Görüş Bildir
Haberler
Başarının Sırrı Bilincimizde mi?

etiket Başarının Sırrı Bilincimizde mi?

Ayfer Batı
06.10.2024 - 22:15

Çok çalışmak, irade göstermek, azim… Hep bunları konuşuyoruz. Kariyerleri konuşuyoruz, iş yaşamındaki başarının temeli olarak bunları görüyoruz. Ya vazgeçmek esassa? Gerekli olan belki de buysa? Aslında konuştuğumuz her olgu bizdeki bilince işaret eder. Peki, nasıl çalışır bu sistem?

 Isaac Newton’u düşünün. Düşen elmaları ve gezegenlerin yörüngesini birleştiren yerçekimi yasasını keşfetmekle ünlüdür. Yine de, İncil’de gizlenmiş garip numerolojik kodları, kurşunu altına çevirme reçetesini bulur umuduyla deşifre etmeye çalışırken yıllarını harcadı. Ya da Elizabeth Holmes ve sahte kan testi şirketi Theranos’a ne demeli? Bolluk içindeydi, hırsı ve azmi vardı. Ama durup düşünmediği için sahte bir ürün ve dolandırıcılar yüzünden yıllarını ve servetini harcadı.

İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam

Demek ki her şeyin anahtarı vazgeçmemek değil, bazen de vazgeçmek gerekiyor ki ilerleyebilelim.

Demek ki her şeyin anahtarı vazgeçmemek değil, bazen de vazgeçmek gerekiyor ki ilerleyebilelim.

Peki, ne zaman, hangisinden yana olalım, ne zaman vazgeçelim ve ne zaman hala çabalamamız için yer var diyelim?

Bir problemi çözme arayışımız, hayatımızın diğer tüm yönlerini ve alanlarını devraldığında, vazgeçme vakti gelmiş demektir. Vazgeçemiyor olduğunuz şeyi düşünmeyi bırakamayacağınız için hayattan sonuna kadar keyif alamadığınızı düşünüyorsanız, denemeye devam etmenin nedenlerini yeniden düşünmenin zamanı gelmiş olabilir. İşteki bir projeden vazgeçemediğiniz için aile hayatınızda sorunlar ortaya çıkması örneğin, sağlığınızın bozulması, arkadaşlarınız eskisi gibi vakit ayıramamanız… Eğer inadı bıraksaydınız, vazgeçseydiniz hayatınız nasıl olurdu? Bu soruyu sorduğunuzda gelen ilk duyguya dikkat edin. Özgürlük, rahatlama, huzur veya neşe duygusu, pes etmeye hazır olduğunuza bir işarettir.

Çabaladığınız şeyin artık olumlu bir sonuca çıkacağını düşünmüyor, o olumlu sonucu göremiyorsanız, o halde vazgeçmeye hazırsınız. Bir hedefe ulaşmak için çalışmaya devam ediyorsanız, ancak başarılı olmak imkânsız bir rüya gibi görünüyorsa, zaten kendi çabalarınızı sabote edeceksiniz demektir. Sakin bir yerde, amacınızın ayrıntılı olarak gerçekleştirildiği senaryoyu düşünün. Sorununuzun çözümünü net bir şekilde hayal edebiliyor musunuz? Başardığınızı ve başarınız hakkında iyi hissettiğinizi görebiliyor musunuz? Cevabınız hayır ise, hedefe olan bağlılığınızı yeniden değerlendirmek iyi bir fikir olabilir.

Vazgeçme vaktiniz geldiyse, kendiniz hakkında kötü hissetmeye başlarsınız.

Çünkü hedefinize ulaşamamanız, yetenekleriniz konusunda kendinizden şüphe etmeniz ile sonuçlanabilir. Çoğu durumda, öz-değerinize zarar veren bir iş, ilişki veya proje, buna değmez.

Sorunu çözme veya hedefe ulaşmaya ilgi gösteren tek kişi sizseniz, soruna ve sonuca inanan yalnız siz kaldıysanız ancak sonuç diğer insanlara da bağlıysa ve onları da etkiliyorsa. O zaman daha fazla inat etmenin anlamı yok demektir. Örneğin, bir arkadaşınızla iletişim kuran tek kişi veya bir ilişkiyi geliştirmek için harekete geçen tek kişi sizseniz, ilişkinin başarılı olması ve hatta hayatta kalması olası değildir.

