Görüş Bildir

iklim değişikliği Haberleri

iklim değişikliği ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. iklim değişikliği ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

'Küresel İklim Değişikliği Var ve Biz Gezegeni Kaynatmaya Devam Edeceğiz'
Dünya’nın önde gelen bilim insanları tarafından hazırlanan ve bu haftanın başında yayınlanan BM iklim değişikliği raporuyla aynı gün, dünyanın en büyük petrol şirketlerinden Exxon Mobile da fosil yakıt tüketimini aklamaya yönelik bir rapor yayınladı. Exxon, ‘iklim değişikliği politikalarının kendisi gibi petrol şirketlerinin kazançları ve değerlerini tehlikeye attığını’ söylüyor. BM ‘nin iklim değişikliğinin insan yaşamını krize sokacak etkilerini açıklayan raporu gibi, Exxon da yayınladığı raporda Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) verilerini kullandı. ‘İklim değişikliği var, ama..’ Bir petrol şirketi tarafından iklim değişikliği konusundaki endişelere ilk defa detaylı bir yanıt niteliği taşıyan raporda, Exxon Mobile iklim değişikliğini önlemek için belirli politikalar üretmek gerektiğini kabulleniyor, fakat sonuçta yine ekonomik büyüme ve küresele gelişme söylemini sunarak, ‘petrol şirketlerinin ekonomik büyüme konusundaki kritik rolünü göz önüne alarak hükümetlerin karbon salınımını azaltan politikaları benimsemesi ve uygulamasının epey zor olduğunu’ savundu. Exxon, raporda ‘eğer toplum iklim değişikliğine karşı petrol tüketimine sınır getirirse, bunun kendisi gibi petrol şirkerlerinin değerini askıya alma anlamına geleceğini’ açıkladı. ‘Petrol olmazsa toplumsal kargaşa çıkar’ Exxon’un hükümet ilişkilerinden sorumlu müdürü Ken Cohen , ‘iklim değişikliğinin riskiyle ilgili bilimsel araştırmaların gerçek olduğunu ve uygun adımların atılması gerektiğini biliyoruz’ dedi ve ekledi: ‘fakat enerjinin insan hayatında temel bir rol oynadığını göz önünde bulundursak, bu gerçeklerle yüzleşerek önlem alınması gerekiyor’ Exxon, yenilenebilir enerjinin, dünyadaki enerji talebini karşılayacak kadar ucuz ya da gelişmiş olmadığını savunuyor. Petrol şirketine göre, hükümetlerin fosil yakıt fiyatlarını arttırması ‘ alternatif enerji kaynaklarının’ kullanımını teşvil edebilir, fakat fosil yakıtın tüketimine sınır getirme toplum tarafından dirençle karşılanır ve toplumsal kargaşa çıkar. ‘Harekete geçmemenin maliyeti her şeyden büyük’ ‘Arjuna Capital‘ isimli sivil toplum kuruluşunun eşitlik araştırmaları başkanı Natasha Lamb ise tam tersi görüşte: ‘küresel iklim değişikliği kendi başına çok daha büyük bir toplumsal kargaşa nedeni. Exxon’un raporu harekete geçmemenin hayatımıza getireceği maliyeti göz ardı ediyor.’ Bill McKibben: Exxon gezegeni kaynatmaya devam edeceğini söyleyip bize meydan okuyor Raporla ilgili bir eleştiri de, dünyanın önde gelen iklim değişikliği aktivistlerinden, 350.org kampanyasının kurucusu Bill McKibben’ dan geldi. Dün Guardian’da yayınlanan ‘Exxon Mobil’in iklim değişikliğine cevabı dört dörtlük kibir’ başlıklı yazısında ‘Rapordan anlaşıldığı üzere, Exxon sadece tüm kaynakları çıkarıp yakmaya devam etmeyecek, aynı zamanda yeni doğal gaz ve petrol aramasına da devam edecek ve bu faaliyet her gün yatırımcıların 100 milyon dolarını götürüyor’ diyor. ‘Hiç bir zaman (petrol şirketlerinin) iş planlarının müzakereyle değiştirilebileceğini düşünmedik; her zaman onların iş planlarının atmosfere karbon salmak olduğunu düşündük. Ve Exxon’un açıklamalarını bu açıdan tercüme etmek çok kolay: “Gezegeni kaynatmayı planlıyoruz, bunu yapabilecek politik gücümüz olduğuna inanıyoruz ve size bunu durdurmanız için meydan okuyoruz.” Ve haklılar da – eğer büyük ve güçlü bir hareket oluşturamazsak bizim siyasi hayatımızı domine etmeye devam edecekler.’ (Guardian/Yeşil Gazete)
Paris İklim Anlaşması Nedir, Amaçları Nelerdir? Paris İklim Anlaşması İmzalayıcıları Kimdir?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı açıklamada, Paris İklim Anlaşması’nın meclisin gündemine geleceğini duyurdu. Paris Anlaşması, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) kapsamında, iklim değişikliğinin azaltılması, adaptasyonu ve finansmanı hakkında 2015 yılında imzalanan, 2016 yılında yürürlüğe giren bir anlaşmadır. Peki, Paris İklim Anlaşması maddeleri nelerdir? Paris İklim Anlaşması imzalayıcıları kimlerdir? İşte Türkiye’nin de yakın zamanda imzalayacağı Paris İklim Anlaşması hakkında tüm bilgiler…
Enerjide Kriz Kapıda, İçme Suyu Sıkıntısı Da Cabası
CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran​, kış ve bahar aylarında yaşanan yağış azlığı nedeniyle beliren kuraklık tehlikesine rağmen hükümetin ilgili bakanlarının gayriciddi açıklamalarla konuyu geçiştirdiğini belirterek, yaklaşan enerji krizi ve içme suyu krizine dikkat çekti. CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, konuyla ilgili olarak çözüm önerilerini de içeren ​yazılı bir açıklama yaparak şunları kaydetti:Türkiye bu yıl eşi görülmemiş bir kuraklık felaketi ile karşı karşıya… Kuraklık, Türkiye’yi enerjide de krizle karşı karşıya bıraktı. Barajları besleyen su miktarı yaklaşık yüzde 60 azaldı. HES’ler kuruyor. Elektrik açığını kapatmak için ithalata başvurulacak, doğalgaz santrallerine ağırlık verilecek, bu durum nükleer santral için de bahane yapılacak. Kuraklığın tarımda yol açtığı felakete karşı önlem almayan AKP hükümeti, enerjide de aynı tavrı sürdürüyor. Konuyla ilgili iki bakan sorumsuzca, gayriciddi açıklamalarla adeta tuluat yapıyor, Karagöz-Hacivat oyunu oynuyor, kafa karıştırıyor. Enerji Bakanı Taner Yıldız, elektrik üretimi düşecek diyor, “İran ve Gürcistan’danithalat” diyor. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ise tersini savunuyor; su sıkıntısı olmayacağını iddia ederek “Barajlar dolu, istenen oranda enerji üretilebilir” diyor. Büyükşehirlerde içme suyu sıkıntısı yaşanmayacağını da savunan Eroğlu, “İstanbul’da su kesilirse bıyıklarımı keserim” diye iddiaya giriyor. HES’ler elektrikte maliyetleri dengeleyen en önemli unsur. Ancak kuraklık nedeniyle barajlarda yeterli su birikmemesi, tamamen dışa bağımlı olduğumuz doğalgaza talebi daha da artırdı. Doğalgaz ve diğer ithal ürünlere dayalı her birim üretim artışı, mevcut konjonktürde zam demek ve tüketicinin aleyhine. Doğalgazın payının asıl yaz aylarında artacak olması, elektrik birim maliyetlerini artıracak ve herkesi olumsuz etkileyecek, konutlar, sanayi ve diğer kesimlerin elektrik faturası kabaracak. Enerjide bir yandan talebin karşılanması riske girerken diğer yandan da zam baskısı giderek artıyor. AKP hükümetinin plansız elektrik politikaları nedeniyle tüketiciler bu yıl zor bir yaz geçirecek. AKP hükümetinin ne kuraklıkla mücadele eylem planı var ne enerji tasarruf planı ne de enerjide arz güvenliği ve ülke yararını gözeten planlı enerji politikaları… Enerji alanındaki sorunların çözümü için hükümet, sivil toplum kuruluşları, özel sektör, üniversiteler, meslek birlikleri ve ilgili diğer tüm kuruluşlarla koordinasyonu sağlayarak hem uzun vadeli planlar oluşturmalı, hem de kuraklık nedeniyle ufukta beliren krize karşı kısa vadeli önlemler için hızla harekete geçmelidir. Türkiye tarımını vuran kuraklık felaketi, enerjide de ülkeyi krizin eşiğine getirirken,  AKP hükümeti bu konuda da ciddi önlemler alma ihtiyacı duymuyor. Hükümetin ilgili bakanları bu konuda kolaycı ve sorumsuz açıklamalarla kafa karıştırıyor, birbirini çürüten ifadelerle adeta Karagöz-Hacivat oyunu oynuyor. HES’LER KURUYOR Kış mevsiminde  kar ve yağmurun yeterince yağmaması yanında, mevcut suyun plansız kullanımı Türkiye’yi elektrikte de bir krizle karşı karşıya bıraktı. Türkiye’nin elektrikte yaklaşık 64 bin megavatlık (MW) kurulu gücü içinde HES’lerin payı 22 bin MW ve toplam 910 santralin yarıya yakınını HES’ler oluşturuyor. TEİAŞ verilerine göre 2013 yılında elektrik enerjisi tüketimi önceki yıla göre yüzde 1,3 artarak 245.5 milyar kWh, tüketimi ise yüzde 0,1 azalarak 239,3 milyar kWh olarak gerçekleşti. Geçen yılki elektrik enerjisi üretiminin yaklaşık yüzde 25’ini HES’ler gerçekleştirdi. Oysa kuraklık nedeniyle HES’ler kuruyor. 2013’ün son çeyreği ve bu yılın ilk dört ayına yağışların yetersiz kalması nedeniyle hidroelektrik santrallerini besleyen su miktarının yaklaşık yüzde 60 azaldığı bildiriliyor. Su yetersizliği nedeniyle bazı HES’lerin üretimi durma noktasına geldi. Özellikle; elektrik üretiminde önemli bir paya sahip olan Keban Barajı’nda su seviyesinin 10 metreye gerilediği dikkati çekiyor. Keban, Atatürk, Karakaya ve Birecik barajlarının yeterli su olmadığı için üretim yapamaması durumunda ciddi elektrik kesintileri yaşanabileceği belirtiliyor. Uzmanlar bu ihtimale işaret ediyor ve uyarıyor. HES’lerin elektrik enerjisi üretiminde yaşanacak yüzde 10’luk bir düşüş bile 6 milyar kilovatsaate karşılık geliyor. DOĞALGAZA YÜKLENİLECEK, İTHALATA BAŞVURULACAK Bu yıl ihtiyaç duyulan elektriğin ağırlıklı olarak su, doğalgaz ve kömürle çalışan santrallerden karşılanması planlanıyordu. Ancak yağışların yetersiz kalması, elektrik enerjisi arz talep projeksiyonlarını altüst etti. Ortaya çıkan elektrik açığının doğalgaz ve ithalatla kapatılması gündeme geldi. Yaz aylarında doğalgaz santralleri daha fazla çalıştırılacak. Rusya ve Ukrayna arasındaki sorunlar nedeniyle doğalgaz arzında sıkıntı yaşanması ihtimali üzerine elektrik ithalatının artırılmasına karar verildi. Rusya-Ukrayna krizinde herhangi bir kesinti yaşanmaz ise Türkiye yaz aylarında elektrik ihtiyacının önemli bir bölümünü doğalgazla çalışan santrallerde üretecek. Ayrıca İran, Bulgaristan ve Gürcistan’dan daha fazla elektrik alınması öngörülüyor. ELEKTRİK FATURALARI KABARACAK Ancak kurdaki yükseliş nedeniyle doğalgazla üretimin maliyeti hızla artıyor. Kur artışlarının önümüzdeki dönemde doğalgaz fiyatlarına daha fazla yansıması bekleniyor. Türkiye’nin elektrik enerjisi üretimin yaklaşık yüzde 61’i yabancı, yüzde 39’u ise yerli kaynaklarla gerçekleştiriliyor.Hidroelektrik santraller elektrikte maliyetleri dengeleyen en önemli unsurdu. Ancak kuraklık nedeniyle barajlarda biriken suyun bu yıl tahminlerin çok altında kalması, tamamen dışa bağımlı olduğumuz doğalgazın elektrik enerjisi üretimdeki payını artırdı. Doğalgaza ve diğer ithal ürünlere dayalı her birim üretim artışı, mevcut konjonktürde zam anlamına geliyor ve tüketicinin aleyhine bulunuyor. Doğalgazın payının asıl yaz aylarında artacak olması, elektrik birim maliyetlerini artıracak ve herkesi olumsuz etkileyecek, konutlar, sanayi ve diğer kesimlerin elektrik faturası kabaracak. Enerjide bir yandan talebin karşılanması riske girerken diğer yandan da zam baskısı giderek artıyor. AKP hükümetinin plansız elektrik politikaları nedeniyle tüketiciler bu yıl zor bir yaz geçirecek. İÇME SUYU TEMİNİNDE DE CİDDİ RİSK VAR Yağışsızlık, tarım ve enerjinin yanı sıra içme suyu teminini de riske soktu. Kış aylarında kar yağmaması ve bahar aylarında yağışların mevsim normallerinin altında kalması üzerine hükümet umudu Mart ve Nisan yağmurlarına bağlamış, Orman ve Su İşleri Bakanı Eroğlu, halkı “yağmur duasına çıkmaya” çağırmıştı. Ancak, yeterli yağış olmaması nedeniyle özellikle büyük şehirlere içme suyu sağlayan barajların geçen yıl yüzde 90 olan doluluk oranı bu yıl yüzde 30’lara geriledi. Barajların doluluk oranı 22 Nisan itibariyle İstanbul’da yüzde 31. Ankara’ya su sağlayan barajlardaki doluluk oranı ise yüzde 34 dolayında. Sakarya ve Kocaeli’ye su sağlayan Sapanca Gölü’nün su seviyesinin kritik noktaya indiği bildiriliyor.