Feminizmin de öncülerindendir ayrıca. Türk Lirasına resmi konan ender kişiliklerden biridir. Diğeri de Itri’dir.
Hakkında ilk biyografi yazılan kişidir. Dönemin en önemli romancısı Ahmet Mithat Efendi yazmıştır Fatma Aliye’nin biyografisini...
Ahmet Mithat Efendi, Mithad Paşa’nın yetiştirmesidir. Kendi yetiştirdiği isim Mithat Paşa’ya en ağır darbeyi vuranlar arasında duruyordu yazık ki.
Fatma Âliye’nin bu yazıdaki bir diğer önemi, kızı İsmet Hanım’dan dolayıdır. İsmet Hanım, Notre Dame de Sion’da yani İstanbul’daki Fransız Kız Lisesi’nde okuyordu. Fransa’nın kültürüyle yakından ilgiliydi. Ancak bununla yetinmeyecek, Fransa’nın dinine de merak salacak ve nihayet okuldaki rahibelerin teşvikiyle din değiştirecek, Müslümanlığı bırakıp Katolikliği tercih edecek, üstelik rahibe olarak Fransa’ya yerleşecek, annesiyle de ilişkisini kesecekti ilerleyen zamanlarda. Fatma Âliye, kızını bulabilmek için bir servet harcayacak ama hiçbir netice elde edemeyecekti... Bu bir aşk hikayesiydi aynı zamanda. İsmet Hanım okuldaki rahibelerden Madam Constantine aşık olmuştu. Dönemin gazetelerine bakacak olursak bu aşk hikayesi, büyük bir sansasyon yaratmış.
İsmet Hanım’dan daha önce Tevfik Fikret’in şiirlere konu olan oğlu Haluk da din değiştirerek Protestan olmuş, hatta Amerika’da papazlık bile yapmıştı. İşin ilginç yanı, Osmanlı gericiliğinin simgelerinden birine dönüşmüş bir adamın torunu olarak İsmet Hanım’ın din değiştirmeye karar vermesi ve bu seçimi gerçekleştirmesi elbette dikkatleri daha fazla üzerine çekmesine sebep oluyor. Tabii ki o dönemde eşcinsel bir ilişkiyi açıktan yaşama cesareti göstermesi de işin cabası…
Bu arada soyunun lakabını da kendine soyadı olarak almıştır Fatma Aliye...
Topuz.
Hıfzı Topuz ile bir akrabalığı var mıdır bakmadım, bu detayı da okuyuculara bir merak unsuru olarak bırakıyorum.
Peki ünlü tarihçimiz Cevdet Paşa’nın diğer kızı Emine Semiye Hanım’a gelelim o halde.
İlk kadın gazetecilerimizdendir Emine Semiye ve ablasından daha atak bir kadın hakları savunucusudur.
Babalar ve kızları her zaman aynı yoldan birlikte gitmiyorlar, bazen yollar ayrılabiliyor. Elbette Ela da tam bir cumhuriyet aydını olan babasından, bir devrimci kız olarak ayrılıyor ama baba sevgisini hiç terk etmiyor.
Şimdi gelin bu büyük öğretmen, cumhuriyet aydını romancımızın kızının hayatına bir göz atalım.
Baba Güntekin tam bir cumhuriyet aydınıdır dedik ya, cumhuriyet fikrinin öncülerinden meşhur “Tolum Sözleşmesi” “ İnsanlar Arasında Eşitsizliğin Kaynağı” gibi kitapların yazarı felsefeci Rousseau'nun Emil'i olmak üzere yetiştirmiştir kızı Ela Güntekin’i.
