onedio

Manşet Haberleri

Manşet ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Manşet ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Annem ve Eşimin Namusu Gibi Erdoğan'a Güveniyorum, O Sesler Montaj!
Beyaz TV Spor Müdürü ve ünlü spor spikeri Ertem Şener Medyaradar’ın usta röportajcısı Alev Gürsoy Cimin’e bomba açıklamalar yaptı. İşte Ertem Şener’in Medyaradar’a verdiği o çok çarpıcı röportajı…  Spor dünyasından bir isimle siyaset konuşmak çok keyifliydi. Bu röportajın hikâyesi aslında bir tweet ile başladı. Ertem Şener’i ben spor dünyasından tanıyorum, işini de çok iyi yaptığını düşünüyorum. Geçtiğimiz günlerde bir tweet attı kendisi. Başbakan’a “Usta-Reis” diyor ve “yalnız” olmadığını söylüyordu. Çok şaşırdım doğrusu. “Biz gazeteciler biraz daha tarafsız olmalıyız” diye bir tweetle karşılık verdim. Belki de hata yaptım. Bilemiyorum. Çünkü artık “Gazeteci nasıl olmalı?” sorusuna yanıtım yok. İnanın kafam çok karışık. Kare kare sorular çözüyor, kündüne koyamıyorum. Medyayı da artık çok anladığımı söyleyemem. Ertem bana güzel bir yanıt verdi, “Herkes fikrini açıklıyor da ben neden susayım” dedi. Ben de bu röportajı yapmayı teklif ettim. Sağ olsun kırmadı. Çok da açık sözlü, lafı gediğine oturtuyor. İlk başta tereddüt ettim acaba nasıl karşılar diye ama çok misafirperverdi. Beyaz TV’de yaptık bu çarpıcı röportajı. Onu dinlerken aklıma “Ben Onu Çok Sevdim” dizisi geldi. Menderes için çekilen o güzel dizi. Ertem, Başbakan Erdoğan’ı çok seviyor, öyle ki artık bunu kendisine bir dava edinmiş. Erdoğan’dan söz ederken gözleri doluyor, duygulanıyor. Hatta heyecanlanıyor. Şaşırdım bu büyük sevgiye. Başbakan’dan “Beyefendi” diye söz ediyor. Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen ses kaydı için ise net konuşuyor . “Montaj” diyor. Ve hatta ekliyor: “Eşim ve annemin nâmusuna ne kadar güveniyorsam, Başbakan’a da o kadar güveniyorum” diyor. Cemaat konusuna gelecek olursak; 17 Aralık sonrası bağlarını koparmış. Artık Türkçe Olimpiyatları'na gitmeyecekmiş. Başbakan’ı çok sevdiği için “yalaka” ilan edilmesine de isyan ediyor. 'Evet, seviyorum hem de çok seviyorum' diye meydan okuyor. Tabii sadece siyaset değil spor dünyasını da konuştuk. Bana mesleki kariyerindeki en büyük ayıbı da anlattı. Şike sürecine nasıl baktığını da... Her kelimesi manşet, her sözü vurucuydu. Çok heyecanla dinledim. Şimdi o aynı heyecanla hemen aradan çekiliyorum çünkü sözü gene çok uzattım ve derhal sizi bu röportajla başbaşa bırakıyorum. Buyurun tanımadığınız yönleriyle size bir başka Ertem Şener… Sevgiyle kalın, hep umutlu olun. RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN** **Twitter: @gazetecialev **Mail: alevgursoy2008@gmail.com Ertem sence spor dünyası mı daha karışık şu sıralar siyaset dünyası mı? Bence siyaset dünyası daha karışık. Spor dünyasının kurtarılabilir bir yanı var ama siyaset dünyası için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Spor 90 dakika ile sınırlı kalıyor ama siyaset böyle değil. Siyaset her dakika karşı ataklar ve sürekli heyecanla geçiyor şu sıralar. Türkiye neyi yaşıyor sence? Türkiye bence kabuğundan çıkıyor. “DARBE GİRİŞİMİ VAR” Hakikaten bir darbe girişimi var mı, Başbakan’ın dediği gibi? Kesinlikle öyle... Darbe girişimiyle beraber Türkiye’nin kabuğundan çıkmaya çalıştığını düşünüyorum. Eskiden askerlerin darbe yapmasına şahit olurduk. Ben 39 yaşındayım ve şimdilerde YARGI DARBE girişimi görüyorum ve ben buna çok üzülüyorum. Bürokrasi ve yargıdaki bazı kadrolar sayın Başbakan’ı içeri atmak istedi. Bu çok açık… “ERDOĞAN’I İÇERİ ATMAK İSTEYEN PARALEL BİR YAPI VAR” Darbeyi yapmak isteyen o sivil yapıdan kasıt kim ya da kimler? Ve bu paralel yapı nedir? Ben bunun ABD ve İsrail kökenli olduğunu düşünüyorum. Herkes bir isim söylüyor ama şu bir gerçek bir paralel yapı var. “CEMAAT ERDOĞAN’I İSTEMİYOR” Cemaat mi bu paralel yapı? Şu anda cemaatin Başbakan’ı istemediği çok açık. Ben Başbakan’ın çok samimi olduğunu ve ülkesi için, milleti için bu yola başkoyduğunu düşünüyorum. “BAŞBAKAN’I ÇOK SEVİYORUM” Başbakan’a “reis ve usta” diyorsun sen, neden çok mu seviyorsun? Evet, hem de çok seviyorum, çok kıymet veriyorum. Bakın odamda Sayın Başbakanımız ve eşinin fotoğrafı duruyor. Çok değer verdiğim bir fotoğraf. Ben “Ustanın Hikâyesi”ni sunduğumda bu fotoğraf beyefendinin önünde duruyordu. Ben kendisinden rica ederek aldım. “İLK ELEKTRİKLENME BAŞKANKEN OLDU” Nereden geliyor bu sevgi, özel bir nedeni mi var, yoksa sadece siyasi tarzından dolayı mı? Ben filmi isterseniz başa sarayım. Bir gün Gaziosmanpaşa’dayım, bir baktım İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Recep Tayip Erdoğan geliyor. Bir meydandayız. Ben onu görmeyi çok istedim, çünkü çok merak ediyordum. Sonrasında baktım ki inanılmaz pozitif. O kalabalığın içinde göz göze geldik. Eliyle başımı tuttu. Ben o zaman üniversitedeydim. İlk o zaman kendisinin insanları ne kadar sevdiğine ve sıcaklığına tanık oldum. “BAŞBAKAN İÇİN AĞLADIM, ONUN İÇİN ÇOK DUA ETTİĞİM OLDU” Ya sonra? Aradan yıllar geçti. Kendisi Pınarhisar Cezaevi’ne girdi. Şu an Kral FM Genel Yayın Yönetmeni olan Gezegen Mehmet bana dedi ki: Seni ziyarete götüreyim mi? Çok heyecanlandım. Ama görüş için savcılıktan bir kâğıdım yoktu. “Gidelim” dedim. Gittik. Ancak ben içeri giremedim, Gezegen Mehmet girdi. Giremediğim için ağlamıştım. Onu ziyaret edemedim diye çok üzüldüm. Ama selamını almak yetti. Mehmet Abim bana en güzel hediyeyi vermişti o gün. Okuduğu şiir nedeniyle cezaevine girmesi beni çok etkiledi. Mektup bile yazdım kendisine. Ben çocukluğumdan beri zaten inançlı biriyim. Başbakan’a çok dua ettiğim oldu. Bakın benim dünüm de aynı bugünüm de. Bu konuda o dönemimi Gezegen Mehmet’e, Afrikalı Ali’ye sorabilirler. Hatta CNN Türk ve Kanal D yıllarımı da Rasim Ozan anlatsın. Muhafazakâr mısın? Ne kadar muhafazakârım bilemiyorum ama çocukluğumdan bu yana çok inançlıyım. Demokrat bir insanım karşı tarafa da çok saygılıyım ama benim düşünceme saygı duyulmadığında çileden çıkıyorum. “BAŞBAKAN ERDOĞAN İÇİN HEP DUA ETTİM” Peki, Başbakan seni seviyor mu, senin onu sevdiğin kadar? Farkında mı senin? Benim onu ne kadar çok sevdiğimin farkında, bence biliyor. Samimiyetimi biliyor Beyefendi. Ben onun için hep dua ettim, etmeye de devam edeceğim. Bana insanlar diyor ki “Neden CNNTürk’deyken, Star’dayken bu görüşlerini belli etmiyordun?” Ben size soruyorum şimdi: Beni bilen biliyordu zaten. Benim nasıl bir insan olduğumu. Ben hiçbir şeyi saklamam. Ben de eskiden içki içtim. Ben de günahlar işledim. Ama yıllar önce tövbe ettim. Şimdi içmiyorum. Çok şükür elimden geldiğince iyi bir insan olmaya çalışıyorum. Allah’ın beni devamlı gördüğünü bildiğim için ona göre yaşıyorum. 'BEN DE İÇKİ İÇTİM, GÜNAHLAR İŞLEDİM AMA TÖVBE ETTİM' Ben de tam bu noktada sana Beyaz TV’ye geçtin diye mi görüşlerin bu hale geldi diye soracaktım? Asla böyle bir şey yok. Bu çok saçma bir soru. Ben Beyaz TV’ye gelmeden önce de buydum. Bu kanala 1,5 yıl önce geldim. 17 ay önce ne Başbakan ile ilgili bir sıkıntı yaşanıyordu ne de Başbakan birileri ile ilgili bir sıkıntı yaşıyordu. Gezi olayları 30 Mayıs 2013’te başladı. Ben o tarihte gelmedim buraya, 2012 ‘de geldim. Ben o zamanlarda da Beyefendi’ye olan sevgimi her daim dile getirdim. Beni çok iyi tanıyanlar Beyefendi'ye olan sevgimi ve dava aşkımı bilirler. Yukarıda belirttiğim isimlere sorabilirler. “USTA’NIN HİKÂYESİ BENİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİYDİ” “Usta’nın Hikâyesi” programını da ona olan sevgim nedeniyle sundum. Sayın Osman Gökçek o büyük sevgimi bildiği için, beni layık gördü programı sunmaya. Ne kadar teşekkür etsem azdır kendisine. Çünkü ben o programı sunmayı çok istiyordum. Ben günlerce o program için çalıştım. Hayatımın en önemli anlarından biriydi o üç saat. Ben buraya gelmeden önce Gezi olayları yoktu. Hükümet ile cemaat arasında bir sıkıntı yoktu. Ben yaşanmamış bir şey için ne söyleyebilirdim, nasıl bir tweet atabilirdim ki? Star’da, CNN’deyken sorun yoktu çünkü. Ben o zaman twitter da kullanmıyordum bu kadar sık. Ben şu an elbette sosyal medyadan istediğim fikri paylaşırım. Diktatör dedikleri adama bak. Adama her türlü hakaret ediliyor. Adamın ailesine dil uzatılıyor, düşüncelerine dil uzatılıyor. Adamı “hırsız” yapıyorlar, bunu tırnak içinde söylüyorum çünkü asla inanmıyorum. Adama öldü diyorlar, her şeyi yapıyorlar. Tüm bunlara sesini çıkarmıyor. Sonra gelip buna diktatör diyorlar. Bana dünyada böyle bir diktatör gösterin adımı değiştireceğim. İstediğiniz ismi koyacağım. Diktatörün tanımını biz mi bilmiyoruz. “BANA BİR DİKTATÖR GÖSTERİN İSMİMİ DEĞİŞTİRECEĞİM” Bence de bir ülkenin başbakanına bu ağır ifade kullanılmamalı... Eleştiri elbette olur ama hakaret ve küfür asla… Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı bu adam ve herkes bu kişiye saygı duymak zorunda. “BAŞBAKAN DÖRT DÖRTLÜK BİRİ” Ben röportajcıyım ve tarafsız olmak zorundayım. Sadece soru sormakla yetkiliyim. Sence Başbakan’ın da hiç eleştirilecek tarafları yok mu? Kimse dört dörtlük değildir netice itibariyle değil mi? Benim bildiğim benim tanıdığım kadar yok. Ve ben Başbakanımızı çok da iyi tanıyorum. Dört dörtlük diye bir tanım varsa Başbakan için yaparım. İstanbul’daki Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminden tutun, bugün 12 yıllık iktidar döneminde hala tanıyamadık mı? Sorun tanınamayanda değil tanıyamayandadır. Başbakanın her şeyi şeffaf. İftiralarla, dublaj ile montaj ile kul hakkına girmeyin. Yeter artık. 'BU MEDYA BAŞBAKAN'I AVUCUNDA OYNATACAK SANDI' Medyaya yönelik tutumu çok ağır değil mi? Bakın benim de bir süre içinde bulunduğum medya Başbakan’a zamanında “Muhtar bile olamaz” dedi. Bu medya Sayın Başbakanı birileri ile karıştırdı, bu medya Başbakan’ı avucunda oynatacak sandı. Bakın güçlü olduğunu düşündükleri zamanlarda herkes Sayın Başbakan’ın yanında. Zayıf olduğu bir anda mesela montajlar, dublajlar çıkıyor o zaman herkes hurra Sayın Başbakan’a vurmaya çalışıyor. Ben medyada çok samimi insan görmüyorum. Yahu bu Başbakan kim, ne yaptı, biri bana söylesin. “YANDAŞ DEĞİLİM BAŞBAKANIMIZIN YANINDAYIM” Yandaş mısın? Yandaş değilim sadece Başbakanımızın yanındayım. Bunun adı yandaşlık da değil, yalakalık da değil. Fenerbahçe Taraftarı Aziz Yıldırım’ı çok seviyor. Aziz Yıldırım yalakası mıdır? Galatasaray taraftarları Drogba’yı çok seviyor diye Drogba yalakası mı oluyorlar? “İSTER YALAKA DESİNLER İSTER YANDAŞ, BAŞBAKAN’IN YANINDAYIM” Sana “Yalaka” demelerinden rahatsız oluyor musun? Neyin yalakası Allah aşkına. Benim üç çocuğum var. Ben bir babayım, aile reisiyim. Bakın bu uğurda ister yalaka desinler, ister yandaş. Ben Başbakan’ın yanındayım. Sonu ne olursa olsun elimi taşın altına koydum. Şartlar ve düşünce ne olursa olsun ben Beyefendi’nin yanındayım. Benim ne CHP ne de MHP-BDP liderine karşı tek bir hakaretim, tek bir terbiyesiz tweetim de olmamıştır. Ben savunduğumu yazıyorum. Ben Başbakan’ı çok seviyorum. “BAŞBAKAN’DA KENDİMİ GÖRÜYORUM” Hayran mısın acaba? Ben Başbakan’ı gördüğümde, ona baktığımda kendimi görüyorum. Ona baktığım zaman aynı dili konuştuğumuzu görüyorum. Bugüne kadar 11 yıldır susan bir adamı ne hale getirdiniz? 11 yıldır bu adamı mahvettiniz, her türlü hakareti ettiniz. Girmediğiniz özeli kalmadı. Bırakın da bu adam da bugün sinirlensin. Ağzından birkaç istenmeyen kelime çıksın. Ölmüş annesi ile ilgili geçen gün bir video paylaştım. “İşte Sayın Erdoğan’ın ses kaydı” diye. Kendisi Kuran okuyor. Ne ölüye, ne diriye, ne de Kuran-ı Kerim’e saygıları var. Bu kadar alçak bir insan topluluğu olmuşuz. Yemediğim küfür kalmadı. “KEŞKE TWITTER KAPANSA” Bugün twitter olmasa ben bu işlerin bu kadar ilerleyeceğini sanmıyorum. Keşke twitter kapansa. Keşke ben de kapatsam. Yok artık. O kadar da değil. Zaten yeni internet düzenlemesi de yapıldı. Sosyal medya çok önemli. Ya bana her gün küfrediliyor. Yalan haber yayılıyor. Bakın ben şu an twitterımı açayım; adam benim her şeyime küfrediyor. Bu twitter benim özel sayfam değil mi? Benim beynim, benim düşüncelerim. Benim yazdıklarıma kimsenin müdahale etmeye hakkı yok. Mesela sizinle de bu röportajın başlangıcı twitter’dı. Benim beynimdeki, benim Allah ile aramda olanları buraya yazıyorsam bu benim en doğal hakkımdır. Ben Başbakan’a olan sevgimi yazıyorum buna laf söylemeye kimin ne hakkı var? “BAŞBAKAN’A SAYGI DUYAN HERKESE BEN DE SAYGI DUYUYORUM” Ertem Şener deyince akla spor geliyor. Sen siyasi rengini belli ettiğinde insanlar şaşırıyor olamaz mı? Niye etmeyecek mişim? Neden etmeyeyim? Türkiye’de hangi takımı tutuğunu söyleyen ilk spor spikeri benim. Ben “Beşiktaşlıyım” dedim. Başım dimdik hem de. Milyonların önünde söyledim. Ben hiçbir şey saklamam. Ben eşimle tanıştığımda beş dakika içinde evlenme teklifi eden bir adamım. Ben ateşli bir adamım. Ruhu bedenine sığmayan bir adam hem de. Ben içimdeki düşüncelerimi, fikirlerimi yansıtırım. Elinde bayrakla gezen bir adamım. “FİKİR HOLİGANIYIM” Ben fikir holiganı bir adamım ama bunu yaparken insanları kırmıyorum. Tırnak içinde söylüyorum Gezi Parkı’ndaki “İyi niyetli insanlar”a da saygı duyuyorum. Ben bugün Güneydoğu’da hakkını savunan Kürtlere de saygı duyuyorum. Ben Ermeni vatandaşlarımıza da saygı duyuyorum. Ben Türkiye Cumhuriyeti ve bayrağını savunan herkese saygı duyuyorum. Ben Başbakan’a saygı duyan herkese saygı duyuyorum. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı’na saygı duymayan adama saygı duymuyorum. Bu insanın oğullarına, kızlarına, düşüncelerine yıllardır hakaret ediyorlar. Kimse ağzını açmıyor. Şimdi bırakın da biraz Başbakan konuşsun. Adam sustu bugüne kadar. Bu ülkede kötü giden bir şey söyleyin bana. “ALKOL DÜZENLEMESİ DE NORMAL, KIZLI-ERKEKLİ ÇIKIŞI DA” Bu konuda sana katılmıyorum çünkü bütün liderler her gün meydanlarda konuşuyor Başbakan da buna dâhil. Bakın Marmaray diyorlar karşı çıkılıyor. 3. köprü diyorlar karşı çıkılıyor. Havalimanı diyorlar karşı çıkıyorlar. Bakın ben bu havalimanı ile ilgili çok özel bir şey söyleyeceğim. Ben araştıran bir insanım. Bir kütüphanem var. Ben sadece spor üzerine konuşmuyorum. Futboldan anlayan sadece futboldan anlamaz. Sadece futboldan anlayan futbolu da anlamaz. Futbolun dışında bir şeyler bilmezseniz futbolu konuşamazsınız. 3. havalimanı Türkiye’ye yılda bir milyon dolar para kazandıracak. Türkiye’de her şey güzel gidiyor. Artık herkes özgür. Diyoruz ki gece 22’den sonra alkol satışı yapılmayacak. Gençler bir anda ayağa kalkıyorlar. Şu an bunu okuyan insanlara soruyorum: Sizin gece 10’dan sonra çoluğunuzun çocuğunuzun içki almasına gönlünüz razı olur mu? Dünyanın birçok ülkesinde var bu alkol düzenlemesi. Kapalı alanlarda sigara içimi yasaklandı, bundan daha güzel bir şey var mı? Eskiden ben Malatya’ya giderdim. 18 saat boyunca otobüste yanımdaki adam babam sürekli sigara içerdi. Ben “Baba sigara içme diyemezdim” Malatyalı bir çocuk babaya karşı gelebilir mi? 18 saat boyunca benim ciğerlerim parçalanıyordu. Şimdi takside bile sigara içemiyorsun. Kızlı-erkekli denen bir şey çıktı. Yahu benim iki oğlum bir kızım var. Benim o çocuklarım büyüdüğü zaman ben onların kızlı erkekli kalmasını istemem. Kalamazlar. Biz Türkiye’yiz. Biz Türk’üz. Örf-adet geleneği olan bir toplumuz biz. Bunları bu Başbakan söylüyor diye tartışıyorlar. “ANNEM VE EŞİMİN NAMUSU GİBİ ERDOĞAN’A GÜVENİYORUM. O SESLER MONTAJ” Velev ki başbakan ve oğluna ait olduğu iddia edilen o ses kaydı doğru çıktı. Tabii asla böyle bir düşüncemiz olamaz ama farz edelim ki öyle. Düşüncelerin değişir mi, sevgin, saygın? Biraz ağır olacak ama anneme ve karıma nasıl güveniyorsam, Başbakanımıza da o kadar güveniyorum. Annemin ve eşimin namusuna ne kadar güveniyorsam hem Sayın Erdoğan hem de Bilal Bey’e o kadar güveniyorum. Ben 29 Aralık’ta bir tweet atmıştım “Bilal Erdoğan’ın alnı secdeli, adam gibi adam. Bu ülke için dertli mi dertli” niye rahatsız oldular? Bu konuda beni bazı kötü niyetli insanların önüne atanlarla önce bu dünyada adalet önünde hesaplaşacağız.Hadi bu dünya neyse de kalbimi kıranları Allah’a havale ettim bu işin bir de öbür dünyada hesabı var. Gelinen süreçte hala o tweetin arkasında mısın? Sonuna kadar hem de... Ben eşime nasıl güveniyorsam onlara da öyle güveniyorum. Benim maaşımı Başbakan vermiyor ki, ben Başbakan’ı görmüyorum bile. Ben nasıl yalakalık yapayım? Bunlar benim en samimi duygularım. “ANNEM VE BABAMI DA AK PARTİLİ YAPTIM” Ailen de mi AK Partili? Mesela annen, baban, eşin. Onlarda da bu sevgi var mı? Annemle babamı ben AK Partili yaptım. Karımı da yine öyle. Babam CHP, annem MHP’liydi. Ama son iki dönemdir onlar da benden daha koyu AK Partili oldu, eşim de. Sence seçimlerde AK Parti’nin oy oranı ne olur? Türk insanı mağdur olandan yanadır. Şu anda Başbakanımızı bir karalama kampanyası var. Bu oyları artıracak. Cemaate yakınlığın var mı? Gülen Cemaati konusunda düşüncelerini merak ettim doğrusu? Evet, cemaate yakınlığım vardı. Vardı!.. Artık bitti… Onların da benim ile… “DAHA DA GİTMEM TÜRKÇE OLİMPİYATLARINA” Bu kavganın kazananı ya da kaybedeni kim olur? Ben Başbakanımızın çok samimi olduğunu düşünüyorum. Bana diyorlar ki: “Daha düne kadar Türkçe Olimpiyatları’nda sen de Hocaefendi’yi övüyordun.” Evet övüyordum. Ama artık Türkçe Olimpiyatlarına da gitmeyeceğim. Hiçbir bağım kalmamıştır cemaatle. 17 Aralık’tan sonra tarafımı belli ettim. Başbakanımıza haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Benim tarafım Başbakanımızın yanı. “BENİM TARAFIM BAŞBAKAN'IN TARAFI, BU ARTIK BENİM İÇİN BİR DAVA” Cemaate dokunan yanar diyorlar. Bu doğru mu? Bilmiyorum. Benim bir açığım varsa yanayım. Ne açığım var ki niye yanacakmışım? Cemaatten bazı arkadaşlar benim şimdiki tavrımı bir kusur olarak görüyor. Ben kendilerine de söyledim; ‘Sizin kusur olarak gördüğünüz şeyi ben dava olarak kabul etmişim’. Artı benim Gezi’den bu yana rotam hiç değişmedi. Ben hep Başbakan’ın yanındayım. Sonradan değişen ben miyim yoksa, neyse… Uzatmayalım. “GÖKÇEK’İ DE ÇOK SEVİYORUM, BU ÜLKE İÇİN BAŞINI ORTAYA KOYDU” Melih Gökçek’in de ses kaydı yayınlandı. O ses kaydının kendine ait olduğunu kabul etti. Sence CHP afişlerinin yayınlanmaması normal mi, gazeteci olarak yanıt istiyorum? Onun da arkasında mısın, onu da seviyor musun? Tabii ki çok seviyorum. Tabii ki Melih Bey’in sonuna kadar arkasındayım. Gücüm yettiğince. Dualarımla. Geziden bu yana elini değil, kolunu değil, başını, bedenini taşın altına koydu bu ülke için…Sayın Başbakan ve Sayın Gökçek bir dava arkadaşı. Onlar sırt sırta vermiş gönül arkadaşları. Başbakanımız gibi, Melih Gökçek, bu ülkeyi çok seven bir insan. O bir vatan sevdalısı. Hak dostu. Onunla oturup bir bardak çay içmek lazım onu tanımak için. Çok başka biri. “MELİH GÖKÇEK YÜZDE BİR TRİLYON ANKARA’YI ALIR” Ankara’yı alır mı sence? Ceketi yeter. Yüzde yüz değil yüzde bir milyon alır. Bu röportajı saklayın yüzde bir milyon bile belki eksik söylüyorum yüzde bir trilyon alır. Allah’ın izni ile. “OYUM ELBETTE AK PARTİ’YE” Oyun zaten çok açık AK Parti’ye değil mi? Çok net belli değil mi? Elbette. Ben çalışanın yanındayım. Her şey çok güzel gidiyor. “YENİDEN YARGILAMADAN YANAYIM” Dinlemeler diyoruz, montaj diyoruz. Başbakan mağdur, iktidar mağdur peki ya yıllardır Silivri’de yatanlar ne? Onların günahı ne, tarafsız bir şekilde soruyorum? Ben çok net herkesin tekrar yeniden yargılanmasını istiyorum. Bugün herkes yeniden yargılansın. Aziz Yıldırım da. FB’li yöneticiler de.Silivri’de yatanlar da. İlker Paşa da. Bu yeniden olmalı. Suçlu tabii ki cezasını çeksin ama bilerek kalem kırmaya, idam etmeye tahammül edemem. 'BAŞBAKAN’I SEVİYORUM DİYE ARKADAŞLARIM BENİ TWİTTERDAN VE YÜREĞİNDEN SİLİYOR' Medyayı nasıl buluyorsun? Maalesef medya bölünmüş durumda. Kutuplaşmalar var. Medyada arkadaşlıklar da bozuldu. Ben Başbakan’ı seviyorum diye eski çalıştığım kurumlardaki arkadaşlarım, medya dışından dostlarım, çocukluk arkadaşlarım beni yüreğinden, twitterdan siliyor. “BAŞBAKAN'I SEVİYORUM DİYE ÖZEL SUNUMLARA BİLE ÇAĞIRMIYORLAR ARTIK” Çok garip değil mi bunlar? Bakın ben de çok şeyler yaşadım. Öyle ki bizler dışarda da özel işler alabiliyoruz. Reklam seslerinden tutun, özel sunumlara kadar her şey durdu. Kestiler. Sebep; Başbakanımızın yanında olmam ve fikirlerimi açıkça belli etmem. Olsun. Çok şükür. Hani diyorlar ya bana ‘çıkarları için menfaatleri için, para için Başbakan’ı savunuyor’ diye. Tam aksi aslında. Çıkarlarım için hareket etseydim şu anda 3-4 kat daha fazla kazanıyordum. Ama ben halimden memnunum. Benim için para değil inandığım değerler önemli. Ben sonuna kadar Başbakanımızın yanında olmaya devam edeceğim.Yanımda medyadan, ailemden kimse kalmasa da tek başıma olsam da Başbakanımızın yanında olacağım. “MAHALLE BASKISI YAŞIYORUM” Mahalle baskısı yaşadın mı mesela? Şu anda yaşadığımın adı tam da bu. Ben bugün Beyaz TV’de söylediklerimi yarın Star’a gittiğimde de söylerim. Ben Başbakan’ı savunduğumu söylüyorum bunu söylemek de bir demokrasi. Bütün gazeteciler fikirlerini saklasın ben de saklayacağım söz veriyorum. O zaman gazetecilik yapılmaz ki? O zaman bana neden susun diyorsunuz? Susun demiyorum eleştirilecek hiç mi bir tarafı yok diyorum? Neden o zaman fikirlerimi saklayayım. Twitterımı bir gün size vereyim emin olun dayanmazsınız. O küfürlere katlanamazsınız. “BAŞBAKAN OLSAM BEN DE ARARDIM” Mesela Başbakan’ın Fatih Saraç’ı arayıp bir alt yazıya müdahale etmesi doğru mu? Futbolun da siyasete karıştığı dönemler oldu. Biz de şimdiye dek şike konuştuk, FB cephesinde yaşananları konuştuk ama ben tek bir gün Başbakan’ın arayıp da bize müdahale ettiğini görmedim. Burada suçlu Başbakan değil bence. Benim fikirlerim biraz serttir. Ben bunları bir birikim olarak görüyorum. Başbakan olsam belki ben de arardım. Yetmez mi? Sen de seninle ilgili bir haber olsa ararsın. “MEDYANIN SORUNU SAYGISIZLIK” Sence medyanın en büyük sorunu ne? Saygısızlık. Gülen ile şu süreçte röportaj yapmak ister miydin? Hayır istemezdim. Artık hiçbir şeyi merak etmiyorum çünkü.ı Muhalif cepheden beğendiğin gazeteciler kimler? Yok. medyaradar.com ALEV GÜRSOY CİMİNRöportajın tamamı için tıklayınız!