Önlem alınmaması durumunda yaz aylarında sağlıklı içme suyuna erişimin zorlaşacağı ve büyük şehirlerde su kesintilerinin gündeme geleceği görülüyor. KRONİK KURAKLIK TEHLİKESİ KAPIDA, HÜKÜMETİN ÖNLEMİ YOK Türkiye genelinde yağışlarda ciddi bir düşüş yaşanmasından dolayı bu yıl su kaynaklı elektrik üretimi olumsuz etkilenirken, bunun arızi bir gelişme olmadığı, izleyen yıllarda Türkiye’nin kronik bir kuraklık ve su sorunu ile karşı karşıya kalacağı konusunda uzmanlar uyarıyor. AKP hükümeti ise bu soruna uzun vadeli ve etkili çözümler geliştirme yönünde adım atmıyor. Türkiye, iklim değişikliği ve küresel ısınma yüzünden giderek artan büyük bir kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporuna göre, Türkiye’nin çoğu bölgesinde kuraklık 10 kattan fazla artış gösterecek. Her 100 yılda bir gerçekleşen aşırı kuraklık, 10 yıldan birden de daha sık yaşanır hale gelecek. Binlerce bilim insanının oluşturduğu IPCC’nin raporu bunu vurguluyor. KARAGÖZ-HACİVAT TULUATI İZLİYORUZKuraklığın tarımda yol açtığı felakete karşı ciddi bir önlem almayan AKP hükümeti, aynı tavrı enerjide de sürdürüyor. Enerji Bakanı Taner Yıldız, elektrik üretimi düşecek diyor, İran, Bulgaristan ve Gürcistan’dan elektrik ithalat edileceğini söylüyor. Yıldız, “Biz 400 MW kadar İran’dan elektrik alabilecek bir yapıyı hazırlamış bulunuyoruz. Önümüzdeki yaz kuraklıktan kaynaklanan elektrik üretimi kısıtlaması olursa buradan bir kısmını telafi etmeyi düşünüyoruz” açıklaması yaparken, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ise tersini savunuyor; su sıkıntısı olmayacağını iddia ederek “Barajlar dolu, istenen oranda enerji üretilebilir” diyor. “Enerji ithalatına gerek yok” diyen Eroğlu, Büyükşehirlerde içme suyu sıkıntısı yaşanmayacağını da savunan Eroğlu, “İstanbul’da su kesilirse bıyıklarımı keserim” diye iddiaya giriyor. Konuyla ilgili iki bakan sorumsuzca, birbirini yalanlayan, gayriciddi açıklamalarla adeta tuluat yapıyor, Karagöz-Hacivatoyunu oynuyor, kafa karıştırıyor. AKP’NİN YANLIŞ ENERJİ POLİTİKALARININ FATURASI AĞIR OLACAK AKP hükümetleri her akarsuya HES yapma saplantısı ile hareket etti. Diğer sürdürülebilir enerji kaynaklarının üretimdeki payı artmadı. Sürdürülebilir enerji kredilerinin tamamına yakını HES’lere plase edildi; güneş ve rüzgar projelerine hak ettiği önem verilmedi. Türkiye’nin güneş enerjisi ekonomik potansiyeli, hidroelektrik enerji potansiyelinin 2.5 katı. Oysa elektrik enerjisi üretiminin yaklaşık yüzde 25’i HES’lerden elde edilirken, güneş enerjisinin payı sadece yüzde 0.3 düzeyinde bulunuyor. ENERJİDE SORUN YAPISAL Türkiye’nin enerji talebinin büyük bölümü fosil kaynaklardan karşılanıyor. Bunların başında doğalgaz geliyor. Fosil kaynakları yetersiz olduğu için de Türkiye enerjide yüzde 73 oranında dışa bağımlı durumda. Bu bağımlılık ülkemizin siyasi ve ekonomik özgürlüğünü tehlikeye atıyor. Enerjide dışa bağımlılığın faturası oldukça ağır... 2013 yılında enerji maddeleri ithalatına ödenen döviz  56 milyar dolarla toplam ithalat faturasının yüzde 22’sini oluşturdu. Türkiye’nin enerji alanındaki başlıca sorunları şunlar: Enerjide yüksek oranda dışa bağımlılık Arz sıkıntısı Yerli ve yenilenebilir kaynaklardan yeterli düzeyde yararlanılamaması Gerçekçi, uzun vadeli, yeterli, etkin enerji politikalarının olmayışı Enerji verimliliğinin etkin biçimde uygulanamaması Kamuda kurumlar arası koordinasyonun yetersizliği Özel sektör için yeterli destek ve teşvik mekanizmalarının uygulanamaması Sektörde uzman eksikliği Bu sorunlara yeterli çözüm politikalarının geliştirilememesi durumunda izleyen yıllarda ülkemiz çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalacak. AKP hükümetinin ise kuraklıkla mücadele eylem planı olmadığı gibi enerji tasarruf planı da yok… AKP hükümetinin enerjide arz güvenliği ve ülke yararını gözeten planlı enerji politikaları zaten hiç ortada yok… PEKİ SORUNLAR NASIL ÇÖZÜLÜR? Enerji alanındaki yapısal sorunların çözümü için hükümet, sivil toplum kuruluşları, özel sektör, üniversiteler, TMMOB ve ilgili diğer tüm kuruluşlarla yeterli koordinasyonu sağlayarak, hem uzun vadeli planlar oluşturmalı, hem de kuraklık nedeniyle ufukta beliren krize karşı kısa vadeli önlemler için hızla harekete geçmelidir. Öncelikle şu adımlar acilen atılmalıdır: Gerçek anlamda rekabetçi bir piyasa oluşması sağlanarak üreticiye-yatırımcıya yatırım yapılabilir bir piyasa, tüketiciye de kaliteli hizmet sunumu sağlanmalıdır. Kuraklık vb. durumlar nedeniyle oluşan enerji açıklarını kapatmak için ithalata sarılmak yerine ve genel anlamda verimli kullanım için enerji tasarrufuna gidilmelidir. Türkiye'nin ithalata bağımlılığının azaltılması ve mevcut tüketimin 3.5 katına erişen yerel, yenilenebilir enerji kaynakları geliştirilmelidir. Dışa bağımlılığı azaltmak için yerli ve yenilenebilir enerji kaynakların kullanımının artırılması ve önümüzdeki yıllarda stratejik hale gelecek suyun kullanımını azaltmak için rüzgar, güneş, jeotermal HES dışı sürdürülebilir enerji kaynaklara yatırım yapacaklara hızlı biçimde lisans verilerek bu yatırımların önünün açılması gerekiyor. Çevre ve ekonomi açısından sürdürülebilir bir enerji politikası için karbon salınımlarının azaltılması, kaynaklar geliştirilirken çevrenin dikkate alınması, sürdürülebilir yaşam hedeflenmelidir. Yenilenebilir enerjiye daha büyük teşvikle ve bununla paralel olarak yerli imalatın geliştirilmelidir. Devlet, yeterli destek ve teşvik mekanizmaları oluşturarak özel sektör yatırımlarının önünü açmalı; enerji yatırımlarına engel oluşturan durumları ortadan kaldırmak için yeterli düzeyde ve uygulanabilir yasalar çıkarılmalıdır.Türkiye'nin komşularıyla ilişkilerine ve AB'ye katılım müzakerelerinde enerji faslının açılmasına katkıda bulunacak, entegre bir dış enerji politikası geliştirilmeli, dış politika ile enerji politikasının bütünleşik yapısı dikkate alınmalıdır.Ortadoğu’da özellikle komşu ülkelerde yaşanan terör, savaş gibi siyasi hareketlilikler, petrol ve doğalgaz gibi ürünlerin arzını güçleştirmektedir. Herhangi olumsuz bir süreçte Türkiye büyük bir elektrik ve enerji sorunuyla karşı karşıya kalabilir. Bu yüzden Türkiye, bölgede teröre ve savaşa destek vermek yerine, barışa ve istikrara oynamalıdır. Türkiye çoğu yenilenebilir olan pek çok yerel enerji kaynağına sahip, ancak çevre ve toplumsal boyutları görmezden gelen 'sorumsuz' politikalar sebebiyle insanlar kendi bölgelerinde her türlü enerji tesisinin inşasına haklı olarak karşı çıkmaktadır. Bu nedenle hidrolik santrallerde havza planlaması, ÇED, bilimsel can suyu hesabının olmazsa olmaz olduğu kabul edilmelidir. Tarım, orman arazilerine, SİT alanlarına, balık üreme bölgelerine santral yapılmamalıdır. Bu doğrultuda AB'nin 'Çevre Etki Değerlendirmesi' ve 'Stratejik Çevre Değerlendirmesi' yönetmelikleri referans alınmalı, sürece çeşitli tarafların katılımı sağlanmalıdır.
