onedio
Görüş Bildir

Gülşen Haberleri

Gülşen ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Gülşen ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Kırım'da Neler Oluyor?
Ukrayna’nın özerk Kırım bölgesinde çekildiği iddia edilen bir görüntü, bu sabah Rus savaş gemilerinden kalkan askeri MI-24 Hind savaş helikopterlerinin Ukrayna hava sahasına girerek Kırım’da Sivastopol havalimanına doğru uçtuğunu gösteriyor. Youtube’a yüklenen bu amatör videoda gözüken helikopterler, yerel medyaya göre Ukrayna Sınır Güvenliği tarafından da teyit edildi. Helikopterlerin radara yakalanmayacak şekilde alçaktan uçarak ilerledikleri gözüküyor. Zete
Devlet Tiyatrosunda Oyunlar Ücretsiz
Seyirciler, Devlet Tiyatroları’nın 12 bölgesindeki 23 sahnesinde ve Kayseri, Tunceli, Hakkari ve Foça-Cezaevi turne sahnelerindeki oyunları ücretsiz izleyebilecek. Sanatseverler biletlerini 13 gün öncesinden başlayarak Devlet Tiyatroları’nın gişelerinden ya da ilgili müdürlüklerden temin edebilecekler. Ücretsiz izlenebilecek oyunlar ve sahneleri şöyle Ankara Devlet Tiyatrosu Turan Oflazoğlu’nun yazdığı, Murat Atak’ın rejisörlüğünü yaptığı “Kösem Sultan Cüneyt Gökçer Sahnesi’nde; Refik Erduran’ın yazdığı, Ali Hürol’un rejisörlüğünü yaptığı “Ramiz ile Jülide” Şinasi Sahnesi’nde; Necip Fazıl Kısakürek’in yazdığı, Özer Tunca’nın yönetmenliğini yaptığı “Para” Küçük Tiyatro’da; Recep Bilginer’in yazdığı ve Zafer Kayaokay’ın yönettiği “Sarı Naciye” Akün Sahnesi’nde; George Orwell’in yazdığı, Peter Hall’un uyarladığı, Özge Kayakutlu’nun dilimize çevirdiği ve Barış Erdenk’in yönettiği “Hayvan Çiftliği” İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi’nde; Gülşen Karakadıoğlu’nun yazdığı, Vacide Öksüzcü’nün yönettiği “Nehir” Oda Tiyatrosu’nde; Ergün Uçucu’nun yazıp yönettiği “En Son O Gitti (Kiraz ile Mestan)” Altındağ Tiyatro Sahnesi’nde; Yaşar Kemal’in yazdığı, Gürol Tonbul’un yönetmenliğini yaptığı “Teneke” Kayseri’de; İstanbul Devlet Tiyatrosu Duşan Kovaçeviç’in yazdığı, Başar Sabuncu ve Bilge Emin’in dilimize çevirdiği, Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği “Profesyonel” Cevahir Salon 2’de; Nikolay Vasiliyevic Gogol’un yazdığı, Coşkun Tunçtan’ın dilimize çevirdiği, Sylvie Luneau ve Roger Coggio’nun oyunlaştırdığı ve Cem Emüler’in yönettiği Ankara Devlet Tiyatrosu yapmı “Bir Delinin Hatıra Defteri” Üsküdar Stüdyo Sahne’de; Patrick Suskind’in yazdığı, Hale Kuntay’ın dilimize çevirdiği ve Metin Belgin’in yönettiği Ankara Devlet Tiyatrosu yapmı“Kontrabas” Küçük Sahne’de; Muzaffer İzgü’nün yazdığı, Mutlu Güney’in yönettiği “Lütfen Kızımla Evlenir Misiniz?” Küçükçekmece Devlet Tiyatrosu Sahnesi’nde; Sait Faik Abasıyanık’ın yazdığı ve Gürol Tonbul’un oyunlaştırıp yönettiği İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı “Masallar, İnsanlar, Birde Türküler” Foça-Cezaevi’nde; İzmir Devlet Tiyatrosu Anton Çehov’un yazdığı, Ataol Behramoğlu’nun dilimize çevirdiği ve Vladlen Alexandrov’un rejisörlüğünü yaptığı “Vişne Bahçesi” Konak Sahnesi’nde; Ali Berktay’ın yazdığı, Ayşe Emel Mesci’nin rejisörlüğünü yaptığı “Son Çığlık” Kahramanmaraş Devlet Tiyatrosu Sahnesi’nde; Bursa Devlet Tiyatrosu George Bernard Shaw’ın yazdığı, Sevgi Sanlı’nın çevirdiği ve Sibel Özer Chulliat’ın yönettiği “Pgygmalion-Bir Kadın Yarattım” Ahmet Vefik Paşa Sahnesi’nde; Şahin Örgel’in yazdığı, Ali Volkan Çetinkaya’nın yönettiği “Aşk Bir Şey Değildir” Oda Tiyatrosu’nda; Adana Devlet Tiyatrosu Feyzullah Arslan ve Nermin Ertürkmen’nin yazdığı ve Gökhan Doğan’ın yönettiği “Yarınlara Geç Kalmadan” Hacı Ömer Sabancı Kültür Merkezi Sahnesi’nde; Trabzon Devlet Tiyatrosu Simon Williams’ın yazdığı, Şükran Yücel’in dilimize çevirdiği ve Tayfun Eraslan’ın yönettiği “Ölüm Öpücüğü” Atapark Haluk Ongan Sahnesi’nde; Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Oktay Arayıcı’nın yazdığı, Metin Arslan’ın oyunlaştırdığı ve yönettiği “Rumuz Goncagül” Cahit Sıtkı Tarancı Kültür Merkezi Orhan Asena Sahnesi’nde; Antalya Devlet Tiyatrosu Carlo Goldoni’nin yazdığı, Haldun Marlalı - Cem Marlalı’nın dilimize çevirdiği ve Ahmet Açıkgöz’ün yönettiği “Yalancı” Haşim İşcan Kültür Merkezi Küçük Sahne’de; Erzurum Devlet Tiyatrosu Cengiz Toraman’ın yazdığı ve Levent Aras’ın yönettiği “Anlatılan Senin Hikayendir” Erzurum