onedio
Görüş Bildir

OHAL Haberleri

OHAL ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. OHAL ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

İzmir'de de OHAL Kararı
İzmir’de de İl Emniyet Müdürlüğü’ne il genelinde fiili 'olağanüstü hal' (OHAL) anlamına gelen bir haftalık arama kararı verildiği ortaya çıktı Ankara ve Kadıköy'de olduğu gibi İzmir için de OHAL anlamına gelebilecek bir karar verildiği ortaya çıktı. İzmir'in Konak ve Çiğli İlçelerinde polise 4 Nisan'a kadar 24 saat boyunca her türlü arama yapma yetkisi verildiği ortaya çıktı. Fatih Yağmur 'un radikal.com.tr'de yer alan haberine göre, İzmir’in Çiğli İlçesi için verilen kararda her türlü umuma açık yer ve çevrelerde üst araması, araç araması ve özel eşyalar da dahil arama yapılması için karar verildiği ortaya çıktı. Çiğli Kaymakamı Mustafa Arı tarafından verilen arama kararında alışveriş merkezleri, terminaller ve yollar gibi her alanda arama yapılması açıkça ifade ediliyor. Verilen kararda Çiğli İlçesi için, “11 Şubat 2014 Salı Günü Saat 08.00’den 5 Nisan 2014 Saat 08.00’e kadar arama kararının geçerli olduğu belirtildi. İzmir 22. Sulh Ceza Mahkemesi’nin verdiği arama kararının gerekçesi olarak ise PKK’nın eylemlerini arttıracağı istihbaratlarının olduğu gösterildi. İzmir Konak için verilen arama kararında ise 4-9 Mart tarihleri arasında arama kararının geçerli olduğu belirtildi. Arama kararında kişilerin özel kağıtlarının ve eşyalarının da aranması ifadesinin yer alması dikkat çekti. Bu kararın gerekçesinde ise Taksim Gezi olaylarının engellenmesi ve '17 Aralık' operasyonu çerçevesinde yapılması muhtemel eylemler olduğu ifade edildiT24.
'Böyle Bir Rejimde Yaşamaktansa Ölmeyi Tercih Ederim'
Ertuğrul Özkök: Başbakan öyle büyük öfkeler yarattı ki, onun bu intikam duygusuyla bizim de bu eziklik duygusuyla gitmemiz mümkün değil Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök , Başbakan Tayyip Erdoğan 'ı diktatörlükle suçlayarak AKP yönetiminin son dönemdeki tutumuna ilişkin, 'Başbakan'ı taraftlarları kefenle karşılıyor. Karşısındakiler de böyle yaparsa ne olur? Başbakan'ın müdahale etmesi gerekmez mi? Ne kefeni diye tavır alması gerekir. Böyle bir rejimde yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim' dedi. CNN Türk'te Aslı Aydıntaşbaş 'ın sunduğu Karşı Gündem'e konuk olan Özkök, AKP'nin seçimlerde yüzde 75 oy bile alsa bu ülkeyi yönetecek kafada olmadığını öne sürerek, 'Öyle büyük öfkeler yarattı ki. Ben de de yarattı. Onun bu intikam duygusuyla bizim de bu eziklik duygusuyla gitmemiz mümkün değil. Bunun sonu OHAL uygulamalarıdır' ifadelerini kullandı. Ertuğrul Özkök'ün açıklamalarından satırbaşları şöyle 'Erdoğan henüz Adnan Menderes ve Demirel'in aldığı oy oranlarına ulaşmadı. En yüksek oyu yüzde 59,5'tir. Referandum ne demektir? Yüzde 51 alan kazanır altında kalan kaybeder. Eğer yolsuzluk konusunda sandık karar verecekse yüzde 49 bile alsa kaybetti demek hakkına sahibim. Oyu yükselse bile yüzde 50'yi aşmadığı sürece kaybetmiş demektir. O nedenle ben Başbakan'ın yerinde olsaydım böyle demezdim. Chavez yakın zamanda öldü mesela peki şu anda partisinin oyu ne kadar Unutmayalım halk diktatörleri çok çabuk gömer.' 