"Roman Bu Sefer Gerçekten Öldü"
Britanya’nın önde gelen romancılarından Will Self, 6 Mayıs’ta Oxford Üniversitesi’nde “Roman bu sefer gerçekten öldü” başlıklı bir konuşma yapacak. Guardian gazetesi, Self’in konuşma metnini yayımladı. Yazar; eskiden edebî romanların kültürde başat bir rol oynadığını ancak dijital çağda “zor” metinlerin özel bir ilgiye dönüştüğünü vurguluyor. Will Self’in konuşmasının geniş bir özetini yayımlıyoruzEğer yazarsanız, çocuk sahibi olmanın kutsanmış yönlerinden biri kişisel kültür hazinenizin kendi kanaryalarını da barındırmasıdır. Birkaç ay önce, hayatının baharında ve dünyanın en iyi rock müzisyeni olmayı isteyen bir kanaryam, gitarını tıngırdatıyordu. Sivri ve kızgın bir melodiyi bitirdikten sonra aynı şekilde sivri bir eleştiriye başladı: Popüler müzikte her şey daha önce yapılmıştı ve genellikle ilkleri yapanlar en iyileri de yapmıştı. Ayrıca, daha önce yapılanların neredeyse tamamının kolaylıkla erişilebilir olması, yaratıcılığını boğmuş ve onu her şeyin umutsuz olduğuna dair düşüncelere sürüklemişti. Kekeledim ve şöyle dedim: “Peki ben ne yapacağım? Sence yetişkin hayatının tamamını bir sanat türüne adayıp, onun gözlerinin önünde öldüğünü görmek nasıl hissettiriyor?” Kültürümüzün merkezinde olan edebî roman, gerçekten gözlerimizin önünde ölüyor. Terimlerimi arıtayım: Kurmacanın tamamıyla öldüğünü söylemiyorum- çocuklukla yetişkinlik arasında kalmış sihirbaz romanları ile sadomazoşist eğilimdeki kurguların sağlığı zaten yerinde. Demek istediğim ciddi romanların yazımının duracağı veya okunmayacağı da değil. Ne var ki, gençliğimdeki durum artık yok. 80’lerin başına kadar edebî roman, sanat türlerinin prensi ve yaratıcı çabanın zirvesi olarak görülüyordu. Sokaklarda herkesin Ulysses’i veya To the Lighthouse’u okuyarak gezdiğini ya da popüler kültürün o dönemde de, insanların büyük çoğunluğunun ruh ve hayal gücünü etkilemediğini söylemeye çalışmıyorum. Kültürümüzde uzun zamandır yer alan “Sanat hakkında çok fazla bilgim yok, ancak neyi sevdiğimi biliyorum” şeklindeki cahillik ve zevksizliğin o dönemde canlı olmadığını da söylemiyorum. Fakat geçerli olmayan, şu andaki yazgımızdı. Şu anda yüksek sanatları reddedenler, kendi görüşlerini fütursuzca savunuyor. Dahası da var: Çağdaş kültürümüzün belirleyici özelliği, estetik tezahürlerindeki zorluklara karşı aktif direniş göstermek oldu. Bizim çağımız, her zaman, her yerde kendini gösteren yok olma tehditlerinin- nükleer imha, terörizm, iklim değişikliği - çağı. Dolayısıyla, sözkonusu tektonik kültürel değişiklikler olduğunda at gözlüklerimizi takabiliyoruz. Romana karşı kendini her durumda gösteren ölümcül tehdit, kültürümüzün bir parçası hâline geldi. Eğer bu ölümse, kendini garip ve çoğalarak ifade ediyor. F. Scott Fitzgerald’ın “ABD’lilerin hayatında ikinci bir şans yoktur” sözünü hatırlıyoruz; bence roman çok ABD’li bir hayat sürdü: Fiyakalı, kendinden emin, hatta küstah ve dünyaya hükmeden kaderinin apaçık farkında. Ne var ki, Ernest Hemingway veya F. Scott Fitzgerald’ın aksine, romanın ikinci bir hayatı da oldu. Bu dönemde birçok roman yazıldı, ancak uzun vadeli bakıldığında bu romanların, zombi romanlar olduğunu ileri sürebilirim. Onlar, yaşayan ölü bir sanat türünün örneklerini oluşturdular. Edebiyat eleştirmenleri- kendileri de ölen bir tür- her tür hatayı yapıyorlar. Bu hataların en korkunç olanı ise kâğıt hapishanesinin dışında düşünme yeteneğinden yoksun olmaları: Yalnızca klasik metinleri göz önünde bulunduruyorlar. İNSAN İNTERNETTEN VAZGEÇER Mİ Şu anda, düzyazı anlatısının geleceğiyle ilgili bitmek bilmeyen bir mırıldanma var. Uzmanlara göre dijital metinin, elyazması metin kültürü üzerindeki etkisi su götürmez bir gerçek. Daha az basılmış kitap satılıyor, gazeteler çöküyor, kitapçılar ve kütüphaneler kapanmaya devam ediyor. Ancak, başkalarının ruh hâlini derin bir şekilde içine alabilme yeteneğini sunmasıyla, hâlâ kitap okumanın yerini alabilecek bir deneyim yok. Bir kısıma göre ise, dijital kitaplar azınlığın kullanacağı bir teknoloji olacak, ancak basılı kitaplar da yaşayacak. Burada, romanın önümüzdeki 20 yıl boyunca kültürel önceliğini ve merkeziyetini koruyup korumayacağını anlamak için kendinize sormanız gereken yalnızca bir soru var: İlerleyen yıllarda, metinlerin ezici çoğunluğunun internete bağlanan cihazlarda okunacağını kabul ediyorsanız, aynı zamanda, okuyucuların gönüllü olarak bağlanabilirliklerini devre dışı bırakacağına inanıyor musunuz? Cevabınız hayırsa, romanın öleceği az önce ağzınızdan çıktı. Başlangıçta söylediğim gibi: ciddi romanların yazılmaya ve okunmaya devam edeceğine inanıyorum, ama roman, klasik müzik ve şövale tabloyla aynı kaderi paylaşacak. Roman da, tıpkı onlar gibi, belirli bir sosyal ve demografik gruba hitap edecek, devlet desteği gerektirecek, toplum söylemi olmak yerine bir bilim dalı olacak. Bir romancı olarak, bu beni depresif duruma sokuyor mu? Hayır, tam olarak değil, yalnızca çok derin nefes alıp kendi çöküşümle boğulduğum zamanlar hariç. NEŞE İDİL/TARAF
İklim Değişikliğini 2 Bin Yıllık Buzul Çözecek