Devlet Tiyatrosu Sahnesi’nde; Jean BaptistePoquelin Moliere’in yazdığı, Ahmet Vefik Paşa’nın oyunlaştırdığı, Ömer Naci Topçu’nun yönettiği“Meraki” Tunceli’de; Konya Devlet Tiyatrosu Slawomir Mrozek’in yazdığı, Zihni Küçümen’in dilimize çevirdiği ve Mustafa Uzman’ın yönettiği“Sığıntılar” Konya Devlet Tiyatrosu Sahnesi’nde; John Buchan’ın yazdığı, Patrick Barlow’un uyarladığı, Mehmet Ergen’in dilimize çevirdiği ve Nafiz Sami Gürcüali’nin yönettiği “39 Basamak” Elazığ Devlet Tiyatrosu Sahnesi’nde; Sivas Devlet Tiyatrosu Federico Garcla Lorca’nın yazdığı, Turan Oflazoğlu’nun çevirdiği ve Barış Erdenk’in yönettiği “Kanlı Düğün” Atatürk Kültür Merkezi Sahnesi’nde; Van Devlet Tiyatrosu Anton Çehov’un yazdığı, Yılmaz Gruda’nın dilimize çevirdiği ve Metin Oyman’ın yönettiği “Ayı/Teklif”Hakkari’de sanatseverlerle buluşacak. İHA---
Yazar Gün Zileli'ye AKP'liler Saldırdı
İki Nisan Caddesi üzerinde bulunan evlere broşür dağıtan Ak Partili gruba, taş ve sopalarla saldırı düzenlendi. Üç araçla gelen ve yaklaşık 15 kişi olduğu belirtilen saldırganlar ilk önce Ak Partililerin araçlarının camlarını kırdı. Daha sonra Ak Partililere taş ve sopalarla saldıran grup 5 partiliyi yaraladı. Kafalarında ve kollarında kırıklar olan yaralılar, hastanede tedavi altına alındı. Olay üzerine bölgeye çok sayıda polis sevkedilirken, Ak Parti Van Milletvekili Gülşen Orhan, Ak Parti Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Osman Gülaçar, yaralıları ziyaret etti. Milletvekili Orhan ve Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Gülaçar olaya tepki gösterdi.Osman BEKLEYEN / VAN, (DHA)-
Tecavüz Mağduru Çocuğa Rapor İşkencesi
Tecavüze uğradığı iddia edilen 13 yaşındaki F.S için 3 ayrı rapor bulunmasına rağmen mahkeme yeni rapor istedi. Mağdur muayeneyi reddedince, polis zoruyla götürülmesine karar verildi Diyarbakır'da okula giderken alıkonulup, tecavüze uğradığı iddia edilen 13 yaşındaki F.S. adlı erkek çocuk için 3 ayrı kurumdan rapor alındı. Davanın görüldüğü Diyarbakır 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi, bu raporlarla yetinmeyip, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nden 'mağdurun beden ve ruh sağlığına ilişkin kurul raporu' istedi. F.S. yeniden muayeneye gitmeyi reddedince, mahkeme heyeti, polis zoruyla götürülmesine karar verdi. Felat Özarslan ’ın Doğan Haber Ajansı’nda yer alan haberine göre, geçen yıl Ocak ayında, okula gitmek için evinden çıkan F.S. yolda karşılaştığı 25 yaşındaki B.Ç. tarafından ölümle tehdit edilip, şiddet uygulanarak, bir binanın bodrum katına götürüldü. Burada iki kez tecavüze uğradığı ileri sürülen F.S., olayı ailesine anlattı. Durumun polise bildirilmesi üzerine, F.S.'nin psikolog gözetiminde ifadesi alınarak, soruşturma başlatıldı. F.S.'nin teşhis ettiği şüpheli B.Ç. çıkarıldığı mahkemece tutuklanarak hakkında 'yağma', 'hırsızlık', 'mağdurun beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı' ve 'mala zarar verme' suçlarından 40 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. B.Ç. ifadesinde mağduru zorla yanında götürdüğünü ve iki kez cinsel ilişkiye girdiğini kabul etti. B.Ç.'nin daha önceden çok sayıda cinsel istismar, taciz, tecavüz ve hırsızlık suçundan sabıkasının bulunduğu ve halen çok sayıda dosyadan yargılandığı ortaya çıktı. 3 ayrı yerden rapor alındı Olaydan sonra rapor için Adli Tıp Kurumu'na sevk edilen F.S.'ye tecavüz edildiği belirlendi. Daha sonra Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesi'ne sevk edilen F.S.'nin ruh sağlığının bozulduğu tespit edildi. Son olarak Sağlık Bakanlığı Çocuk İzlem Merkezi'ne götürülen F.S., muayene ve görüşmeye alındı. Adli Tıp Kurumu, Çocuk Hastalıkları Hastanesi ve Çocuk İzlem Merkezi'nden alınan 3 ayrı rapor, dava dosyasına konulurken, tecavüzün meydana geldiği bodrum katında inceleme yapan polis, boş bir kağıt mendil poşeti bularak kriminal incelemeye gönderdi. İncelemede poşetin üzerinde şüphelinin sol el orta parmak izi tespit edildi. Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı'nın hazırladığı iddianamede de sanığın mağdura birden fazla nitelikli cinsel saldırıda bulunduğu ve mağdurun ruh sağlığının bozulduğu belirtildi. Rapor almaya gitmedi F.S.'nin tecavüze uğramasına ilişkin davanın bir önceki duruşmasında mahkeme heyeti, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nden mağdurun beden ve ruh sağlığına ilişkin kurul raporu aldırılmasına karar verdi. Yaşadığı tecavüz olayı ve 3 ayrı muayene sonucu psikolojisi bozulan F.S. ise mahkeme kararına rağmen rapor için hastaneye gitmedi. Polis zoruyla rapor aldırılmasına karar Davanın görülmesine Diyarbakır 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam edildi. Duruşmaya tutuklu sanık B.Ç. ve taraf avukatları katıldı. Duruşmada söz alan F.S.'nin avukatı Gülşen Özbek, dosyadaki doktor raporunun yeterli olduğunu ve mağdurun psikolojisinin daha fazla bozulmaması için bir daha rapora gönderilmemesini istedi. Tarafları dinleyen mahkeme heyeti, F.S. için daha önce alınan raporun bilirkişi doktor tarafından yazıldığını ve Yargıtay içtihatları kapsamında hükme esas alınamayacağını belirtti. Mahkeme heyeti, mağdurun Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden kurul kararı aldırılması için Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazı yazılmasına karar verdi. Mahkeme heyeti, mağdurun babası ve annesinin rızasına bakılmayarak rapor için zorla götürülmesine ve hastaneye götürülmesi sırasında sosyal hizmet uzmanının da refakat etmesine karar verdi. Sanığın tutukluluk halinin devamına karar veren mahkeme heyeti, rapor sonucunun beklenmesi için duruşmayı erteledi.T24
Van'da Miting Sonrası Kavga: Polisin Ateşiyle 1 Kişi Yaralandı
Van'da Başbakan Erdoğan'ın parti mitinginin ardından AK Partililer ile BDP'liler arasında gerginlik çıktı. BDP'li gruba polis müdahale etti. Polis kalabalığı havaya ateş açarak dağıtmaya çalıştı. Bir kişi göğsünden vurularak ağır yaralandı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , partisinin düzenlediği mitingi için Van’a geldi. Yoğun güvenlik önlemlerinin olduğu Van’da mitinge gelenlerin yanlarına getirdikleri su şişelerinin kapakları bile polisler tarafından alınarak atıldı. Miting alanı yakınında da BDP ’liler ile AK Partililer arasında kısa süreli bir gerginlik görüldü. Miting alanına doğru giden bir grup BDP’li, yine BDP’li yöneticiler tarafından güçlükle çevrildi. Yerel seçimlere kısa süre kala Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, miting için özel uçakla Van’a geldi. Başbakan Erdoğan’a eşi Emine Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da eşlik etti. Başbakan Erdoğan’ı havaalanında Van’da bulunan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, AK Parti Van Milletvekilleri Burhan Kayatürk, Fatih Çiftci, Mustafa Bilici, Gülşen Orhan tarafından karşılandı. Başbakan Erdoğan daha sonra partisi tarafından Beşyol meydanında düzenlenen mitinge katıldı. Başbakan Erdoğan’ın yapacağı miting öncesi Van’da güvenlik üst seviyeye çıkartıldı. Mitingin yapılacağı Beşyol Meydanı ve çevresi polis barikatları ile çevrilirken, vatandaşlar tek tek aranarak güvenlik noktalarından geçirildi. Arama yapan polisler kadınların çantalarındaki parfüm, keçeli kalemleri çıkartıp atarken, vatandaşların ellerindeki su şişelerinin de kapakları yine polisler tarafından açılarak atıldı. POLİSLERE YAKA KARTI Mitingde görev yapan polislere de yaka kartı takmaları dikkat çekti. Polis memurlarının mavi, amirlerin ise sarı renkli kart taktı. Mitingin yapılacağı Beşyol Meydanı yakınındaki Cumhuriyet Caddesi’nde de BDP’liler ile Ak Partililer arasında kısa süren gerginlik görüldü. Nedeni belli olmayan gerginlik yine BDP’li yöneticiler tarafından önlendi. MİTİNGİN ARDINDAN POLİS ATEŞ AÇTI: 1 YARALI Van’da Başbakan Erdoğan’ın parti mitinginin ardından AK Partililer ile BDP’liler arasında gerginlik çıktı. BDP’li gruba polis müdahale etti. Polis kalabalığı havaya ateş açarak dağıtmaya çalıştı. Bu sırada, bir otelin restoran bölümünde çalıştığı öğrenilen, Kadir İnan isimli genç bir işçi göğsünden vurularak ağır yaralandı.. (Osman BEKLEYEN- Gülay ÖZEK- Murat ÇAĞLAR- Özcan ÇİRİŞ / DHA)
PKK Eski Belediye Başkanıyla Birlikte 4 Kişiyi Kaçırdı
