O yıllarda “yeni” objelerden, koleksiyonlardan, görkemli binalardan daha çok ziyaretçi odaklı, kapsayıcı, erişilebilir anlamında kullanılıyordu. Ziyaretçi odaklılık ile birlikte deneyim kavramı da müzecilikle birlikte sıkça kullanılmaya başlandı sonrasında. Artık müzeler yalnızca himayelerinde olan eserleri sergilemiyordu, ziyaretçiler için farklı deneyimler tasarlıyordu. Ses, doku, koku gibi farklı duyulara aynı anda hitap eden eserler vardı artık bazı müzelerde. Bazılarının içine girebiliyorduk, bazılarının yaratım süreci bizim çizimlerimizde, beraberimizde getirdiğimiz objelerle birlikte şekilleniyordu.
Tematik müzelerle daha sık karşılaşmaya başladık sonrasında. Beatles Müzesi’nde ABD’ye uçtukları PanAm uçağının koltuklarına, Lennon’ın beyaz piyanosuna, Sarı Denizaltı’ya kadar efsane gruba ait, onları cağrıştıran, onlardan ilham alan objeler çıkıyordu karşımıza; Havana’nadaki Rom Müzesi’nde romun şeker kamuşı ile başlayan yolculuğu, New Orleans’daki Voodoo Müzesi’nde büyü ritüelleri…
Tamamını, başınız dönmeden, ayaklarınız ağrımaya başlamadan tek bir ziyarette gezmenizin neredeyse imkansız olduğu Louvre Müzesi ile iki küçük odadan ibaret, dükkanında “aşk iksirleri” satılan Voodoo Müzesi’ni ziyaretçilere bambaşka deneyimler sunuyor belki ama halen ortak bir paydada buluşuyordu: koleksiyonlar, objeler.
X Media Art Museum’da bir koleksiyon yok; alıştığımız anlamda objeler de yok ama Ludovico Einaudi ve Mercan Dede’nin enfes müzikleri, yapay zeka algoritmaları kullanılarak yaratılmış, yeniden yaratılmış imajlar, tablolar, heykeller; şaşırtan, sarmalayan bir sanat deneyimi, bir estetik deneyim var. Uzun, emek yoğun, farklı yetenekleri, yetkinlikleri biraraya getiren kolektif bir yaratıcı süreç ve kürasyon süreci var.
İşte tam da bu nedenle X Media Art Museum müze ve ötesi..
Instagram
Twitter
Facebook
Yorum Yazın