Antarktika buzulundan numuneler toplayan bilim insanları, iklim değişikliğinin 2 bin yıllık geçmişine ait sırları ortaya çıkarmak üzere olduklarını belirtti. Elde edilecek bilgiler, küresel ısınmanın etkilerinin anlaşılmasını sağlayacak. Antarktika’nın Aurora Havzası’nda araştırmalar yapan uluslararası bir ekip, geride kalan 20 yüzyılda iklim değişikliğinin neden olduğu değişimleri anlamak için buzuldan numuneler topladı. En son teknolojiyle yapılan sondaj ve yöntemlerle elde edilen örneklerin, çok daha kapsamlı iklim değişikliği modelleri çıkarılmasına yardımcı olması ve kuraklık, kasırga ve sel gibi olağandışı durumların daha iyi anlaşılması ümit ediliyor.Araştırmada yer alan Avustralya Antarktik Bölümü başkanı Nick Gales, “Bu projeden elde edeceğimiz veriler, iklimin yakın geçmişimizde neden olduğu değişiklikleri daha iyi anlamamızı sağlayacak modeller geliştirmemize yardımcı olacak” ifadesini kullandı. Reuters’a açıklama yapan Gales, ‘iklim değişikliğinin geleceğini anlamak konusunda çok önemli bir adım atabileceklerini’ vurguladı. Bilim insanları, Antarktika’dan çıkardıkları 303 metre uzunluğundaki buzul parçasından, iklim değişikliğinin 2 bin yıllık doğal kayıtlarına ulaşmayı hedefliyor. Ana parçanın yanı sıra, 116 metre ve 103 metre uzunluğunda elde edilen iki diğer buzul, sunacağı detayı kimyasal analizler sayesinde 800-1000 yıllık geçmişe ışık tutacak. 2 yıla uzanacak araştırma Yüzlerce metre derinliğindeki Antarktika buzulunun çok büyük miktarda bilgi sakladığına dikkat çeken Gales, 2 ton civarındaki buzulun dünyanın dört bir yanındaki laboratuvarlara gönderildiğini açıkladı. Gales, bu denli büyük bir çalışmanın tüm bilim dünyasının katılımını gerektirdiğini söyledi. Araştırmanın ana kısmının 18-24 ay süreceğini belirten Gales, dünyanın dört bir yanında hazırlanacak bilimsel makalelerle büyük tablonun ortaya çıkarılacağını ifade etti. Buzullardan elde edilecek veriler, olağanüstü doğa olaylarının etkisiyle beraber, fosil yakıtların iklim üzerindeki etkilerini de ortaya koyacak. Avustralya’nın başını çektiği araştırmada, ABD, Almanya, Fransa, Danimarka ve Çin de dahil olmak üzere toplam 15 ülke katılım gösteriyor. Al Jazeera
İlk Yok Oluşun Sorumlusu Yanardağlar
Avustralya'da antik yanardağ patlamalarının geçmişini inceleyen bilim insanları, Dünya'daki ilk kitlesel yok oluşun 510 milyon yıl önce yaşanan patlamalar sonucu gerçekleştiğini belirledi. Bilim insanları dünya tarihindeki ilk kitlesel yok oluşun tarihini belirledi. Volkanik Kalkarindji bölgesinde radyoaktif tarihleme yöntemleri gerçekleştiren araştırmacılar, canlıların kitlesel ölümüne neden olan yanardağ patlamalarının 510 milyon yıl önce gerçekleştiğini belirledi.Geology dergisinde yayımlanan araştırmada, Curtin Üniversitesi'nden Fred Jourdan'ın başını çektiği araştırma ekibi Kuzey ve Batı Avustralya'da toplam 2 milyon kilometrekare alana yayılan antik lav oluşumunu inceledi. Radyoaktif tarihleme yöntemleri, 510-511 milyon yıl önce Kambriya döneminde yaşanan ve çok hücreli canlıların ilk kitlesel ölümüne tanık olan dönemde, Kalkarindji'da büyük volkanik faaliyetler yaşandığını ortaya koydu. Böylece, Kalkarindji bölgesinde yaşanan volkanik faaliyetlerin neden olduğu iklim değişikliğiyle ilk kitlesel ölüm arasında bağlantı kuruldu. Dr. Jourdan, 'Dünya üzerindeki canlıların yüzde 50'sini yok eden bu değişim, iklim değişikliği ve okyanuslardaki oksijenin azalmasıyla bağlantılıydı. Ancak bu değişimlerin nedeni kesin olarak bilinmiyordu' ifadesini kullandı. Jourdan, 'Kambryia dönemindeki kitlesel ölümle Kalkarindji'deki volkanik patlamaların aynı zamanda gerçekleştiğini ortaya çıkarmakla kalmadıklarını, aynı zamanda gereken kanıtı da bulduklarını' söyledi. Bölgedeki volkanik kayalarda sülfür dioksitin azaldığının anlaşılması, patlamalarda atmosefere sülfür yayıldığını ortaya koydu. Yanardağlar iklim değişikliğini harekete geçirebiliyor Jourdan, yanardağlarının bahsettikleri kitlesel ölüm kadar büyük etkileri olabileceğine dair, Filipinler'deki Pinabuto yanardağının 1991'de patlamasını örnek verdi. Atmosfere çok büyük miktarda sülfür dioksit saçan yanardağ, birkaç yıl sonra ortalama küresel hava sıcaklığının bir derecenin yaklaşık 10'da 1'i kadar artmasına neden olmuştu. Araştırmacılar, Pinabuto'nun tek başına yaptığı etki göz önüne alındığında, Batı Avustralya kadar bir alandaki patlamaların kitlesel ölüme yol açabileceğini belirtti. Jourdon, son 550 milyon yıl içinde yaşanan volkanik patlamalar ile iklim değişiklikleri arasındaki bağlantıyı çok titiz bir şekilde incelediklerini ve yaptıkları hesabın sadece 20 milyarda 1 ihtimalle tesadüf olabileceğine dikkat çekti. Volkanik patlamaların birçok canlı türü için kısa sürede adapte olması zor şartlar doğurduğunu belirten Jourdan, bu nedenle canlıların ölümden kaçamadığını belirtti. Araştırmacılar, yanardağların atmosfere saçacağı büyük orandaki gazların okyanus, iklim ve ekosistemler üzerindeki etkisini anlamak için geçmişin daha iyi incelenmesi gerektiğini ifade etti. Al Jazeera
"Su Sıkıntılı Ülkeler Ligindeyiz"