'MİT Erdoğan'ın dedektiflik bürosu haline geldi' 'Türkiye'nin kurumları çöktü. Polis çöktü. Türkiye yarın öbür gün Ukrayna'ya dönerse şaşırmayın. Bu kadar güvenme. Ordu açılamaz hale geldi zaten şu anda. Yargı çöktü, MİT rezalet durumda. Erdoğan'ın dedektiflik bürosu gibi çalışıyor. MİT'e güvenmiyorum.' 'Bu sürecin sonu OHAL uygulamalarıdır' 'Başbakan'ın bazı şikayetleri çok doğru. Ama bu sorunları yönetme biçimi bu değil. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Bu kafayla bu ülkeyi yönetmez. Yüzde 75 de alsa yönetemez. Öyle büyük öfkeler yarattı ki. Ben de de yarattı. Onun bu intikam duygusuyla bizim de bu eziklik duygusuyla gitmemiz mümkün değil... Bunun sonu OHAL uygulamalarıdır. Hepimizin aklımıza başımıza alması gereken bir dönem yaşıyoruz. 30 Mart'tan sonra hepimizi hapse atacak duygusu yaşatıyor bize. Yapamazsa bile bu duyguyu yaşatıyor.' 'Sabah'ın sahibi kim?' 'Kendinden geçmiş bir Başbakan'ımız var. Bir gazeteye kimin sahip olacağına karar veren bir Başbakan. Hürriyet'in sahibi kim herkes biliyor mesela. Peki Sabah'ın sahibi kim? Künyede ne yazıyor? Sahibi olarak Kalyoncu gösterliyor. 20 yıldır gazeteciyim tanımıyorum. Kim bu Kalyoncu Allah aşkına?' 'Kendi attıkları manşete baksınlar' 'Başbakan bugün bize paralel diyor. Ne paraleli ya? İnsanda biraz vicdan olur. Benim arkadaşlarım hapse atıldı haksız yere. Başbakan'ın bir Türkiye vatandaşı olarak içim yanıyor demesi lazımdı. Benim için önemli olan bağımsız yargıdır o da Türkiye de yok zaten. İki tane bileğimiz var zaten akıp götürürler. 28 Şubat davasında bize ne diyecekler. 2004 MGK'sında alınan cemaat kararı ne oalcak? O kadar fişleme yapmışlar? Kimse bize masal anlatmasın? 28 Şubat'ta bazı insanlar işlerini kaybetti burada ise insanlar hayatlarını kaybetti. Bana manşetler diyorlar. Kendi attıkları manşetlere baksınlar.' 'Böyle bir rejimde yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim' Başbakan'ı taraftlarları kefenle karşılıyor. Karşısındakiler de böyle yaparsa ne olur? Başbakan'ın müdahale etmesi gerekmez mi? Ne kefeni diye tavır alması gerekir. Böyle bir rejimde yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim. 21. yüzyılda yaşıyoruz ya. Güzel yemekler yiyeceğiz sevişeceğiz. Böyle şey olur mu? Başbakan paralel yapı konusunda doğal müttefiki olan insanları bile kaybetti. Çünkü güvenmiyorlar, ben de güvenmiyorum. Cemaatin işini bitirdikten sonra bizi bitirecek diye düşünüyor insanlar.'T24
Suriye Toplantısı İçin Kim Ne Yazdı?