ELAZIĞ'ın Arıcak İlçesi Bükardı Beldesi'nin eski Belediye Başkanı Abit Doğruer ile birlikte toplam 4 kişi PKK'lılar tarafından kaçırıldı. Arıcak'ın Bükardı Beldesi'nde 1999-2004 yılları arasında Fazilet Partisi'nden Belediye Başkanlığına seçilen Abit Doğruer, yanında Arif Gülşen, Abdurrahman Gülşen ve Hasan Temizsoylu ile birlikte, Diyarbakır'a gitmek üzere bugün otomobille yola çıktı. Doğruer ile birlikte içinde 4 kişinin bulunduğu otomobilin önü il sınırına yakın Diyarbakır'a bağlı Kurşunlu Köyü yakınlarında silahlı PKK'lılar tarafından kesildi. PKK'lılar araçlardaki yolcuların kimlik kontrolü yaptıktan sonra bir minibüste bulunan yolculara dokunmadı. PKK'lılar, son seçimlerde Ak Parti'ye destek verdiklerini iddia ettiği Abit Doğruer, Arif Gülşen, Abdurrahman Gülşen ve Hasan Temizsoylu'yu, 'Şimdi sizi AKP'liler kurtarsın' diyerek silah zoruyla otomobilleriyle birlikte kaçırdı. Bölgede minibüste bulunan yolcuların haber vermesi üzerine, bölgeye güvenlik güçleri sevk edildi. Kaçırılan kişileri bulmak için güvenlik güçlerinin çalışmasının sürdüğü öğrenildi. Şahismail GEZİCİ/ELAZIĞ, (DHA)
'İsrail'le Problemler Önemli Ölçüde Aşıldı'
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İsrail ile yürütülen görüşmelerde henüz nihai bir sona varılmadığını belirtirken 'Problemler önemli ölçüde aşıldı' dedi.Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Türkiye'ye ilk kez resmi ziyaret gerçekleştiren Tanzanya Dışişleri Bakanı Bernard Membe'nin Dışişleri Bakanlığındaki görüşmesinin ardından ortak basın toplantısı düzenlendi. İsrail'le yürütülen görüşmeler hakkındaki soru üzerine Davutoğlu, problemlerin önemli ölçüde aşıldığını ancak nihai noktaya varılıncaya kadar kesin ifadeler kullanmanın doğru olmayacağını belirtti. Davutoğlu, 'Ümit ederiz bu mesele bir an önce Türkiye'nin ilkesel tutumu çerçevesinde çözüme kavuşturulur. İlgili arkadaşlarımız görüşmeleri sürdürüyor. Gelişmelerin olumlu yönde olduğunu vurgulamak isterim' dedi. Tairihi ziyaret Davutoğlu, Tanzanya Dışişleri Bakanı Membe'nin Türkiye'ye ilk defa resmi ziyaret gerçekleştirdiğini vurgulayarak ziyareti 'tarihi' olarak nitelendirdi. Tanzanya ile ilişkilerin Türkiye'nin Afrika açılımı açısından büyük öneme sahip olduğunu ifade eden Davutoğlu, Afrika açılımı kapsamında ilk büyükelçiliğin de Tanzanya'da 2009'da açıldığını anımsattı. İki ülke arasında 2009'da 63 milyon dolar ticaret hacmi olduğunu belirten Davutoğlu, Türkiye'nin büyükelçiliğinin açılmasını takip eden son 5 yılda ticaret hacminin 183 milyon dolara çıktığını söyledi. Geniş kapsamlı görüşme Tanzanya'nın sahip olduğu siyasi istikrar ve demokratik sistem göz önünde bulundurulduğunda özel bir öneme sahip olduğunu söyleyen Davutoğlu, ileriki haftalarda Tanzanya'yı ziyaret etme ihtimalinin olduğunu belirtti. Davutoğlu, Membe ile ikili görüşmede ele aldıkları konular hakkında ise şunları söyledi: 'Siyasi düzeyde daha fazla istişare yapılması, ticari ilişkilerde imzalanması beklenen anlaşmaların bir an önce imzalanması, tarım alanında işbirliği konuları, TİKA'nın bölgedeki insani faaliyetleri ve Afrika kıtasındaki bölgesel sorunları ele aldık. Çok verimli bir görüşme gerçekleştirdik. Ayrıca Tanzanya'nın bu yıl Ankara'da büyükelçilik açacağını duymaktan mutluluk duydum.' 2015'de İngiltere'de yapılacak İngiliz Milletler Topluluğu Oyunları'na Tanzanya'dan katılacak 10 sporcunun, Tanzanyalı yetkililerin talebi üzerine şu an Türkiye'de kamp yaptıklarını belirten Davutoğlu, 'Onların başarısı bizim de başarımız olacak' dedi. 'Tanzanya büyükelçiliği açılacak' Tanzanya Dışişleri Bakanı Membe ise ilk defa Ankara'ya geldiğini belirtirken '2014-2015 dönemi içinde Ankara'da Tanzanya büyükelçiliği açılacak. Bu, bizim için çok önemli ve tarihi bir olay' dedi. İkili ilişkilerin siyasi ve ekonomik açıdan oldukça verimli olduğunu kaydeden Membe, Türkiye'nin Afrika'daki politikalarının tüm bölge için büyük öneme sahip olduğunu belirtti. Membe, şunları söyledi: 'Türkiye'nin Afrika'daki varlığı sadece insani açıdan değil, siyasi açıdan da çok önemli. Türkiye'nin Somali politikası, Afrika'da Türkiye lehine hayranlık doğurdu. Somali iki yıl önce yıkılmış bir ülkeydi, korsanlık faaliyetleri, açlık, sefalet, çok zor bir durumla karşı karşıyaydı. Ancak Türkiye dimdik ayakta durarak, dünya adına, Afrika adına, Somali'yi kurtarma çalışmasını tek başına üstlendi. Bu, gurur duyulacak bir olay.' Türk yatırımları artıyor Membe, iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin önemine vurgu yaparken, 2009'da Tanzanya'da sadece bir Türk şirketi olduğunu, şimdi ise bu rakamın 37'ye çıktığını ifade etti. Tanzanya'da yaşayan Albinolar için Türkiye'nin girişimiyle yaptırılmakta olan okul nedeniyle Davutoğlu'na teşekkür eden Membe, 'Albinoların sayıları giderek azalıyor. Türkiye bu noktada 500 çocuğun eğitim görebileceği bir okul için ilk adımı attı. Bundan dolayı da şükranlarımı sunmak istiyorum' dedi. Muhabir: Halit Gülşen | AA