Time Dergisine Kapak Olmuş 10 Türk
Time dergisine kapak olmak, hele dergi tarafından yılın kişisi seçilmek prestij meselesidir. Türkiye'de de bir kişi için Time dergisi tarafın dan kapağa taşınmış olmak önem arz eder. Kuruluşundan bu yana Time dergisi 10 Türk'e kapağında yer vermiş, işte kronolojik olarak o kişiler.
"Başbakan Mahkeme Kararıyla Dinlenemez"
Başbakan Erdoğan, bir ülkenin başbakanının, cumhurbaşkanının, genelkurmay başkanının mahkeme kararıyla dinlenemeyeceğini belirterek, 'Bunu yapacak kadar alçaklaşmışlardır' dedi.AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, mahkemelerin cumhurbaşkanı, başbakan ya da Genelkurmay başkanını dinleme kararı veremeyeceğini belirterek 'Bunu yapacak kadar alçaklaşmışlardır, adileşmişlerdir. Sen nasıl dinlersin bir başbakanı? Ondan sonra kalkıp bize İslami ahkam kesme, bunun merci neresi olursa olsun, böyle bir şeyi anlamak, anlatabilmek mümkün mü?' dedi. Erdoğan, Kanal 7 televizyonunda katıldığı 'İskele Sancak' programında gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. Bugün ilk olarak Manisa'da AK Parti'nin düzenlediği mitinge katıldığını ve orada bugüne kadarki siyasi hayatında, Manisa'da gördüğü en büyük katılıma şahit olduğunu belirten Erdoğan, o motivasyonla İzmir'e geldiklerini, burada da aynı coşku, heyecanı gördüklerini, özellikle de kadınların coşkusunun Manisa, İzmir ve tüm yurtta çok yüksek olduğunu söyledi. İzmir mitingine ilişkin emniyetin katılım rakamını 180 bin olarak belirttiğini ifade eden Başbakan Erdoğan, Manisa ve İzmir'de mülki sınırlar içerisindeki tüm ilçelerin büyükşehir için oy kullanacağını, bunun da çok büyük bir yerel hizmet alanı oluşturacağını ve bu yüzden buralarda bir değişim, dönüşümün gerekli olduğunu vurguladı. AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan, 'Bu değişim, dönüşüm İzmir'in güzelliği için lazım, İzmir şu andaki verilen hizmete hakikaten layık değil, yanlış bir uygulama var. Belediyecilikte ne ararsanız İzmir'de bu yok, İzmir bunu hak etmiyor, İzmir'e yerel yönetim açısından çok büyük haksızlık var, bu haksızlığın başında da maalesef beceriksiz, başarısız bir CHP belediyeciliği var' değerlendirmesinde bulundu. CHP zihniyetinde bu takiye, yalan, iftira, fitne, fesat maalesef çok yaygın Başbakan Erdoğan, 'Projelerinizle İzmir'de hizmete talipsiniz ancak İzmirlinin yıllardır yaşam tarzlarına müdahale endişesinden söz edilir. 11 yıldır iktidardasınız kimin hangi yaşam tarzına müdahale ettiniz, neden bu algı oluşmuş' sorusuna da şöyle yanıt verdi: 'Bunu anlamak çok zor. CHP zihniyetinde bu takiye, yalan, iftira, fitne, fesat maalesef çok yaygın. Bunu söyleyenlerin acaba yaşam tarzlarından ne değişti? Giyim, kuşamları mı değişti, böyle bir dayatma mı oldu, bir yasal düzenleme mi yaptık, veyahut ne yeyip, ne içtiğine mi baktık, bu konuda müdahale mi ettik, ne var? Bugün miting yaptığımız yerde herkes orada istediği gibi içiyor, istediği gibi yiyor. Kimsenin kimseye müdahalesi söz konusu değil. Bu iftiraları ben İstanbul'da belediye başkanıyken de bana yaptılar, 'Otobüsleri ayıracak', 'Kadın-erkek ayrı olacak', 'Alkol vesaire yasaklayacak' dediler. Bizim Anayasa'nın gençliğin korunması, ailenin korunması gibi amir hükümleri vardır. Siz, burada devlete Anayasa'nın yüklediği bu yükü yerine getirirsiniz, o ayrı bir konu, ama bunu devlet olarak yaparsınız. Kalkıp da özel sektör böyle bir şey yapıyor, özel sektöre sadece oranın bütün sıhhi şartları uygun mudur, değil midir? Temizliğinden, bütün mutfaktaki temizliğine varıncaya kadar gerekli olan tedbirleri alırsınız, bunu aldıktan sonra mesele bitmiştir, yapılan iş de budur.' Olumsuzluğun zirvesi Başbakan Erdoğan, siyasi hayatında yaşadığı en zorlu dönemin ne olduğu sorusu üzerine, 'Bir: özellikle partimin kapatılmasına yönelik atılan adım gerçekten çok çok talihsiz bir adımdı. İki: partimiz kuruldu, seçimlere giriyoruz, orada da seçime giremeyişime yönelik bir tezgah, oyun vardı. Fakat en son gelinen nokta, yani paralel yapı olayı, bu kumpasta, tezgahta zirve diyebilirim, olumsuzluğun zirvesi' yanıtını verdi. Geçmişten bugüne iyi niyetle bakan kişilerin kurulan tezgahın, kumpasın içinde yer almasının daha büyük bir felaket olduğunu söleyen Erdoğan, şunları kaydetti: 'Biz, bu insanlara, bunların içinde ortak dostlarımız var, hep iyi niyetle baktık ama maalesef bu iyi niyet çok çok yanlışmış, çok ters tepti. Bunlara bu süreç içerisinde yaptığımız uyarıların, bir araya gelip yaptığımız ikazların haddi hesabı yok. Bir anda bunlar olmadı, uzun zamandır 'bakın şunlar şunlar oluyor, bunlar yakışmıyor, biz bazı şeylere şu anda tahammül ediyoruz, sabrediyoruz ama lütfen bu konularda hassasiyetiniz olsun'... Dershane meselesinin mazisi 1 sene, 2 sene değil, bu Hüseyin Bey'in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde başlayan bir süreçtir. Bu sürecin başlamasında en önemli sebebi şudur: Ben Anadolu'ya gittiğim zaman, ben siyasetçiyim Ankara'da genel merkezde oturup siyaset yapan birisi değilim. Orada anneler, babalar şunu söylüyorlar: 'Başbakanım, biz madem ki dershaneye verecektik, bu okullar niye. Ben fakir, fukarayım, evde davarımı sattım, çocuğumu dershaneye gönderdim, üniversiteye yine giremedi.' Yaşananların sadece dershaneyle ilgisi bulunmadığını, dershanecilikte çok ciddi bir rant, rakam söz konusu olduğunu belirten Erdoğan, 'Bu rakamı terk etmek, böyle bir mamayı kaybetmek kolay bir iş değil, işin şeyi oradan başlıyor' dedi. Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti: 'Okullar var, anlatıldığı gibi 500 lira, bin lira öyle bir şey yok. Nerede! Bunun asgarisi bin 500, 2 bin liradan başlar, 20, 22 bin liraya kadar çıkar, böyle bir yapı. Bunların içinde kolejlerine, özel okullarına gidip özel okullardan sonra bu dershanelere gidenler var, bunlar da yaşandı. Bu bir defa ayrıca bir zannediyorum ciddi bir ters tepme oldu. Asıl bizi sıkıntıya düşüren, rahatsız eden şey şudur: Yasal veya yasal olmayan, bir ülkenin başbakanı nasıl dinlenir. Başbakanın dinlenmesinde mahkeme kararı diye bir şey olamaz, dinleyemezsin, mahkeme bununla ilgili karar veremez, cumhurbaşkanıyla ilgili veremez, Genelkurmayla ilgili veremez. Bunlar bunu yapacak kadar alçaklaşmışlardır, adileşmişlerdir. Sen nasıl dinlersin bir başbakanı? Ondan sonra kalkıp bize İslami ahkam kesme, bunun merci neresi olursa olsun, böyle bir şeyi anlamak, anlatabilmek mümkün mü? Benim uluslararası ilişkilerimi adeta izleyeceksin, dinleyeceksin, hatta hatta görüntüleyeceksin. Ben mesela enerji bakanımla görüşüyorum, görüşmemde devlet sırları var, uluslararası tahkime gidilecek bunları konuşuyoruz. Nereden konuşuyoruz? Güvenli hattan konuşuyoruz, yani kriptolu hattan konuşuyoruz. Bunlar kriptolu hattı, güvenli hattı bile dinleyecek kadar izanını, her şeyini kaybetmiş insanlar. Ne yapmışlar? Devletin kurumlarına yerleşmiş, oradan güya devletin üst kademelerine güvenli telefon, kriptolu telefon veriyor. Bunun bizim dinimizde, İslam'da, insanlıkta yeri var mı? Amerika-Almanya arasında bile bu sıkıntıya neden oldu, İngiltere'de yaşandı.' Erdoğan, gazeteci Turgay Güner'in 'Zannediyorum kriptolu telefonları rahatça konuşun kumpası için yapmışlar' sözleri üzerine de 'Onların düşüncesi öyle. Bizim bir sabit kriptolularımız var, bir de seyyarı var ama bunlar seyyarı da sabiti de hepsini dinler duruma gelmişler' dedi. 'Bir kısım yargıyı bunlar ele geçirdiler' Dinlemeler, izlemeler, siyasiler ve başka pek çok örgütsel faaliyetlerle ilgili bir yasal takibat sürecine gidilip gidilmediği ve bunun bir soruşturmaya dönüşüp dönüşmediğine ilişkin bir soru üzerine Erdoğan, 'Bunların şu ana kadar en önemli attıkları adım, bir defa tabi yargı, bir kısım yargı, bütününü buna katamam, bir kısım yargıyı bunlar tabi ele geçirdiler. Bunun içinde savcısı var, hakimi var. Yargıtay'ın hakeza öyle, Danıştay'ın hakeza öyle' diye konuştu. Başbakan Erdoğan, 'Orada kilitleniyor anlamında mı söylüyorsunuz?' şeklindeki soruya, şu yanıtı verdi: 'Tabii şimdi ilk derece mahkemede icabında mesela çok enteresandır, belli bir süre içerisinde bana yapılan birçok hakaretler var. Bu hakaretlerde ilk derece mahkeme lehime karar verirken, üst yani Yargıtay'da lehime karar veriyordu. Ama şu olaylardan sonra çok manidardır şimdi ilk derece mahkeme lehime karar veriyor, bakıyorsunuz Yargıtay bozuyor. Hakaret çok açık net hakaret. Ben birçok hukukçularla da konuyu görüşüyorum, 'Tartışılmaz' diyorlar. Öyle bitsin diyorum arkadaşlara, çünkü kendim şeye girmek istemiyorum yani özellikle diyelim ki Kılıçdaroğlu'yla ,Bahçeli'yle böyle bir atışmanın içerisine girmek istemiyorum. Adam bakıyorsun ölmüş annemle ilgili, çocuklarımla ilgili iftira üstüne iftiralar yapıyor. Şimdi bu konuda eğer bir aceleye bu işi getirecek olursak, buradan olumlu bir netice çıkamayabilir. Onun için de tabi burada bu kurumların yeniden bir elden geçirilmesi, dizaynı gerekiyor. Biz HSYK olayında niye bu adımı attık? HSYK olayında bile oradaki belli isimler 'Biz Başbakan'a bunun hesabını soracağız' diyor, düşünebiliyor musun? 'Başbakan'a bunun hesabını soracağız' diyor. Kim bu adam? Yargı mensubu. Sen bunu nasıl söylersin ya? Çünkü adamların belli yerlerde, belli zamanlarda içerisinde tabi bir araya gelişleri var, ama bilmiyorlar ki yani kendi kurdukları tuzağın üzerinde bir tuzak var, bu da Allah'ın tuzağıdır. Orada işte bir insaf sahibi olan, bakıyorsun geliyor ondan sonra böyle bir durumu anlatıyor size. Yani bu yargıdaki vesayetin yeni bir türü. Bununla karşı karşıya kalındı. Fakat bunlar tabii aşılmaz işler değil, bunları aşacağız, çünkü hep söylüyorum, bu devleti biz sokakta bulmadık. Ve şu anda millet de bizden ne istiyor 'Devletime sahip çık' diyor. İşte bugün ve şu ana kadar yaptığım bütün mitinglerde, eğer meydanlar böyle kilitlenmişse, böyle lebaleb doluyorsa bu coşku, bu heyecan varsa, bakın daha kelimeyi ortaya atıyorsun alan kaynıyor. Niye, işte bundan, görüyorlar bunu ve ister istemez tabi bunun hesabını verecekler. Tehditler şunlar bunlar benim için hepsi hikaye. Ben ta baştan beri söyledim, ben vatanım için, milletim için kefeni yola, yani giyerek çıkmış bir insanım. Benimle beraber bu işe soyunmuş arkadaşlarım, kardeşlerim var. Biz burada gereği neyse bunu yapacağız. Öyle kalk sen Pensilvanya'dan bu ülkeyi karıştır, kusura bakmasın buna müsaade edemeyiz. Neymiş sıfatı 'kainatın imamıymış'. Nerenin imamı olursan ol, bu ülkeyi karıştıramazsın.' 'Bu bir örgüt buna cemaat, memaat denmez' 'Bu tahkikatın içinde o da var mı' şeklindeki soru üzerine Başbakan Erdoğan, 'Ne demek canım tabii olacak. Daha ne oluyor ki herşey dökülüyor ortaya. İşte görüyorsunuz yanında yıllar yılı beraber olmuş arkadaşı, öğrencisi Latif Bey neler anlatıyor ya adamcağız. Anlattığı şeyleri görünce ürpermeyecek misin? 15 yıl onu takip ettirmiş. 'Hocam takip ettirdin mi beni?' diyor, 'Takip ettirdim' diyor. Niye, 'E ne yapıyorsun, ne ediyorsun bileceğim' diyor. Arkadaşlar böyle bir hocalık, böyle bir imamlık olabilir mi? Ben bir de imam hatip mezunuyum, bana hocalarım hiç böyle bir şey öğretmediler. Bir çete, bu bir örgüt buna cemaat, memaat denmez. Pırlanta gibi cemaatler var, bunlarla hiç alakası yok. Sonra o kadar enteresan bir şey ki bakıyorsun işte alufte. Yok bilmem işte bir siyasi böyle bir alufteyle şey olacakmış da bilmem neymiş de filan falan, 'hemen' diyor 'geceyarısı haber verdirdim' diyor, 'aman ha bu tuzağa düşmesin', şuna bak. Böyle bir şeye, tabi, sen bu işleri mi takip ediyorsun. Sen alim, ilim erbabı bir zat mısın, yoksa bu işleri takip eden bir istihbarat elemanı mısın? Anlaşılır bir şey değil. Herşey var' ifadelerini kullandı. Erdoğan, daha önceki açıklamalarında 'Hesap soracağız' şeklindeki ifadesi hatırlatılarak, bu ifadenin içini dolduracak somut suç üstü verilerin elde edilip edilmediğine ilişkin soru üzerine de şunları söyledi: 'Bu konuda zannediyorum şu cevabım herşeyi halleder, İstanbul Başsavcısının yaptığı açıklama manidardır. Bakın ne diyor, daha 3 binde filan olduğu zaman, hani sanatçısı, bilim adamı şusu, busu herkesin dinlenmesi olayı, gazetecisi vesairesi filan falan, 'Daha bir çok klasörlerin geleceği anlaşılıyor' diyor. Şimdi burası ilginç. Şu anda bir defa tabi emniyetle yargı arasında, tabi burada da yine ben emniyetteki tertemiz olan insanlar var onları tenzih ederim, yargıda da hakeza, bir defa burada paralel yapı her iki tarafta koordine olmuş vaziyette. O koordine olmuş haliyle birisi kalkıyor, paslaşarak, orayla da işi koordine ederek oradan gidiyor icabında dinlemeyi, arama emrini herşeyini alıyor ve aldıktan sonra emniyet hemen müdahalesini yapıyor. Bakın yukarıya üstüne haber vermeden ve utanmadan, sıkılmadan birileri diyor ki bakıyorsun televizyonda zaman zaman dinliyoruz onların kendi kanallarında da bana özet bilgiler geliyor, yani bunlarda utanma filan kalmadı. Bunlarda ar, mar, haya hiçbir şey yok. Diyor ki; 'Üstüne haber verecekmiş' diyor. 'Üstüne haber verdiği zaman üstü ona müsaade eder mi?' diyor. Lafa bak, ya bunun sorumlusu kim? Vali. Bunun sorumlusu kim? Emniyet müdürü. Altında böyle bir şey olacak, bundan haberi olmayacak. Olur mu, nasıl böyle bir şey olur? Yani eğer üstünün izin vermeyeceği veyahutta 'evet' demeyeceği bir şeyse, demekki burada bir suistimal var sen bu suistimali gördüğün için altta o anlaştığın paralel yapının emniyet tarafındaki ayağıyla bu işi hemen bir oldu bittiyle çözelim, apar topar sabah 5'te 6'da evinden alalım herkesi, hop götürüp içeri atalım. Ve tabi bunu yaparken de hemen bunun öncesinde ne yapıyorsun? Yine paralel medya var. Paralel medya ile de ayağı kuruyorsun, çok gizli, gizli kaydı olan evrakları da anında onlara servis ediyorsun. Arkadaşlar inanın bu kadar alçaklık, bu kadar adilik olmaz ya, olmaz. Düşünün bunların işadamı olduğunu düşünün şimdi birçoğu işadamları var ki bu işadamlarının içerisinde tanıdığımız insanlar var. Bu insanlar, bu kamuya teşhir edildiği zaman bu insanların onuru ne olacak. Bu insanların kredibilitesi ne olacak. Kalkıyor adam mesela orada bir tane arkadaşlardan yine, ben yine gururla söylüyorum mesela daha önce buna Cumhuriyet gazetesi takmıştı bir zamanlar. Yasin El Kadı'yla ilgili şimdi bunlar taktı ve bunu o kadar ileri gidiyorlar ki bu da terbiyesizliğin daniskası diyor ki 'El Kaide'ye destek veren, onun yardımcısı, finansörü olan' Allah cezanızı vermesin ya. Ben bu adamı tanımasam, bu insanı tanımasam ben de yutacağım.' 'El Kaide'ye de karşı olan ve Türkiye hayranı olan, bu ülkeye hayran olan bir insan' diyen Başbakan Erdoğan, Yasin El Kadı Türkiye'de yatırım yapmaya hazırlanırken söz konusu gelişmelerin yaşandığına işaret etti. 'El Kaide Türkiye'ye yerleşemedi, yerleşme gayretleri var' 'Bu El Kaide lafını çok duyduk, MİT tırlarında duyduk, sayın Yasin El Kadı da duyduk, İHH baskınlarında duyduk. El Kaide ile ilgili daha uluslararası, daha büyük ölçekli bir hazırlık olduğundan mı şüpheleniyorsunuz?' şeklinde bir soruya karşılık Erdoğan, şunları kaydetti: 'Biliyorsunuz, El Kaide Türkiye'ye yerleşemedi, yerleşme gayretleri var. Biz tabi buna karşı tedbirlerimizi alıyoruz. Bu konuda benimle ilgili El Kaide'nin yaptığı çok ciddi biliyorsunuz açıklamalar var, olumsuz açıklamalar var. Ama bunu da onlar bildiği halde, işlerine gelmiyor. Şimdi yani bu paralel yapı, bu Pensilvanya değil mi Marmara gemisiyle ilgili olumsuz, aleyhte açıklamalar yapan. Yani 'Bu hükümetin onlara müsaade etmemesi gerekirdi' diyor. Kılıçdaroğlu aynı şeyi söylemiyor muydu, 'Biz olsak etmezdik' diyor. Aynı paralele düşüyorlar. Aynı şekilde bakıyorsunuz yine Mısır olaylarında aynı yere düşüyorlar. Suriye olaylarında Pensilvanya'nın bir tane oradaki mazlum, mağdur insanlarla ilgili bir açıklamasını duydunuz mu? Gazetelerinin, yayın organlarının bir ciddi anlamda bir açıklaması var mı? Soruyorum. İşin içindesiniz, yok. Başka yere hizmet ediyorlar, hizmet farklı.' Başbakan Erdoğan, bir gazetecinin, 'Paralel yapı ne istiyorlar. 'Siz gelip geçicisiniz, devleti biz yönetelim mi' diyorlar' şeklindeki sorusu üzerine, 'Bir defa bunların, dikkat ederseniz, bu proje yaklaşık 35 yıllık proje. 35 yıldır çalışıyorlar. Şimdi Pensilvanya'daki zat, aslında emekli olmuş bir zat değil. İstifaen, Diyanetten ayrılmış ve ondan sonra da kendisine, zaten tahsil itibarıyla da ilkokul mezunu bir zat, yeşil pasaport uydurmuşlar, bu yeşil pasaportla 1999'da biliyorsunuz Amerika'ya kaçmış bir zat. Tabii oraya yerleşti' yanıtını verdi. 'Vatanını çok sever, milletini çok sever, vatanını da çok sevdiği için de 15 yıldır vatan hasretiyle yanıyor. Ben tabii hakkımızda dedikodular üretilmeye başlayınca, 'yani ben güya Türkiye'ye dönmesini istemiyormuşum. Bunları duyunca 2 yıl, 3 yıl önce bir çağrı yaptım. Olimpiyatlarda, yani dönün dedim' diyen Erdoğan, şöyle devam etti: 'Tabii o zaman, böyle bir yani bir tezgahların döndüğünden haberimiz yok. İşte samimi görüşüyoruz ya ve gidiyoruz bunların olimpiyatlarında konuşuyoruz, yurt dışında okullarına davet ediyorlar, gidiyoruz. Bakan arkadaşlarım gidiyor. Yani biz refere oluyoruz. Onların, o ülkelerin devlet başkanlarına, hükümet başkalarına refere olduk. Şimdi bütün bunlar oldu, bütün bunlar yaşandı ve tabii bizim o çağrımıza, o davetimize oradan tabii hep bakıyorsunuz böyle çok farklı, her tarafa gelebilecek şekilde cevaplar. Neymiş, 'bizim burada huzurlu bir yönetim, buna herhangi bir sıkıntı düşmesin diye, gelmeyi düşünmediği, onun için orada bir müddet daha kalmasının faydalı olacağı' gibi cevaplarla iş geçiştiriliyordu. Tabii bugüne kadar gelmedi, kaç oldu, 15 yıl oldu, gelmedi. Kolay kolay da gelmez.' Savaş Ay'ın bir programında, siyasetle ilgili sorusu üzerine verilen cevaba dikkati çeken Erdoğan, şöyle konuştu: 'İşte Hazreti Cebrail gelse siyasi parti kursa ona da oy vermem, diyor. 'Kusura bakma derim', diyor. Bakın öyle bir benzetme ki hani teşbihte hata olmaz denir, orada bir yanlış anlaşılma vardır, asıl anlamı teşbih hata kabul etmez. Yani öyle bir teşbih yap ki burada hata olmasın ama sen şimdi kalkıp Hazreti Cebrail'in bir melek olarak işi bellidir, kalkıp gelecek siyasi parti kuracak, ee sen ona oy vermeyeceksin. Bir defa itikadi noktada bir sıkıntı meydana getirir.' Başbakan Erdoğan, '2010 referandumunda nasıl siyaset yaptılar' şeklindeki soruya da 'İşte orada yargıyla ilgili tezgah, yargıyla ilgili beklenti. O noktadaki hazırlıklardı ve o operasyonu da başarılı yaptılar' diye yanıt verdi. 'Bunları ben hiç kale almıyorum' Erdoğan, başka bir gazetecinin, '17 Aralık süreci sonrası, ana hedef sizsiniz. bu artık belli. Pek alışık olmadığımız, sizin de alışık olmadığınız türden yeni şeylerle karılaştık. Kriptolu telefonlarınızın dinlenmesi, yasa dışı kayıtlar, bütün bu 17 Aralık'tan bu yana 3 aylık süreç içerisinde sizi, şahsınızı özellikle hedef alan konularda siz ne düşünüyorsunuz? Bir yerde bir şey çıktığında tepkiniz ne olur. Bir de içiniz rahat mı? Bu anlamda müsterih misiniz, şahsınıza yöneltilen suçlamalar konusunda' sorusunu da şöyle yanıtladı: 'Bir defa bunları ben hiç kal almıyorum. Çünkü burası artık benim şahsımı filan tamamen aşmış bir şey. Burada ulusal güvenliğe tehdit var. Bu ulusal güvenliği tehdide karşı biz her türlü tedbiri alırız. Şahsımın burada feda olması gerekiyorsa ben zaten fedayıcan etmişim. Her zaman bir lafım var biliyorsunuz: Abdestinden şüphesi olmayanın namazından da şüphesi olmaz. Rahatım. Adam kalkıyor, Kılıçdaroğlu, ona gönderilen montajlarla şunlarla bunlarla konuşuyor. Ondan sonra yok bilmem şu kadar milyar dolar. Ya bunlar para saymayı da bilmiyor. Bir odanın içerisine sığmayacak kadar parayı götürüyorsunuz, nasıl götürüyorsunuz bunu. Bu kadar aklın, mantığın alamayacağı şeyler.' Başbakan Erdoğan, bütün bunlara karşı devletin bekası için atılması gereken adımları attıklarını vurgulayarak 'Zaten başladık ama seçim sonrası bu süreci hızlandırma zorunluluğumuz var ve bunu yapacağız ve Bu süreç içerisinde şimdi her şey meydana çıkmaya başladı' ifadesini kullandı. 