Kadim öğretilerin adeta prensi olan Siddhartha Gautama şöyle der: “Biliyorsun çünkü, yumuşak sertten güçlüdür, su kayadan güçlü, sevgi zorbalıktan güçlüdür... Değişime ve dönüşüme açık formda olan her şey evrende yeniliği sürdüren yegâne ereği taşır. Kendisini sınırlandırmayan her şey yumuşaktır çünkü yumuşaklığı, kendisinde değil kendi dışındaki her şeyle olan uyumundadır. Sertlik ise kendi sınırını işaret eder ve uyumsuzdur bu sebeple adaptasyon sağlayamadığı dalgalar ile aşınır, azalır, eksilir ve yok olmaya başlar… Tıpkı nefretin sevginin eksikliğinden doğması gibi ve kendi kendisini tüketmesi gibi… Hem kendine hem de sana yaklaşana; bir son mu, yoksa birliktelik mi yaşattığında gizli cevaplar. Bir olmak, birlik olmak, birlikte olmak, tüm olmak ve nihai son… bir olmak ve aynılık… Bu sebeple uyuma kucak açan yumuşaklıkta tabiatımız…”

Ne güzel ifade etmiş Siddhartha Gautama. Gerçekten hınca hınçla cevap verilirse, hınç ortadan kalkar mı? Ateşe odun atmakla hiç ateş söner mi?” Bunu gündelik hayatta, ailede, işte, siyasette, ticarette ne kadar çok yaşıyoruz.

Bakın, yaşamımızda zaman zaman olumsuz tecrübeler ile karşılaşabiliriz.

Bakın, yaşamımızda zaman zaman olumsuz tecrübeler ile karşılaşabiliriz.

Ancak bunlara karşı sergileyeceğimiz tavır bizim elimizdedir. İnsan olaylar karşısında seçim yapabilme özelliğine sahip olmasıyla diğer canlılardan ayrılır. Yaşadığın olay karşısında bir an durup düşünmek, yaşanılan şeyin ben dediğin varlığa yapılan bir saldırı olmadığını fark etmek bu noktada önemlidir. Olayları kontrol edemeyebilirsin ama duygularını ve olay karşısında nasıl tepki vereceğini belirlemek senin elinde.

Pasif saldırganlık pozitif bilimler tarafından bir şiddet türü olarak kabul edilmektedir. Yani bir çocuğu fark etmemek de ona şiddettir ve fiziksel şiddet kadar zarar verebilir. Öte yandan Siddharta’dan 2500 yıl sonra aynı coğrafyayı paylaşan Gandhi sadece oturma eylemi yaparak, sözde üstünden güneş batmayan imparatorluğu topraklarından sürmüştür.

Bilinç nasıl hareket eder?

Yaşamadım ya o yüzyılı, aslında çok da hatırlamıyorum ama yine de anlatmak istiyorum.

Sene bin sekiz yüz bir şeyler... Her şey son derece sade. New York’un Coney Adası’nda ilk lunapark kuruldu. O zamana kadar oyuncak bizim için ahşap bebekler ve küçük telli arabalardı. Hayat gibi teferruatsızdı her şey. Çocukların çocuk, büyüklerin ağırbaşlı oldukları zamanlardı. Doğa bile sakindi o zamanlarda. İnsanlar savaşlardan korkmayı biliyordu. Üstümüzde bir örtü vardı sanki, bizi insandan koruyan.

Bilinçaltı da o kadar yaygın değildi bu zamanlarda. Tükettiğimiz, aslında bizi tüketen her şey, çok güzel bulduğumuz kadınlar, hiç haz almadığımız erkekler, dünyayı gezme arzumuz, insanı insan yapan kavramlar; henüz bugünkü kadar bilinçaltı mühendisliğine tabi olmamıştı. Ulusal, milli, sınıfsal, coğrafi, cinsiyetçi ve devletlulardan henüz bu kadar sufle almıyordu. Evet, bilinçaltı pek az kimsede görülüyordu (!). Henüz kaygı ve depresyonu bulmamıştık, sınırda yaşayanlar en saf rüyaları olanlardı.

Zihnimiz henüz pek az kötü idi. Doğanın güçleri de kötü değildi. (Hoş, hâlâ da kötü değildir.)

Kafka’nın Dönüşüm’ündeki son söz gibiydi her şey: Gregor Samsa, dönüştüğü güne değin çeşitli kölelikler içerisinde yaşamış bir toplum tekidir; işyerinde köledir; aile çevresinde köledir ve zincirleri içerisinde uslu oturduğu sürece de benimsenip sevilir.