Cüneyt Arkın: "Ben James Bond Olmayı Reddedince Roger Moore'u Yaptılar"
Türk sinemasının efsanevi ismi Cüneyt Arkın , İngiliz ajan James Bond karakterinin başrolde olduğu Bond serisinde oynaması için teklif aldığını söyleyerek, “Adamlar buraya kadar geldiler ama ben sıcak bakmadım. Benim yerime de Roger Moore ’u James Bond yaptılar” dedi. Cüneyt Arkın, “Hollywood’da özel hayat falan kalmıyor. Ne istediğin gibi gezebiliyorsun ne de dostlarla bir-iki laf edebiliyorsun. Burada da özel hayatım yoktu ama milletimin içindeydim en azından. Kendi çöplüğümde ötüyordum. Yıllar sonra bir davette Ömer Şerif’le karşılaştık. ‘Her şeyim var ama vatanım yok’ dedi bana. O dolarları kazanabilmek için vatansız olacaksın arkadaş. Bu da bana uymaz” diye konuştu. “Panzehir” ile uzun bir aranın ardından beyazperdeye dönen Türk sinemasının efsanevi ismi Cüneyt Arkın, Hürriyet gazetesinden İzzet Çapa 'ya konuştu. İzzet Çapa’nın Cüneyt Arkın ile yaptığı söyleşinin bir kısmı şöyle: Bizanslılara mı, hayata karşı mı savaşmak, hangisi daha zordu? Savaşçılık genlerimde var. Sülalem Tatar soyundan; Kırım’dan gelmişler. Babam da İstiklal Savaşı gazisiydi. Eskişehir’de doğup büyüdüğüm bozkırlar için “Engerek yılanı bile yaşamaz” denirdi. Güneş toprağı öylesine yakardı ki, fırına girmiş gibi olurdunuz. Bir yanda kuraklık, bir yanda hastalık almış başını gidiyordu. Kediden geçtik, bir uçurtmam bile yoktu diyorsunuz... Ne uçurtması? Bütün oyuncaklarım, hatta bilyelerim bile topraktandı. İki odalı kerpiçten bir gecekonduydu oturduğumuz yer. Düşün, tuvaleti bile en az evin 200 metre dışındaydı yahu... Gerçekten de film gibi... Öyle zamanlar olurdu ki ablalarım, anam, babam toprağı kazardı, bulduğumuz acı kökleri yerdik. Açlık onursuz bir şeydir, insanı insanlıktan çıkarır. Uzun yıllar, bu onursuzluğun sefaleti ile yaşadım. Üstüm başım hep hayvan ve ekşi küspe koktuğundan diğer çocuklar benden uzak dururdu. Mutsuzluk, umutsuzluk diz boyu... Çok da mutsuz değildim açıkçası. Çocukluğun en iyi tarafı sorumluluk hissinin olmaması ve ben de bütün sorumluluklardan uzaktım. Fakat ister istemez sonradan yükleniyor sorumluluk omuzlara. Öyle tabii. Fakülte yıllarımda da hep çalıştım. İstanbul’da Tıp Fakültesi’nde okurken ilk iki yılımı Sirkeci’de bir otel odasını iki inşaat işçisiyle paylaşarak geçirdim. Ders zamanı okula gider, kalan zamanda da onlarla inşaatlarda çalışırdım. Bir yanda anatomi dersi, öte yanda inşaat işçiliği... Stajımı yaptıktan sonra az çok hasta tedavi edebilir duruma geldiğimde hocam Cihan Abaoğlu beni evlere hastabakıcı olarak göndermeye başladı. Hastanın başında 24 saat bekleyip, acil durumda müdahale etmekti görevim. Fakat tabii yeri geldiğinde adamı tıraş da ediyordum, altını da temizliyordum. Cebiniz para gördü mü peki? Ayda burs parası olarak 60 lira alırdım. Hastabakıcı olarak bir eve gittiğim zaman ise günde 15 lira kazanıyordum. Ama ev sahiplerinin artık yemeklerini önüme koymaları çok ağrıma giderdi. İlk paramı aldığımda fırına koşup paranın hepsiyle ekmek aldım. Çiğnemeden yuttum, patlayana kadar yedim. Sonunda da kustum. Ekmeğin yanında biraz da peynir alsaydınız... Ekmekleri görünce açlık korkumu yeniyor, huzur buluyordum. Yıllar sonra bile kaldığım otel odalarında baş ucumdaki komodinin üzerine bir somun ekmek koyar, ancak ona bakarak uyuyabiliyordum. Bu tünelin sonunda hiç mi ışık yok Cüneyt Bey, hep mi böyle karanlık? Öğrencilik yıllarımda hoş günler de geçirdim. Eskişehirli birkaç arkadaş beraber kalıyorduk. Adam başına 45 lira kira düşüyordu. Ben hikâyeler karalıyorum, Tekin (Elagöz) şiir yazıyor, Cengiz (Çelikten) de düz yazı denemeler. Cengiz ayrıca iyi balıkçıydı... Hah şöyle, güzel bir balık yiyelim bari en azından. (Gülüyor) Haftada bir Cengiz tuttuğu palamutları getirirdi, yanına da bir şişe 75 kuruşluk Güzel Marmara şarabı açardık. Cemal Süreya, Turgut Uyar gibi isimler de aramıza katılır, sohbetin dibine vururduk. Kadife yumuşaklığında