'Lütfen aklınızı kiraya vermeyin' 'Eğer bir yerde CHP güçlüyse AK Parti'ye oy verme, CHP'ye oy ver. Eğer, MHP orada güçlü CHP değilse AK Parti'ye oy yok, MHP'ye oy verin' denildiğine işaret eden Erdoğan, şunları kaydetti: 'Siirt'te mesela, Mardin'de oralarda da BDP'ye yani, daha da ileri gidiyor, 'Cebrail'e oy yok, CHP, MHP, BDP'ye oy var.' Şimdi Allah aşkına 'Kainatının imamının' içtihatlarını görüyorsunuz, fetvasını görüyorsunuz. Şimdi bu fetvaya inanlara sesleniyorum ben: Ah benim canım kardeşlerim, lütfen aklınızı kiraya vermeyin. İradenizi kiraya vermeyin.' 'Bizim inancımızda, kula kulluk yoktur' diyen Başbakan Erdoğan, şöyle dedi: 'Faniye kulluk yoktur. Baki olan ise sadece Allah'tır. Allah'tan başka kimseye bizim kulluğumuz olamaz. Sen Pensilvanya'daki zatın kulu musun ya? O yanlış yapamaz mı? 'Efendim o söylediyse onda bir hikmet vardır.' Hikmet arayışını bırak, Allah'ın emrine bak, Resulünün sünnetine bak. Ama öyle uygulamalar var ki kişiyi ubudiyet noktasında sıkıntıya düşürür. Kulluk noktasında sıkıntıya düşürür.' 'Gerçek alimlere bir haksızlıktır' Erdoğan, bir televizyon dizisinde yayınlanan sahneyle ilgili eleştirilerini de dile getirirken, şöyle konuştu: 'İşte ne diyor, Miraçtan Peygamber Efendimiz iniyor, kamyonete bindiriliyor ve böylece arkasında işte salatüselamlar geliyor, birisi önüne yatıyor, bilmem ne yapıyor. Maalesef son katıldığım olimpiyatlarda yaptığı açıklamada, Peygamber Efendimiz'in orada olduğunu, söylüyor. Peygamber Efendimiz gelmiş, o folklorik gösterileri seyretmiş yani. Bu kadar enteresan şeyler. Bu tabii gerçek alimlere bir haksızlıktır. Bu hakikaten üzücüdür. Onun için çok saf temiz kardeşlerimizin ben hala olduğuna inanıyorum. Yani o evlerde, yurtlarda filan saf temiz çocukları aldatan, kandıran ablaları kastetmiyorum, onların da kendilerini çek etmeleri lazım. Onlara şahsımla ilgili beddua seansları yapıyorlar. Bakan arkadaşlarımla ilgili beddua seansları yapıyor. Bu beddualar bumerang gibi döner, kendilerine vurur. Bunu iyi düşünmeleri lazım.' 'Kayış attı' 'Şu ülkede ben çok açık net bir şey söylemem lazım. Düşünebiliyor musunuz, 28 Şubat'ta Pensilvanya'daki zatın başörtüsüyle ilgili vermiş olduğu fetva var, bir de daha önce ondan 15 20 sene önce yine vermiş olduğu fetva var. İkisi birbirine tamamıyla zıttır' ifadelerini kullanan Erdoğan, şöyle devam etti: 'Orada itikadi olduğunu söyler, öncekinde ve 'Kuran'ın ayetlerine terstir, açamaz, şudur budur' filan derken, 28 Şubat sürecinde açma noktasında bu defa açıklamalar yapıyor. Nerelerden nereye. Akşam başka sabah başka. Olur mu böyle şey. Şu beddua olayında da 5 ay önce ne söyledi, 5 ay sonra ne söyledi? Buyurun! Yani orada, densizlik, diyordu, 5 ay sonra meşru oldu. Niye? Kayış attı.' 'Ameliyatımdan bugüne her şey çok daha güzel gelişti' Erdoğan, 'İki yıl önce 6 Mart'ta paralel bir gazetenin manşetinde 'Başbakan Erdoğan'ın iki yıl ömrü kaldı' diye bir haber yayınlandı. İki yıl tamamlandı, siyaseten mi acaba iki yıl ömür biçilmişti' sorusu üzerine, 'Siyasi olamaz çünkü seçim yok. Şimdi başka türlü götürme noktasında haberleri aldık. Onları duyduk ettik' yanıtını verdi. Allah'ın verdiği ömrü bir an öne, bir an sona kimsenin erteleme veya gereğini yapma yetkisi olmadığını ifade eden Erdoğan, 'Onun için biz ya Hafız deriz, ona sığınırız. Tedbirlerimizi alırız, yolumuza öyle devam ederiz. Onlar varsın böyle devam etsin. Ya Şafi dedik, şifanın en büyük vereni O'dur. Ve elhamdülillah ameliyatımdan bugüne her şey çok daha güzel gelişti. Şu anda bu maratonu ilk günlerimiz aratmayacak kadar götürüyoruz. Siyaseten meydandayız. Biz 'Müslümanım' diyenden bir şeyi bekleriz, Müslüman o kimsedir ki elinden ve dilinden Müslümanlar emindir, salimdir. Şimdi bakıyorsunuz beddualar var. Müslüman, bırakın Müslümana beddua etmeyi diğer insanlara bile beddua edemez, onun nezaketi bunu gerektirir. Ama bunlar çığırından çıkmış vaziyette' diye konuştu. 4 eski bakanla ilgili fezlekeler Erdoğan, '17 Aralık operasyonunda ismi geçen 4 eski bakanla ilgili Meclis'e gelen fezlekeler konusundaki tutumunun' sorulması üzerine de 'Ayın 19'unda arkadaşlarımız orada bulunacaklar' bilgisini verdi. Aynı gün kendisinin mitingleri olduğunu, mitinglerde bulunacağını kaydeden Erdoğan, şöyle devam etti: 'Arkadaşlarımıza gerekli çağrılar yapıldı, arkadaşlarımız orada bulunacaklar. Fakat dikkat edilirse şu ana kadar anamuhalefet partisi bir soruşturmaya yönelik adım atmadı. Sadece bu toplantının yapılmasını istiyor. Tamam da niye soruşturmaya yönelik bir adım atmıyorsun? Burada dert başka. Dert: 'Acaba son 10 güne girerken bazı bir şeyler yakalar da belgeler, bilgiler filan yakalar da bunu biz kamuoyunda paylaşabilir miyiz?' Bunlar hukuk mukuk da anlamazlar, bunlar daha siyaseti öğrenemediler, çok acemisi bu işin. İşte onun için Anayasa Mahkemesinden birkaç kez döndüler, veto yediler. Güya hukukçuları da var, bir işe de yaramıyorlar. Bu olayda da soruşturmaya yanaşmıyorlar. Şimdi de o gün toplantı yeter sayısını 184 bulabilecekler mi bilemiyorum. Komisyonda da çoğunluk bizde oluyor. Yani bizim o komisyona 9 üye verme hakkımız var, 4 tane CHP'nin, bir diğerlerinin. Bu şekilde oluşan bir komisyon var. Dolayısıyla bu komisyonda, eğer böyle bir şeyin kurulması söz konusu olursa ki o da zannediyorum ayın 19'undan sonraki bir dönemde böyle bir adım atılacak olursa o zaten nisan ayı içerisinde olabilecek bir şey. Ama böyle bir noktada bunlar böyle bir adımı şu ana kadar atmadılar. Bunlarda böyle bir cesaret yok. Burada çok farklı gelişmeler olabilir. Benim 4 milletvekili arkadaşım asla bu şeylerden çekinmek gibi bir dertleri yok.' Başbakan Erdoğan, 'dört eski bakanın yargılanmak isteyip istememesiyle' ilgili soru üzerine de şunları kaydetti: 'Ortada herhangi bir suç unsuru yoksa, suç sabit değilse niçin böyle bir şeyi istesin? Bunlar gazete haberleriyle, gazete kupürleriyle... Bunlar bizim partimizi de biliyorsunuz o şekilde kapatma yoluna gittiler. Ve biz ki yola çıkarken bir şey söyledik. Ne dedik? '3Y' dedik. Yolsuzlukla yasaklarla yoksullukla mücadele. Biz bu mücadeleyi vermemiş olsaydık Türkiye'nin milli geliri 230 milyar dolardan 820 milyar dolara çıkabilir miydi? Biz bu mücadeleyi başarılı bir şekilde verememiş olsaydık eğitimde cumhuriyet tarihinin yapmış olduğu derslik sayısının yarıdan fazlasını... 205 bin derslik biz yaptık. Yollara bakıyoruz, bölünmüş yollarda 79 senede bunların yaptığı bölünmüş yol 6 bin 100 kilometre, biz şurada 17 bin kilometre bölünmüş yol yapmışız. Yolsuzlukların olduğu bir ülke bunu yapabilir mi? 23,5 milyar dolar IMF'e olan borç MHP'nin borcu, o getirdi, CHP'nin yavrusu DSP ile birilikte. Bize bunu bıraktılar. Bunu biz ödedik, biz bitirdik. 'Milliyetçiyiz' diyenler 27.5 milyar dolar Merkez Bankamızın döviz rezervi vardı, şu anda 128 milyar dolar döviz rezervi var. Yolsuzlukların olduğu bir ülkede buraya gelebilir misiniz? Sağlıkta zaten devasa bir patlama var. Çok enteresan, bu olaylarda gelen bir nokta var. Üçüncü havalimanı ile ilgili olarak yapılan ihale 46 milyar dolar, oranın müteahhitlerini bile bunlar yemeye kalktı.' Erdoğan, üçüncü havalimanının yapımının neden engellenmek istendiğiyle ilgili bir soruya, 'Oradaki müteahhit firmalardan herhalde mama almadılar bunlar. Bunlar biliyorsunuz, paralel yargıyı da kullanmak suretiyle bazı şeyleri haraca bağlıyorlar. Neyle? Şantajlarla. Şimdi burada bunlar çok çok önemli. Aynı zamanda uluslararası bir casusluk da. Bir savaşa, Allah göstermesin, girecek olsak düşman nereyi vurur? Ya gelir havaalanlarını vurur, ya köprüleri vurur' diye cevap verdi. '17 Aralık'tan sonra Ergenekon davasına bakışınız değişti mi' sorusunu Erdoğan, '17 Aralık öncesinde zaten intikam timleri kurulmuş. Bir kısım yargı mensupları adeta intikal timi gibi hareket ediyor. Bunu yerel mahkemede de üst mahkemede de görüyorsunuz. 'Ben bunu burada ne kadar daha fazla yatırırsam, o kadar kardır' diyor. Böyle bir adalet olur mu? Ne kadar erken karar verilirse o kadar adil davranmış olursunuz. Bunların böyle bir derdi yok ki. 'Ne kadar fazla yatarsa ben bundan intikamımı o kadar almış olacağım', mantık bu' yanıtını verdi. 'Bazı medya gruplarının attıkları başlıklara dikkat edin' Erdoğan, '28 Şubat mahkemelerinin yargılamaları veya haksız kararlarıyla ilgili bir şey yapılması gerektiğine inanıyor musunuz' sorusu üzerine de bu konularla ilgili çalışmalar olduğunu belirtti. 28 Şubat ile ilgili yalnızca Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) muvazzaf veya emekli mensuplarının yargılanmasının doğru olduğuna inanmadığını, bunu daha önce de söylediğini dile getirdi. 'Bir kısım sermaye bir kısım medya, bunlar o dönemin çok ciddi şakşakçılarıydı' diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: 'Dolayısıyla bunlar neden dinlenmiyor da sadece TSK'nın mensupları dinleniyor çünkü o arada o işin içerisinde bizzat yer alanlar var. Sivil kanat. Bu konuyla ilgili bu süreç içerisinde sivil kanada da bu iş uzanabilir, yeni düzenlemelerle birlikte. O paralel yapıyla ilgili olarak, paralel yargı diyelim, yine tenzih ediyorum iyilerini, bu işin dışarıda pazarlamacıları, komisyoncuları var. Bu komisyoncularla beraber bu işler götürülüyor. Çok açık, net ortada. Bundan dolayı seçim kampanyasında bazı medya gruplarının mesajlarına, attıkları başlıklara dikkat edin. Bu başlıklara baktığınız zaman buralarla bağlantılı olan tiplerdir, bunun endişesini taşıyarak o başlıkları atıyor, ona göre köşelerini yazıyorlar. Bunların hepsi buradan kaynaklanıyor.' 'Paralel yapı ülkenin karışmasını istiyor' 'Çözüm süreci hangi aşamada ve paralel yapının buraya müdahalesi ne noktada' sorusuna karşılık da Erdoğan, TBMM tatile girmeden yeni Demokratikleşme Paketi'nin Genel Kuruldan geçtiğini, paketin sürece yönelik çok ciddi adımlar içerdiğini anımsattı. Özellikle bölgeyi rahatlatacak bir hava oluştuğunu belirten Erdoğan, şöyle konuştu: 'Bu 'paralel yapı' dediğimiz fenomen burayı da hedef alıyor. Çünkü onlar ülkenin karışmasını istiyorlar. Ülkeyi karıştırmaya muktedir olamayınca bundan rahatsız oluyorlar. Çünkü onlar da buradan nemalanıyordu. Ama şimdi ülke sükut bulursa... Ne diyorlardı? 'Güneydoğu'daki sükuneti biz sağladık' diyorlardı. Neyle oralardaki dershaneleriyle sağlamışlar. Tamam, şu anda dershaneleriniz yine var. Siz eğer bu sükuneti sağlamak gibi bir idealiniz varsa bu işte 2015'in Eylül'üne kadar devam edeceksiniz.' Yeni düzenlemeyle bir partinin devlet yardımı alabilmesi sınırını yüzde 7'den yüzde 3'e düşürdüklerini ifade eden Erdoğan, şunları belirtti: 'Seçim barajı' konusunda ise bir anlaşma sağlayamadıklarını söyledi. Erdoğan, 'Bütün bunlarla bugüne kadar bizim tespit ettiğimiz talepleri, çözüm sürecine oturttuk ve yasal düzenlemesini de ona göre yaptık. Hiçbir yasal düzenleme veya hukuk o gün koyduğunuz noktayla bitmez. Tekamül denilen bir olay var. Bunu zaman içerisinde güncellemek durumundasınız. Bugün hala 30, 40, 50 yıl öncesinin yasalarıyla idare ettiğimiz bazı düzenlemeler var. Artık burada kalmak gibi bir şey söz konusu olamaz. Bunun sürekli güncellenerek o günün şartları neyse ona göre ayarlamamız gerekiyor.' AK Parti kurulurken güneydoğu illerini dolaştığında kendisine 'Sadece olağanüstü hali kaldırın, biz sizden başka bir şey istemiyoruz' denildiğini aktaran Erdoğan, iktidara geldiklerinde 'olağanüstü hal' uygulamasını hemen kaldırdıklarını anımsattı. Erdoğan, 'O dönemde kaldırmamıza rağmen ondan sonra çıkardığımız maddelerin sayısı 50, 60, 100'ü buldu. Durmadık. 'Silah sussun, siyaset kazansın' dedik, yok. Samimi davranmadılar hala da davranmıyorlar. Öyle olmasına rağmen, onlar istedi diye değil o bölgedeki insanımız neye layıksa onu yapalım, Batıda ne varsa doğuda, güneydoğuda da o olsun, ülkemizin 780 bin kilometrekaresinde vatandaşlarımız hepsi aynı hak ve hukuka sahip olsunlar.' 'Birinci Gezi kalkışması, ikinci Gezi kalkışması... Sokakları yakıyorlar, yıkıyorlar, yağmalıyorlar, ateşe veriyorlar, öldürüyorlar... Tüm bunlar oluyor, fakat hiçbir şey olmuyor. Ne hakimi ne savcısı kimse hesap sormuyor. Siyasi parti genel başkanları, medya patronları, iş adamları bu kalkışmalara, yağmalara, yakmalara, yıkmalara destek veriyor. Toplum bundan sıkıldı. Bu konularda nasıl önlem alacaksınız?' sorusuna Başbakan Erdoğan, şu cevabı verdi: 'Ukrayna-Türkiye benzetmesi veya farklı ülkelerle benzetmeler uygun değil bana göre çünkü Türkiye başka, o ülkeler başka. Koşullar başka, örf, adet bunlar bambaşka. Meclisimiz bizim öyle zannediyorum bu son 19'undaki olay sebebiyle nisanın ilk haftasını da tatil kararı alabilir ve nisanın birinci haftasından sonra da çalışmaya başlar. Bizim öncelikli görüşeceğimiz bazı yasa düzenlemeleri var, bunlara devam edeceğiz. Gerek yerel mahkemeler noktasında gerek güvenlik, gerek üst mahkemeler noktasında bu düzenlemeler tam manasıyla yapılmadıktan sonra, buraya çözüm getirmek mümkün değil. Önce bunun çözülmesi lazım. Çünkü bir kısım paralel yargı inanın artık adil karar vermiyor. Maalesef tamamıyla ön kabullerle ön yargılarla kararlar veriyor. Bunu görüyoruz. Bunu şahsımda yaşıyorum. Çünkü etrafımdaki birçok yargı mensubuyla hukukçu arkadaşlarımızla oturuyoruz, konuşuyoruz. Şimdi adam kalkıyor, 'hırsız başbakan' diyor. Bunu diyen kim? Anamuhalefetin başındaki adam diyor. Yargıda birisine 'hırsız hakim, savcı' deseler acaba kabul görür mü? Ne diyor? 'Ağır eleştiriye girer, sen siyasetçisin' diyor. Dikkat et, 'hırsız Tayyip' desen bunu bir yere uydurursun ama 'hırsız başbakan' diyorsun. Bu ülkenin başbakanına sen bu şekilde bir yakıştırma yapıyorsun. Yani bunun olmadığı bir yapı, kesinlikle reforme edilmesi lazım. İşte onun için önümüzde bir reform süreci var. Onun üzerine de yoğun bir şekilde gideceğiz. Buradan süratle bir neticeye varmamız lazım ki burada paralel vesayete de inşallah son verelim.' 'Sizin anketlerde son durum nedir? 30 Mart sonrası, cumhurbaşkanlığına aday olacak mı olmayacak mı Sayın Erdoğan' sorusuna, Erdoğan, 'Ben sizin kadar meraklı değilim o konuda' karşılığını verdi. 'Bütün bunlar Erdoğan, cumhurbaşkanı olmasın oluyor şeklinde yaygın bir görüş var. Aday olmazsanız, bu hesapları yapanların, hesapları tutmuş olmayacak mı?' sorusuna, Erdoğan, 'Şunu peşinen tekrar söyleyeyim: Benim şu anda her şeyim 30 Mart. Arkadaşlarımla hep buna kilitlendik. Çünkü 30 Mart'ta bizim birinci parti olarak çıkmamız lazım. Yapılan kamuoyu araştırmaları falan, bu konuda iyi çalışan bir partiyiz, gösteriyor ki biz şu anda birinci partiyiz' cevabını verdi. 'Onlar için koltuk önemli'- AK Parti genel başkanı olarak, 3 genel, 2 yerel, 2 tane de referandum geçirdiğini hatırlatan Erdoğan, 7 seçimde de AK Parti'nin kazandığını söyledi. 'Siyaset niye yapılır?' diye soran Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: Eğer Kılıçdaroğlu bir liderse ki böyle bir özelliği yok, ancak genel müdür. Sen niye bu işe soyundun? Yani partiyi birinci parti yapmak için değil mi, iktidara taşımak için değil mi? Şu 4 yıl içinde 3 seçime girdi, 3'ünde de arkadan nal topladı. Sayın Bahçeli bildim bileli partisinin başında. O, bizim ilk kazandığımız seçimde de parlamentoya da girememişti, biz CHP ile ikimiz girmiştik. O giremedi, 2002. Fakat hiç umurunda değil. onlar için koltuk önemli, koltuğun sıcaklığından vazgeçemiyor. Ben de diyorum ki bu seçimde AK Parti birinci parti olmazsa ben çekilmeye varım, genel başkanlıktan çekilirim. Kılıçdaroğlu genel başkanlıktan çekilebilir mi? Bahçeli genel başkanlıktan çekilebilir mi? İkisi de çekilemez. Niye? Çünkü onlarda böyle bir ideal, böyle bir aşk yok. Onlar için tek şey şu koltuk kaybolmasın. Zaten birisi kasetle geldi herhalde kasetle gideceği günü bekliyor. Öbürünün de zaten hiç umurunda değil, tamamen bir ideoloji, o şekilde yürütüyor. Diyorum ki buraya gönül veren vatandaşlarım, CHP'ye, MHP'ye gönül veren kardeşlerim, gelin bu işi yeniden bir kantara çıkarın. Olay, vatan millet meselesiyse o zaman burada el ele vermek suretiyle 'Beni madem temsil ediyorsun, iktidara taşıyamayacaksan ben senin arkandan niye geleyim?' Bu soruyu bir sorun.' 'Onların hepsi lehte netice veriyor'- 'Güçlü bir muhalefet olsaydı böyle darbe teşebbüsleri, 17 Aralık, 25 Aralık'taki operasyonlar olmazdı diye düşünüyor musunuz' sorusuna Erdoğan, 'Güçlü bir muhalefet olsa güçlü bir demokrasi olur zaten' yanıtını verdi. 'Daha keyifli olmaz mıydı' denilmesi üzerine Başbakan Erdoğan, 'Güçlü bir muhalefet olmadığı için biz iktidarız hem muhalefetiz, bizim durumumuz bu. Onlar sandıktan çıkamayacaklarını gördükleri, anladıkları için bundan dolayı da sandık dışı yollara başvuruyorlar. Bakın DHKP-C diyor ki: 'Ben, yaptım bu işi.' Adam diyor ki: 'Hava kararmıştı dolayısıyla elektrikleri kestiler, hükümet bu elektriği kim kesti onu bulsun' diyor ve diyor 'Katilini bulsun.' Yahu adam üstleniyor bu işi zaten. İşin bir bu boyutu var. İki: burada sebep netice ilişkisine bak. Nerede oluyor bu olay ve bu olayın olduğu yerin gittiği bölge neresi? Benim muhitim orası, büyüdüğüm yer, çok iyi bilirim oraları. Ama kendi önüne bir şey veriyorlar. Biliyorsunuz kılavuzu malum olanın işte böylece neticesi de bu oluyor. Bizim şu anda kamuoyu araştırmalarında, hamdolsun görünen o ki 45-50 bandında bir netice' dedi. 'Bu yasa dışı ses kayıtlarının bir etkisi olmamış o zaman' denilmesi üzerine Başbakan Erdoğan, 'Onların hepsi lehte netice veriyor' ifadesini kullandı. Şu anda büyükşehir mitinglerini yaptıklarını, seçime kadar 30 büyükşehirin tamamına gideceğini belirten Erdoğan, söz konusu şehirlerin seçmenin yüzde 75'ini oluşturduğunu vurguladı. Bu nedenle büyükşehir mitinglerini önemsediğini ifade eden Başbakan Erdoğan, 'Temenni ederim ki bunlar daha da olumlu bir netice inşallah versin' diye konuştu. Kırım'da yaşanan olaylar- '27 Nisan bildirisinden sonra da yaşanmıştı, sizin şahsınıza ya da partinize yönelik tüm saldırılardan sonra oyunuz artıyor. İnsanlar etrafınızda kenetleniyor. Sonra bunun oya yansımasının ardından birileri çıkıp diyor ki o gün 27 Nisan bildirisini savunanlar, sonra anlaşma vardı diyorlar. Bu seçimde de oyunuzu artırırsanız, paralel yapı 'Erdoğan'ın kumpası' der mi?' sorusunu Başbakan Erdoğan, 'Onu 31 Mart'tan sonra konuşalım' diye yanıtladı. 