(Rousseau sadece bir felsefeci değildi, aynı zamanda müzisyen, çocuk eğitimi kitabı yazarı ve daha birçok alanda etkin bir isimdi. Emil de yazarın kaleme aldığı ilk çocuk yetiştirme kitabıdır . İşin ilginç yanı Rousseau’nun yine çok sevdiğim anı kitabı İTİRAFLAR’dan öğrendiğime göre çok sayıda çocuğu olmuş ve hiç birini görmemiş, çocukları yetiştirme yurtlarına bırakılmış. Ne büyük bir çelişki ama değil mi? Bu da bize yazarı ve eserleri arasında her zaman paralellikler olmadığının bir kanıtı olsun)
Reşat Nuri Güntekin’e geri dönecek olursak;
Erenköy Kız Lisesi'ndeyken öğrencisi olan ve “bitanem” diye hitap ettiği karısı Hadiye Hanım'la 1927'de evlenir Reşat Nuri. Hadiye Hanım, sıtma hastalığına karşı verdiği mücadeleyle tanınan İzmitli doktor Feyzullah İzmidi'nin torunudur. Hadiye Hanım ve Reşat Nuri Bey'in 1927'de başlayan yaşam ortaklığı tanrıya yakarılarak gelen bir evlatla şenlenir. Bu evladın adı Ela'dır, evlilikten tam 14 yıl sonra doğmuştur. Doğumuna babası öyle sevinir ki, kızının hatıra defterine şu satırları yazar
'11 Mart 1951, Ela kızım, ben çocukken, senin yaşında iken, gökyüzünde aya bakardım, 'Ay dede ay dede, oğlun kızın çok dede, birini bana versene, Allah sana çok vere,' diye dua ederdim. Ay dede beni işitti. Çocuklarının birini bana verdi, 'Adı Ela kız olsun,' dedi. 'Benim kadar çok ömrü, benimkiler kadar güzel çocukları olsun,' dedi.
Ela kızın babası Reşat Nuri Güntekin.'
Reşat Nuri, Ela henüz altı yaşındayken Paris Kültür Ataşesi olur. 1954'e kadar süren Paris yılları sayesinde küçük kız Fransızcayla tanışır. Yıllar sonra yabancı dili sayesinde ekmeğini kazanır. Eğitimine Paris'te başlayan Ela, o günleri şöyle anlatır:
'Hem Almanların müttefiki hem de Müslüman olduğumuz için okulda çok aşağılanırdım. Ama ben intikamımı iyi notlarla aldım.'
Türkiye'ye döndüklerinde ilkokula Nişantaşı'ndaki Nilüfer Hatun İlkokulu'nda devam eder. Birkaç yıl sonra kaybedeceği babası, çok az babanın yapacağı bir şeyi yapar, küçük kızını yürüyüş arkadaşı olarak seçer. 'Babam çok nazik bir adamdı. O zaman babalar şimdikiler gibi değildi. Çocuklarını dizlerinde hoplatmazlar, beraber birtakım şeyler yapmazlardı. Bir de tabii babamla aramızda ciddi bir yaş farkı vardı.'
Levent'te daha sonra adı Çalıkuşu Sokağı olarak değiştirilecek olan sokaktaki evlerine 1951'de taşınırlar.
O yıllarda artık ilkokulu bitirmiş, Notre Dame de Sion'da okumaya başlamıştır Ela.
Notre Dame de Sion'da okurken bir gün babası okula müfettiş olarak gelir ve ertesi gün Ela okulda yapmadığı bir şeyden dolayı sudan bir gerekçeyle ceza alır. Babasına yakındığında 'Şımarmandan korkmuşlardır,' yanıtını alır.
Ela babasının bu tavrını benimser, o yüzden Reşat Nuri'nin kızı olmakla övünmez, babasını öne çıkarmaz, televizyonlara çıkmaz, röportaj tekliflerini reddeder:
'Bu tavrım yüzünden ayrıcalıklı bir muamele görmedim. Ama babamdan dolayı en sıradan insanlardan çok sevgi, saygı gördüm” diye de anlatır.
Ela, yıllar sonra evlerinden bahsederken 'Manastır gibiydi, öyle yazar-çizer takımı gelmezdi,' diye tarif eder. Babasının 'sefalet'i özleyip, çamurlu sokaklara bata çıka halkın içine girmesini, onlarla yaptığı unutulmaz sohbetleri hiç unutmaz. Onun için 'baba' demek 'güven' demektir, 15'inde yitirecek olsa bile:
'Çocukken, benim odam onunkinin karşısındaydı. Ben yatardım ama onun odasından ışık vurur, daktilo sesi gelirdi. O daktilo sesi müthiş bir güven verirdi bana. O ses büyülemişti beni. Orada yalnızdı.'