bir sesi vardı Cemal Süreya’nın. O muhabbetlere doyum olmazdı. Acı tatlı günlerle fakülte bitti... Peki ya sonra? Hocalarım üniversitede kalıp akademik kariyer yapmam için çok ısrar etti. Ama ben elimde bir tek steteskopla tuttum yine Anadolu’nun yolunu. Yıl 1963, Artist dergisinin yarışmasına katılıyorsunuz. Doktorluğu bırakıp oyuncu olmak büyük bir kumar değil miydi? Aslında nörolog olmak istiyordum ama boş kadro yoktu. Hastanede boğaz tokluğuna çalışıyorsun. Kadrolu olmadığın için yemek de vermiyorlar. Hoş ben hemşirelerin yemeklerini yerdim ama (gülüyor)... Yakışıklı olmanızın avantajını kullanıyordunuz anlaşılan. Çalışmaktan, yakışıklı olup olmadığımın farkında bile değildim. Üniversite son sınıfta bir kız gelip, “Gözlerin ne güzel öyle yeşil yeşil” deyince, hayatımda ilk kez bir aynaya baktım, ulan hakikaten yeşilmiş... Ancak o zaman, 23 yaşında fark ettim gözlerimin rengimi. Ve kızların peşinden koşmaya başladınız... Para yok, pul yok nasıl koşacaksın? Bir defasında beraber olduğum kadının iç çamaşırlarıma iğrenek bakmasını hiç unutmam. Niye kirli miydi? Hayır, yamalı da, kirli de değildi. Onları anam Sümerbank pazarından alıp kendi elleriyle dikmişti. Ama çivitle o kadar çok yıkamıştı ki kirli gibi duruyordu. O gün ceketimi satıp iç çamaşırı aldım kendime. Bu olay nasıl içime işlemişse, şöhret olduktan sonra durmadan atlet, kilot alıyordum. Hastalık haline gelmişti bende. Sinemada çılgınca işler yaptınız. Özel hayatınızda da var mıydı böyle delilikleriniz? Olmaz mı? Bir keresinde Paris’te Ajda’nın misafir edildiği köşkte yemeğe davetliyiz. Hülya Koçyiğit, Erkan Özerman falan da var. Baktık at üstünde bir adam geldi davete. Otomobil daha icat edilmemiş miydi? (Gülüyor) Cüneyt Arkın’dan dayak yemek ister misin İzzet? O kadar da yaşlı değiliz. Neyse adam elmas kralı Tosunyan’mış. Masadakilere elmas dağıtmaya başladı. Ben de biraz içmişim. “Ulan” dedim kendi kendime “Sen atla gelirsin de ben gelemez miyim”... Eyvah eyvah! O kafayla çıktım evden. Paris’te şiir gibi bir pazar yeri vardır, meyveler sebzeler atlı arabalarla gelir. Oradan bir at satın aldım. Atladım sırtına, Ajda’nın evinin kapısına dayandım. İnan oraya kadar nasıl geldim bilemiyorum. Ajda’nın o anki suratı hâlâ gözümün önünde (gülüyor). Yılmaz Güney’i aratmıyorsunuz kafanıza eseni yapmak konusunda. Yılmaz müthiş bir insandı. Bazen bana gelirdi, oturup içerdik. Anadolu geleneklerine göre saygı icabı kadehi alttan tokuşturmak gerekir. Kim daha alttan vurursa karşısındakine o kadar saygı duyuyor demektir. Kim kazanırdı bu “yarışı”? Sen daha alttan vuracaksın, ben daha alttan vuracağım derken bir gün baktım Yılmaz evin bodrumuna inmiş. Oradan aşağısı yok ya (gülüyor)... Öylesine güzel dostluğumuz vardı ki... 12 Mart döneminde Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz’ın hak ettiği ödülü siyasi nedenlerle ona değil bana verdiler. Ben de reddettim tabii. Tavrı ne oldu? “Ağam helal olsun, içkiler benden” dedi. Artist dergisinin yarışmasında neler oldu? Aslında ondan önce Eskişehir’de askerlik yaparken, bizim kışlanın yakınında Göksel Arsoy ile birlikte “Şafak Bekçileri”ni çeken Halit Refiğ ile tanışmıştım. Yarışmaya girmemi Halit Abi istedi. Kazanınca da “Gurbet Kuşları”nda verdiği rolle sinema maceram başladı. Peki Dr. Fahrettin Cüreklibatur’u Cüneyt Arkın yapmak kimin fikriydi? Artist dergisinin yöneticisi Recep Ekicigil, Cüneyt Gökçer’in Cüneyt’ini, Arkın Kitapevi’nin sahibi Ramazan Arkın’ın da Arkın’ını birleştirip beni öyle lanse etti. Çapkınlık günleri de başlamıştır şöhretle birlikte herhalde. Vallahi hiç vaktim yoktu çapkınlığa falan. Cumartesi pazar dahil günde 16 saat çalışırdım. Senede 24 film çektiğim olurdu. (O ana kadar sessizce bizi dinleyen eşi Betül Hanım lafa giriyor...) - B.A: Şah döneminde Cüneyt, İran’da öyle meşhurdu ki kadınlar Fahrettin diyorlar başka bir şey demiyorlardı... Evli miydiniz o zaman? B.A: Gizli gizli çıkıyorduk. Beni etrafa sekreteri diye tanıştırıyordu. O aralar İran’dan Stella Sait diye bir kadın geldi, prensesmiş. Kadın nasıl aşık bizimkine anlatamam. Cüneyt’e hediye etmek için avuç dolusu mücevher getirdi. C.A: Meğer mücevherler kraliyet ailesine aitmiş. Hepsini iade ettik tabii. Kadın inanılmaz zengin, saçını yaptırmak için sabah