'Kırımlı Tatarların lideri Mustafa Cemil Kırımoğlu ile yayından önce görüşme yaptınız. Hem oradaki referandum hem gidişat... Böyle bir soğuk savaşa mı gidiyor? Hem de Kırımlı Tatarların Türkiye'den beklentileri... Sizin bu görüşmede onlara verdiğiniz mesaj nedir' sorusuna Erdoğan, şu yanıtı verdi: 'Şu anda gerçekten Kırım'daki kardeşlerimizin durumu iç açıcı değil. Şimdi Mustafa Cemil kardeşimizle bunları konuştuk. Konuyla ilgili olarak gerek Dışişleri Bakanımız Davutoğlu gerekse ben belli girişimlerde bulundum. Sayın Davutoğlu'nu zaten daha önce bir Ukrayna'ya gönderdim. Ukrayna'da hem merkezi yönetimle hem de Kırım Özerk Cumhuriyeti'nde görüşmeler yaptı. Tabii bütün bu görüşmelerden sonra bir hasıla elimizde var. Daha sonra Roma'da bir toplantı oldu bu konularla ilgili. Orada Lavrov'la, Kerry ile görüşmeler yaptılar. Ayrıca ben gerek Sayın Putin ile gerek Sayın Merkel'le bu konuyla ilgili görüşme yaptık. Bu konuyla ilgili yaptığımız görüşmelerde hep şunu söylüyorlar: 'Kırım'ın toprak bütünlüğünü, işte Tatarlar, Ukraynalılar ve Ruslar olarak bir birlik beraberlik içerisinde biz de korumaktan yanayız, aynen sizin gibi düşünüyoruz.' Tabii bu ne derece güven vericidir ayrı bir konu. Çünkü şu anda yaklaşımlar, Sayın Kırımoğlu'nun ifadesine göre bizi pek tatmin etmiyor. Böyle bir sıkıntı var. Merkezi yönetimde yapıyı olumlu karşılıyor. Ama tabii mali noktada tabii şu anda merkezi yönetim ciddi bir sıkıntı içerisinde. Gerçi Avrupa Birliği'nin şu anda bir 16 milyar avro gibi bir yardımı söz konusu ama bu tabii ne zaman gelir, nasıl gelir, acaba böyle bir geçiş hükümetine böyle bir parayı verirler mi vermezler mi bunlar da ayrı bir konu. Biz öyle de olsa böyle de olsa Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin yanındayız, onların hakkını hukukuna korumak için her zeminde gerek Rusya ile görüşmelerimizi devam ettireceğiz, Almanya ile öyle zannediyorum şu önümüzdeki gün içerisinde Şansölye ile bir görüşmem olacak, o da öyle bir şey arzu ediyor. Bu arada Azerbaycan, Kazakistan ile bazı görüşmeler yapacağım. Bu görüşmelerle birlikte tabii Rusya'da yapacağım görüşmeyle Ukrayna'yı ve Kırım Özerk Cumhuriyeti üzerindeki bizim olumlu istikamette alınabilecek bir netice için baskılarımızı artıralım istiyoruz.' 'İzmir, böyle bir belediyeyle yönetilmeyi hak etmiyor'- İstanbul'daki ilçeler dahil 36'ncı mitingi yaptıklarını ifade eden Erdoğan, bugünkü programına ilişkin de bilgi verdi. İlk olarak Adnan Menderes Havalimanı'nın yeni yapılan bölümünün açılışına ardından Aydın ve Kahramanmaraş mitinglerine katılacağını ifade eden Başbakan Erdoğan, şunları söyledi: 'Aydın da büyükşehir oldu ilk defa. Orada inşallah 30 Mart'ta büyükşehir statüsünü almış olacak. Fakat çok enteresandır, bunların büyükşehir olmasına bu CHP karşı çıkmıştır, MHP, BDP karşı çıkmıştır. Çünkü bunlar büyükşehir nedir, bunları bilmiyorlar. Ben de vatandaşıma diyorum ki: Ey vatandaşım, ey sevgili kardeşim, bunlar sizin büyükşehir olmanıza karşı çıktılar. Sizin büyükşehir olmanızı istemeyen bu insanlar sizden gelip de hangi yüzle oy isteyecekler? Bunlar büyükşehir nedir bunu bilmezler, anlamazlar. Bunlara niye oy veriyorsunuz? Bak ben belediyecilikten geliyorum, üstelik İstanbul gibi bir ilin büyükşehir belediye başkanlığını yaptım. Bu nedir, bu ne değildir bunun çilesini çektim, bilirim. Ama şimdi burada AK Parti olarak istiyoruz ki bu şehirlerimiz çok daha farklı bir güzelliğe kavuşsun.' Başbakan Erdoğan, merkezi yönetim olarak Aydın, İzmir ve Manisa'da verdikleri hizmetin haddi hesabı olmadığını dile getirdi. 'Antalya'da son yerel seçimin ardından alınan netice sizi üzmüştü. İzmir'de de görüyoruz ki hükümet olarak ciddi yatırımlar yaptınız. İzmir'i kaybetme ihtimali sizi üzer mi' sorusu üzerine Erdoğan, 'Üzer tabii niye üzmesin' diye konuştu. İzmir'i ülkenin önemli bir parçası olarak gördüğünü vurgulayan Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti: 'İzmir, böyle bir belediyeyle yönetilmeyi hak etmiyor. Yani bundan, bunu kurtarmamız lazım. Ben İzmir gibi bir ilde kanalizasyonların aktığını veyahut da bu çirkin yapılaşmaların olduğunu görmek, doğrusu beni kahrediyor. AK Partili belediyelerin olduğu büyükşehirlere bir gidin, oraların güzelliklerini görün. Onun için de biz AK Parti mutlu şehirler diye çıktık yola. Büyük medeniyet yolunda insan, demokrasi, şehir dedik. Her şeyde bir anlam var neyi nereye yüklüyoruz. Bizim de tabii İzmir'de istediğimiz işte burası da daha mutlu, daha müreffeh olsun, 'ben nasıl güzel bir şehirde yaşıyorum' bunun tadına varsın, istediğimiz, arzu ettiğimiz bu. Şimdi havadan geldiğiniz zaman Adnan Menderes'e indiğinizde orada AK Parti'nin şehircilik anlayışını görüyorsunuz. Çevre yollarına girdiğiniz zaman AK Parti'nin şehircilik anlayışını görüyorsunuz, tünellere girdiğiniz zaman bizi görüyorsunuz. Şimdi İstanbul-İzmir bu otoban yapılacak burada bizim ufkumuzu görüyorsunuz. Şurada bir belediye olarak su yok, su. O suyu da biz getirdik. Burada Gördes Barajı'nı yaptık su getirdik buraya, nasıl belediyesin sen ya?' Muhabir: Kadir Karakuş- Enes Kaplan- Kurbani Geyik-Halil Şahin- Eda Ünlü Özen | AA
Ensonhaber'in Son Zamanlarda Attığı En Fantastik 43 Manşet
Ensonhaber internet sitesinde yer almış bomba manşetleri sizler için derledim. 'Görsellerin üzerine tıkladığınızda bahsi geçen haberin adresine gidecektir, ancak bazı haberler yayından kalktığı için gitmeyebilir, siz yine de şansınızı deneyin' Sürekli olarak güncellenmektedir.
Soma'daki Facia Uluslararası Basında
Uluslararası basında faciaya ilişkin detaylara geniş yer verilirken, milli yas ilan edilmesine ve Başbakan Erdoğan’ın Arnavutluk ziyaretini iptal etmesine vurgu yapıldı.Soma’da meydana gelen maden faciası, uluslararası basında geniş yer bulurken, haberlerde arama kurtarma çalışmalarına ilişkin fotoğraf ve görüntülere geniş yer verildi. Haberlerde ülkede 3 günlük milli yas ilan edilmesine ve Başbakan Erdoğan’ın Arnavutluk ziyaretini iptal etmesine vurgu yapıldı. Dünyada en çok maden ve iş güvenliği kazasının yaşandığı ülkelerin başında gelen Çin'in ulusal basınında Soma'da yaşanan maden faciası önemli yer buldu. Çin resmi ajansı Şinhua'nın haberlerinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ın faciayla ilgili açıklamalarına yer verilirken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ziyaretlerini iptal ederek bölgeye gideceği aktarıldı. Facia, ülkede Çince ve İngilizce yayın yapan birçok gazetede de ilk haber olarak verilirken, Soma'da devam eden arama kurtarma çalışmalarına ilişkin fotoğraflar gazetelerde geniş olarak kullanıldı. Haberlerde ayrıca, Türkiye'de geçmiş yıllarda yaşanan maden facialarına ilişkin bilgi verildi. Almanya Almanya'nın Bild gazetesi, 'Anneler ve eşler maden ocağının girişinde ağlıyor' başlıklı haberinde, Türkiye'deki maden ocağında meydana gelen felakette 200’den fazla kişinin hayatını kaybettiğini yazdı. Facia için Süddeutsche Zeitung gazetesi 'Kurtarma ekipleri madende mahsur kalan işçileri kurtarmak için çalışıyor', Die Welt gazetesi ise 'Maden faciasında 200'den fazla insan hayatını kaybetti' başlıklarını kullandı. 'Sendika, meydana gelen maden faciasını 'katliam' olarak nitelendiriyor' başlığını atan Spiegel Online ise yüzlerce kişinin yerin altında mahsur kaldığını belirtti. Frankfurter Rundschau gazetesi, 'Yüzlerce ölü ve kayıp' başlığıyla duyurduğu haberde, Soma'da yaşanan olayın Türkiye'deki en büyük iş kazalarından biri olduğunun altı çizildi. Tagesspiegel gazetesi ise 'İşçilere yapılan bir katliam' başlığını kullanarak, maden işçileri, sendikalar ve muhalefetin olayla ilgili hükümeti suçladığını belirtti. İngiltere İngiliz yayın kuruluşu BBC, faciaya ilişkin gelişmeleri canlı yayınlarla aktardı. Ölü sayısının artmasının beklendiğini bildiren BBC, gece boyunca ailelerin çaresizce yakınlarından haber beklediğini, kurtarma çalışmalarının devam ettiğini kaydetti. İngiliz Sky haber kanalı da maden faciasını bültenlerinde ilk sırada verdi. Sky, ölü sayısının artmasının beklendiğini ve mahsur kalan yüzlerce madencinin ailelerinin umutlarının tükenmekte olduğunu bildirdi. Haber kanalı ayrıca, facianın ardından Başbakan Erdoğan'ın Arnavutluk ziyaretini ertelediğini ve Soma'ya gideceğini belirtti. Sky, kurtarma çalışmaları sırasında madene oksijen verildiğini aktardı. Facia, İngiliz gazetelerinde de geniş yer buldu. Guardian gazetesi, 'Türkiye'deki maden faciasında 200'den fazla kişi öldü' başlığını atarken, Daily Telegraph gazetesi 'Türkiye'deki maden ocağında meydana gelen patlamanın ardından yüzlerce madenci hayatını kaybetti', Independent gazetesi 'Maden faciasında en az 200 kişi öldü', Financial Times gazetesi de 'Madendeki patlamada en az 201 kişi öldü' başlıklarını kullandı. Hollanda 'Kömür madenindeki patlamada 201 kişi hayatını kaybetti' başlığıyla yangını haber yapan Hollanda yayın kurumu NOS televizyonu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Yıldız’ın açıklamalarına yer verdi. Kurtarma çalışmalarının devam ettiğine vurgu yapılan haberde, Başbakan Erdoğan’ın Arnavutluk’a yapmayı planladığı ziyaretini iptal ettiğine dikkat çekildi. Ülkenin en yüksek tirajlı gazetesi De Telegraaf ise “Maden ocağı faciası” başlığıyla duyurduğu haberde, patlamada çok sayıda kişinin öldüğünü, ölü sayısının artmasından endişe edildiğini bildirdi. Gazete, Türkiye’de şimdiye kadar en büyük maden faciasının 1992 yılında Zonguldak’ta yaşandığını ve o zaman 263 kişinin hayatını kaybettiğini yazdı. Volkskrant gazetesi, ölü sayısının artmasından endişe edildiğini ifade etti. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Yıldız’ın “Sayı endişe ettiğimiz noktaya doğru gidiyor” açıklaması kullanılan haberde, kurtarma çalışmalarının aralıksız sürdüğüne işaret edildi. İspanya Soma'daki maden faciasını haber ajanslarından aldıkları bilgilerle derleyip ilk sayfalara taşıyan İspanyol basını, bir patlama sonrası maden yatağının çökmesi sonucunda çok sayıda işçinin öldüğünü duyurdu. 'Türkiye'de maden trajedisi' başlığını atan El Mundo gazetesi, 1992 yılında Zonguldak'ta 270 maden işçisinin hayatını kaybettiği kazadan sonra ülkedeki en büyük maden kazasının meydana geldiğine dikkat çekti. Faciadan dolayı Başbakan Erdoğan'ın ve ana Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Soma'ya gitmek için programlarını iptal ettiklerini vurgulayan İspanyol gazetesi, Türkiye'deki sendikaların ise başta tecrübesiz işçi çalıştırılması olmak üzere, maden işçilerinin çalışma koşulları ve madenlerin denetimiyle ilgili tepkili olduklarını yazdı. El Pais gazetesi de haberinde, 200 metre derinlikteki maden yatağının çökmesi sırasında içeride 780'den fazla işçi olduğunu belirtti. El Pais, Türkiye'deki maden işçileri sendikalarının Avrupa'da en sık maden kazasının kendi ülkelerinde olduğunu söyleyip, güvenlik ve ekipman eksikliğinden yakındıklarını bildirdi. Ülkedeki diğer önemli gazetelerden ABC ve La Vanguardia da benzer ifadeleri sayfalarına taşırken, İspanyol televizyonları da haber bültenlerinde Soma'daki maden faciasına yer verdi. Fransa Fransız Le Figaro gazetesi, dün olayın yaşandığı saatlerde sosyal paylaşım sitesi Twitter'daki hesabından flaş geçerken, gün boyu kazaya ilişkin gelişmeleri yakından takip etti. Olay yerinden fotoğraflar paylaşan gazete, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Yıldız'ın açıklamasına yer verdi. Le Monde gazetesi ise madenciliğin Soma halkının geçim kaynağı olduğunu yazdı. Faciayla ilgili üç gün yas ilan edilmesi haberi ise birçok Fransız haber sitesinde flaş gelişme olarak yer aldı. Danimarka Soma'daki maden faciası, İskandinav basınında da geniş yer buldu. Danimarka'daki televizyon kanalları ve gazetelerin hemen hemen hepsinde faciayla ilgili olarak Türkiye'deki basın organlarının verdiği bilgiler kaynak gösterildi. DR televizyonu, yüzlerce işçinin hala mahsur olduğunu öne çıkarırken, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ın ölü sayısını 205 olarak açıkladığını aktardı. Televizyon kanalı, Türkiye'deki muhabirlerinin Soma'ya doğru yolda olduğunu bildirdi. Ekstra Bladet gazetesi ise 'en az 200 ölü 400 kişi mahsur' başlığıyla verdiği olayla ilgili olarak mahsur kalan işçiler için zamanla yarıştığını aktardı. Gazetenin internet sitesi, olay yerinden canlı internet yayınına geçti. BT gazetesi ise 201 kişinin hayatını kaybettiğini ve yüzlerce insanın yaşam mücadelesi verdiğini yazdı. Türk medyasındaki haberleri kaynak gösteren gazete, ölü sayısının net olmadığını bildirdi. Politiken gazetesi, olayın gelişimine geniş yer vererek yaşanan acı nedeniyle üç günlük yas ilan edildiğini aktarırken, Jyllands Posten, ailesini kaybeden genç bir kızın fotoğrafıyla verdiği haberde genç kızın 'Biz bir aileydik ama bugün ailemiz yok oldu' ifadelerine yer verdi. İsveç İsveç basını da haberlerinde olaya geniş yer verdi. Gazetelerden Svenska Dagbladet, Soma'daki madende patlama nedeniyle yangın çıktıktan sonra yüzlerce işçinin mahsur kaldığını, ölümlerin karbonmonoksitten kaynaklandığını belirtti. Son olarak ölü sayısının 205 olarak açıklandığını yazan gazete, ocağa oksijen pompalandığını ancak ölü sayısının artmasından korkulduğunu belirterek Türkiye'de üç günlük yas ilan edildiğini kaydetti. Norveç Norveç gazetesi Verdens Gang, maden kazasında ölü sayısının artmaya devam ettiğini ve kazanın 1992'den bu yana ülkede meydana gelen en büyük maden kazası olduğunu bildirdi. Gazete, yüzlerce işçinin hala mahsur olduğunu olay nedeniyle Türkiye'de üç günlük yas ilan edildiğini duyurdu. NRK televizyonunun internet sitesinde ise DİSK Başkanı Kani Beko'nun 'Patlama sonrasında yaşananlar bir işçi katliamıdır. Orada paravan şirketlerden işçi çalıştırılıyor. Bu da işçilerin haklarının belirsizliğine yol açıyor' dediği aktarılırken, Metal-İş sendikasının açıklamasına yer verildi. Dagbladet gazetesi ise itfaiyecilerin içeride mahsur kalan işçilere temiz hava ulaştırmak için molozların içine oksijen sıktığını belirtti. TV2 televizyonu, Türkiye'de 1941 yılından bu yana 3000 kişinin maden kazalarında hayatını kaybettiğini ve Türkiye'nin iş kazalarında Avrupa lideri olduğunu ileri sürdü. Yunanistan Yunan basını ise maden ocağı önünde bekleyen işçi yakınlarının fotoğraflarına yer vererek, olayı ''Gergin Bekleyiş' şeklinde duyurdu. Kathimerini gazetesi, fotoğraflı verdiği haberinde, facianın ardından üç günlük yas ilan edildiğini yazdı. ''Türkiye'nin yüreği yandı'' ifadesini kullanan gazete, facia nedeniyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Arnavutluk ziyaretini iptal ettiğini duyurdu. İmerisia gazetesi, 'Ulusal trajedi' başlığıyla duyurduğu haberinde, yetkililerin ölü sayısının artmasından endişe duyduklarını ifade etti ve Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın olay yerinde yaptığı açıklamalara yer verdi. Gazete, arama çalışmaların aralıksız devam ettiğini bildirdi.AA
Haftanın Magazin Bombaları
Magazin dünyasının usta kalemi Sinan Özedincik, geçtiğimiz haftaya damga vuran olayları Sabah.com.tr'ye değerlendirdi. İşte ünlüler dünyasından son dedikodular, perde arkasında yatan olaylar... SİNEM'İN İŞİ ARTIK ÇOK ZOR Eski nişanlısı Arda Turan'ın 'Sarı fırtına, başımın tacı' dediği Sinem Kobal, ayrılığın ardından özel hayatında fırtınalar estirdi! Adı Muratcan Akdoğan'la anılan Kobal, şimdi de İbrahim Çelikkol ile aşka yelken açtı. İkilinin aşkı, Riva'da görüntülenmeleriyle ortaya çıktı. 20 gündür birlikte oldukları konuşulan çiftten bu iddialara ilk yanıt Sinem Kobal'dan geldi. Kobal, 'Hayatımda biri olsaydı bunu sizinle paylaşırdım' derken Çelikkol ise sessizliğini koruyor. Sinem Kobal ile İbrahim Çelikkol, neden birlikteliklerini saklıyor? Birlikte görüntülendikten sonra yalanlama yapmalarının anlamı ne? Sinem, 'Arkadaşız, aramızda herhangi bir ilişki yok' dedi. Tabi ne kadar doğru bilmiyorum. Sinem ayrılık sonrası normal hayatına dönmeye çalışıyor. Dışarı her çıkışında kameralarla burun buruna geliyor. Yanında görüntülenen herkes de potansiyel sevgilisi durumuna düşüyor. Bu saatten sonra Sinem'in attığı her adım haber olacak. Özellikle de yanında erkek varsa hiç şansı yok. Sinem'in daha önceki açıklamalarında tutarsızlıklar vardı. O yüzden de çok inandırıcı değil aşk haberlerini yalanlaması. Belki de çekiniyorlardır birlikteliklerini ilan etmeye, tabi yine söylüyorum böyle bir ilişki varsa. Sinem bundan sonra kiminle birlikte olursa olsun bazı insanların tepkiyle karşı karşıya kalacak. Kolay kolay da onu biriyle el ele görüntü vermeyecektir. Arda'ya gelirsek; o kafasında Sinem'i bitirdi. Artık onlar için geri dönüş yok. Zaten sürekli Madrid'de partiler düzenliyor, arkadaşlarıyla eğleniyor. Sinem'in ne yaptığını kafasına taktığını hiç sanmıyorum. Bu ilişki bitmiştir. İkisinin hayatında da yeni insanlar olacak. Arda'nın en sevdiği yer Çeşme. Bu yaz onu yanında yeni sevgilisiyle Çeşme'de görürüz diye tahmin ediyorum. SEZEN'İ ZİYARET EDEN İLK KİŞİ TARKAN Geçen yıl dargınlıklarını noktalayan Sezen Aksu ile Tarkan'ın, bir süredir yeniden görüşmediği ortaya çıktı. Sezen Aksu'nun oğlu Mithat Can Özer, Minik Serçe hastanedeyken kendisini ilk arayanın Tarkan olduğunu yalanladı. Megastar'la ne annesinin ne de kendisinin uzun süredir görüşmediğini söyleyen Mithat Can, 'Tarkan'ın İstanbul'da olup olmadığını bile bilmiyorum' dedi. Tarkan, geçtiğimiz haftalarda ameliyat olan ve geçirdiği operasyonun ardından taburcu olan Sezen Aksu'yu aramadı mı? Aralarında bir sorun olduğu doğru mu? Sezen'i ziyarete giden bir ünlü, Minik Serçe'yi ziyaret eden ilk kişinin Tarkan olduğunu, hastaneden çıkarken kendisiyle karşılaştıklarını söyledi. Bunu Sezen de söylemiş. Tarkan'ın günahını aldılar. Kendisi reklamı sevmiyor. Sürekli ortaya çıkıp açıklama yapan biri de değil. Yaptığı iyiliği bile kimsenin gözüne sokmadan, sessiz sedasız yapan bir insan. Bu haberlere de cevap vermeyince yanlış anlaşıldı. Ya Mithat Can'ı yanlış yönlendirdiler, ya da bu açıklamayı o yapmadı. KARI-KOCANIN ŞOKE EDEN OYUNU Berkay ile aşk dedikodularına karışan Derya Şensoy, ünlü şarkıcının kendisi hakkında yaptığı 'Birbirimize aşığız' şeklindeki açıklamasını yalanladı. Geçtiğimiz hafta Berkay'ın söylediği 'Derya'yı çok seviyorum, şu anda benim evimde uyuyor' sözlerine tepki gösteren Şensoy, yaptığı yazılı açıklamada Berkay ile ilişki yaşamadığının altını çizdi. Genç oyuncunun yazılı açıklamasından dikkat çeken noktalar şöyle: 'Bir gece kulübü çıkışında Berkay Şahin'in şahsımla ilgili yaptığı açıklamalar neticesinde, toplumda Berkay Şahin ile bir ilişkim olduğu izlenimi doğmuştur. Şahin'in beyanları kesinlikle gerçekleri yansıtmamaktadır. Kendisi ile aramızda hiçbir ilişki yaşanmamıştır. Bir arkadaşımın doğum günü kutlamasında olduğum gece, kendisinin evinde uyuduğum şeklindeki beyanlarının gerçek dışı olduğu, mahkeme nezdinde ispatlanacaktır. Bu gerçek dışı bilgilere dayalı olarak ve benden görüş alınmadan yapılan yorumlar da medya etik ilkelerinin ihlali niteliğindedir. Kişilik haklarımı zedeleyen bu konularda yasal yollara başvurular yapılması konusunda gerekli adımlar atılmaktadır.' Reklam için bile olsa Derya Şensoy'un adını, 'Şu anda benim evimde uyuyor' sözleriyle bu tarz haberlere malzeme etmesini, 'Berkay'ın son çırpınışları' olarak mı yorumlamalıyız? Bu konunun artık suyu çıktı. Her hafta konuşuyoruz. Bir türlü bitmek bilmiyor. Berkay genç bir kızın geleceğiyle de oynadı. Yani evde uyuyor ne demek. Bu çok ağır bir laf. Kız açıklama yapmak zorunda kaldı, baba Ferhan Şensoy da devreye girmiş. Berkay'ın yaptıkları film gibi. Ciddi sorunları olduğunu düşünüyorum. Ne yapmak istediği belli değil. Bir gün önce söylediğini ertesi gün yalanlıyor. Söylediklerinden pişman oluyor. Tutarsız bir insandan bahsediyoruz. Allah akıl fikir versin ne diyeyim. Kendini toparlaması için gerekirse tedavi görmeli. Artık iş hayatı için de çok zor bir durumda. Berkay'a da çok yüklenmek istemiyorum çünkü Asena Erkin de sütten çıkmış ak kaşık değil. Sürekli Berkay'ı takip ediyor, onun olduğu mekânlara gidiyor. Berkay'ın, Asena'dan sıkıldığını, sürekli peşinden olmasından rahatsızlık duyduğunu söylemesi bana samimi ifadeler gibi