CHP İstanbul Milletvekili Şafak Pavey, Dünya Çevre Günü’nde hükümete 10 maddelik kırmızı uyarı yaptı. “Bu uyarı mektubunu bu ülkeye kıyamayanlardan biri olarak yazıyorum. İçinde en küçük bir siyasi fırsatçılık, zerre kadar çatışma duygusu yok. Büyük kaygı var” diyen Pavey, Türkiye’nin geçtiğimiz yıl 92 olan doğa ihtilaflı noktasının 167’ye yükseldiğine dikkat çekti. “Su sıkıntılı ülkeler ligindeyiz” dedi.Pavey’in, ‘Hükümete 10 kırmızı uyarı’ başlıklı yazılı açıklaması şöyle: “Parklarımıza attığınız gazların zehri temizlenmeden; ömürlerini adadıkları sularına, doğalarına sarılan Tortumlu Leyla’yı, Şimşirlili Havva Ana’yı, ağaçlarını koruyan Amasyalı gençleri dövdünüz. Masum ve cesur Anadolu insanına uyguladığınız resmi şiddeti kınarken; bu uyarı mektubunu bu ülkeye kıyamayanlardan biri olarak yazıyorum. İçinde en küçük bir siyasi fırsatçılık, zerre kadar çatışma duygusu yok. Büyük kaygı var. 1-Geçen yıl, ülkemizin doğa ihtilaflı 92 noktasını gösteren bir sivil toplum haritası sunarak dikkatinizi çekmeye çalıştık. Başaramamış olmalıyız ki; sorunlu alanlarımız bu yıl 167 noktaya yükseldi ( www.direncevre.org ). Doğamız hiçbir dönemde bu kadar tehdit edilmedi. Doğanın canı yanıyor ama dili olmadığı için ancak felaketlerle uyarıyor. Her felaketi bir şekilde atlattığımızı düşünüp, hatalarımızı gelecekte telafi etmeyi ummak, ölümcül bir yanlıştır. 2-Doğal kaynaklara olan talebimiz, dünyanın sağlayabileceği miktarı üçte bir aşıyor. Dünya nüfusunun yüzde 75′i tüketim oranlarının, doğanın kendini yenileme hızını aştığı ülkelerde yaşıyor. Bu oran Türkiye’de kırmızı alarm veriyor. Susuzluk, kuraklık, sel gibi doğa felaketlerinin artık sınırları yok. İçinde bulunduğumuz zamanın ihtiyaçlarını mirasyedi mantığı ile karşılarken, aynı ömür içinde buluşan genç kuşağın, var olma şansına zarar veren bir büyüme biçimini seçtiniz. Oysa tarım, balıkçılık ve turizm gibi sektörlerle de hem ekosistemi koruyup hem ekonomik kalkınma sağlayan yıldız ülkeler gözümüzün önünde duruyor. 3- UNEP’in verilerine göre Türkiye, Avrupa’da çölleşmenin başlayacağı ilk ülkelerden biri. Türkiye’de son 20 yılda kişi başına düşen yıllık su miktarı 4000 metreküpten, 1519 metreküpe inmiş. Sulak alanlarımız yarı yarıya azaldı. Bu haliyle “su sıkıntılı ülkeler ” ligindeyiz. 2030 yılında ise su kıtlığı olan ülkeler arasına gireceğiz. 2008 yılında yaşanan kuraklıkta tam yarım milyon çiftçi etkilendi. Maliyeti 2 milyar Euro.. Sulama alanlarımızın yüzde 94’ü konvansiyonel yöntemle sulanıyor. Bu yüzde 50 kayıp demek. Devletin hala anlaşılır bir tarım/sulama politikası yok. Hala derelerimizi kurutuyor. Ülkemiz hoyratça büyüyor. Gıda ve enerji üretimini belirleyen su kaynakları bu hoyratlıktan mağdur oluyor. Tek bir insan ömrü içinde balık türlerimizin yarısını kaybettik. Yiyecek fiyatlarında hızla katlanan artış önümüzde. Su sıkıntısı köylümüzün ekmeğini tehdit ediyor. 4- Yenilenebilir Enerji potansiyelimiz Almanya’dan fazla. Ancak Almanya’nın yenilenebilir enerjiden ürettiği elektrik, Türkiye’nin ürettiği toplam elektrikten daha fazla. Bizdeki oran yüzde 5, Almanya’da yenilenebilir enerji kullanım oranı yüzde 25,8… HES politikalarının ve kötü su yönetiminin yanı sıra, iklimimizdeki değişiklik sebebiyle 2080 yılına kadar yağışta ciddi bir azalma, sıcaklıkta da ciddi bir artış bekleniyor. Bu öngörü mevcut kötü politikalarla birleştirince 2023 oldukça kurak bir yıl olacak. Derhal HES’lerden vazgeçmek, su kaynaklarını korumak, geri dönüşümlü olarak değerlendirmek zorundayız. 5- Dünya Çevre Gününü ne yazık ki Soma felaketinin gölgesinde anıyoruz. Tarımdan maden sahalarına çevrilen alanlardan elde edilmesi planlanan 11.5 milyar ton kömür ve 80’den fazla kömürlü termik santral planı var. Bundan vazgeçmek zorundayız. Enerji Bakanlığı’nın kömür politikası, yüksek ve hızlı kâr hedefi; denetim ve güvenlik maliyetlerinin azaltılması, bizi maden felaketleri sıralamasında dünya birincisi yaptı. Tarım arazilerinde madencilik yapmak için bakanlıktan “kamu yararı” onayı almak yetiyor. Madencilik yapılan arazilerin uğradığı ciddi tahribat sonucu, bir daha o bölgelerde tarım yapılması mümkün olmuyor. Antalya’daki maden ocaklarının yüzde 90’ı ÇED istenmemiş alanlar… Kırsaldaki insanlarımızı yeraltında taşeron olarak çalışmaya mahkûm etmek yerine, bereketiyle başka kıtaları besleyebilecek çiftçilik politikalarına geçersek, hem yoksullukla mücadele eder, hem de insan hayatını korumuş oluruz. 6- Nükleer Enerji konusu Fukushima Faciası’ndan sonra Avrupa için neredeyse kapandı. Dünya’da nükleer enerji kullanım oranı 30 yıl öncesine gerilemiş. Almanya tesisleri tamamen kapatmayı planlıyor. Akkuyu Nükleer Santrali’nde ise ‘atık yönetim planı’ bile yok. Nükleerin felaket getireceği aşikâr, bu nedenle yenilenebilir enerjiyi yeniden hatırlatmamız gerekiyor. Greenpeace’in Avrupa Birliği Yenilenebilir Enerji Konseyi ve Dünya Rüzgâr Enerjisi Konseyi ile birlikte hazırladığı Enerji [D]evrimi raporu, Türkiye’nin 2040′a kadar elektrik ihtiyacının %85’ini, kömür gibi kirli ve pahalı bir enerji yerine yenilenebilir enerjilerden karşılayabileceğini açıklıyor. En önemli kaynağımız da güneşimiz. Güneşin üzerinde parladığı ülkemizde onun enerjisinden her hanenin faydalanabilmesini sağlamak mümkün.. 7- İnşaat sektöründe 2000 yılından beri tercih edilen hazır beton kullanımı, betonlaşmanın dehşetli hacmini temsil ediyor..Türkiye’de 1988 yılında 1,5 milyon metreküp hazır beton üretiliyordu. 2011 yılında bu miktar 90 milyon metreküpe çıktı. Yani 60 kat arttı. TOKİ başta olmak üzere kötü inşaat yatırımlarının doğamızı 60 kat daha hızlı tahrip ettiğini görüyoruz. Avrupa’da, bu kullanımla bize yaklaşabilecek ülke yok. Almanya, 2011’de 42 milyon metreküp üretmiş. Rusya ise 70 milyon. Kimileri betondan servetler kazanıyor olabilirler ama doğası yok olmuş bir ülkede o servetin sefasını sürmek mümkün olmayacak. 8- Hava kirliliği görünmez bir katil. İnsanları fark etmeden öldürüyor. Sağlığa etkisi kadar, fazla nitrojen kirliliği ve asit yağmurları yoluyla doğaya da büyük zarar veriyor. 