kalkar uçakla Tahran’dan Paris’e gidermiş düşünsene. B.A: Sonunda Cüneyt için bileklerini kesip intihar etmeye kalktı. Nasıl sabrettim bütün hepsine bilmiyorum. C.A: İlber Ortaylı bir gün yemekte bunlardan bahsetti bana. “Ulan sen nereden biliyorsun?” diye sordum. “Senin yüzünden neredeyse İran’la Türkiye arasında savaş çıkacaktı” dedi. B.A: Vallahi güzel de kadındı ha. Evet deseydin, bütün İran şimdi senindi. C.A: Demek seni ne kadar seviyormuşum ki gözüm hiçbir şey görmüyormuş. Betül Hanım, nasıl tanıştınız Cüneyt Bey’le? B.A: Bir toplantıda karşılaştık. Biri Hanya’dan, diğeri Konya’dan gelmiş iki insandık... Herkes Cüneyt Arkın diye peşinden koşuyor, ben bir köşede oturmuş hiç ilgilenmiyorum. Bu tavrım dikkatini çekmiş olmalı ki, geldi dansa davet etti. C.A: Yahu ben öyle yalnızdım ki o kalabalığın içinde. Halbuki en popüler olduğunuz günler... C.A: Kiminle konuşacaksın ki? Atıf Yılmaz, Lütfi Akad, Halit Refiğ ile zaman zaman şiirden, edebiyattan falan bahsederdik. Onların dışında kafa dengim kimse yoktu. O gün baktım Betül de yalnız, dikkatimi çekti. Betül Hanım’ın ailesi tepki gösterdi mi kızlarının Türkiye’nin en meşhur jönüyle birlikte olmasına? B.A: Hem de nasıl! İlk günlerde “Asla olmaz böyle şey” diye kıyameti kopardılar. C.A: Sonra babası beni tanıdı; doktorluk geçmişimi, Anadolu geleneğimi falan öğrendi de öyle razı oldu. Cüneyt Arkın’a “Nayır” diyen kadın oldu mu hiç? Hiçbir kadınla o kadar yakın ilişkiye girmedim, öyle bir cevap alacak teklifte de bulunmadım. Duyan da karşımda bir melek oturduğunu sanır... Bir kanatlarınız eksikmiş Cüneyt Bey... (Gülüyor) Sözü hep çapkınlığa getirmeye çalışıyorsun ama vallahi yoktu o taraklarda bezim. Betül’le nişanlı olduğumuz dönem birkaç ufak maceram olmuştur o kadar. Zaten bu yüzden yapmadık dedikodu bırakmadılar arkamdan. Ne tür dedikodular? Bir ara ayrıldık Betül’le. Tek başıma dolaşıyorum geceleri, birkaç duble içip eve dönüyorum. Kadınlarla hiçbir ilişkim yok, kapatmışım o defteri. Bir gün arkadaşlarla oturuyoruz; “Sen şey misin?” dediler. Şey ne demek? Eşcinsel mi? Zamparalık yapmayınca etrafa da bu dedikoduyu yaydılar. Zaten öyle çok yalanlar yazılıp çizildi ki hakkımda... Bir gazete patronu Türkan Şoray ile aşk yaşadığımı söylememi bile istedi. Durup dururken neden aşık olacakmışsınız Türkan Şoray’a? Gazetenin tirajı düşüyormuş, bunu hazmedemiyorlardı. Sansasyon lazımmış. Birden kafam attı, “Ben nişanlıyım, Türkan da Rüçhan Adlı ile beraber. Siz bizi kendiniz gibi mi sanıyorsunuz? Şöhret uğruna gururumuzu feda etmeyiz” dedim ve vurdum kapıyı, çıkıp gittim. Arkamdan “Cüneyt, bittin oğlum sen, öldün. Bak gazeteler hakkında neler yazacak” diye bağırmaya başladı. “Türkan Şoray uğruna intihar etti” diye yazamayacakları kesin.... Onu yazmadılar ama o günden sonra gazeteler en iğrenç iftiralarla saldırdılar. En kötüsü de “Cüneyt Arkın, karısı ve çocuklarının olduğu evde erkeklerle seks partisi yapıyor” diye yazmalarıydı. Gerçekten fazla abartmışlar... Neyse aradan birkaç yıl geçti, Gülşen Bubikoğlu ile film çekiyorduk. Setin dışında müthiş bir kalabalık, bizi görmek için toplanmış. Baktım bu meşhur gazete patronu geldi. Kalabalığa şöyle bir baktı; “Gerçekten halkın sevdiği sanatçıya, kimsenin gücü yetmezmiş. Yenildik!” dedi. Sonra bir de utanmadan “Sizin şöhretiniz benim de param ve gücümle Türkiye’de neler yaparız kim bilir” demez mi! Cevap bile vermedim, çünkü değmezdi. Şöhretin bedelini ruhen olduğu kadar biraz fiziksel olarak da ödediniz sanırım... Biraz lafı hafif kalır. Malkoçoğlu’nun çekimleri sırasında balkondan atın sırtına atlayacaktım. At ürküp kaçtı, kıç üstü betona çakıldım. İnanılmaz bir acı duyuyordum. Alt tarafım tutmuyordu. Doktordum, anladım omurgam kırılmış, felç olmuştum. Korkunç bir duygu olmalı... Tek düşündüğüm şey çalışamayacak olmamdı... Karım ve iki oğlum açlığa mahkum olacaklardı. Ertesi gün teşhis kondu, sol bacağım artık benim değildi. Geceleri uyuyamıyordum. Betül sabahlara kadar ağlıyordu. Bir gece aklıma delice bir şey geldi. İntihar değil herhalde? Dur da dinle... Sürünerek mutfağa gittim, titriyordum, boğuluyordum. Masanın üzerindeki ekmeği aldım, öptüm alnıma koydum. Boğazlanmış bir hayvan gibi “çalışmalıyım, çalışmalıyım” diye ağlıyordum. Kararımı verdim, ayağa