geldi. Onları uzun zamandır konuşuyoruz ama olan Derya Şensoy'a oldu. Arada onu harcadı, yazık oldu. Caner Erkin'in de bu durum karşısında hiçbir şey yapmamasına anlam veremiyorum. Aklı başında bir futbolcu. Bu yıl hayatının transferini yapacak diye düşünüyorum. Benim tezim şu; CanerFenerbahçe'den ayrılacak ve yurt dışında bir takıma gidecek. Türkiye'den gitme nedeni olarak da basını gösterecek. Arda Turan Madrid'e giderken magazin basını yüzünden ülkeyi terk ettiğini söylemişti. Caner de bu taktiği kullanacak. Ben karımla mutlu, huzurlu bir hayat yaşamak istiyorum ama magazin basını yüzünden bu mümkün olmuyor, o yüzden de ülkeyi terk etmek zorunda kalıyorum diyecek. Bu yüzden de karı-koca bir oyun oynuyorlar diye düşünüyorum. Eğer benim tezim doğru çıkarsa Berkay masum bile olabilir. Yanılırsam da yine Berkay-Asena adlarını aynı haberde okumaya devam edeceğiz gibi görünüyor. Caner, Galatasaray maçından sonra masaya oturacak. Ne sonuç çıkacağını çok merak ediyorum. EŞİ ÜNLÜ OLANLAR DİKKAT! Engin Hepileri'nin eşi Ayşe Topçu'dan boşanma nedeni olarak, aynı dizideki rol arkadaşı Beyza Şekerci ile yasak ilişkisi gösterilmişti. İddialar doğru çıktı, Engin Hepileri ile Beyza Şekerci, önceki akşam Tarabya Oteli'ne girerken görüntülendi. Hepileri, 1,5 ay önce eşinden boşanmıştı. İhanet iddiaları çıktığında siz, her boşanma sebebinin bir başkasına bağlanmaması gerektiğini, ama yine de söz konusu ünlüler olduğunda her ihtimalin göz önüne alınması gerektiğini söylemiştiniz. Bir boşanmanın ardından daha ihanet çıktı. Bir ünlüyle evli olanlar, aldatılma ihtimali nedeniyle sürekli tetikte mi olmalı? Uzun süren set saatleri, rol arkadaşlarını birbirine yakınlaştırıyor. Onca saat yan yana olunca, hele bir de rol icabı iki sevgiliyi canlandırıyorlarsa aralarında aşk doğması kaçınılmaz son oluyor. Evli olan oyuncuların işi çok zor. İhanet etmek zorundalar mı değiller, bunu doğru da bulmuyorum ancak eğer eşine ihanet ediyorsa, zaten o evlilik sağlam temeller üzerine kurulu değildir. Genellikle de genç çiftlerin evliliklerinde oluyor bu ihanet durumu. Kolayca aldatabiliyorlar, kolayca ayrılabiliyorlar. Buna rağmen evliliklerini düzgün bir şekilde sürdüren ünlü oyuncular da var. Bergüzar Korel-Halit Ergenç, Burçin Terzioğlu-Murat Yıldırım, Dolunay Soysert-Sinan Tuzcu çiftleri örnek çiftlerimizden. HABER OLSUN DA NASIL OLURSA OLSUN! Uzun süredir bacağındaki damar genişlemesinden yakınan Ceyda Ateş, son çare olarak ameliyat masasına yattı. Bir ameliyat daha olabileceğini belirten oyuncunun, narkozun etkisinden kurtulur kurtulmaz basın mensuplarına röportaj vermesi şaşırttı. Çok acı çektiği her halinden belli olan Ateş'in bu tavrına anlam verilemedi. Ceyda Ateş için; gündemde kalmak, konuşulmak adına yapmayacağı şey yok diyebilir miyiz? Ameliyat olan bir ünlü, başka hangi nedenle narkozun etkisi geçer geçmez basın karşısına çıkmak ister? Ceyda Ateş'le ilgili hep söylüyorum, haber olmayı çok seviyor. Gündemde kalmak, konuşulmak adına yapmayacağı şey yoktur diye çok ağır bir söz söylemek istemiyorum ama yaptığı hareketler bunu gösteriyor. Ceyda, sevgilileriyle de hep gündemdeydi. Sosyal medyadan kendisi ilan ediyor birçok şeyi. Sürekli oradan basına malzeme veriyor. Şimdiki sevgilisi Buğra Toplusoy'la ilgili birçok haberi de Ceyda kendisi yaptırdı. Haber olmuş hoşuna gidiyor. O yüzden de ameliyattan çıkar çıkmaz röportaj vermesine şaşırmamak lazım. FATİH HOCA'DAN KIZLARINA UYARI Fatih-Fulya Terim çiftinin büyük kızları Merve'nin hamileliği, bayram havası yarattı. Doğacak bebeğin cinsiyeti ise merak konusu oldu. Merve'nin arkadaşları, aralarında mini bir parti düzenleyip bahisleri başlattı. Önceki gün bir mekânda buluşan Merve'nin akrabaları ve arkadaşları, duvara kocaman 'Büyük tahmin' ve 'Kız mı, erkek mi?' diye pankartlar asıp aralarında toto oynadı. Sonuçta genel kanı, bebeğin kız olacağı şeklindeydi. Bebeğin cinsiyeti için bahis yapılması, birçok kişinin tepkisini çekti. Siz bu bahis olayına ne diyorsunuz? Bahis olayına çok fazla tepki verdiler diye düşünüyorum. Çocukça bir eğlence yapmışlar aralarında. Ne var ki bunda? Herkesin kendi hayatı, kendi tercihi, kendi eğlence anlayışı. Kime ne? Tepkilerin asıl nedeni bu bahis olayının zamanlamasıydı bence. Çünkü seçimlerden çok kısa bir süre önceydi. Ülkede kaos ortamı varken, Türkiye'nin geleceğinin konuşulduğu bir zamanda kendi aralarındaki bu eğlenceleri normalden iki kat göze battı. Bir de Buse de Merve de her şeylerini Instagram'dan paylaşıyorlar. Sosyal medyada yaşıyorlar. Bu konuda biraz daha dikkatli olmaları lazım. Çünkü Fatih Terim bu konuda çok hassas. Kızlarının üstüne de titriyor. Mümkün olduğunca magazin basınından da uzak durmaya çalışıyor. O uzak durdukça kızlar sosyal ortamda her şeyi paylaşıyorlar. Onlar paylaşmasa bile çevreleri çok geniş olduğundan illa ki biri paylaşım yapıyor. Fatih Hoca bunlara çok üzülüyor. Özellikle seçim arifesinde kızlarının bu haberle gündeme gelmesinden dolayı bir hayli üzülmüştür. Eminim kızlarını da uyarmıştır. Zamanlaması hariç, çok çocukça ve genççe bir şeydi yaptıkları. BİR DAHA YAN YANA GELMEZLER İki ünlü oyuncu, Canan Ergüder ile Tardu Flordun'un ilişkisi 2008 yılında başladı. Çift, 5 yıl boyunca sorunsuz bir beraberlik yaşadı. 2013 Haziran'ında ise ilişki bitti, çift de yollarını ayırdı. Ancak ikili, 4 ay sonra yeniden barıştı ve Taksim'de dudak dudağa görüntülendi. Herkes ilişkinin sürdüğünü sanırken Flordun, geçen hafta Beyoğlu'nda başka bir kadınla görüldü. Büyük aşk bitmişti. Ancak iddialara göre çift, kötü bir şekilde ayrıldı. Flordun'un Ergüder'i, beraber oturdukları Galata'daki evlerinde dövdüğü, olay sonrası Ergüder'in evi terk ettiği ortaya çıktı. Tardu Flordun'un şiddet konusunda dosyası epey kabarık. Ünlü oyuncu daha önce eski sevgilisi Arzu Yanardağ'ın burnunu ısırmıştı. Flordun'un 2006 yılında da H.M. adlı bir kadını bıçakladığına dair haberler medyada yer almıştı. Canan Ergüder'i ikinci bir şans için zar zor ikna eden Tardu Flordun, nasıl oldu da sevgilisini dövdü? Flordun'un şiddet eğilimi mi var? Bu haber beni çok şaşırttı. Bu duruma gelmeleri çok üzücü. Oktay Kaynarca'nın da şiddet uyguladığı için davalık olduğunu biliyoruz. Sanırım Canan Ergüder iş uzasın istemedi. İlişkiyi tamamen bitirmekle yetindi. Anadolu'daki insanları şiddet konusunda yargılarlar, eleştirirler ama demek ki bunun okumuşlukla ya da cahillikle, parasızlıkla ya da zenginlikle alakası yokmuş. Türkiye'nin gerçeği bu. Kesinlikle doğru bulmuyorum şiddete başvurmayı. Çok yanlış bir şey ancak bu tarz haberlerle maalesef sık sık karşılaşıyoruz. Bu olayın ardından artık bir daha onları yan yana görmeyiz. SayfaÖZGE'NİN YAPAMADIĞINI NESLİŞAH YAPTI Engin Altan Düzyatan, geçen ay İzmir'de aile arasında nişanlandığı Neslişah Alkoçlar'la, bu kez arkadaşlarının da katıldığı bir törenle ikinci kez yüzük taktı. Ünlü oyuncu, Düzyatan Ailesi ile Alkoçlar Ailesi'nin de hazır bulunduğu töreni, Beyoğlu'ndaki evinde düzenledi. Romantik anlara sahne olan geceye Düzyatan'ın diz çökmesi damga vurdu. Düzyatan, nişanlısına evlilik teklifinde bulundu, aldığı 'Evet' yanıtı alkışlarla karşılandı. Çift, daha sonra mutluluk pozları verdi. Sevgililer, tüm gece tebrikleri kabul etti. Çiftin düğününün de 24 Ağustos'ta İstanbul'da olacağı konuşuluyor. Engin Altan Düzyatan'ın, Neslişah Alkoçlar ile ilişkisi başladığından beri attığı her adım, yaptığı her sürpriz haber oldu. Birçok kişinin kafasında 'Sanki bunları, birilerinin gözüne sokmak için yapıyor' düşüncesi oluştu. Sizin bu konuda yorumunuz nedir? Neden her anları gazetelerde manşet oluyor? Engin'in peşinde derken yani tekrar beraber olalım diye değil, sadece görüşmek, konuşmak istiyormuş. Sonuçta çok ciddi bir ilişki yaşadılar. Güzel bir birliktelikti. Evliliğe giden bir ilişkiydi. Engin Altan Düzyatan'ın bu kadar evlilik meraklısı olduğunu bilmiyordum. Hatta duyduğuma göre ayrılma nedenleri de Özge'nin evlenmek istemeyişi, Engin'in evlenmek isteyişiymiş. Çok ilginç, genelde tam tersi olur kızlar evlenmek ister erkekler evlenmek istemez. Engin, Türkiye'deki en popüler erkek oyunculardan biri. O konumdaki birinin evlenme meraklısı olması şaşırtıcı. Kötü bir şey değil tabi ki bu, ne güzel bir an önce yuva kurmak istiyor ancak bu tarz bir durumu alışık olmadığımız için şaşkınız. Ne diyelim, helal olsun Neslişah'a. Engin'i önünde diz çöktürttü. Demek ki söyleyene değil söyletene bakmak lazım. Engin'i zorla diz çöktürtmedi. Adamın içinden gelmiş. Özge'ye bile böyle bir teklif yapmadığı için arkadaşları bile şaşırdı. Demek ki karşı cinsle alakalı bir durummuş bu. Birbirlerine hakikaten çok âşıklar belli ki. Yazın da evleniyorlar. Aileler de birbirini çok sevdi. Allah mesut etsin. Özge de artık bir takım şeyleri kabullenmeli. Zaten psikopat kızlar gibi Engin'i taciz edecek bir kız değil. Sadece Engin'i görmek istiyordu ancak Neslişah haklı olarak henüz imzayı atmamışken görüşmelerini istemiyor. Bu çok normal. Her an her şey olabilir diye düşünüyor sanırım.FULYA UGAN / Sabah.com.tr
Başbakan Erdoğan: 'Taksim'den Ümidinizi Kesin'
Parti grubunda konuşan Erdoğan, Mısır'daki idam kararlarıyla ilgili 'Bizden neden ses çıkıyor? Bizim ciğerimiz yanıyor ciğerimiz' dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Meclis'teki grup toplantısında gündemi değerlendiren açıklamalarda bulundu. 1 Mayıs kutlamaları konusunda son sözü söyleyen Erdoğan 'Taksim'den umudunuzu kesin. Devletle bir gerilime girmeyin. Kanun benim diyemezsin. Her zaman söylüyoruz. Başkalarının özgürlük alanına müdahale etmediği sürece herkes dilediğini yapar. Dilediğini ifade eder. Ancak başkalarının özgürlüğüne müdahale ediyorsa sokaktaki insana dükkandaki esnafa rahatsızlık veriyorsa emniyet güçleri ve hukuk devreye girer gerekeni yapar. Açık net söylüyorum biz bu konuda bir defa ilan ettiğimiz yerler dışında, Yenikapı ve Maltepe dışında yeri kabul etmiyoruz. Ben orada yapmayacağım illa burada yapacağım dersen bu çatışmaya ben hazırım anlamına gelir' dedi. 'CİĞERİMİZ YANIYOR' Mısır'daki idamlar konusunda sessiz kalan Avrupa ülkelerini de eleştiren Erdoğan '20 dakikada 529 idam kararı. AB'de idam yasak ama onlardan ciddi bir ses görmüyoruz. Diğer ülkelere bakıyoruz onlardan ses yok. Bizden neden ses çıkıyor? Bizim ciğerimiz yanıyor ciğerimiz. İman sıradan bir olay değil. Akif diyor ya imandır o cevher ki ilahi ne büyüktür imansız paslı yürek sinede yüktür. Biz inancımızın gereğini yapmaya mecburuz. Bunlara sessiz kalamayız' şeklinde konuştu. Erdoğan'ın açıklamalarından satırbaşları; Geçtiğimiz yıl Nisan ve Mayıs'ta Türkiye ekonomisi tarihin en başarılı dönemlerinden birine şahit olmuş ve her alanda tarihi rekorlar kırılmıştı. Gösterge faiz en düşük seviyeye düşmüş, BIST endeksi 93 binin üzerine çıkarak tarihi rekor kırmış, Merkez Bankası rezervimiz 136 milyar dolarla tarihin en yüksek seviyesine çıkmıştı. 14 Mayıs'ta IMF'ye borcumuzu sıfırlamıştık. 'HUZUR KADAR EKONOMİ DE HEDEF ALINDI' Gezi olaylarında ve 17 Aralık sürecinde Türkiye'deki huzur kadar ekonomi de hedef alındı. Bu hadiseler cereyan ederken belli odaklar uluslararası platformlarda karalama kampanyası başlattı. Uluslararası medyada boy boy ilanlar yayınlandı. Bunu ülkenin içinden birileri yaptı. Türkiye bir kriz ülkesi gibi gösterilmek istendi. İşveren örgütleri Türkiye'ye uluslararası yatırım gelmez diyerek bizi tehdit ettiler ve yatırımcıya gelmeyin çağrısı yaptılar. Ekonomiyi durduralım çağrıları yapıldı. 'BÜYÜMEYE DEVAM' Bütün bu kampanyalara rağmen moral bozma görüntüsü oluşturma kampanyalarına rağmen ihanet girişimlerine rağmen ekonomimiz dim dik ayakta kaldı. İstikrarla büyümeye devam etti. 2013 yılının tamamında yüzde 4 büyüme kaydettik. Milli geliri biz 2002 yılında 350 milyar lira olarak devralmıştık. Yani 350 katrilyon. 2013 sonunda 1 buçuk trilyon lira sınırını aştı. 1 trilyon 562 milyar yani eski parayla 1 katrilyon 562 milyar liraya ulaştı. Dolar bazında milli gelir 230 milyar iken şu anda 820 milyar dolara yükseldi. Kişi başına gelir ise 3500 dolardan 2013 itibariyle 10.800 dolara çıktı. 'TURİST SAYISI YÜKSELDİ' Borcun milli gelire oranı yüzde 73 idi. Şu anda yüzde 36... Bakın nereden nereye gerilemiş bulunuyor. Bunlarla beraber turizme bakıyoruz. Turizmde hamdolsun 2002'de gelirimiz 8 buçuk milyar dolardı. 2013'te 35 milyar dolara yükseldi. 13 milyon kişi gelirken 2013'te 35 milyona turist sayısı yükseldi. Şu anda biz oteller itibariyle yetiştiremiyoruz. Böyle bir konumdayız. 'ORANLAR ESKİ SEVİYEYE İLERLEMEKTE' Dünyanın ülkemize olan teveccühü anlamlıdır. Kampanyalara rağmen dünya ülkemizi önemli bir destinasyon olarak görüyor. İşsizlik enflasyon ve faiz de gerilimden çok ciddi derecede etkilendi. Şu anda da oranlar eski seviyelerine doğru ilerlemekte. MB rezervini biz 2002'de 27 buçuk milyar dolar olarak devralmış ve 136 milyar dolara çıkarmıştık. Yaşanan süreçte rezerv bir miktar düşse de 128 milyar dolar seviyesini yeniden yakaladık. Geçmişte bir anayasa kitapçığı fırlatıldığı için milyar dolarla kaybeden toplumun fakirleştiği ekonomi vardı. Şu anda ise demokrasi tarihinin en kirli darbeleri karşısında bile sarsılmadan ayakta duran bir yapımız var. 'YATIRIMLARIMIZ KATLANARAK DEVAM EDECEK' 30 Mart seçimleri demokrasi dış politika ve çözüm süreci için olduğu kadar ekonomi için de bir milat olma özelliği taşıyor. Artık ekonomi önünde de hiçbir engel yoktur. Türkiye istikrarla büyümeye ve milli gelirini artırmaya göstergelerini ileriye ulaştırmaya devam edecek. Küresel yatırımlarımız hızla devam ediyor. Bunun yanında eğitim sağlık adalet ve emniyet başta olmak üzere 81 vilayetteki yatırımlarımız da katlanarak devam edecek. Gezi olaylarında ve darbe girişimlerinde başarısız olanların inatla huzuru bozmak için çırpındıklarını görüyoruz. Acaba sokakları nasıl hareketlendiririm nasıl bir kaos ortamı oluştururm diye çaba sarfedildiğini görüyoruz. Mayıs ve Haziran yaklaşırken huzuru bozmak cam çerçeve kılmak esnafa zarar vermek gayesiyle birileri gerilim siyaseti üretiyor. Bunlar 30 Mart'ta gereken cevabı aldılar. Demokrasiye milli iradeye sandığa saygıları olmadığı için hala başka yerlerden medet umuyorlar. 30 Mart'ta millet söyleyeceğini sandıkta zaten söyledi. Bu aziz millet sokakta çatışma görüntüsü görmek istemiyor. Millet taşın sopanın molotofların egemen olduğu sokaklar istemiyor. Sokaklara şiddet görüntüsünün egemen olmasına izin vermedik vermeyeceğiz. Bazı STk'lar emekçi örgütler artık demokratik mücadele kültürünü demokratik gösteri kültürünü öğrenmelidir. 'EMNİYET GÜÇLERİ GEREKENİ YAPAR' Her zaman söylüyoruz. Başkalarının özgürlük alanına müdahale etmediği sürece herkes dilediğini yapar. Dilediğini ifade eder. Ancak başkalarının özgürlüğüne müdahale ediyorsa sokaktaki insana dükkandaki esnafa rahatsızlık veriyorsa emniyet güçleri ve hukuk devreye girer gerekeni yapar. 'KARANLIK ÖRGÜTLERİN ÜZERİNE BİZ GİTTİK' Türkiye'nin yakın tarihindeki karanlık noktaları aydınlatmak AKP olarak bizim en başından beri gayemiz oldu. Biz darbelerin üzerine giden bunları araştıran bir hükümetiz. Hatta darbe yapanların cezalandırılması için anayasayı değiştirdik. Faili meçhullerin üzerine biz gittik. Karanlık suç örgütlerinin üzerine biz gittik. Maraş olayları Sivas Çorum Gazi mahallesi olaylarını aydınlatmak için samimi girişimlerde bulunduk. 1 Mayıs 1977 taksim olaylarının aydınlatılması da gayretimiz oldu. Bütün bunlarda karşımızda statükoyu gördük. Karşımızda statüko partisi CHP'yi statükonun sivil toplum örgütlerini gördük. Biz Ergenekon ile kıyasıya mücadele ederken bu CHP ve yandaşları Ergenekon avukatlığı yuaptılar. Biz anayasayı değiştirirken aynı çevreler itiraz ediyor hayır diyorlardı. Biz karanlık olaylar aydınlansın diye çırpınırken birileri inatla ve ısrarla statükoyu savundular. 1 Mayıs'a hak ettiği değeri biz verdik. Sol mu verdi? CHP mi verdi? Aşırı uçlar mı verdi? MHp mi verdi? 1 Mayıs'ı 2008 yılında tatil ilan eden bizdik. Bunu biz yaptık. İşçilerimiz emekç.ilerimiz sendikalarımız için tarihi düzenelemeleri biz yaptık. Net asgari ücret yüzde 359 oranında arttı. Bizden önce asgari ücretler artmıyordu. Reel olarak asgari ücreti yüzde 69 oranında artıran biz olduk. Her zaman iş barışı ve diyalogtan yana olduk. Biz işçinin emekçinin kazanımlarını nasıl artırırız ekonomiyi nasıl büyütürüz diye çaba gösterirken birilerinin emekçi görüntüsü altında huzura istikrara kastetmesini asla kabul etmeyiz. Emek ve dayanışma gününü kutluyorum diyerek esnafa sokaktaki insana zarar verilmesini sineye çekemeyiz. 'İSTANBUL'DA MİTİNG YAPILACAK ALANLAR BELLİDİR' Buradan ekranları başında bizi izleyen milletime de sesleniyorum. Sendikalara sesleniyorum. STK'lara sesleniyorum. Ülkemizde miting yapılacak alanlar bellidir. İstanbul'da miting yapılacak yerler bellidir. 1 Mayıs'ı kutlamak isteyen yasaların izin verdiği yerde kutlamasını yapar. Kutlamaya mani bir hal yok. Şu an itibariyle Yenikapı özel hazırlanmı miting alanıdır. Denize dolgu yapılarak bir alandır. Yaklaşaık 750 bin metrekarellik bir alandır. Gel burada mitingini yap. Burası bana ufak geliyor diyorsan o zaman Maltepe'de 1 milyon 250 bin metrekarellik bir alan ar. Orada da miting yapabilirsin. 'BUNDAN SONRA KADIKÖY'DE MİTİNG YAPILMAYACAK' Bu sene son olarak Kadıköy miting alanı olarak müsade edildi. Çünkü Maltepe bitmemişti. Bundan sonra Kadıköy'de de miting yapılmayacak. Çünkü burada yaşayan insanlar çok bedel ödedi. Bayram günü eza cefa günü olamaz. Eğer barışı kutlayalım diyorsak en güzel şekliyle adeta festival havasında eğleneceksek buyrun Yenikapı buyurun Maltepe diyoruz İstanbul için... 'TAKSİM'DEN BİR DEFA ÜMİDİNİZİ KESİN' Biz AK Partili belediyelere gelin daha küçük alanlar da oluşturalım dedik. Buralar kendisine büyük gelenler oralarda mitinglerini yapsınlar dedik. Bunun da hazırlıkları yapılıyor. Başbakan olarak söylüyorum. Taksim'den bir defa ümidinizi kesin. Gelin buyurun Yenikapı... Orası olmazsa Maltepe... Buyurun orada yapın. Devletle bir gerilime lütfen girmeyin. Halkın huzurunu kaçırmayın. Barış gününü çatışmaya dönüştürmeyelim terörize etmeyelim. 'İLLA ORADA YAPACAĞIM DERSEN...' Açık net söylüyorum biz bu konuda bir defa ilan ettiğimiz yerler dışında, Yenikapı ve Maltepe dışında yeri kabul etmiyoruz. Ben orada yapmayacağım illa burada yapacağım dersen bu çatışmaya ben hazırım anlamına gelir. Ki buna da biz asla müsade etmeyiz. Bunu bilmeleri gerekir. Çünkü herkes yapacağı her işi hukuk içinde yapmalıdır. Ben hukuku zorlayarak kanun benim dersen kusura bakma kanun sen değilsin. Bu ülkenin kanunları vardır sen de bu şekilde yaparsın. 'BELKİ SENEYE GİDİP MALTEPE'DE YAPACAĞIZ' Biz nasıl gidip mitinglerimizi gösterilen yerde yaptıysak sen de yapacaksın. Orada Biz Yenikapı'da yaptık 2 buçuk milyon kişi toplandı yetmiyor. Belki seneye gidip Maltepe'de yapacağız. 'TAKSİM ISRARINA İYİ NİYETLE BAKAMAYIZ' Taksim ısrarına biz hiç kimse kusura bakmasın artık iyi niyetle bakmayız, bakamayız. Sokak eylemleri şiddet ve vandalizimle bir yere varılamayacağını herkes anlamıştır. Sendika başkanı burası bizim kutsalımızdır diyor. Lafa bak ya. Nasıl bir kutsalsa... Yani orada eğer belli bir kabir ziyareti yapacaksan veya orada bir anıtı ziyaret edeceksen Yönetim Kurulu olarak gider çelenk koyarsınız ondan sonra da orada biliyorsunuz metro da var. Bak sizin için metro da yaptık. Taksim'den Yenikapı'ya metroyla geçersin. O gün hatta resmi taşıma araçlarını ücretsiz de yaparız. E daha ne yapacağız ya. Her şeyi yapıyoruz. Bütün imkanları hazırlıyoruz. İlla ben burada yapacağım diyorsun. Kusura bakmasın. Birileri Türkiye'yi Mısır ve Ukrayna'daki neticelere ulaştırmanın gönüllerinden geçtiğini biliyoruz. Millet bir yıldır sabır ve tahammülle sokaklardaki şımarıklığı izliyor. Bu millet sokağa çıkmadı ama sandığa giderek mesajını net olarak verdi. Millet huzur ve istikrar istediğini gayet net biçimde ortaya koymuştur. 