Kahverengi toprak, parlak yeşil yapraklı limon ağacı, çit çit ayrılmış domatesler; sanki dünyanın hâlâ yaşadığını, güneşin evimize küsmediğini söylerlerdi. Altı yaşında çocuk olmak, hayata şaşırmaktı. Evin hengamesine değil de mevsimlerin uçucu ritmine takılırdım. Güze doğru ağabeyim üniversiteye dönecek diye üzülsem de mahallelinin kışa hazırlık telaşı, üzüntümü az da olsa unutturdu. İlçe sokakları; odun ateşinde kaynatılan yarma, dama serilen salça kokuyordu. Bu yaz sonu farklıydı, artık ağabeyim gibi okullu olacaktım. Ağaç dalından kalem yapar, okul tahtasına yazar gibi toprağa şekiller çizerdim. Mahallenin Şeref’i beni görünce eline uzun bir sopa alır, at gibi ses çıkarıp etrafımda dönerdi. Neden bilmiyorum, herkes O’nu “Deli Şeref” diye çağırırdı. Çocukların aksine ondan korkmaz, yaptığımı ve söylediklerimi taklit edişini, muziplikle seyrederdim.
Havalar iyice serinlemiş, ağabeyim üniversitedeki son yılını tamamlamak üzere öğrenci yurduna dönmüştü. Haftada iki kez arar, sırayla hepimizle konuşur, o hafta neler olduysa atlamadan anlatırdı. Son aradığının üzerinden üç hafta geçmiş ama aramamıştı. Evin içinde, eşyaların doğal sesi haricinde ses yoktu. Annem yorgun, annem solgun, annem kuş tüyü… Her an devrilecek. Kolay değildi o dönemler. Kocaman okulların, anlayamadığım kocaman olayları vardı.
Okulumun ilk günü gelmiş, annem önlüğümü henüz dikemediği için; yine onun diktiği, beli lastikli, mavi çizgili pantolonla okula gitmiştim. İlk defa çatısı olan, uzun koridorları vavienle aydınlanan o yerdeydim. Okul tahtası dedikleri kadar kara, sınıftaki pencereler de kocamandı. Duvar panosuna doğru yürürken; on- on beş çocuğun etrafımı sardığını, ellerini çırparak yüksek sesle “Deeli Şeeref, Delii Şeref” diyerek döndüklerini gördüm. Kulaklarım uğulduyor, aralarından kurtulmak istedikçe yeniden ortaya savruluyordum. Üstümdeki mavi çizgili pantolon, Şeref Ağabey’i tanıdığımdan beri giydiği pijamanın aynısıydı. Okuldan sonra anneme görünmeden evin damına, güvercinlere doğru koştum. Güvercinler, sesimi duyup kaçışırken damın kapısını açtım. Sadece ağlıyordum. Güvercinlerin damdan kaçışlarını izledim, dönmeleri umurumda değildi. Telefon çaldığını duydum, merakla aşağıya indim, arayan ağabeyimdi. Damda şenlik, kaçmış güvercinler geri dönüyordu.
Hatice Kübra KIŞLA
Yorum Yazın