kalkıp... (Cüneyt Arkın’ın burada gözleri doluyor, konuyu değiştiriyoruz). Kaç kırık var vücudunuzda? Kalbim hariç her yerimde kırık var (gülüyor). Şaka bir yana bu işi yapmak için ya sevdalanacaksın ya da manyak olacaksın. Bir dönem alkol problemiyle de “boğuştunuz”... Düşün daha 25-26 yaşındayken girdim bu dünyaya. Yılın neredeyse 365 günü çalışıyordum. Ayda bir-iki kadeh içmek hakkım bile yoktu. Her sabah 7’de sağlıklı, refleksleri saat gibi çalışan bir şekilde sette olmam lazımdı. “Benim” diyen dublörden fazla at üstünde koşturup, oradan oraya zıplıyordunuz üstelik. Mecburen 45 yıl 72 kiloda kaldım. Trombolinlerim, yüksek atlama sırığım, atlarım, hepsi bu kiloya göre ayarlanmıştı. Bedenim değil ruhum yorulmuştu. Kendime ait hiçbir şey yoktu hayatımda. “Şişede balık olayım” bari mi dediniz? Önce akşamları birkaç duble ile başladı. Altı ay sonra şişeleri dipliyordum. Bir gece Safa Önal boş şişelere bakıp “Sen sarhoş olmak için değil ölmek için içiyorsun, intihar ediyorsun” demişti. “Yolun sonuna” yaklaştığınızı ne zaman fark ettiniz? Bir gece Kulüp 12’nin kapısındaki iri yarı adam sinirime dokundu. “Buranın fedaisi misin?” dedim “Evet, haracını da ben yerim” deyince “Silahın var mı?” diye sordum. Bir Smith&Wesson çıkardı, elinden alıp kurşunlarını boşalttım sonra içine tek bir kurşun koyup namluyu kafama dayadım. Filmlerde çok gördüm ama gerçek hayatta Rus ruleti oynayan biriyle ilk kez konuşuyorum. Çektiniz mi tetiği? Çektim ama patlamadı. Silahı fedaiye uzattım “Şimdi sıra sende” dedim. Korkudan gözleri büyümüştü. O an anladım ki artık ölüm hakkımı kullanıyorum. Kırılma noktası bu olay mı oldu? Evet. Ardından bir psikiyatra gittim, durumu anlattım. Adam “Sonun ya ölüm ya intihar, kendinden öç alıyorsun” dedi, “Senin yaşında genç bir adam bütün bunları kaldıramaz”... Sonradan bu acı tecrübeleri gençlere ders vermek adına paylaştınız. 20 yıla yakın Türkiye’nin dört bir yanını gezdim. Gençlere alkol ve uyuşturucu konusunda bilgiler verdim, ailelerle dertleştim. Çünkü aile değerleri sağlam olursa çocuklar da bu belalardan uzak kalıyor. James Bond olmayı reddettiğiniz konusunda bir şehir efsanesi dolanır dillerde. Efsane falan değil, gerçekten reddettim... Adamlar buraya kadar geldiler ama ben sıcak bakmadım. Benim yerime de Roger Moore’u James Bond yaptılar. Hoppala! Ayağınıza kadar gelen fırsatı niye elinizin tersiyle itiyorsunuz? Hollywood’da özel hayat falan kalmıyor. Ne istediğin gibi gezebiliyorsun ne de dostlarla bir-iki laf edebiliyorsun. Burada da özel hayatım yoktu ama milletimin içindeydim en azından. Kendi çöplüğümde ötüyordum. Yıllar sonra bir davette Ömer Şerif’le karşılaştık. “Her şeyim var ama vatanım yok” dedi bana. O dolarları kazanabilmek için vatansız olacaksın arkadaş. Bu da bana uymaz. Biraz da hayal kırıklıklarınızdan söz edelim. “Dünyayı Kurtaran Adam” gelmiş geçmiş en kötü filmler arasında gösteriliyor. Türk sinemasında o kadar kalitesiz filmler çekildi ki “Dünyayı Kurtaran Adam” onların yanında zemzemle yıkanmış gibi kalır. O filmde emek vardır, absürddür, saçmadır ama kötü değildir. O peluş canavarlar dillere destan... İskeletleri de, canavarları da gece sabaha kadar uğraşıp ben yapıyordum. Sabah olunca da çekimlerde parçalıyordum. Bunca film arasında neden hiç kötü adamı oynamadınız? Oynamaz olur muyum? “Yaralı Kurt”taki topal kiralık katil rolüyle ödül bile aldım. Yeni filmim “Panzehir”de de bir kez daha kötü adamım çok şükür. Niye “Çok şükür” dediniz? (Gülüyor) Artık kötü adamlıkta para var. Bizim oğlan (Murat Arkın) girdi önce “Panzehir”e. “Baba birlikte oynayalım mı?” dedi. Onunla oynamak büyük zevk benim için. Bir de mafyayı çok iyi tanırım ben, hayatım onların içinde geçti. Rolün hakkını verebileceğimi düşündüm. Yönetmenimiz Alper Çağlar da çok iyi bir iş çıkardı. Hollywood ayarında sıkı bir film oldu. Konusu ne filmin? Çağa ayak uydurup “kurumsallaşan” acımasız bir mafya babasını canlandırıyorum, bizim oğlan da benim gençliğimi oynuyor. Filme, Türkiye dışında Norveç, Amerika, İtalya, Fransa ve Almanya olmak üzere beş ayrı ülkeden oyuncular katıldı. Çatışma sahnelerinde polise 12 ihbar yapılmış, hatta Bülent Ersoy da Zincirlikuyu’dan geçerken gerçek sanıp “Niye dövüyorsunuz çocukları?” diyerek çekimleri durdurdu (gülüyor).T24