'BAŞTA MUSTAFA KEMAL OLMAK ÜZERE...' Yarın TBMM'nin açılışının 94. yıl dönümünü bu vesileyle de Milli Egemenlik ve Çocuk bayramını idrak edeceğiz. Bu vesileyle Gazi M. Kemal başta olmak üzere Kurtuluş savaşı gazi ve şehitlerini minnetle yad ediyorum. Çocuk bayramının ülkemiz ve dünya çocukları için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. 94 yıl önce ilk Meclis'te vazife alan Kurtuluş Savaşı'nı sevk ve idare eden tüm vekillere de buradan bir kez daha rahmet ve şükran duygularımı iletiyorum. 16 Mart 1920'de 600 yıllık Osmanlı'nın son başkenti olan İstanbul işgal edilmiş bir dönem sona ermiş bir devlet resmi olarak tarihe karışmıştır. Ankara'da yeni bir devletin şekillenmesi için yeni bir mücadele başladı. Bir meclis için çalışma yapılırken Osmanlı Meclisi Mebusanından milletvekilleri bu meclise çağrılmış ayrıca Anadolu'nun çeşitli vilayetlerinde seçimler yapılmıştır. 'DIŞLAYAN BİR MECLİS KABUL GÖRÜR MÜYDÜ?' Türkler ve Kürtler gibi Lazlar Çerkezler Boşnaklar Arnavutlar Romanlar ve Gürcüler.. Velhasıl tüm etnik gruplar kurucu unsur olarak var oldular. İlk meclis kimsenin kimseye üstünlüğü olmayan bir meclisti. Kibirle yaklaşmadığı bir meclisti. Eğer ilk meclis böyle bir hoşgörünün üzerine bina edilmeseydi Kurtuluş savaşı yapılamaz yapılsa da zafer mümkün olmazdı. Misak-ı Milli içindeki Kürtleri Arapları Lazları Gürcüleri Romanları diğer tüm etnik grupları dışlayan bir Meclis kabul görebilir miydi? Kuvayı Milliyeyi sevk ve idare edebilir miydi? Mütedeyyinleri sakallıları başörtülüleri dışarda bırakan bir meclis düşman önüne çıkaracak kahraman neferleri bulabilir miydi? İşte biz 12 yıldır 23 Nisan 1920'deki bu manzararnın bu fotoğrafın üzerinde hassasiyetle duruyor ve hatırlatıyoruz. 'BUGÜN BUNU GÖRMEYENLER VAR' İlk meclis rasgele açılan bir meclis değildi. Hatmi şeriflerle binlerce onbinlerce salatı tefriciyeler ve kurbanlar kesilerek cumayı müteakiben Hacı Bayram Camiinden yürüyerek birinci meclise geliniyor ve öyle açılıyor. Bina edildiği o manevi yapı ortada. Bunu bugün göremeyen bir halk parti zihniyeti var. Bunu bugün göremeyenler var. Bu parlamentoda olup da göremeyenler var. Niye? Görmek istemiyorlar. 'İNANCIMIZDAN KAYNAKLANAN BİR GÖREVİMİZDİR' Bizim Suriye'ye uzanan elimizi inkar edenler var. Mısır Libya Tunus'a Myanmar'a uzanan elimizi görmek istemeyenler var. Bu sabah Patani'de Budistlerin baskısı altında olan ve son günlerde yüzlerce binlerce oradaki Müslümanın öldürüldüğü bir tabloyu izliyorum. Orada bir yaşlı Müslümanın Türkiye'ye duasını izledim. Bizlere duasını izledim. İsim vererek o duayı izledim. Düşünebiliyor musunuz o oradan bize dua ediyor. Şu ifadeyi kullanıyor: Erdoğan sabret... Ve ağlıyor. Ve Türkiye'ye dua ediyor. Türkiye bizim yanımızda oldu diyor. Yalnız bırakmadı diyor. Ama bunu bu çatının altında anlamayacak kadar zavallı olanlar var. Çünkü onların böyle bir derdi sıkıntısı yok. Ama biz tevarüs ettiğimiz bir miras var. Biz devleti aliyeyi osmaniyenin bıraktığı miras üzerine gelmiş bir nesiliz. Dolayısıyla bizim ecdadımız Açe'ye nasıl gitmişse Hint Yarım Adasına nasıl gittiyse dünyanın her hangi bir yerinde zulüm varsa oralara gitmek tarihi görevimiz olduğu gibi inancımızdan kaynaklanan bir görevimizdir. 'KAPIMIZI AÇARIZ, YEDİRİRİZ, BARINDIRIRIZ' Şu anda Suriye'den ülkemize gelenlerin sayısı nerdeyse 1 milyona yaklaştı. Biz Suriye'den bize sığınan bu kardeşlerimize kapılarımızı kapatıp Suriye'de ölün mü diyeceğiz? Bunu diyebilir miyiz? Böyle bir hakkımız var mı? Bırakın Suriye'deki Müslümanı bir başkası imdat diye kapına sığınsa ona kapını açmak zorundasın bizim insanlık anlayışımız bu. İnancımızdan gelen anlayışımız bu. Kapımızı açarız, yediririz ve barındırırız. Ama bu CHP'de bu anlayış yok. O zalim Esed'in yanına adamlarını göndermekle beraberlik mesajı verdi. Darbecilerin yanında oldu. Bunlar geçimişi itibariyle darbeci. Mısır'da Sisi'nin yanında oldu. '20 DAKİKADA 529 İDAM KARARI' Şimdi o darbeci Mısır'da Cumhurbaşkanlığına hazırlanıyor. Orada binlerce insan öldürülecek Esmalar öldürülecek 529 idam ilan edilecek dünyanın sesi çıkıyor mu? Dünyaya sesleniyorum. ülkeme sesleniyorum 529 idam kararı, daha onaylanmadı, onaylanır veya onaylanmaz işte bir kısım yargı belası demek ki her ülkede var. 20 dakikada 529 idam kararı. AB'de idam yasak ama onlardan ciddi bir ses görmüyoruz. 'CİĞERİMİZ YANIYOR CİĞERİMİZ' Diğer ülkelere bakıyoruz onlardan ses yok. Bizden neden ses çıkıyor? Bizim ciğerimiz yanıyor ciğerimiz. İman sıradan bir olay değil. Akif diyor ya imandır o cevher ki ilahi ne büyüktür imansız paslı yürek sinede yüktür. Biz inancımızın gereğini yapmaya mecburuz. Bunlara sessiz kalamayız. Bu adımı atmak için bu ülkede biz her bir sorumluluk makamında olan sesini yükseltmek durumundayız. STK'lar sesini yükseltmelidir. Türkiye'de bazı STK'ların dışında bakıyorsunuz diğerlerinden özellikle solla dans edenlerden ses çıkmıyor. Hani idamlara karşıydınız. Hadi konuşsanıza. Sesinizi yükseltsenize. Bütün bunlara rağmen ne diyoruz? Zalimler için yaşasın cehennem. Olay budur. 'KİMSENİN KİMSEYE ÜSTÜNLÜĞÜ YOK' Bizim yeni Türkiye anlayışımız 23 Nisan 1920'deki anlayışla birebir uymaktadır. Her bir ferdin bu ülkenin kurucu unsuru olduğu anlayışıdır. Elinde silahı olanın elinde silahı olmayana üstünlüğü yoktur. Elinde parası olanın olmayana üstünlüğü yoktur. Gazetesi televizyonu olanın olmayana üstünlüğü yoktur. Okumuşun ümmiye Türkün Kürde şehrilinin köylüye üstünlüğü yoktur. Hiçbir zümrenin diğeri üzerinde üstünlüğü yoktur. 77 milyonun her bir ferdi kurucu unsurdur. Türkiye cumhuriyetinin sahibidir. Tek bir kişinin ve ailenin sultasını cumhuriyet sona erdirirken, yeni diktatörler yönetici elitler ya da milli şefler tesis etmek için kurulmamıştır. 'BENİM ÖYLE BİR HAYALİM VAR Kİ..' Ailesi gelir durumu etnik kökeni ayırt etmeksizin herkes eşittir. Türkiye'nin istikbalini tayin hususunda dağdaki çoban da üniversitedeki profesör de aynı derecede söz sahibidir. Cumhuriyetin hemen ardından tek parti öyle bir baskı oluşturmuştur ki bu ülkenin asıl sahipleri kurucu unsurları yani çoğunluk kendini dışlanmış hissetmiştir. Darbeler azınlığı iktidara taşırken çoğunluğun hukukunu ayaklar altına almıştır. İşte Yeni Türkiye bu çarpık gidişin son bulduğu bir Türkiye'dir. Biz 12 yıldır Türkiye'yi hayalleriyle buluşturmanın mücadelesiniv eriyoruz. Benim öyle bir hayalim var ki gerçek olmasını çok arzu ediyorum. 77 milyonun her ferdinin bu ülkenin asıl sahibi olarka hisssetmesini başını öne eğmeden dimdik durmasını arzu ediyor samimi hayaliyle yaşıyorum. 'BU HAYALİNİ MÜMKÜN HALE GETİRMENİN GAYRETİNİ VERİYORUZ' Biz böyle bir haylin peşindeyiz. Bu hayali mümkün hale getirmenin mücadelesini veriyoruz. Çetelerle mücadele ederken bu hayalin peşinde koşuyoruz. Belli zümrelerin tahakkümüne son verirken bu hayalin özlemiyle gayret gösteriyoruz. Azınlığın çoğunluğa baskı kurduğu bir iklimden ülkeyi çıkarıp herkesin birbirine aynı nazarla baktığı bir iklimi inşa ettik ediyoruz. Hep söyledik Türkiye sesi çok çıkanların egemen olduğu bir ülke değildir. Türkiye sokaklara çıkıp şımarıkça camı çerçeveyi indirenlerin tahakküm kurduğu bir ülke değildir. Türkiye parası olanın düdüğünü çalacağın manşet atanın rota çizeceği bir ülke değildir. Kardeşlerimin bu hissiyat içinde olmasını istiyoruz. Dünyadaki tüm kardeşlerimizin güçlü bir devlet olan Türkiye'nin yanlarında olduklarını hissetmesini istiyoruz. 30 Mart öncesinde kendisini imtiyazlı zanneden kibir abideleri kaybetmiş milletten cevabını almıştır. Millet en ağır saldırılar karşısında gücünü iradesini tüm dünyaya hissettirmiştir. Azınlığın çoğunluğa tahakküm ettiği dönemler bir daha geri gelmemek üzere bitmiştir. 'ONLAR HİÇBİR ZAMAN İNŞAA ETMEYE GELMEZ' 2007 yılında cumhuriyeti daha da güçlendirmek milli egemenliği ve demokrasiyi tahkim etmek için çok önemli bir anayasa değişikliği yaptık. Türkiye büyük millet meclisinin her kurum ve iradenin üstünde olduğunu gösterdik. CHP MHP BDP karşı çıktı. AK Parti olarak biz 330'u yakalayarak millete gittik. Millet ne dedi? Yüzde 58 ile 26 maddelik paketi onaylıyourz dedi. Bu değişiklik ile bu güne geldik. Bir anayasa... Yeni anayasa yapalım dedik. Biz 327 vekille Anayasa uzlaşma komisyonunda 3 kişiyle temsil edildik. Toplamda 227 vekille karşımızda 9 kişiyle temsil edildiler. Ne oldu? Yeni anayasaya evet dediler mi? Mutabık kalınan 60 madde var. Meclis başkanı böyle yürümez dedi. Ana muhalefet dedi ki, bunları meclisten çıkarmaya varız. Öyle deyince ben de arkadaşlarıma tamam dedim. CHP'nin genel müdürü arkadaşlarım yanlarına gidince dediler ki hayır, MHP ve BDP de evet desin. İkimizin oyu buna yetiyor. Gel çıkaralım dedik. 4 parti bunlarda mutabık. 60 maddeyle ilgili mecliste çalışma yapalım 15 günde çıkaralım iki parti olarak. Orada da mızıkçılık yaptılar. Çünkü onlar hiçbir zaman inşa etmeye gelmez. Yıkmaya gelir. Olumsuzluğun yanında negatif olmanın yanında oldular. Ama biz ne yaptık Allah'ın izniyle Türkiye'de artık gerilim olmaktan çıksın. 20 milletvekili ya da siyasi partilerin göstereceği uygun her aday milletin huzuruna çıkacak milletten yetki alırsa Cumhurbaşkanı olacak. 'ONLARIN DA KANAATİNİ ALACAĞIZ' AK Parti olarak 10 Ağustostaki seçimler için istişarelerimiz yoğun şekilde devam ediyor. Biz bir istişare partisiyiz. Her işimizi istişare ile yaparız. Bugüne kadar böyle yaptık. Geçtiğimzi hafta milletvekillerimizle yani sizlerle görüştük. Ardından genişletilmiş ilbaşkanları toplantısı yaptık. Kanaatleri aldık. Büyük kongre delegelerimiz kadın ve gençlik kollarımızla bu hafta bir araya geliyoruz. Onların da kanaatini alacağız. Kanaat önderleriyle görüşmelerimiz oluyor ve olacak. Cumhurbaşkanımızla da bu konuyu ele alıp değerlendireceğiz. 'NEDİR BU TELAŞ O ZAMAN?' MHP'nin genel başkanı bu işe iki kişi karar veremez diyor. E sen mi vereceksin kararı? Yani biz bu kadar geniş bir istişare yapıyoruz bu arada da C.başkanımızla da böyle bir konuyu açık net değerlendiririz. Nihai kararı ise millet verecek. Bu kadar siyasetin acemisi bir çırak. Bu işlerden anlamıyor. Nihai kararı millet verir. Bu noktada cumhurbaşkanlığı çantada keklik değil. Millet verecek kararı. Nedir bu telaş o zaman? 'İŞTE BELGE, NE BELGESİ' Öbür tarafta CHP'nin genel müdürü de tutuşmuş. Kendi içlerinde de birbirlerine girdiler. Pensilvanyayla neden bir araya geldiniz. Olacak olan buydu. Bunlar kime yar oldu ki size yar olsunlar. Tek ceketle yola çıktı şu anda milyarlarca liralık dava açıyor. Bunların parasını nerden buluyorsun. Tek ceketi vardı onu da kaybedecek. Tazminat davalarıyla heralde ciddi bir rakam toplayacak inşaatın kalan kısmını tamamlayacak. Şu dönemde yargının tüm kurumları içinde olanlar ortadadır. Adana olayı ortadadır. Hala utanmadan sıkılmadan yazdıkları ortadadır. Neyi yazıyorsun neyi çiziyorsun sen bu ülkenin başbakanını bakanları dinleyeceksin bunu da kalkacaksınız dinleteceksiniz utanmadan sıkılmadan belge diyeceksin. İşte belge... Ne belgesi... Kalkıp da bunu söyleyemiyor. Bu ülkenin başbakanı nasıl dinlenir diyemiyorlar. 'NASIL GİRERSİNİZ İNSANLARIN MAHREMİNE?' Bakanların konuşmaları nasıl dinlenir diyemiyorlar. Devleti kendi dinleme seanslarını yapacak yer haline getirdiler. Bunu savunacak kadar alçaklar. Bunun savunulur bir yanı var mı? Sizin adalet anlayışınız bu mu? Nasıl girersiniz insanların mahremine? Bu denli bu işin maalesef şu anda istikameti kaybolmuş ve istikametini kaybetmiş bu takım son çırpınışlarını yapıyor. Biz gereğini yapacağız. Bunun için de tüm vekil arkadaşlarıma görev düşüyor. Siz milletin vekilisiniz. Bu millet yüzde 45 buçukla meydanlarda ne dedi, biz bunların yolsuzluk yaftalarına inanmıyoruz dedi. Bu iftirayı atanlara sizler gereken cezayı vermelisiniz. Bunların elinde hep söyledim şantaj kasetleri var. Bu devletin en tepesinden en aşağısına kadar. C. Başkanının da şantaj kasedi var benim de vardı genelkurmayın da vardı. Ben dedim ki açıklamazsanız namertsiniz diyorum. Açıklayın diyorum. Şahsımla alakalı bir şey bulamadılar bulamayacaklar. Benim bakanlarımla çocuklarımla konuştuklarımı verebildiler. Veremeyecekler bulamayacaklar çünkü bunlarda o şeref yok. Geçen söyledim ya düşman bile bu şerefsizliği yapmaz. Bunlar bunu yaptı! Değerli kardeşlerim bizim aldığımız terbiye farklıdır. Biliyorsunuz Hazreti Ali düşmanı öldürmek için yatırıyor tam boynunu vuracak düşman tükürüyor. Tükürdüğü anda Hazreti Ali onu öldürmekten vazgeçiyor. Şu ana kadar seni inancımın gereği için öldürecektim ama nefsim karışır diye vazgeçiyorum diyor. Tablo budur. Vicdansızca hareket ettiler. Şimdi de farklı gayretlerin içindeler. Biz de AK Parti olarak elimizden geleni yapacak bu devleti bu Haşhaşilerden Allah'ın izniyle temizleyeceğiz. haberler.com
Derya Büyükuncu: "Elime 500 Bin Liranın Yarısı Bile Geçmedi"
Acun Medya tarafından 2011 yılında düzenlenen ‘Survivor Ünlüler-Gönüllüler’ yarışmasında türkücü Nihat Doğan’a karşı birinciliği elde eden ve 500 bin TL’lik para ödülü kazanan milli yüzücü Derya Büyükuncu, yarışmanın finalinde kazandığı paranın yarısını işitme engelli çocuklar yararına çalışan bir vakfa bağışlayacağını söylemişti. Acun Medya tarafından bu bağış sözünü tutmamakla suçlanan Büyükuncu, ilk kez Sözcü gazetesine konuştu. ABD’ye kaçtığınız konuşuluyor ama siz buradasınız öncelikle bununla başlayalım. Valla beni nasıl buldunuz bilmiyorum, şaşırdım hatta içimden dedim CIA veya Interpol girdi mi araya! Şaka bir yana hakkımda son 1-2 haftadır haberler yapılıyor, ben de konuşma gereği duydum. Ben 20 yıldır ABD’de yaşıyorum. İnsanın yaşadığı yerde olmasını ‘oraya kaçtı’ gibi göstermek ancak bizim ülkemizde olur. 'TAAHHÜTLER YERİNE GELMEDİ' Hakkınızda yapılan haberleri nasıl değerlendiriyorsunuz? O haberlere bakarak bazı insanların benim 500 bin lira aldığımı düşünmeleri normal çünkü böyle bir ortam yaratıldı. Haberlere baktığımız zaman, bir kere ben Acun Abi’yi çok severim ve sayarım, onun da beni sevdiğini düşünüyorum, onun ağzından ya da onun söylemiyle yazılmış bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ve düşünmek de istemem. Siz 500 bin lirayı aldınız mı? Aslına gelirsek benim elime 500 bin liranın yarısı bile geçmedi. Peki neden geçmedi? Çünkü verilen taahhütlerin hiçbiri yerine getirilmedi, ben almış olduğum parayı da yarışma bittikten çok çok uzun zaman sonra aldım. Kaç ay veya kaç yıl sonra aldınız? Yaklaşık 2 seneyi geçti. İmzalanan senetler ödenmedi. Haliyle siz de ödemeler yapılacak diye bekliyorsunuz, ona göre planlar yapıyorsunuz. Bunlar yerine getirilmeyince çok zor durumda kaldım. Herkesin yapacağı gibi hakkımı aramaya çalıştım. 'SENETLERİ ÖDEMEDİLER' Hukuk yoluna mı başvurdunuz? Avukat tuttum, normal işlemlere başladılar. Protestoydu, haciz işlemleriydi… Ama yine de elimize bir şey geçmedi bütün bunlara rağmen. Sonra avukatlarım bir anlaşmaya vardı. Bu süreçte hem benim hem diğer tarafın avukat masraflarını ben karşıladım. Ve çok büyük paralar ödedim. Parayı alırken de almam gereken faizi almadım. Hal böyle olunca benim elime tabii ki 500 bin liradan daha az bir para geçti. Ve bu süreç yaşanırken hiçbir zaman birisi hakkında ya da birileri hakkında çıkıp tek kelime etmedim. Peki niye çıkmadınız? Ben böyle işlerin daha sakin, anlaşmaya dayalı şekilde yapılabileceğini düşündüm. Şimdi gazetelerde deniliyor ki bağış yapmadı ya da yapmayacak. Ben hiçbir zaman bağış yapmayacağım demedim. Tabii ki ben normal olan hakkımı aldıktan sonra geri kalan kısmını bağışlayacağım. Acun Medya’nın 3 aydır size ulaşamadığı ve bağış yapacağınızın kontratta yazılı olduğu söylendi. Sözleşmede böyle bir şey var mı? Sözleşmede bu var. Ben zaten hiç bir zaman vermeyeceğim demedim. Ancak 500 bin TL’nin tamamını almadan hiçbir ödeme yapmam. Şu ana kadar kimse ile görüşmüş değilim. Ancak siz nasıl bana ulaştıysanız onlar da ulaşabilirdi. Demek ki telefon numaranızı değiştirmediniz ? Hiç öyle bir şey yok. Uzun süredir aynı numarayı kullanıyorum. Geçen gün AVM’de yakalandığınız haberi vardı. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz? Gazetecilerden kaçtığım söylendi, yazıldı. Türkiye’den kaçtığım söylendi. Kaçacak olsam AVM’de olmam. Ayrıca resmini çeken ya da orada olan gazeteciye açıklama yapmak zorunluluğum da yok. Her önüme çıkan gazeteci ile konuşsam başka bir şey yapamam. 'BAŞARIM HABER OLMADI' İşitme Engelliler Derneği’nden sizi arayanlar oldu mu? Yok hayır… Ama yakın zamanda görüşeceğiz. Dediğim gibi ben en kısa zamanda bunu halledeceğim. Bağış parasıyla ev almışsınız? İnanın ben de bazı şeyleri gazetecilerden öğreniyorum mesala villa aldığımı, hatta öldüğümü bile ben gazetelerden öğrendim. Okuyunca soru işareti oluyor insanda… ‘Ben öldüm mü? Öldüm de haberim mi yok?’ diye şaşırıyorsun. Ben 32 sene spor yaptım bu ülke için. 28 sene milli takım formasını giydim, dünya şampiyonalarında madalyalar aldım, 500’den fazla rekor kırdım. Ama bunlar hiçbir zaman yanlış haberlerim gibi manşet olmadı. Bundan sonrası için süreç nasıl ilerleyecek? Çok hızlı ilerleyecek. Ama en iyisini avukatlarımbilir. Sonuçta ben yapılan haberler üstüne konuşuyorum. Tabii ki hukuksal yönlerini onlar kadar bilmiyorum. O nedenle şu anda bir şey söylemem doğru olmaz. Biz kısa sürede yapmamız gerekeni yapıp bu işi tatlı sonuçlandıracağız. Son olarak neler söylemek istersiniz? Söyleyeceğim her şeyi söyledim aslında. Ben karakterimi, duruşumu hiçbir paraya değişmem, satmam. Bu bağış tabii ki olacak, herkesin gördüğü gibi hiçbir yere kaçtığım yok. Herkesin içi rahat olsun diyorum. Vatan
1949'un Tv  Tabuları
TV hayatımıza onlarca yıl önce girmiş olsa da orada olanlar hâlâ çok konuşuluyor. Bir eğlence programına katılan dansözün giydiği kıyafetin olay olduğu yıllar çok da uzağımızda değil. Öpüşme sahneleri hâlâ ertesi günün gazetelerinde manşet oluyor ve ardından gelen “Araya yastık koyduk” açıklamalarıysa çok daha taze… Televizyonun Amerikalıların hayatına girmesiyse 1940′larda oldu. Günümüzde bile birçok ‘tabu’ya sahip TV’de 60′ların ortalarına kadar evli çiftlerin aynı yatakta olduğu sahneler bile gösterilemezdi. My Retrospace adlı blogda yayınlanan 1949′a ait ‘Television Taboos’ (Televizyon tabuları) isimli bu dergi yazısı o yılların komik yasaklarını hatırlatıyor. Anlaşılan o yıllarda dar kazaklar ve keyifle içki içmek TV’ye göre değildi. Gelin TV’nin ‘Jersey Shore’lu, ‘Bugün Ne giysem’li günlerinden İkinci Dünya Savaşı sonrasına bir yolculuk yapalım. İşte 1949 yılında bir Amerikan dergisinde yer alan makaleye göre o yılların TV tabuları: “TV henüz emekleme döneminde olsa da oldukça sağlıklı bir bebek, ancak sansürler etiği hakkında endişe veriyor. Televizyon tabuları (hoş genç aktrislerin yapmaması gereken şeyler) gittikçe artıyor. Örneğin TV kızları çok fazla bacak ve göğüs gösteremez. İçini gösteren dantelli iç çamaşırları, dar kazaklar giyemez. Öpüşme sahneleri ise ağırbaşlı ve soğuk olmalı. Eğer öpüşme ateşli bir hal alırsa ateşli çiftimiz kararmaya başlar ve yerlerini siyah ekran alır.”