Başkaldırısı bilinçaltında başlar; bu bilinçaltı, kendine uygun biçimi yaratır; Gregor Samsa’nın böceğe dönüşmesi, gerçekte artık başkalaşmasıdır. Böceğin iğrençliği, çizgisi sürüyle uyuşmayan bağımsız bireyin iticiliğiyle özdeştir. Burada sözü edilen “hayvan” asıl ya da olması gereken insandır!” Gregor Samsa’nın böceğe dönüştüğü andan başlayarak, toplumun ve ailesinin ona ilişkin –onu tutsak kılan– beklentileri, artık sonuçsuz kalmaya yargılıdır. Bu Kafka için sanki mümkünmüş gibi bu hikâye bir bilinçaltından kurtulma yolculuğudur. Çözümü bir böceğe dönüşmekte bulmuştur. Ne kadar acı verici değil mi?

İnsanda bulunan en akıldışı eğilimlerden birindeki gibiydi.

İnsanda bulunan en akıldışı eğilimlerden birindeki gibiydi.

İnsanoğlu ilginçtir ama ortalamasında zayıf ve kolaycı olmanın senfonisidir. Âciz olmaya dair ürkütücü bir arzusu vardır. Denetim gördü mü kendisini “ussal” olandan uzaklaştırma eğilimindedir.

Her birimizin beyninde milyarlarca nöronların birleşik eylemleri, her biri mini bir biyolojik makine olarak bilinç deneyimi yaratır. Bilinçsiz bir dünya yok, benlik yok, hiçbir şey yok. İnsan yok. Acı çektiğimizde, bilinçli olarak acı çekiyoruz; zihinsel hastalık veya acı dolayısıyla. Eğer bizler neşeyi ve acıyı deneyimleyebiliyorsak, peki ya diğer hayvanlar? Onlar da bilinçli olabilir mi? Onlarda da benlik algısı var mıdır? Bilgisayarlar hızlandıkça ve daha akıllı hâle geldikçe, belki de çok da uzakta olmayan öyle bir noktaya geleceğiz ki, akıllı telefonum kendi varlığının algısına kavuşacak.

Bilinçli yapay zekâ fikrinin oldukça uzak bir ihtimale dayandığını düşünüyorum. Bu şekilde düşünüyorum çünkü araştırmalarıma göre bilinçlilik saf zekâdansa, daha çok bizlerin doğamızdaki yaşayan ve nefes alan organizmalar olmamızla alakalı bir durum. Bilinç ile zekâ çok ayrı konular. Acı çekmek için zeki olmanıza gerek yok, fakat canlı olmanız gerekir.

İnsan farkındalık halinde değişimin gerekliliğinden haberdardır. Bu sayede başka bir şeye, nesneye, düşünceye ya da arzuya odaklanır. Bilinç bunu fark ettiği an farkındalık olur. Farkındalık nesneyi fark ettiği anda, bilinç oluşur. Bilincin derinleşmesi de bilincin değişimi olarak tanımlanır.

Sizlerle paylaşacağım hikâyede, bizleri sarmalayan bu dünyanın ve içerisindeki bizlerin bilinç deneyimleri, canlı bedenlerimiz ile birlikte ve onun dolayısıyla gerçekleşen bir nevi kontrollü halüsinasyonlardır.

O zaman size bazı notlar vermek isterim. Madde madde:

1. Sonuçta homosapiens travmalara alışık ve bunları kolayca görmezden gelebilmesi ile ünlenmiştir

2.     Ama yaşanan acıların bir daha yaşanmaması için, dikkat edilmesi gereken şeyler var.

3. En önemlisi kişisel dönüşümlerimiz. Herkes sürekli olarak topu başkasına atıyor. Kimse kendisini bu işte sorumlu ya da etkili görmüyor.

4.     Ben dün söz verdiğim gibi bugün hiçbir şekilde kimseye şiddet göstermedim. Şiddet orucu gibi bir şey sayılır bu. Çok sinirlendiğim anlar oldu. Ama büyük bir farkındalık ile bunu engelledim.

5.  Kendimin bu halini çok daha sevdiğimi fark ettim bu arada. Kendimize ve etrafımıza şiddet göstermeyi çok kanıksadığımızı düşünüyorum.

Twitter

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
Reklam
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
1
0
0
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda
Reklam