Gece boyunca süren daktilo sesi babanın Ela'ya hazırladığı kahvaltıyla sonlanırdı:
'Sabah da beni 07.00'de kaldırır, bana kahvaltı verir, irmik çorbası pişirir, beni uğurlar ve ondan sonra yatardı.' Günde dört paket sigara içen Reşat Nuri 1956'da Londra'da tedavi görürken hayatını kaybeder.
Ela babasının ölümünden sonraki ruh halini şöyle anlatacaktır:
'Ölümüyle beni çok kötü bir zamanda ortada bıraktı. Gelişme çağındaydım. Ondan sonra kararlarımı, sürüklenmelerimi hep kendim götürmek zorunda kaldım. Yani o konuşmalar, sohbetler olmasa belki ben daha düz, belki daha sağlam, ayağı yere basan insan olurdum. Ondan sonra çok bocaladım.'
Aziz Nesin'in işlettiği Levent Çarşısı'ndaki kitapçı en önemli duraklarından biridir Ela’nın. Oraya sık sık gidip efsanevi kovboy Pecos Bill'i okur, Notre Dame de Sion'dan babasının ölümünden iki yıl sonra mezun olur. Üniversite eğitimi için yurtdışında siyaset bilimi okumak ister ama annesinin engellemesiyle İstanbul Üniversitesi Sosyoloji ve Felsefe bölümüne devam eder, ardından Sorbonne'da edebiyat eğitimi dönemi başlar. Ancak Sorbonne'dan hemen önce teyzesi aracılığıyla tanıştığı genç diplomat Tanşuğ Bleda ile 1961'de evlenir. Yaklaşık yedi yıl süren evliliğinden sonra, onu Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'na götürecek Ankara'daki TRT yılları başlar. TRT Merkez Program Dairesi'nde uzman olarak çalıştığı yıllarda Yaşar Ne Yaşar Yaşamaz'daki unutulmaz oyunuyla ünlenen tiyatro sanatçısı Mehmet Keskiner'le tanışır. Ankara Sanat Tiyatrosu oyuncusu Keskiner, Ela'nın gönlünü çalan ikinci kişidir ki ondan ilk çocuğu Üzüm Ela doğar. O yıllarda en yakın dostu, TRT'de aynı odayı paylaştığı yazar Sevgi Soysal'dır. ( Ne tesadüftür ki Sevgi Soysal da üç evlilik yaşar. Üçü de döneminin en önemli isimleridir. Soyadını gururla taşıdığı kişi de Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli aydınlarından biri sayılan Mümtaz Soysal’dır. Diğerleri Özdemir Nutku, Türk tiyatrosunun ve yazınının en büyük kalemi... Ve Başer Sabuncu)
Hapishaneyle de birlikte tanışırlar ve bu hapislik süreci Ela’yı bir romanın kahramanına dönüştürür. Sevgi Soysal, Yürümek adlı romanının kadın kahramanının adını Ela koyar. Ayrıca anılarını anlattığı “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu” kitabının da baş kahramanlarından biridir Ela. Diğeri de önemli edebiyatçılarımızdan Oya Baydar’dır.
TRT yıllarında Ela ve Sevgi Soysal’ın genç bir arkadaşları daha vardır, Ayşenur Arslan. Ayşenur hanımdan o dönemi anlattığı bir kitap beklemekteyim hala.
TRT'den sonra Ela için işsizlik günleri başlamıştır. Bir süre Türkiye'de yabancılara sağlık sigortası yapan bir şirkette çalışır ama uzun sürmez. Bir yabancı dil okulundaki eğitimciliği de kısa sürer. 12 Mart darbesinden birkaç yıl sonra ikinci evliliği de biter. Kısa bir süre sonra gazeteci Tanju Akerson'la evlenir. Bu evliliğin meyvesi de Yağmur Reşat Akerson'dur. Ancak hayatı boyunca kırılgan ve duygusal bir kadın olan Ela'nın üçüncü evliliği de yazık ki çok geçmeden sonlanır. Üstelik bu kez oğlu Yağmur da Amerika'daki babasının yanında yaşamaya başlar. Artık Ela için özlem dolu yıllar başlamıştır.
Yorum Yazın