Cengiz Çandar: Dünyanın her ülkesinde böyle sıfatlar taşıyan kişiler bu gibi konuları konuşurlar. Nasıl konuşurlarsa konuşsunlar 'Devlet sırrı' kavramı tam da bu gibi durumları ima eder Suriye’yle ve Suriye içindeki bazı silahlı gruplarla gerilimin tırmandığı günlerde yapıldığı anlaşılan bir toplantının ses kaydı dün internette yayınlanması krize yol açtı. Başbakan Tayyip Erdoğan ses kaydının servis edilmesini 'vatan hainliği ve alçaklık' olarak yorumladı. Dışişleri Bakanlığı da 'bunu yapanların hesap vereceğini' belirterek soruşturma açıldığını açıkladı. Hürriyet'ten Mehmet Y. Yılmaz, İsmet Berkan Milliyet'ten Melih Aşık, Güneri Cıvaoğlu Sabah'tan Emre Aköz ; Star'dan Mustafa Karaalioğlu; Vatan'dan Oktay Gönensin; Radikal'den Cengiz Çandar, Murat Yetkin, Deniz Zeyrek, Orhan Kemal Cengiz; Cumhuriyet'ten Can Dündar; Yeni Şafak'tan İbrahim Karagül ; Taraf'tan Amberin Zaman; Türkiye gündemine oturan ses kaydı skandalını yorumladı. 9 gazeteden 14 yazarın sızdırılan ses kaydı hakkındaki yorumlarının bir kısmı şöyle Mehmet Y. Yılmaz - Hürriyet Oy hırsı gözlerini iyice kör etmiş Son kayıtta yer alan seslerin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’e ait olduğu ileri sürülüyor. Yayınlanan ses kaydında söylenen sözlere girmeyeceğim. Zaten bunu merak edenlerin hepsi dün internette kaydı dinledi, bazı haber sitelerinde kaydın çözülüp yazılı hale getirilmişi bile yayımlandı. Sadece kısa bir özet yapayım: Suriye ile savaşa girmek için Süleyman Şah Türbesi’nin bir gerekçe olarak kullanılması, “gerekirse Türkiye’ye doğru 8 füze attırıp” müdahale için ortam yaratılması konuşuluyor. Bu ses kaydı gerçek ise söylenecek şeyler belli: Bir kere, böyle önemli bir toplantıyı bile yeteri kadar güvenlik önlemi almadan yapabiliyorlar. Dinleyen artık her kimse böyle bir heyetin, böyle bir toplantıyı hiçbir önlem almadan yapmalarına da mutlaka şaşırmıştır. Öte yandan bu kaydı kim yaptı bilemiyoruz: Cemaat mi, Suriye muhaberatı mı, başka bir ülkenin gizli servisi mi? Kaydı kim yapmış olursa olsun, ulusal güvenliğimize karşı açık bir saldırı olarak niteleyebiliriz. O toplantıyı yapanlar, böyle bir olasılığı göz önünde tutup gereken önlemleri almış olmalıydılar. Ankara’da, dışarıdan dinlenmeye izin vermeyecek bir ortam yaratmak bu kadar mı zor? MİT’in ve askeri istihbaratın işi nedir, görevi bunları öğrenip engellemek değil midir? Diğer konu ise seçim kazanmak uğruna bir ülkenin savaşa sürüklenmek istenmesi. Artık gözlerini nasıl bir oy hırsı bürüdüyse, bu nedenle insanların ölebileceğini, ülkenin Suriye bataklığına çekilip, yutulabileceğini bile hesaba katmıyorlar. Belli ki yolsuzluk suçlamalarından kurtulabilmek, soruşturmaları örtbas etmek, seçimden sonra TBMM açıldığında milletvekillerini savaş ile oyalamak her şeyden önce geliyor. Her şey iktidarın ve bugüne kadar korkusuzca yürüttükleri yağma düzeninin korunması için! Ne memleketin geleceği umurlarında, ne insanların hayatı! Yazının tamamı için tıklayın İsmet Berkan - Hürriyet Bir devletin sona erdiği an... Odada Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler toplantı halinde. Toplantının konusu Suriye. Büyük ihtimalle çok yakın zamanda yapılmış bir toplantı bu; ve yine büyük