2011 verilerine göre dünyanın en kirli havaya sahip 50 şehrinin içinde Türkiye’den 7 şehir var; Iğdır, Batman, Afyon, Osmaniye, Siirt, Gaziantep, Isparta. Kaz Dağları sahip olduğu özelliklerinden ötürü “Oksijen Deposu” olarak adlandırılır. Hava kirliliği bu kadar ölümcülken, Kaz Dağlarının oksijenini baraj inşaası, madencilik faaliyetleri ve HES’le nasıl tehdit edebilirsiniz? Hava kirliliğini 2030 yılına kadar şimdikine oranla yüzde 20 oranında azaltmayı hedefleyen AB tedbirleri mevzuatını uygulamaya sokmaya mecburuz. 9-İklim ısındıkça karbondioksiti emme özelliği olan bitkiler, özelliklerini yitirip sera etkisine yol açan gazları üretmeye başlayacaklar. Sıcak hava nedeniyle, organik çürüme artacak ve bugüne dek sadece insanların ürettiği karbon emisyonlarına bitkilerin ürettikleri de eklenecek. Bilimin tahminleri doğru çıktığı takdirde; kuraklık, kuraklığın etkisiyle orman yangınları, seller, bizi tehlikeli boyutlarda tehdit edecek. Türkiye 2011 DOHA, 2012 DURBAN ve 2013 VARŞOVA İklim Zirveleri’nde “Günün Fosili” seçildi. Çünkü sera gazı azaltım hedefimiz ve iklim değişikliği öngörümüz yok. İlgili Bakan zirveye gitmedi. 47 Milyar 523 milyon liralık yatırım bütçemizde; iklim değişikliğiyle mücadeleye sadece 4 kalem ayrılmış. 4 milyon 94 bin liralık bütçe, bölünmüş yol yapmak için ayrılan bütçenin ancak 28’de biri.. 10- Doğa; ülkemizde de insan yaşamının sürdürülebilirliğini sınıyor. Doğamızdaki tahribat, Soma’da gördüğümüz gibi yoksulluğu katlıyor. Doğayı tahrip etmeye aynı hızda devam edersek, kişi başına gelir 2050 yılına kadar yüzde 7 azalacak. Hükümetin ekonomik başarısı ölçülürken gayri safi ulusal gelirle birlikte ekonomik sürdürülebilirlik dikkate alındığında; gerçek durumu daha doğru anlama ve ona göre plan yapma şansı elde edebiliriz. Yaşanabilir bir gelecek için, kendi aramızda, gelecek kuşaklarla ve doğayla olan ilişkiyi değiştirmek, acilen doğaya saygılı politikaları uygulamaya başlamak zorundayız. Doğa politikamızı yeniden gözden geçirmezsek 2023’lerde şu andaki ihtiyaçlarımızı karşılamak için bile; iki Türkiye’ye birden ihtiyaç duyacağız. Doğal sermayenin fütursuzca kullanılması, ülkemizin refahını tehlikeye atıyor; yiyecek, su ve enerji fiyatlarının aşırı yükselmesine yol açıyor. Limon fiyatları sadece geçen yıla oranla bu yıl dört kat arttı. Susam fiyatları ise altı kat. Aramızda yarattığınız büyük kutuplaşmaya rağmen bu ülke, doğamızın sunduğu bereket ortak servetimiz. Aynı özen ve dikkatle korumaya mecburuz. Zete.com
Tesla Patentlerini Paylaşıma Açtı
Dünyanın önde gelen elektrikli otomobil üreticilerinden Tesla, patentlerinin tümünü paylaşıma açtığını duyurarak açık kaynaklı bir firma haline geldi. Tesla'nın bu hamleyle giderek güçlenen elektrikli araç piyasasında işbirliği planladığı düşünülüyor.Teknoloji milyarderi Elon Musk'ın sahibi olduğu Tesla Motors, sahibi olduğu yüzlerce patenti açık kaynaklı hale getirdiğini duyurdu. Musk, firmanın web sitesinden yaptığı açıklamada, 'Artık firmamızın teknolojisini kullanmak isteyenlere telif hakkı davaları açmayacağız' ifadesini kullandı. Tesla Motors'un patentlerini rakiplerine ve elektrikli araç piyasasına girmek isteyen tüm firmalara açması, küresel otomotiv piyasasında benzinli araç üretimine olan ilginin azalmasına hızlandırabilir. Ayrıca, Tesla'nın elektrikli otomobil alanındaki faaliyetlerini artıran BMW ile de uzun süreli bir ortaklık kurabileceği öne sürülüyor. Küçük elektrikli otomobili i3'ü satışa sunan ve hibrit i8'in üzerinde çalışan BMW'nin, oldukça hafif karbon fiber mateyal teknolojisinin patentini Tesla ile paylaşması bekleniyor. BMW, Tesla'nın patent açıklamasından kısa bir süre önce California merkezli şirket ile görüştüklerini doğrulamış ancak görüşmeler hakkında detay vermemişti. Tesla Model S ile ABD'de büyük başarı yakalayan ve geçtiğimiz hafta İngiltere piyasasına da giren Tesla Motors, buna rağmen son derece yüksek bütçeli otomobilleriyle otomotiv sektöründe yer edinmekte çok zorlanıyor. BMW ortaklığının yanı sıra, Musk'ın asıl amacının insanların ilgisini elektrikli araçlara çekmek olduğu öne çıkıyor. Musk katıldığı bir konferansta, 'insanların iklim değişikliği ve küresel ısınma ile bağlantılı değişimlere fazla dikkat etmediğini ve gerçekten bir şeyler yapmaları gerektiğini' söylemişti. Musk, patentlerini açık kaynaklı hale getirerek bir risk almadıklarını da belirtti. En önemli hususun sürekli yenilik yapmak olduğunu belirten Musk, 'Tesla'nın eski patentlerini yenileriyle değersiz kılacağını ve teknolojisinin sınırlarını sürekli zorlamaya devam edeceğini' ifade etti. Tesla Motors, 2015 yılında Model X adlı elektrikli otomobilini piyasaya sürmeye hazırlanıyor. Al Jazeera
Avrupa'nın Çevreyi En Çok Kirleten 30 Santrali
Avrupa’nın En Kirli 30’u adlı rapor ile Avrupa Birliği enerji sektöründeki sera gazı salınımının en yüksek olduğu 30 enerji santralinin listesi açıklandı. 2013 verilerini temel alan raporun oluşumunda İklim Hareketi Ağı, Doğal Hayatı Koruma Vakfı, Avrupa Çevre Bürosu gibi birçok organizasyon bulunuyor. Listenin başında Polonya’nın Belchatow kömür yakıtlı enerji santrali bulunurken ikinci ve üçüncü sırada Almanya’nın kuzeyinde bulunan iki santral yer alıyor. Rapora göre, Avrupa Birliği uzun zamandır iklim değişikliği ile mücadelede lider olarak görülse de son yıllarda kömür santrallerindeki emisyonlar artış gösteriyor. 