Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
“Sadece Salağım, Kafam Pek Basmıyor Sanırım!” Dedi 168 IQ’suyla Marilyn Monroe…
Hiçbir şey yemediğiniz bir günün akşamında sofraya oturmaya saliseleri saydığınız ve önünüze konan yemeği tüm iştahınıza rağmen ağır ağır, ağırbaşlı bir mutlulukla çiğnediğiniz anları hatırlayın…
İşte öyle bekledim Blonde filminin Netflix’de yayına girmesini ve öyle tükettim; tam 2 saat 37 dakikada, hazmederek.
Film aynı zamanda özellikle 40’lı, 50’li yıllarda yoğunlaşan Hollywood sinemasının erkeği idealleştirirken kadını kendi arzularından koparılmış basma kalıp kuklalar, bir süs objesinden ileri gidemeyen varlıklar olarak yansıtan senaryoların toplamına şahane bir örnek olmuş.
Şarkılarını çok sevdiğimden mi, ‘güya umursamaz’ bakan gözlerindeki hüzünlü derinlikten mi yoksa vefatı üzerinden 60 yıl geçmesine rağmen hala her yerde, hala capcanlı halde karşıma çıkıyor olmasından mıdır bilmiyorum ama hep özeldir benim için Marilyn.
Yakın geçmişte bir ölüm seneidevriyesinde Instagram’a bu fotoğrafının yanına şöyle yazmışım:
Filmden taşan dev hikaye
Ve tüm bunlara Norma’nın çözümü: Marilyn’i öldürmek…!
Tüm bu yoğun yaşam öyküsünü saatlerce anlatmaya çalışmak sinema matematiğine ters düşeceğinden, 2 saat 37 dakikaya sığdırılmaya çalışılan filmin kurgusunu takip ederken zorlanma ihtimaliniz var.
Aralarında Brad Pitt’in de bulunduğu yapımcıların ve tabii yönetmenin, izleyicinin zihninde kalıcı olmasını tercih ettikleri bazı göndermeli sahnelerin uzun tutulması ve bazı tekrarlar da sabırsız bir izleyici için sıkıntı olabilir. Aldırış etmeyin derim.
Bazen siyah/beyaz bazen renkli sahneler arasında görsel algınızın sınandığı yerleri, gerçekle kurgunun bulanıklaştığı anları, Norma’nın iç seslerini, bol mesaj taşıyan dış sesleri bir bulmaca çözer gibi eğlenerek izleyin.
Ama tavsiyem, akışkan bir takip için önce Marilyn Monroe’nun kapsamlı yaşam öyküsünü okumanız olacaktır.
Açıkçası, “keşke bir mini dizi olarak planlansaymış” demekten kendimi alamıyorum, zira tüm o psikanalitik yaklaşımlı aynı zamanda şiirsel anlatımın ve Monroe’yu canlandıran Ana De Armas’ın şahane oyunculuğunun bitmesini istemiyor insan.
Ana de Armas @Blonde
Lütfen spoiler sayılmasın 😊
Yazar Oates’in, 2000 yılında basılan, Pulitzer ve Ulusal Kitap Ödülü için finalist olmuş romanı Blonde için altını çize çize “bu bir kurgu eserdir” demesi filmi izlerken gerçek bir yaşam öyküsüne tüm çıplaklığı ile şahit olmuşuz, Marilyn’in tüm özeline girmişiz duygusundan bizi kurtarmaya yetmiyor maalesef.
Filmde en büyük aşkı olarak yansıtılan Chaplin’in büyük oğlu Cass ve onun yakın dostu Eddy Robinson, Jr ile sıra dışı üçlü fantezileri olmuş mudur gerçekten ya da kocasından ve hatta dönemin başkanı John F.Kennedy’den hunharca şiddet görmüş müdür bilinmiyor.
Blonde filminden, MM Cass ve Eddy ile
Filmin tekrar ve uzun sahnelerinde vurgulanan -nette yazılan bir dış gebeliğin aksine- 3 bebek kaybının olup, olmadığı da muamma. Dış basında da çok araştırmama rağmen Cass ile kısa bir dönem ilişkileri dışında kanıt bulamadım.
Derin ve hisli Norma’ya veda
Blonde filminden, MM (Ana de Armas) ve üçüncü eşi Arthur Miller (Adrian Brody) ile
I guess I have always been deeply terrified to really be someone’s wife since I know from life one cannot love another, ever – Marilyn Monroe
“Sanırım, bir insanın bir başkasını sevemeyeceğini bildiğimden beri, birisinin karısı olmaktan gerçekten hep çok korkmuşumdur…”
Devamını ise şöyle getirmiş Norma Jeane günlüklerinde: “Yarından itibaren kendime bakacağım çünkü şimdiye kadar sahip olduğum tek şey bu.”
10 yıl kadar önce yayınlanan** günlük, mektup ve el yazısı şiirleri; bugüne kadar bildiğimiz seks bombasının ona yapıştırılan bu imajla hiç de barışık olmadığını, çok daha incelikli ve edebiyat düşkünü bir kadın olarak gönlünün hep evinde çocukları ve kitaplarıyla vakit geçirmekte olduğunu düşündürtüyor. Filmi izlerken bunu da çok net anlıyor insan.
Sonuç olarak Blonde’yi; dış etkenler ve iç savaşlar paralelinde heba olan güzel bir insanın yok oluşunu, beraberinde toplumun zihinsel çarpıklığını dolayısıyla toplumsal eşitliğin önemini, aile kavramının önemini (ve bir de apayrı bir konu olarak bilinçaltı manipülasyonunun sinema sektöründe yeri geldiğinde nasıl kötüye kullanılabildiğini) gösteren, uzun uzun okuması yapılacak bir film olarak sevdiğimi söylemek isterim.
Teşekkürler Netflix!
**Bu yazışmalar ve notlar, Stanley Buchthal ve Bernard Comment tarafından düzenlenen Fragments: Poems, Intimate Notes, Letters by Marilyn Monroe adlı bir ciltte yayınlandı.
Yorum Yazın