ihtimalle ya Ahmet Davutoğlu’nun bakanlıktaki makamında veya onun Ankara’daki konutunda yapılıyor toplantı. Konuşmaların içeriğinden Hürriyet’in yayın ilkeleri nedeniyle söz etmiyorum; o yüzden içerikle ilgili görüşlerimi de yazmayacağım. Sadece şunu söylememe izin verin: Türkiye bir Suriye uçağını düşürdü diye veya Süleyman Şah Türbesi, hem Kaide, hem de Suriye’deki rejimle bağlantılı savaşan IŞHİD adlı örgütün tehdidi altında diye Türkiye, Suriye ile savaşa girecek kadar aklını kaçırmadı. Esas çirkin iddia olan, ‘Seçimi kazanmak veya kaybedileceği anlaşılan seçimi ertelemek için ülkeyi savaşa götürüyorlar’ şeklindeki eveleme-gevelemenin hiçbir mantığı yok. Çünkü ülkede ana muhalefet bile şu aşamada seçimi kazandığı iddiasında değil; iktidar partisi ise seçimi kazanacağına zaten inanıyor, daha fazla oy alma peşinde Yazının tamamı için tıklayın Melih Aşık - Milliyet Sırlar patladı! İçte dışta bir kez daha küçük düşmek için dünkü kasetten başka bir şeye gerek kaldı mı? Sanmıyoruz... Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler bir odada Suriye’ye savaş senaryosunu konuşuyorlar. Yaptıkları konuşmalar dışardan dinleniyor. Youtube’a aktarılıyor. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Irak Şam İslam Ordusu IŞİD’e karşı operasyon durumunda yurtiçinde bombaların patlayacağını söylüyor “Sınır kontrol altında değil” itirafında bulunuyor. Bu sözleri dün YouTube aracılığıyla bütün dünya izliyor. Bu arada... CHP lideri Kılıçdaroğlu birkaç gündür TSK’yi Suriye’ye yönelik bir savaşa karşı uyarıyor. Anlaşılan ordu içinden birileri Kemal Bey’i uyarıyor... Dışişleri’nin bu olayı “alçakça bir casusluk faaliyeti” diye nitelemesi doğrudur. Ama dinlemelere karşı bu güvenlik zafiyetine ne demeli... Kimdir bu dinlemeciler? Neden yıllardır bir türlü yeterli önlem alınamadı? Bu komplo planlarının açıklanmasından sonra kimi nasıl bu devletinc ciddiyetine inandıracaksınız? Yazının tamamı için tıklayın Güneri Cıvaoğlu Milliyet “Rüyaymış” demek istiyorum! 17 Aralık’-tan bu yana olanlar için o söylemi her defasında hatırlıyorum. “Onlar dışarıdan, biz içeriden bu devleti yıkamadık...” Gerçekten dinledikleriniz, görüntülerle izledikleriniz art arda zihninizden bir film şeridi gibi aksın. Böyle bir “gerilim, korku, rezalet, dehşet, ihanet” senaryosu sinema dünyasında bile üretilemez. Ne gerçek, ne dublaj, ne montaj... Artık hepsi karıştı. Mide bulantısının dışa vurumu gibi akıyor. Tiksinti veriyor. YouTube’un da kapatılmasına neden olan son sesler ve tapelerin içeriğine girmem. Ama... Ulusal güvenliğimiz adına karanlık kuyulara yuvarlandım. Hem konuşulanlar için... Hem de bu “en özel, en kozmik, en hayati” toplantının bile dinlenebildiği bir ülkenin bireyi olmaktan dolayı... Gözbebeği devletimiz nasıl bu kadar korunaksız olabilir? “Ah ne safmışız” diye geçiştirilemeyecek “über zaaf...” Allah korusun Türkiye savaşta olsa, “en kritik, en kozmik harp planları” sapır sapır ortaya mı dökülecekti? Bu dinlemeyi yapanlar ve yayanlar asla tasvip edilemez. İç siyaset için yapılmış olsa bile Türkiye düşmanlarının keyifle avuçlarını ovuşturdukları bir servistir. Yazının tamamı için tıklayın Cengiz Çandar - Hürriyet Devletin iflas hali Tayyip Erdoğan’ın Van ve Diyarbakır konuşmalarını dinleyenler arasında mutlaka Farinelli filmini hatırlayanlar çıkmıştır. 