular. İnançlar. Yıllar önce bir ilişki terapistiyle röportaj yapmıştım ve danışanların genel yaklaşımını şöyle özetlemişti, “Sadece şiddet bitsin istiyoruz, ilişki değil; ilişki sürsün.” Ama işte gündelik/iş/ahbap ilişkilerinde bu böyle olmalı mı, tartışmaya açık. Pathos kriter olarak, dinleyenin duygularına hitap etmeye denk geliyor.
Yani birinin bizi ikna edebilmesi için duygularımızı da ele geçirmesi gerek ki Platon da bunu “Dinleyicinin ruhunu ele geçirmek,” olarak tanımlıyor. Şimdi az önce de söylediğimiz gibi bilgi bilgidir zaten, kabul edilmesi iktiza eder ancak bazen işte bilgi olmaz birikim olur ya, o hallerde bu duygu fenomeni çok önemli. Söylenenleri kabul etmek için onların bizde uygun duyguları da tetiklemesi gerekiyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Duyduklarımıza inanmak, onlarla bağ kurabilmek.
Bazı konuşmacılar (karşımızdaki yani) bu işte doğal olarak yeteneklidirler ve sizi, siz farkına bile varmadan buralardan, yani duygularınızdan vururlar. Bunu başardıkları an zaten şirazemizin kaydığı an. Bu nedenle bu kısma çok ama çok dikkat etmek gerekiyor. Karşınızda sizin sinir uçlarınızı eline geçirmiş biri olabilir ve bundan büyük zevk alıyor da olabilir. Bu insanların spekülatif sözlerinin yaygaraya, manipülasyonlarının da bam teline denk düştüğünü söylemem gerekiyor. Ah böyle anlarda tam olarak Smeagolleşebilirler. Her an tetikte olmalı. Biz anlayana kadar çok vakit kaybediyoruz.
Sonra yatakta bir o yana bir bu yana dönüp aslında söyleyebileceğimiz ama akıl edip söyleyemediklerimizle sabahı sabah ediyoruz. Çünkü bunlar ne yazık ki düşünce sistemimizde toksik etki yaratabiliyorlar. O halde detoks şart. Püskürtün. Ya da daha iyisi duymazdan gelin ama asla, asla dikkate almayın. Artık biliyoruz. Üçgeni hiç unutmuyoruz.
Yorum Yazın
Yine Aristo ne diyor ; "O sofistlerin ağzına tüküreyim"
Üşenmedim, kucağımdaki kediyi yana aldım, kalktım ve ayakta alkışladım!
Ayyy, çok teşekkür ederim :-)