Başarının Sırrı Bilincimizde mi?
Çok çalışmak, irade göstermek, azim… Hep bunları konuşuyoruz. Kariyerleri konuşuyoruz, iş yaşamındaki başarının temeli olarak bunları görüyoruz. Ya vazgeçmek esassa? Gerekli olan belki de buysa? Aslında konuştuğumuz her olgu bizdeki bilince işaret eder. Peki, nasıl çalışır bu sistem?
Isaac Newton’u düşünün. Düşen elmaları ve gezegenlerin yörüngesini birleştiren yerçekimi yasasını keşfetmekle ünlüdür. Yine de, İncil’de gizlenmiş garip numerolojik kodları, kurşunu altına çevirme reçetesini bulur umuduyla deşifre etmeye çalışırken yıllarını harcadı. Ya da Elizabeth Holmes ve sahte kan testi şirketi Theranos’a ne demeli? Bolluk içindeydi, hırsı ve azmi vardı. Ama durup düşünmediği için sahte bir ürün ve dolandırıcılar yüzünden yıllarını ve servetini harcadı.
Demek ki her şeyin anahtarı vazgeçmemek değil, bazen de vazgeçmek gerekiyor ki ilerleyebilelim.
Vazgeçme vaktiniz geldiyse, kendiniz hakkında kötü hissetmeye başlarsınız.
Çünkü hedefinize ulaşamamanız, yetenekleriniz konusunda kendinizden şüphe etmeniz ile sonuçlanabilir. Çoğu durumda, öz-değerinize zarar veren bir iş, ilişki veya proje, buna değmez.
Sorunu çözme veya hedefe ulaşmaya ilgi gösteren tek kişi sizseniz, soruna ve sonuca inanan yalnız siz kaldıysanız ancak sonuç diğer insanlara da bağlıysa ve onları da etkiliyorsa. O zaman daha fazla inat etmenin anlamı yok demektir. Örneğin, bir arkadaşınızla iletişim kuran tek kişi veya bir ilişkiyi geliştirmek için harekete geçen tek kişi sizseniz, ilişkinin başarılı olması ve hatta hayatta kalması olası değildir.
Kadim öğretilerin adeta prensi olan Siddhartha Gautama şöyle der: “Biliyorsun çünkü, yumuşak sertten güçlüdür, su kayadan güçlü, sevgi zorbalıktan güçlüdür... Değişime ve dönüşüme açık formda olan her şey evrende yeniliği sürdüren yegâne ereği taşır. Kendisini sınırlandırmayan her şey yumuşaktır çünkü yumuşaklığı, kendisinde değil kendi dışındaki her şeyle olan uyumundadır. Sertlik ise kendi sınırını işaret eder ve uyumsuzdur bu sebeple adaptasyon sağlayamadığı dalgalar ile aşınır, azalır, eksilir ve yok olmaya başlar… Tıpkı nefretin sevginin eksikliğinden doğması gibi ve kendi kendisini tüketmesi gibi… Hem kendine hem de sana yaklaşana; bir son mu, yoksa birliktelik mi yaşattığında gizli cevaplar. Bir olmak, birlik olmak, birlikte olmak, tüm olmak ve nihai son… bir olmak ve aynılık… Bu sebeple uyuma kucak açan yumuşaklıkta tabiatımız…”
Ne güzel ifade etmiş Siddhartha Gautama. Gerçekten hınca hınçla cevap verilirse, hınç ortadan kalkar mı? Ateşe odun atmakla hiç ateş söner mi?” Bunu gündelik hayatta, ailede, işte, siyasette, ticarette ne kadar çok yaşıyoruz.
Bakın, yaşamımızda zaman zaman olumsuz tecrübeler ile karşılaşabiliriz.
Zihnimiz henüz pek az kötü idi. Doğanın güçleri de kötü değildi. (Hoş, hâlâ da kötü değildir.)
Kafka’nın Dönüşüm’ündeki son söz gibiydi her şey: Gregor Samsa, dönüştüğü güne değin çeşitli kölelikler içerisinde yaşamış bir toplum tekidir; işyerinde köledir; aile çevresinde köledir ve zincirleri içerisinde uslu oturduğu sürece de benimsenip sevilir.
Başkaldırısı bilinçaltında başlar; bu bilinçaltı, kendine uygun biçimi yaratır; Gregor Samsa’nın böceğe dönüşmesi, gerçekte artık başkalaşmasıdır. Böceğin iğrençliği, çizgisi sürüyle uyuşmayan bağımsız bireyin iticiliğiyle özdeştir. Burada sözü edilen “hayvan” asıl ya da olması gereken insandır!” Gregor Samsa’nın böceğe dönüştüğü andan başlayarak, toplumun ve ailesinin ona ilişkin –onu tutsak kılan– beklentileri, artık sonuçsuz kalmaya yargılıdır. Bu Kafka için sanki mümkünmüş gibi bu hikâye bir bilinçaltından kurtulma yolculuğudur. Çözümü bir böceğe dönüşmekte bulmuştur. Ne kadar acı verici değil mi?
İnsanda bulunan en akıldışı eğilimlerden birindeki gibiydi.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!