1994 yapımı film, 18. yüzyılda yaşamış olan tarihteki en ünlü 'castrato' şarkıcının hayat hikâyesiyle ilgiliydi. Tayyip Erdoğan’ın bağırmaktan, günlerdir yüksek sesle ona buna, oraya buraya tehdit savurmaktan ve hakaret etmekten kısılmış sesi, tıpkı Farinelli’nin sesi gibi çıkıyordu. Van ve Diyarbakır konuşmalarını dinleyenler, kendisinin ne dediğinden ziyade, sesinin tınısından ötürü bir komedi stand-up’ı izledikleri duygusuna kapıldılar. Oysa, onun konuştuğu sıralarda, onun yönettiği Türkiye, belki de bugüne kadarki en büyük 'skandal'a tanık olmaktaydı. Tayyip Erdoğan o sesiyle 'yolsuzluk-hırsızlık lekeleri'yle kirlenmiş iktidarını devam ettirebilmek için çırpınır ve gülünç görüntüler verirken Türkiye devleti, tarihinin en 'acıklı' durumuna düşürülmüştü. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler, Suriye’ye yönelik askeri harekâtın nasıl yapılacağı ya da yapılamayacağı üzerinde konuşuyorlar. En can alıcı hususların dile getirildiği 15 dakikalık bir bölüm, YouTube üzerinden internette. Her isteyen dinleyebiliyor! Yazının tamamı için tıklayın Orhan Kemal Cengiz - Radikal Zombi Türkiye Yolsuzluk, hırsızlık ve hukuk tanımazlık hikâyeleri dinleye dinleye ruhları derin bir aşınmaya uğramış benim de içinde olduğum bu zombilerin yanı sıra, bir başka zombi hikâyesi de hükümet taraftarları için yazılıyor. Hükümetin de kendi taraftarı zombilere bir şeyler vermesi gerekiyor. İşte o taraf için de şu bayraklı reklam filmi çıktı ortaya. Brad Pit’in World War-Z filminde, zombilerin Kudüs Duvarına tırmandıkları sahnenin birebir aynısı tekrarlanıyor AKP’nin reklam filminde. Aradaki tek fark, duvar yerine bayrak direğine tırmanmaları ve direğe tırmananların epey kanlı canlı görünmeleri. Ancak işte, öyle reklam filmiyle tatmin etmenin mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmış olmalı. Başka bir filmi koyuyorlar sahneye. El Kaide Suriye’den sözde tehdit ediyor, Süleyman Şah Türbesi'ndeki Türk bayrağı inecek, yoksa asarım keserim, diyor. Yazının tamamı için tıklayın Pınar Öğünç - Radikal Aynı eve mi döneceğiz Yaşadığımız öyle bir olağanüstü hal ki, insanda 'Artık eve dönsek' hissi uyanıyor. Ev neresi? Peki ya bu koku... Dün akşamüstü Başbakan’ın kökünü kazımaya yemin ettiği, türlü katakulliyle yerel seçim öncesi tabii yollardan girilemeyeceği de hissedilen Twitter’da, Milli Güvenlik Kurulu’nun acilen toplandığı konuşuldu. Belli ki etrafındaki haleden kimse uyarmaya cüret edememiş; Başbakan’ın kısık sesiyle, inatla mikrofon başına geçtiği Van mitingi, birkaç saat evvelinde ortaya salınan Suriye temalı ses kayıtlarını kısa süreliğine unutturmuştu ancak. Olağanüstü hal ilan edilebilir mi, anayasa askıya alınabilir mi diye soruyordu herkes birbirine. Seçim iptal edilebilir mi? Başbakanlık’ın açıklaması böyle bir toplantının söz konusu olmadığını söylüyorsa da işlerin bu noktaya dahi gelebileceği akıldan o kadar uzak durmuyordu. 'Bu katiyen olmaz' cümlesini kim gönül rahatlığıyla kurabiliyor ki şu ara, buna kim şaşırırdı. Belki de her şey daha net olurdu; bilirdik. 