Star'da Başbakan Rahatsız Olur Diye Gül Sansürlenmiş...
Star Gazetesi Yazı İşleri Müdürlüğü’nden yayın politikasına tepki göstererek istifa eden Ertuğrul Doğan, mutfakta neler olduğunu T24'ten Hazal Özvarış’a anlattı Uzan Grubu’nun sahibi olduğu gazete Fatih Çekirge ve Yılmaz Özdil’e emanet edildikten yaklaşık üç yıl sonra ailenin önde gelen üyesi Cem Uzan Genç Parti’yi kurdu. Ve süreç Türk basını için şaşırtıcı olmayan bir seyirde ilerledi. 2002 seçimleri yaklaşırken manşetlerini “İktidara 15 gün kaldı” benzeri başlıklar süsleyen Star’da vazgeçilmez görsel kolları kıvrılmış beyaz gömleğiyle Cem Uzan oldu. Star gazetesi zorlanmadan partinin yayın organına dönüşmüştü. Fakat Star’ın parti bülteni olması işe yaramadı. Genç Parti yüzde 7,24 oy oranı ile seçim barajına takıldı ve galibiyeti önlerindeki iki genel seçimi daha birincilikle kazanacak Adalet ve Kalkınma Partisi aldı. Seçimden bir sene sonra Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF), Uzanlar’a ait Çukurova ve Kepez Elektrik’e el koyunca Star, Tayyip Erdoğan tarafından dava edilecek şu manşeti attı: “Gücün buna mı yetiyor kalleş” TMSF, 2004′te bu kez İmar Bankası’nın borçları nedeniyle Star gazetesi ve Star TV de dâhil olmak üzere Uzanlar’a ait 219 şirkete el koydu. Star, çok geçmeden Kıbrıslı bir Türk olan iş adamı Ali Özmen Safa tarafından Kanal24′ün isim hakkıyla ile birlikte TMSF’den satın alındı. 2007’de kalp krizi sonucu hayatını kaybedecek eski Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Hasan Doğan ile Ethem Sancak Star Medya Yayıncılık A.Ş.’ye ortak oldu. Başbakan için “Başbakan şu anda en önemli idölüm. Adamın sevdalısıyım” diyen Sancak, yakın zaman sonra tek sahibi olacağı Star’ı alış hikâyesini şöyle anlatacaktı: “Tayyip Bey köşeye sıkıştırılmıştı, parti kapatma davaları, 367 kararı vs. Basın tek sesli, onu boğmaya çalışıyor. Hasan Doğan’la ‘Onun için ne yapabiliriz?’ diye konuştuk. Dedik ki, “Basın alanında tek sesliliği kıralım.(…) Star’ı büyüttük. Gazetenin yetmediğini anladık. İtibarsızlaşmış da bir gazeteydi. 24 televizyonunu kurduk. Ben tamamen ideallerim için, ona daha iyi hizmet edebilmek için girmiştim o işe.” Böylece Star’ın aidiyeti Genç Parti’den alınıp AKP’ye verildi. Bugün künyesinde “İmtiyaz sahibi” olarak eski AKP Erzincan Millietvekili Tevhit Karaya’nın yer aldığı Star’ın ortakları arasında Rixos Otellerinin patronu ve 1.3 milyon dolara Haliçport ihalesini kazanacak olan Fettah Tamince ile Petkim’in sahibi Azeri devlet enerji şirketi Socar var. Künyesinde yer alan isimler değişse de misyonu baki kalan Star’ın mutfağında neler olduğunu öğrenmek için Star Gazetesi Eski Yazı İşleri Müdürü Doğan Ertuğrul ile buluştuk. Ertuğrul, Alev Er’den sonra genel yayın yönetmenliğine gelen Mustafa Karaalioğlu’nun Star’ında 7 yıl mesai yaptı. Gazetedeki son 4 yılını yazı işleri müdürü olarak geçiren Doğan Ertuğrul, Mart ayında şu ifadelerin yer aldığı bir veda mesajıyla artık Yusuf Ziya Cömert’in yönettiği Star’dan istifa etti: “Türkiye’nin yaşadığı bu cinnet halinden medya fazlasıyla nasibini almış, haber değeri taşımayan ve algı yönetimi daha doğru ifadeyle kara propaganda amacı güden ‘haberler’ gazete ve televizyonların rutini haline gelmiştir. Bu nedenle yıllarca sahiplenerek görev yaptığım gazetemde benim açımdan sorumlu ve dengeli bir gazetecilik yapma imkanı kalmamıştır.” Ayrılmak zorunda kaldıkları medya gruplarında yazıları yayımlanmamasına rağmen “Sansüre uğramadım” diyebilen gazetecilerin de var olduğu bir camiada zülfüyare de dokunarak Doğan Ertuğrul’a Star’dan ayrılmasına neden olayları, “kara propaganda” dediği haberlerin neler olduğunu, Ergenekon davasını ele alırken Star’ın üslubunu ve Gezi Parkı eylemleri sürecinde yazı işlerinde neler yaşadıklarına kadar pek çok soru yönelttik. Doğan Ertuğrul’un T24′e anlattıkları, Star gazetesindeki Erdoğan barajının altında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de kaldığını, sansür tartışmasının Gezi Parkı protestolarına destek veren Cem Yılmaz’a kadar uzandığını da ortaya koyuyor. Star’dan sonra serbest gazeteci olarak çalışmak üzere yerleşmeyi planladığı Lübnan’dan yaptığı kısa Türkiye ziyaretinde Doğan’ın T24’ün sorularına verdiği yanıtlar aşağıda. Türkiye’de medyanın nasıl bir dönemden geçtiğine içeriden anlatımlarla tanıklık etmek üzere buyrun. ‘Star’da ben dâhil birçok editör Kabataş haberine itiraz etti’ Türkiye basınında yerleşik gelenek “Bâb-ı Âli 40 odalı bir konak, bir odadan çıkar, diğerinden girersiniz” diye ifade edilirken, siz Star’dan ses getiren bir açıklamayla ayrıldınız. Taşan bardağınızı hangi damlalar doldurdu? Keşke 40 odadan birinden çıkıp diğerine gitmek bugünkü piyasa şartları içerisinde mümkün olsa. Fakat bugün basının 40 odalı olduğu kanaatinde değilim. Biz ve ötekiler medyası var sadece; biz yani iktidar-havuz medyası ile iktidarın marjinalleştirmek istediği, Başbakan’ın “bunlar” diye nitelediği medya. Benim bardağımı taşıran ilk damla Gezi’deki savrulma oldu: Söylemeyi gurur sayarım Star’da çalışma arkadaşlarımın şaka yollu “Etik abi” diye nitelediği gazeteciydim. Çünkü Ergenekon’dan AK Parti’nin kapatılma davasına kadar gazetecilik ilkelerine uymadığını düşündüğüm her konuda insanları mağdur edeceğimize inandığım her haberde itirazlarımı dile getirdim. Kopuşun başlangıcı da, benim de sahip çıktığım birçok ilkeyi savunan AK Parti iktidarının bu ilkeleri terk etmesi sonrasında iktidara yakın medyanın da aynı yolu izlemesi oldu. Bunun ilk büyük patlaması tereddütsüz Gezi’ydi. Çocuklarım da gitti, ben de gittim Gezi’ye. Şiddet uygulayan gruplardan sıradan, demokratik taleplerini dile getiren insanlara varana kadar herkesi görme fırsatı buldum. Bu nedenle önce iktidarın sonra da iktidar medyasının Gezi’ye karşı tutumu çok rahatsızlık vericiydi benim için. Gezi sürecinin en tartışılan haberlerinden “Kabataş’ta toplu taciz” röportajı yayımladığında Star’ın yazı işleri müdürüydünüz. Haberin yayımlanma sürecinde neler yaşandı? O haberde kıran kırana bir itiraz süreci yaşadık. Öncesi ve sonrasında. Yazı işleri toplantısında bu hikâyenin inandırıcı olmadığını ve fantastik olduğunu söyleyerek karşı çıktım. Birçok editör arkadaşım da aynı yönde görüş belirtti. Israrla sadece başörtülü genç bir annenin ifadelerine dayanarak, hiçbir delil olmadan bu haberin yapılmasının doğru olmadığını anlattım. Fakat engel olamadım. ‘Kabataş görüntüleri çıkınca özür dilemeyi tartıştık’ Siz karşı çıkarken haberi savunanların kullandığı kelimeler ve sebepler nelerdi? “Biz o kadına inanıyoruz. Bu Geziciler her şeyi yapar” önyargısı ve saplantısı her itirazı bastırdı. Gazete yönetimi haberin iktidar tarafından büyük bir kampanyaya dönüştürüleceğini gördü. Bu itirazları seslendirmenin gazete içinde riskleri var mıydı? Ben zaten itiraz eden bir insandım ve itirazlarım dikkate de alınırdı. Fakat son dönemde dikkate alınma oranı değişti. Çünkü bir cinnet dönemi yaşıyor Türkiye. Öyle olunca, normalde daha ilkeli davrandığına inandığımız insanlar da bir şekilde savruluyorlar. Yakın zamanda Kabataş görüntüleri ortaya çıktığında yazı işleri toplantısında editor yazarak özür dilemeyi bile tartıştık ama Başbakan’ın tavrı netleşince yayınlamak mümkün olmadı… ‘Star bazen Erdoğan’ı Erdoğan’dan korumak istedi’ Gezi sürecine dair kısa bir Star dökümü: Erdoğan ünlü ‘iki ayyaş’ konuşmasını yapıyor, Star 1. sayfadan görmüyor. Erdoğan ‘Topçu Kışlası AVM olacak’ derken Star, ‘AVM yok, bu ne şiddet’ diyor. Erdoğan ‘Twitter başa bela’, ‘Bir anne bana kızının birinin kucağına oturmasını ister mi’ derken Star aynı konuşmayı ‘Geçmişteki tertiplerin tekrarı’ gibi bir başlıkla vermeyi tercih ediyor. Star, Erdoğan’ı kendisinden de mi korumaya çalıştı? Bir gazete Başbakan’ın “Çadırda ne oluyor bilmiyoruz” sözlerini dehşet verici bulup manşet yapabilir, bir başkası da “Allah’ım keşke bu lafı etmeseydi, kargaşa çıkabilir” iyi niyetiyle geri planda tutabilir. Star dâhil havuz medyası, bunu iktidara yakınlık anlamında kullanıyorum, zaman zaman Erdoğan’ı sizin ifadenizle Erdoğan’dan korumak istedi. Bugün keşke daha çok yapılsaydı, diyorum çünkü Erdoğan’dan önce topluma karşı bir sorumluluğunuz var, ama o eşik çoktan aşıldı. “Keşke daha çok yapılsaydı” dediniz, gazeteciliğin başbakanları gerektiğinde kendilerinden de korumak gibi bir misyonu olabilir mi? Tabii ki böyle bir misyonu olamaz. Koruma derken kast ettiğim şey Başbakan’ın son dönemde hiç dilinden düşürmediği, toplumsal çatışma riski barındıran sözlerinin ön plana çıkarılmaması. Yoksa söz ettiğiniz o başlıkların doğruluğunu savunmuyorum. Başbakan’ın kışkırtıcı sözlerini öne çıkaran, deşifre eden gazeteler de kendi bulundukları yer açısından doğrusunu yapıyor. ‘Star’da, Sabah’ın manşetinde görünce…’ Başka korumalara dair örnekleriniz var mı? Korunma çok doğru bir ifade olamasa da bu anlamda çok sayıda örnek var. Mesela Berkin Elvan’ın cenazesi. Başbakan’ın Berkin Elvan’ın annesini yuhalatmasını, “bilye” çıkışını duyduğumda kanım dondu. Yazı işleri toplantısında “Başbakan’ı biri uyarmalı” dedim. Tabii ki haberi oradan görmedik. Mesela Reyhanlı’da “Sünni kardeşlerimiz öldü” açıklaması. Bunun gibi “Ön plana çıkarmayalım” dediğimiz çok haber oldu oldu. Eski dönemlerinde daha da dengeliydi, makuldu gazete. Daha bir gazetecilik sorumluluğu ile hareket ediyordu. Makul olmak size problem olarak geri dönüyor muydu? Evet. Çünkü Başbakan sadece Star’ı değil, çok açık bir şekilde hiç kimsenin pozisyonunu yeterli görmüyor. Birçok olayda oldu bu. “Bu çok sert, başlıktan vermeyelim” dediğimiz ifadeleri mesela Sabah’ın manşetinde görünce “Eyvah, Başbakan, ‘Bak gördünüz mü?’ diyecek” diye kendi aramızda esprisini yapıyorduk. Nasıl bir yarış var Star ile Sabah arasında? Yarış denemez buna. Çünkü Star dediğim gibi daha makul bir çizgide duran bir gazeteydi, Sabah bu dönemde hiç öyle olmadı. Son birkaç ayda Sabah’ın performansına bakmak yeterli. ‘Karaalioğlu kazanç ama tapeleri sormaması izah edilemez’ Star’ı sizin gözünüzde Sabah ve Yeni Şafak’tan ayrıştıran temel neden ne; sizin orda olmanız mı, sahibi Tevhit Karakaya mı, yoksa Mustafa Karaalioğlu mu? Benim ne kadar katkım olduğunu en azından ben söyleyemem. Ama iktidara yakın medya grubu içerisinde Mustafa Karaalioğlu günahıyla sevabıyla önemli bir kazançtır. İktidara çok yakın olan gazeteciler arasında kalitesi en yüksek olanlardandır. Star’ı daha itibarlı bir gazete yapmak için çok çaba gösterdi. Yakın zamana kadar Abdulbari Atwan’ın Robert Fisk’in, daha öncesinde Sami Selçuk’un yazı yazdığı, küresel bir vizyon sunmaya çalışan bir gazeteydi Star. Evet, iktidara angaje olmanın etkisini üzerinde fazlasıyla hissediyordu ama yine de sıkı bir gazeteydi. Şu anki Star o Star bile değil. Bu durumda Karaalioğlu’nun, 30 Mart seçimleri öncesinde 24TV ekranındaki bahsettiğiniz programda tek başına ağırladığı Başbakan’a tapeler konusunda tek soru soramamasını, Başbakan’dan Hidayet Şefkatli Tuksal konusunda -tepkilerine de katılarak- talimat almasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Başbakan’ı konuk eden gazetecilerin profiline bir bakın. Bir iki istisna dışında aralarında gazeteci diyeceğiniz kaç kişi var. Ama Başbakan bundan hoşlanıyor. Başbakan’la televizyondaki mülakatta, Karaalioğlu Erdoğan’ın “Neden korkuyorsun? Korkma” ısrarına rağmen Gülen cemaatine “örgüt” demedi mesela. Ama tabii ki o soruları sormamasının hiç bir izahı olamaz. Talimat konusuna hiç girmiyorum bile. Medya ortamımız maalasef bu. ‘Alo Fatih’lere hiç gerek yok’ İktidarın manevralarına dair tahmin ve analizler gazetede nasıl yapılıyordu? Erdoğan’ın bir konuşması mı, yoksa Ankara’dan açılan telefonlar mı yardımcı oluyor? Aslında “Alo Fatih”lere hiç gerek yok. İktidar medyasında Başbakan’ın ya da iktidarın reflekslerini çok iyi bilen insanlar var. Star da bu anlamda ne yapacağını bilir, kafası serin, rahat bir gazetedir. Nasıl bilir? Star demek Mustafa Karaalioğlu demektir. En azından yayın yönetmeni Yusuf Ziya Cömert olana kadar. O hem iktidarı yakından tanır, hem de Star’ın genetik kodlarını oluşturan isimdir. Yazı işleri de ne yapacağını, neyin iktidarı rahatsız edeceğini bilir. Bu konuda deyim yerindeyse bir ortak akıl vardır. Bu ortak akıl örneğin Habertürk’te Türkiye’de yok. ‘1915 açıklamasını Fethullah Gülen yapsa…’ Sizce Akit de Başbakan’ın 1915 açıklamasını “ortak akıl” yoksunluğundan mı vermedi? Bu örnek “Başbakan söylüyor, iktidar gazeteleri yapıyor” kolaycılığının yanlışlığını aslında çok iyi gösteriyor. Son dönemde farkları çok azalmasına rağmen Yeni Şafak, Akit, Sabah ve Star’ın farkını göremezseniz iktidar medyasının propaganda gücünü göremezsiniz. Akit’in çok açık bir angajmanı var; tabanından, patron ve yazı işlerine 1915 açıklanmasından rahatsız oluyor. Star bundan rahatsızlık duymuyor. Ama bu açıklamayı Fethullah Gülen yapmış olsaydı muhtelemelen Sabah, Gülen’in Ermeniliğine dair bir kampanya başlatmış olurdu, tüm paralel yapının Ermeni lobisiyle işbirliği yapıp Türkiye’yi hedef aldığını yazardı. Star’sa Başbakan’ın bu söyleminin çoğalması gerektiğini bilir. Bu iktidara yakın gazete ve televizyonların başındaki insanların ve yazı işlerinin sanıldığından daha önemli olduğunu göstermesi açısından iyi bir örnek. ‘Gazete yönetiminin hangi bakanla yakın olduğu ayrıştırıcı’ Bu 4 gazetenin patronajlarının neden olduğu farklar ne? Meseleye sadece patronaj açısından bakmamak gerek. Bu gazetelerin yöneticileri var. Patronajdan bakarsak, mesela Yeni Şafak’ın patronunun kişisel bir ajandası var gibi görünüyor. Örneğin Başbakan’ın destek vermesine rağmen Mehmet Görmez Diyanet İşleri’ne gelmesin diye kampanya yaptı. Patron, muhtemelen Görmez’den bir nedenle hoşlanmıyor. Diğer gazetelerde asıl önemli olan gazete yönetiminin iktidarın hangi bakanıyla, hangi Başbakan yardımcısıyla ne tür bir yakınlık içinde olduğu… AK Parti’nin hangi kodlarına daha yakın, Yalçın Akdoğan’a mı, Bülent Arınç’a mı? Beşir Atalay’a mı, yoksa başka bir isme mi? Başka gazeteler hakkında konuşamam ama Star’daki durumu net olarak söyleyebilirim. Yiğit Bulut Star yazarı, eskiden televizyon kanalının da yöneticisiydi. Yalçın Akdoğan da Star’da yazıyor. Sık sık gazeteyi ziyaret ediyor. Durum böyleyken “Alo Fatih”ler durumu karikatürize ediyor ve somutlaştırdığı için daha cazip geliyor herkese. Ama o telefonlar hiç olmasa bile durum vahim. İktidara yakın gazetelerde; Star’da, Sabah’ta, Yeni Şafak’ta, Türkiye’de Başbakan’ın hoşlanmayacağı bir haber, bir dosya yayımlanabilir mi? Yayımlanırsa, telefonla müdahaleden başlayarak neler olur? Nerde ne yayınlandığına bağlı. Ama iktidara yakın hiçbir gazete yöneticisi için iyi bir gün olmayacağını söyleyebilirim. “Karaalioğlu ‘Hocaefendi bunları hak etmiyor’ dedi” Youtube’da yer alan kayıtlar arasında Erdoğan’ın Mustafa Karaalioğlu ile yaptığı görüşmeler de vardı. Bu kayıtlar Star’ın mutfağına nasıl yansıdı? Karaalioğlu özgüveni yüksek, kendisiyle dalga geçebilen bir yöneticidir. “Alo Fatih”ler çıktığında kahkaha atarak “Eyvah bizimkiler çıkarsa ne olacak” demişti. Kasetinin çıktığı gün de esprili bir şekilde “Durum bu arkadaşlar beni yormayın artık” mealinde bir şeyler söyleyip güldüğünü hatırlıyorum. Gazeteciliğin geldiği noktanın faturasını sadece siyasete kesmemek adına; bir yandan Star’da yapılan gazeteciliği eleştirirken bir yandan Mustafa Karaalioğlu’nu övgü dolu sıfatlarla anıyorsunuz. Bu ikisi yanyana nasıl geliyor? Tabii ki sadece siyasete yüklenemez. Ama medyadaki bu savrulmanın nedeni iktidar. Yoksa siyasi pozisyon alan bir gazete anlaşılabilir. Fakat gazeteciliğin kendi ilkeleri ve doğası var. Kendi ilkesine ve doğasına zarar vermeden, gazeteyi kara propaganda aracına çevirmeden de iktidara yakın olabilirsiniz. Bu anlamda büyük bir savrulama yaşandığı açık. “Karaalioğlu iyi gazeteci, ama yapılan gazetecilik kötü” kısmını sorguluyoruz. İyi gazetecilerin de hayırla anmadıkları dönemler olabilir. Üstelik kaçırdığınız şey, son dönemde yayın yönetmeninin Karaalioğlu olmaması. Evet ancak medya grup başkanı. Gazeteyi medya grup başkanı yapmıyor ama… Bazen umarım Karaalioğlu görür ve ondan döner, dediğim haberler oldu, ama bu günlük akışın epeyce dışındaydı. Hatta kendisine de söyledim, keşke daha çok gazete katına çıksa diye ama yayın yönetmeni o değildi. Gülen’le ilğili ünlü ananas kampanyası sırasında tapeleri okuduktan sonra “Ya burda gerçekten ananstan söz ediliyor. Hocaefendi bunları hak etmiyor” dediğine şahidim. Ama Kabataş’ta 70 çıplak erkek manşeti atılırken de Karaalioğlu sayfanın başındaydı. Tüm itirazlarımı orada da bir kez daha dile getirdim ama o manşet çıktı. Hatta bu manşetle Gezi eylemlerinin hiç bir meşruiyeti kalmaz yorumları yapıldı. ‘Akpartizmde her şey iktidara bağlı, bir zümre var’ Yusuf Ziya Cömert’e geçmeden; Karaalioğlu, “eski medyaya reklam verenleri yeni medyaya reklam