Sorularınıza Tatmin Edici Bir Cevap Alamıyorsanız, ‘Doğru Soruyu’ Sormuyor Olabilirsiniz
Soru sormak, zihnimizin belli bir algoritmik düzen içinde sistematik düşünmesini ve kendimizi ifade etmemizi sağlayan dinamiklerden biridir. Farkında olsak da olmasak da sorularla düşünme mantığı, kendimizi karşı tarafa ifade ederken de çok işimize yarar.
Dinlemek kadar güçlü sorular sorabilmek de etkin bir iletişimin en kritik becerilerinden biri. Eğer sorduğunuz sorulara verilen cevaplar sizi tatmin etmiyorsa, belki de doğru soruyu sormamışsınızdır!
Size bir soru: Örneğin, “Projeyi zamanında yetiştiremeyeceğini söylüyorsun yani” şeklinde bir yaklaşım sizce bir soru mudur?
Yapılan araştırmalar beynimizin kısa süreli hafızada 5 ila 7 arasında kavramı anlayabildiğini ispatladı.
İfadede kelime sayısının artması hem yorucudur, hem de çoğunlukla kafa karışıklığına da sebep olur. Etkin iletişimciler laf kalabalığı yapmazlar.
Kendilerini kısa, net bir şekilde ifade eder ve 3-4 kelimelik sorular sorarlar.
Bize “Kırmızı bir top düşünmeyin” deseler aklımıza ilk olarak kırmızı bir top gelir. Çünkü beynimiz de bir nevi bilgisayar gibi çalışır.
Bilgisayarımızda bir dosya açmak istediğimizde ona “Diğer dosyaları açma“ şeklinde bir komut mu veriyoruz, yoksa istediğimiz dosyanın ismini mi yazıyoruz?
Bu mantık, soru sorarken de aynıdır. “Neden işe geç kalıyorsun?” diye soran bir yöneticiye “Saat çalmadı, servisi kaçırdım. Çocuğu okula bırakmam gerekti vs, vs…” deriz. Bu cevaplar aslında bir mazeret değil midir?
Yani farkında olmadan, cevap değil mazeret duymamıza yol açan yanlış soruları sorarız.
Mazeret üretmeye yönelik sorular sizce bizi gerçek anlamda düşündürür mü?
Hayatımızda “Bunu neden yaptın?” şeklinde bir soru karşısında kaçımız gerçekten neden yaptığımızı düşünme refleksiyle cevap verdik sizce? “Neden?” sorusu davranış değişikliği söz konusu olduğunda kaçımızı gerçek anlamda motive etti?
“Neden böyle yaptın?” --> İlkel beyne bağlanan, kişide yargılanma hissi yaratan ve maalesef iletişimde fazla da bir yol aldırmayan naçizane bir çabadır.
“Neden işe geç kaldın?” sorusu yerine, “İşe gelmek için ne yapabilirsin?” sorusu ise algıyı bambaşka yerlere taşır. “Ne?” ve “Nasıl?”, çok daha güçlü soru kalıplarıdır.
Kısacası güçlü soru sormak, satranç oyununa benzer.
Yanlış zamanda yapılan hamleler bize oyunu kolayca kaybettirebilir. Soru sormada da durum böyledir aslında.
Örneğin gazetecilikte haber yapmakla, röportaj yapmak bambaşka bir iştir. Başarılı röportajcılar, hangi soruyu ne zaman soracaklarını iyi bilirler.
Güçlü soru, doğru veriyi sağlar. Sorularımıza aldığımız yanıtlar işimize yaramalı ve bizi bir sonraki adıma taşımalıdır.
“Proje istenilen şekilde yürümüyor” cümlesine “Kimin yüzünden? 'şeklinde bir soru sorsak alacağımız yanıt sizce ne işimize yarar? Bizi bir sonraki adıma taşımadığı gibi, iletişimin gereksiz bir platforma çekilmesine de neden olur.
Oysa “tam olarak neler oluyor?” şeklinde sorduğumuzda süreçle ilgili işimize yarayacak veriler elde ederiz. Ve bu veriler bizi bir sonraki sorumuza da hazırlar.
Dünyayı her birimiz kendi algı filtrelerimizle anlamlandırır ve beynimize kodlarız. Bu nedenle aslında gelen her mesaj, bir nevi deşifre edilmesi gereken bir şifre gibidir.
Güçlü sorular bu deşifre için en güçlü araçlardan biri. Soru sorma sanatı iletişimde olduğu kadar kişinin kendi düşünme sistematiğinde de etkili rol oynar.
Büyük usta Einstein’ın dediği gibi:
“Bir insanın zekâsı verdiği cevaplardan değil, sorduğu sorulardan anlaşılır.”
Başak Tecer
Harvard Business Review Türkiye
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Yorum Yazın
evet, doğru sorular sorduğumuzda gelişeceğiz, doğrusunu bulduğumuzda değil.