1990’lı yıllar ile kıyaslandığında kömürden enerji üretiminde anlamlı bir düşüş gözlense de son yıllarda Avrupa enerji sektöründe kömür tüketiminde artış görülüyor. Ekonomik faktörlerin, artan gaz fiyatlarının, düşük kömür ve düşük karbon fiyatlarının etkisi birliğin iklim politikalarında esnemeye neden olurken 2009’dan beri elektriğin kömürden elde edilmesinde artışı beraberinde getiriyor. Petrol ya da gaza oranla görece düşük kömür fiyatları nedeniyle Avrupa’daki kömür yakıtlı santraller tam kapasite ya da tam kapasiteye yakın çalışıyor. Avrupa’da ayrıca büyük miktarlarda kömür ihracatı da yapılıyor, özellikle enerji üreticilerinin kömür yerine kaya gazına geçtiği ABD’den. Rapor yazarları son yıllarda Avrupa’nın kömür yakıtlı enerji santrallerindeki emisyon yükselişini yeni santrallerin eklenmesinden değil varolanların tam kapasite çalıştırılmasına bağlıyor. Bu santrallerin bazılarının aşamalı olarak üretiminin durdurulması planlanmasına rağmen tam kapasite çalışmaya devam ediyor. Almanya ve İngiltere kirlilikte başı çekiyor Almanya ve İngiltere her ne kadar kendilerini Avrupa’nın iklim şampiyonu olarak ilan etse de listede her iki ülkenin yüzlerce ton seragazı salımı yapan 9’ar santrali bulunuyor. Listedeki en büyük kirlilik yaratan ilk 5 santralden 4’ü Almanya’da. Kömürün gerçek maliyeti ‘En Kirli 30′ raporuna göre, kömür yakıtlı enerji santralleri tek başına en büyük sera gazı salınımı kaynağıdır. Kömür en kirli yakıt ve dünyadaki kömür revervleri potansiyel olarak en büyük C02 kaynağını oluşturmaktadır. Kömür yakıtlı santraller dünya enerji üretimini %40’ını oluştursa da enerji sektöründeki sera gazı salınımlarının %70’inden fazlasından sorumlu. Kömürün yarattığı kirliliğin insan sağlığına ve çevreye negatif etkisi vardır. Kardiyovasküler ve solunum hastalıkları başta akciğer kanseri Avrupa’da önde gelen kronik rahatsızlıklar olmakla beraber bu hastalıkların tedavisi ise sağlık harcamalarının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Tüm bu hastalık gruplarının hava kirliliği ile ve özellikle havadaki partikül parça miktarı ile açık bir bağlantısı vardır. Rapora göre kömürden elde edilen elektriğe ödenen fiyat iklime, havaya ve insan sağlığına yönelik yarattığı zararı karşılayamıyor. Azot oksit ve sülfür dioksit benzeri kirletenler nedenli hastalıkların Avrupa’ya yıllık maliyeti 26-71 milyar Avro’dur. En kirli 30 santral listesindeki santraller, enerji sektörünün sağlık maliyetlerinin %20’sine neden olurken tüm endüstri kollarındaki sağlık maliyetlerinin %14’ünü oluşturmaktadır. Avrupanın iklim hedefleri tehlikede Araştırma, eğer Avrupa 2030’a kadar emisyonlarını 1990 seviyesinin %40 altına indirme planını gerçekleştirmek istiyorsa bu santrallerin kapatılmasının hayati önemde olduğunu belirtiyor. Ancak, kısa vadeli ekonomik hedeflerin iklim değişikliğinin kontrolünün uzun dönemli hedeflerinin önüne geçtiği aşikardır. Raporun sonucunda da belirtildiği gibi; “Avrupa’nın enerji ve iklim politikasındaki gelişmeler kömür santrallerini teşvik edip sürelerini uzatırken Avrupa’nın kendi iklim hedefleri ile çelişki yaratmaktadır” (Yeşil Gazete)
Kitlesel Yok Oluş Süreci Başlamış Olabilir
Bilim insanları Dünya'nın tanık olacağı altıncı kitlesel ölüm sürecinin başlamış olabileceğini belirtti. Bitki ve hayvan türlerindeki hızlı azalmanın kitlesel ölüme işaret edebileceği ifade edildi. Dünya bugüne kadar beş defa tanık olduğu ve yeryüzündeki tüm bitki ve hayvan türlerinin sonunu getiren kitlesel yok oluşa yeniden tanık olabilir. Uluslararası bir araştırma ekibi, dünyanın altıncı kitlesel ölüm sürecinin başlangıcında yer aldığını düşünüyor. Science dergisinde yayımlanan araştırmada, 1500 yılından bu yana karada yaşayan 320'den fazla omurgalı hayvanın yok olduğuna dikkat çeken bilim insanları, omurgalı hayvan türlerinin yüzde 25 azaldığını belirtti. Araştırmada kabuklular, solucanlar, kelebekler ve daha birçok omurgasız canlı türünün sayılarının da azaldığına dikkat çekildi. ABD'nin Stanford Üniversitesi'nden Biyolog Rodolfo Dirzo, 65 milyon yıl önce dünyaya hükmeden dinozorlarla birlikte kitlesel ölüme neden olan meteor çarpmasının aksine, altıncı kitlesel ölümün insan kaynaklı olacağını vurguladı. Nature dergisinde Mart 2011'de yayımlanan ve fosil kayıtlarıyla modern gözlemlere dayanan eski bir araştırma, yeni kitlesel yok oluşun 300 ila 2000 yıl arasında yaşanabileceğini öngörmüştü. Hayvanların nesli hızla tükeniyor Bilim insanları, hayvan türlerinin üçte birinin yok olma tehlikesi yaşadığını ve başta filler, gergedanlar ve kutup ayıları olmak üzere büyük hayvanların en fazla risk altında olduğunu belirtti. Zebra, zürafa ve fil gibi hayvanların arınması halinde toprakların yabani otlar ve kemirgenlerle dolacağını belirten araştırmacılar, bu durumun insanlar için çok ağır sonuçlar doğuracağını belirtti. Kemirgenlerin istila edeceği bir dünya, salgınların da kısa sürede tüm insanlığa bulaşmasına neden olabilir. Araştırmanın başında yer alan Biyolog Dirzo, 'bitki örtüsünün azalması çok ciddi sonuçlara yol açan bir döngü başlatabilir' ifadesini kullandı. Araştırmalar, son 50 yıl içinde insan nüfusu iki katına çıkarken, omurgasız hayvanların oranının yüzde 45 azaldığını gösterdi. Bu azalmanın en büyük nedenleri, iklim değişikliği ve yaşam alanlarının daralması. Duke Üniversitesi'nden Biyolog Stuart Primm'in mayıs ayında yaptığı araştırma, insan etkisi nedeniyle hayvanların yok olma hızının neredeyse 1000 kat arttığına işaret etmişti. Dirzo, altıncı kitlesel ölümü yavaşlatmanın birlikte çalışma gerektirecek uzun bir zaman alacağını ifade ederek, hayvanlara ait temel yaşam alanlarının korunması gerektiğini belirtti. Kaynak: Al Jazeera