vermeye” çağırırken isim de kullanmış, Koç ve Sabancı’ya seslenmişti. Mehmet Ocaktan da reklam verenleri “Silivri’ye çiçek atmak”la, Ergenekonculukla suçlamıştı. Sizce bunlar olağan mı? Tabii ki değil. Mehmet Ocaktan’la aynı kategoride görmem ama Mustafa Karaalioğlu’nun son bir yılda yazdığı birçok yazının kendi mesleki kariyeri açısından doğru olmadığına inanıyorum. Ama medya grup başkanı olduğundan dolayı Star’ı gazeteden öte şirket gibi de görüyor. Başka zamanda olsa o yazıların birçoğunu kendisinin de doğru bulmayacağından eminim. Herhangi bir medya grup başkanı sizce Koç ve Sabancı’ya seslenerek böyle bir yazı yazabilir mi? Bu ne kadar bireysel, ne kadar arkasına hükümet gücünü alan bir çıkış? Koç ve Sabancı’nın gücünü hiçbir medya grubunun karşısına alamaması da kabul edilebilir bir şey değil ama… Karaalioğlu için Star bir şirketse, önemli olan da maaş mı? Başarılı bir iş yapmak istiyor muhtemelen. Ama iktidara yakın bir medya kuruluşunun reklam ya da haber için bir köşeden gözdağı veren ifadeler kullanması kabul edilir bir şey değil. ‘Taşgetiren’a göre, Erdoğan İslam dünyasının lideri’ Son dönemde sizce gazetecilerin, özellikle medya elitlerinin siyasetle ilişkisinde kendilerine sağlanan imkânlar mı ağır basıyor, yoksa ideolojik pozisyonları mı? Muhtemelen ikisi birden… AKP kendi ideolojisini yarattı; Akpartizm, Erdoğanizm de diyebiliriz buna. İş çevreleri göbek bağıyla iktidara bağlı, medya da, yargı da, bürokrasi de öyle. Tayyip Erdoğan’ın hayallerindeki Türkiye’nin özeti de bu zaten. İktidarın siyasi ve ekonomik avantajlarını ortak kullanmaya dayalı bir iktidar zümresi var şu an. Şu an medyada iktidara destek veren kalemlerin büyük bir kısmı Erdoğan iktidarının gerileme döneminde koro halinde ona küfür edecek. Çünkü onunla hiçbir sempati bağı olmayan bir sürü insan peşinde dolanıyor. Örnek verir misiniz? Onlarca örnek var. Mesela Sevilay Yükselir’in, Rasim Ozan Kütahyalı’nın Tayyip Erdoğan’ın idealleriyle ne gibi bir ilişkisi olabilir? Ahmet Taşgetiren? Ahmet Taşgetiren büyük bir samimiyetle Tayyip Erdoğan’ın, İslam dünyasının lideri olduğuna inanıyor sanıyorum. Ama benTaşgetiren’in Ahmet Turan Alkan’ın “Mene, tekel, ufarsin” temalı yazısını okuyup “Başbakan’a suikast iması var” demesini gözünü kan bürümek olarak görüyorum. Taşgetiren buna gerçekten inanıyorsa akıl sağlığını kaybetti demektir, inanmıyorsa da o çok önemsediği vicdanını… Mehmet Barlas? Tabii ki karşı tarafa geçecek. ‘Yusuf Ziya Cömert tam bir misyon gazetecisi’ Yusuf Ziya Cömert? Gönülden seviyor ve destekliyor. Tayyip Erdoğan’ın yüzde 35’e düşmeyecek bir kemik kitlesi var arkasında. Ama mesela Yiğit Bulut’un Erdoğan’ın ideolojisiyle ne alakası olabilir? Ama Tayyip Erdoğan kendisine temennah eden insan kadar hiçbir şeye değer vermiyor, buna ihtiyaç duyuyor. Yusuf Ziya Cömert nasıl bir genel yayın yönetmeni? Kişisel olarak Yusuf Bey’le hiçbir sorun yaşamamış olmamıza rağmen gazetecilik anlayışı açısından tamamen farklı yerlerde duruyorduk. Tam bir misyon gazetecisi. Ben itirazlarımı her defasında dile getirdim. Mustafa Karaalioğlu AK Parti’nin Yeni Türkiye vizyonuna uygun bir gazete yapmak istiyordu, Yusuf Bey iktidarın bugün tanımladığı ihtiyaca uygun olarak toplumu kamplaştıran bir gazeye yapmayı gerekli görüyor. Yusuf Ziya Cömert size herhangi bir telkinde bulundu mu? İstifamdan sonra eleştirel bakışım nedeniyle “Yerinde olsam o kadar dayanamazdım. Çok iyi dayandı” dediğinin şahitleri var. ‘Onlarca manşet haber kriterlerine uymadan çıktı’ Veda açıklamanızda “kara propaganda” nitelemesi yaptığınız haberler hangileri? Gezi süreci ve özellikle 17 Aralık sonrası atılan onlarca manşet maalesef hiçbir haber kriterine uymadan propaganda amaçlı yayınlandı. Hiçbir gazeteci de hangi haberin kaynağının iktidar olduğunu görmekte artık zorlanmıyor.17 Aralık soruşturmasına ve oradaki iddialara dair Sabah da, Yeni Şafak da, Star da, Akşam da tek bir satır yayımlamadı. İddiaların neler olduğuna dair bile bir haber yoktu. Ama Gezicilerin küresel terörle bağlantıları ve 17 Aralık’ın arkasında İsrail olduğu propagandalarına hatta cemaatin dini değerlerinin Müslümanlığının sorgulanmasına kadar her şeyi okuduk iktidar medyasında. Tapeleri yayımlama ihtimali yazı işlerinde gündem oldu mu? Gazeteye girmeyeceği açıktı. Ergenekon, Balyoz’a destekleriyle bilinen ve hakkında suç isnadı bulunan bir sürü eski polis şefi, bürokrat ve siyasetçiler seçim sürecinde sırf Başbakan’la aynı pozisyonda yer aldıkları için Star’ın manşetinden inmemeye başladılar. Örneğin Emin Aslan, Sabri Uzun, Hanefi Avcı… Oysa onlarla ilgili suçlamalar gazetede geniş yer almıştı zamanında. Öyleyse o zaman yaptığımız neydi, şimdi ki ne? “AKP politikası bana uygun olduğunda Star’da çalıştım, şimdi uygun olmadığı için devam edemiyorum” diyorsunuz. Gazeteciliğin siyasete bu kadar endeksli icra edilmesi sizce sorunlu değil mi? Öyle bir şey söylemiyorum. Demokrasiyi, insan haklarını, özgürlükleri ön plana çıkaran bir iktidarın vizyonuna gazetecilik sınırları içinde destek vermekte sakınca görmüyorum. Ama o iktidar tek adam dönemini çağrıştıran adımlar atıyor ve medya kayıtsız şartsız itaat etsin istiyorsa iş değişmiş ortada bir siyasi vizyon da, gazetecilik de kalmamış demektir. Saydıklarınız örneğin dönemin Taraf gazetesinin de savunduğu ilkelerdi ve çok güçlü yayınlar yapılırken siyasete angaje olan bir yol izlenmedi. Arada bir fark yok mu sizce? Var tabi ki… Daha çok gazetecilik ve daha az gazetecilik farkı var. Star’ın o dönem yayın politikası Taraf’la uyumludu. Star’ın Taraf’a karşı zaafı, iktidara olan yakınlığıydı. Bu ajandadan iktidar vazgeçse de Star vazgeçmemeliydi. Yanlış olan buydu. Ethem Sancak’ın “Erdoğan’a, onun misyonuna daha iyi hizmet edebilmek için aldım” dediği bir gazeteden bahsediyoruz. Star tutarlı, siz tutarsız olabilir misiniz? Ne Star’ı Ethem Sancak, ne Hürriyet’i Aydın Doğan, ne de Milliyet’i Erdoğan Demirören yapıyor. Gazeteleri patronlar değil, yazı işleri yapar. Star’ı da iktidarın ve patronunun ajandasını gözeten gazeteciler yapıyor. Başbakan’ın rahatsızlık duyduğu Hasan Cemal’le yolları ayırmaya kararlı bir Demirören örneği bu dediğinizi çürütmüyor mu? Hasan Cemal’i Başbakan’ın talimatıyla işten çıkarsa bile gazeteyi Demirören yapmıyor. Ve hazindir ki o gazeteciler bazen talimata bile gerek kalmadan iktidara istediğini veriyor. ‘Gezi’de ölenlerin annelerini 1. sayfaya çıkarabilmek yeter’ Star’da ceketini alıp çıkmaya hazır halde beklemesi gereken yazarlar var mı? Bunu söylemem etik olmaz. Belki bir iki tane huzursuz yazar var, ama gazetenin, kimin ne yapacağına dair bir öngörüde bulunmam doğru olmaz. Size “Vaziyeti geç anlamışsınız” diyenlere yanıtınız ne olur? Şimdiye kadar diyen olmadı. Ama olursa birkaç gün daha önce de olabilirdi, derim. Ama ne daha önce, ne de daha sonra değil. Ethem Sarısülük’ün cenazesi Star gazetesinin birinci sayfasına girdi örneğin. Gezi’de hayatını kaybedenlerin annelerinin buluşması Star gazetesinin birinci sayfasına girdi. Bunlar benim açımdan riskti. Gezi süresince Star’da kalmanın doğru olduğuna inanmam için o annelerin fotoğraflarının Star’a çıkabilmesi bile yeter. Risk neydi? Sözleşmenizin fesh edilmesi mi? İşten çıkarma sonucu olabilir miydi bilemiyorum.“Star’ın çizgisine uymuyor, çıkar” diyebilirlerdi. Aldığınız risk, kim olduğunuza bağlı olarak değişebilir. Ama dediğim gibi, Star gazetesi ne yapacağını bilir. O gazeteye neyin gidip, neyin gitmeyeceğini oradaki gazeteci arkadaşlar bilir. Büyük kaçaklar olmaz. Son bir yıl için en azından bunun tek sorumlusu bendim. Ben de o gazeteye hangi haberin gideceğini, hangi haberin gitmeyeceğini bilirim. ‘Kürt sorununu Hasan Cemal’e değil, AK troll’lere yazdırıyorlar’ Anlatır mısınız, Star’a hangi haberler gider, hangileri gitmez Gezi eylemlerini destekleyen haberler Star’a gitmez. Açık. Muhalefet partililerin Başbakan’a yönelik sert eleştirileri görülmez. İç politikada da, dış politikada da o kadar çok ki bunlar. Star başından beri iktidara paralel olarak Mısır’daki darbeye çok sert tepki gösterdi. Ama bir arkadaşımız Raşid Gannuşi’yle röportaj yaptı, Mısır İhvan’ından farklı olarak Tunus’ta farklı gruplarla nasıl uzlaşmaya vardıklarını anlatıyordu. Star’ın çizgisine çok uygun değildi, ama biz koyduk. Kürt meselesine dair kırmızı çizgiler nerede çiziliyor Star’da Çözüm sürecini zarara uğratacağı düşünülen hiçbir haber Star gazetesine girmez. İki tane uzman çavuş kaçırıldı. Hangi gazetede gördünüz bu haberi? PKK’nın Güneydoğu’daki yol kontrolünü? Diğer gazetelerde de durum bu. Çözüm sürecinde Hasan Cemal’e ana akım medyada yazdırılmıyor ama kim yazıyor? Hayatında Güneydoğu’ya turist olarak bile gitmemiş bir sürü AK troll var medyada Kürt sorunu yazan… Star’da Aleviliğe dair kırmızı çizgiler neler? Star’ın yayın politikasını net olarak ayırabileceğimiz bir dönem oldu; referandum öncesi ve sonrası.Öncesinde Alevilerin cem evleri sorununun önemli olduğu, bunu toplumun diğer kesimler tarafından bilinmesi gerektiği konusunda çok iyi yayınlar yaptık. Daha sonra ise Gezi-Alevi eşleştirmesi iktidar tarafından ustalıkla kullanıldı, CHP Genel Başkanı’nın Aleviliği hakkında söylenenler maalesef tarihe geçti. ‘Sabah aile gazetesi diye Zeki Müren haberi yapmıyordu’ Eşcinsellik iktidara yakın gazetelere girebilecek bir tema mı? Haberin ne olduğuna bağlı… Örneğin cinayet ya da onur yürüyüşleri. Tek bir eşcinsel yürüyüşü bile girmemiştir. Ama bunu iktidarla ilişkilendirmemek anlamak lazım. Sabah gazetesi en özgürlükçü olduğu dönemde “Burası bir aile gazetesidir” diye Zeki Müren haberi yapmadığı gibi benzer durumdaki sanatçıların da haberini yapmıyordu. Star’ın okuyucu kitlesi de çok hoş karşılamaz böyle şeyleri. ‘Gezici diye Cem Yılmaz’a yasak tartışıldı’ Dolayısıyla Bülent Ersoy da kolay kolay gazeteye giremez mi Bülent Ersoy Sabah’a girmezdi ta ki Başbakan’ın sanatçılarla görüşmesinde Başbakan’la aynı karede gözükene kadar. Bütün mesele bu. Bunun bile meşruiyeti Sayın Başbakan üzerinden gerçekleşiyor. Mesela Cem Yılmaz Gezi’ye destek verdi diye “Star’a girmesin” dendi. Adı bile haber olan bir insandan bahsediyoruz! “Gezici” diye – ki bu söz Gezi’ye karşı çıkan iktidar yanlılarının zekâ düzeyini gösterir- böyle bir ismin gazeteye alınmaması mümkün mü? Cem Yılmaz dâhil Gezi’ye destek veren ünlüler Star’da yasaklı mı? Bu isimlerin haberlerinin girilmesinden hoşnut olunmuyordu ama biz hepsini de girdik. Ben Berkin Elvan’ın cenaze fotoğrafının, Gezi Parkı olaylarındaki tutumundan dolayı Cem Yılmaz’ın gazeteye girmesinin hoşnut olunmadığı bir dönemde bunları gazeteye koymamız gerektiğini ve koyacağımızı söylemenin iyi bir şey olduğuna inanıyorum. Bunların bir anlamının kalmadığına inandığım bir dönemde de ayrıldım zaten. ‘Cinnetin geçeceğini bilsem Star’da kalabilirdim’ Bunları söylerken bir yandan da özeleştiri mi veriyorsunuz Hayır. Verdiğim mücadeleden söz ediyorum. Ayrılmanızla sonuçlanacak yolda, AKP’nin yön değişikliğini gözeterek haberleri iktidar eleğinden siz geçirmişsiniz. Ben çalıştığım dönemde gazetecilik adına doğru olduğuna inandığım şeylerin devamı için mücadele verdim. Çekip gitmek mi, kalıp mücadele etmek mi? Bu kadar basit bir soru ve cevabı var. Bir şeyleri değiştirmek için mücadele edersiniz. Ben de yapılanlar bana uymadığında itiraz ettim, yapabileceklerimi yaptım, yapamayacaklarımı görünce ayrıldım. Seçimden sonra bu cinnet döneminin geçeceğini düşünsem devam etmeyi düşünebilirdim. İktidar ve iktidar medyası Gülen Hocaefendi’ye insaf ölçüleri dışında bir dil kullandı. Yine de seçimden sonra normalleşme olacağına inansam farklı bir karar alabilirdim, Star’ın eski çizgisine dönmesini umarak… Ama Türkiye’nin ve Star’ın daha da sertleşeceğini gördüm. Star için doğru adam olmadığımı, vicdanen ve mesleki anlamda rahat olmadığımı söyledim ve ayrıldım. Gezi Parkı veya daha önceki süreçlerde değil, Gülen cemaatine ve Fethullah Gülen’e dair söylenenler ardından Star’ı terk etmeniz şu soruyu gündeme getiriyor: Gülen cemaati mensubu musunuz? İstifa ettikten sonra Artı 1 TV’de Yavuz Oğhan buna benzer bir soruyu “Gülen cemaatinin içinden misiniz” diyerek sormuştu. O gün “Gülen cemaatinin içinde olsaydım, içinde olurdum” diye yanıt verdim. Evet, Zaman gazetesinde çalıştım ve ayrılalı 15 yıl kadar oldu. Ve bugün oradan ve başka yayın gruplarından pek çok arkadaşım var. Gezi Parkı süreci ve 17 Aralık süreçleri ise üst üste geldi. Kıyaslama olarak değil ama Gezi Parkı sürecinde Başbakan, “öteki” olarak gördüğü bir kesime şiddetli bir dil kullandı. 17 Aralık ertesinde ise “öteki” olarak değil, kendi türünden gördüğü bir kesimin insanlarını şeytanlaştırdı. Bu fark Gezi sürecinde kullanılan dili meşru kılmasa da cinnetin geldiği boyutu gösteriyor. Ben de bu cinnetin geldiği bu seviye nedeniyle ayrıldım Star’dan. ‘Ergenekon’da savcı ve mahkemenin kanaatini savunduk’ Ergenekon sürecinde İlhan Selçuk serbest bırakıldıktan sonra Star şu manşetle çıktı: “Ergenekon’a müebbet yolu” Spot da şöyleydi: “İddianame 15 günde tamamlanacak çete üyeleri ‘silahlı isyana teşvik’ten yargılanacak.” Bu sizin itiraz ettiğiniz bir başlık mıydı? İlhan Selçuk beraat etmedi, serbest bırakıldı; ama bir kısım medya İlhan Selçuk ya da diğer Ergenekon sanıklarının serbest bırakılmasını beraat gibi sundu. Biz de “Beraat etmediler, bundan yargılanabilirler, sadece serbest bırakıldılar” diye verdik. Spotta “çete üyeleri” diyorsunuz. Çete üyeleri iddiası diyoruz. Ergenekon iddianamesine göre öyleydi, biz de onu verdik. Yoksa “iddia olunan Ergenekon örgütüne mensup olduğu iddia edilen…” gibi saçma bir gazetecilik dili olabilir mi? İddia olarak veya tırnak içinde verilmeyen bir ifadeden bahsediyoruz. Bu üslupta bir sorun yok mu? Olabilir ama “iddia olunan Ergenekon örgütü” gibi bir gazetecilik dili de olmaz. Ama iki yıldan fazla sürmüş bir süreçte benim de gözümden kaçmış olan ya da “doğru bulmuyorum ama…” dediğim ifadeler yer almış olabilir. Çok doğal bir şey bu. Fakat genel olarak gazetenin çizgisi böyle bir örgütün varlığını kabul ederek savcı ile daha sonra mahkemenin de paylaştığı kanaati savunmaktı. Yazı işlerinde “Etik abi” olarak anılan size göre, dava henüz sonlanmamışken İlhan Selçuk gibi haklarında yargının hüküm vermediği insanlara “çete üyesi” demek haksızlık değil mi? İlhan Selçuk’a ayrıca Star gazetesinde haksızlık edilmiş midir bilmiyorum ama bazı Ergenekon sanıkları hakkında Star gazetesinde, iddianamede ya da iktidar medyasında tabii ki haksızlık edilmiş olabilir. Net olarak söyleyeyim. Ben mesela Ahmet Şık’a ilişkin, isimden bağımsız, insanların kitap nedeniyle tutuklanmalarında yanlışlık olduğunu toplantılarda defalarca dile getirdim. Süreçte insanlara yaptıklarının, suçlandıkları eylemlerin yanı sıra çok suçlama yakıştırıldı. Hâlbuki darbeyle suçlanan bir insana aynı zamanda cinayetle suçlanıyor diyemeyiz. “Bu adam kötü, fazladan beş tane suçla daha suçlayalım” dememeliyiz. Hâlâ aynı şeye inanıyorum, aksi adil değil. ‘Egemen Bağış ikiyüzlü’ Bugünden geriye baktığınızda Star gazetesinde kimlerin günahını aldığınızı düşünüyorsunuz? Son dönemde ve Gezi sürecinde birçok insanın günahını aldığımızı düşünüyorum.17 Aralık sonrası koskoca bir camianın günahı alındı. Ergenekon sürecindeki suçlamalar dışında başka haberlerle anılan isimler oldu. Mesela Türkan Saylan’ın başörtüsüne karşı hoşnutsuzluğu çıktı basına ki ne başörtüsünden, ne AKP’den hoşnut olmak zorunda değil kimse. Böyle bir sürü insan ekleyebilirsiniz. Özel hayatları deşifre eden insanlar oldu. Tartışmasını onlarca kez yapmışızdır. Aslında bunu konuşmak bile anlamsız. Ben bunu siyasetçi olarak yaptığı asla kabul edilemez olan ve son derece ikiyüzlü olduğunu düşündüğüm Egemen Bağış’ın “makara Bakara”sı için de söyledim. Özel hayat, özel hayattır. Ergenekon iddianamesinde sanıklar arasındaki aşk ve gönül ilişkilerine de aynı tepkiyi verdim. Bu konuda vicdanım son derece rahat. Ama bunların hepsinin gazeteye girmemesine muvaffak olmuş muyumdur, hayır. Çünkü gazeteyi sadece yazı işleri müdürü yapmıyor. ‘Cumhurbaşkanı’nın röportajı sansürlendi’ Kapatmadan soralım; Başbakanlık’tan açılan telefonların yanı sıra Cumhurbaşkanlığı’ndan da çaldırılan gazete telefonları oldu mu? Star gazetesi Başbakan’a o kadar yakın bir mesafede ki Cumhurbaşkanı’na yakın olamaz. Cumhurbaşkanı’nın haberleri öteleniyor mu? Çok olağanüstü bir durum yoksa Cumhurbaşkanı’nın Başbakan’dan büyük verilmesi arzu edilmez. Hiyerarşi Sayın Başbakan’dan başlıyor. 3 yıl kadar önce Cumhurbaşkanı ile yapılan bir röportajın can alıcı kısımları Başbakan rahatsız olabilir kaygısıyla gazeteye konmadı. Üstelik o röportajda Sayın Cumhurbaşkanı 27 Nisan muhtırasına karşı bildirinin nasıl hazırlandığı konusundan kamuoyunda pek bilinmeyen çok önemli şeyler anlatıyordu. Ama o bölümler ayıklandı.sendika.org