17 Aralık’tan beri dünya yüzünde başka numunesi olmayan bir olağanüstü hal yaşıyor aslında Türkiye. Kahvelerde, kafelerde, okullarda, evlerde konuşulan mevzular değişti. İnsanların tape peşinde uyku saati, dili, öfkesi, küfrü değişti. Gezi zamanından beri aslında, siyasetle kurduğu ilişki değişti. Şaşırma, mide bulantısından öğürme eşiği değişti. ‘Normal’i kaydı. Nereye bakacağını, önce neye sinirleneceğini, neyle neyi bağlayacağını bilemez oldu. Ruhen yorucu bir hal bu. Zaman geçtikçe insanda “Yeter artık eve dönsek” hissi yaratıyor biraz. Sanki başka bir yerdeyiz, kanepemizi özlüyoruz. Yazının tamamı için tıklayın Murat Yetkin - Radikal Buz gibi casusluk, yurdun kalelerine girilmiş Dışişleri Bakanlığı'ndaki gizli güvenlik toplantısını kaydedip yayımlamak yolsuzluk iddialarına benzemez; düpedüz casusluk faaliyetidir. Dün öğle saatlerinde internete düşen iki ses kaydı daha öncekilere hiç benzemiyordu. Kayıtlar çok gizli nitelikte bir toplantıdan alınmıştı. Toplantı, Dışişleri Bakanlığı’nda yapılmıştı. Bakan Ahmet Davutoğlu’nun makam katının güvenli ortamında yapılmıştı. Tarih 13 Mart 2014 Perşembe. Konu, Suriye’deki tek Türk toprağı sayılan Süleyman Şah Türbesi’ne Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) tarafından yapılan saldırılar. Kriz var? Ne yapılacak? Müdahale mi edilecek? Nasıl edilecek Alternatif planlar konuşuluyor. Kriz toplantısına Bakan Davutoğlu başkanlık ediyor. Katılanlar MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ve Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu. Henüz daha geniş katılımlı toplantı için özel elektronik kormalı odaya geçilmemş; Bakanın makam odasında sohbet ediliyor. İşte dün, 30 Mart seçimine üç gün kala bu çok gizli toplantının kayıtları iki posta halinde internete sızdırıldı Yazının tamamı için tıklayın Deniz Zeyrek - Radikal Dışişleri'nde böcek avı İnternete düşen kaydın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Gürel ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın 13 Mart günü Davutoğlu'nun odasında yapılan ön değerlendirme konuşmalarının kayıtları olduğu ortaya çıktı. İnternete düşen kaydın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Gürel ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın 13 Mart günü Davutoğlu’nun odasında yapılan ön değerlendirme konuşmalarının kayıtları olduğu ortaya çıktı. Bakan odasındaki 4’lü toplantının ardından toplantı salonuna geçilerek, MİT, Genelkurmay ve Dışişleri’nden yetkililerin katıldığı ikinci bir toplantı yapılmış. 13 Mart’ta Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı terör örgütü Süleyman Şah Türbesi’nin etrafındaki bütün yerleşim yerlerini ele geçirince Ankara harekete geçmişti. İstihbarat, IŞİD’in Türkiye’ye “Üç gün içinde bayrağı kaldırın, yoksa saldıracağız” tehdidini içeren videoyu kaydettiği bilgisini de edinmişti. Bunun üzerine MGK’nın ‘Dış Güvenlik’ ile ilgili bölümündeki yetkililer toplantı kararı aldı ve Dışişleri’nde toplanıldı. Kayıttaki dört ismin yanısıra Genelkurmay Harekat Başkanı, Dışişleri ve MİT’ten Müsteşar Yardımcıları da toplantıda yeralmıştı. Toplantının hedefi, olası saldırı halinde krizin nasıl yönetileceğini ve önlemleri belirlemekti. Yazının tamamı için tıklayın Ezgi Başaran - Radikal Buradan OHAL'e gideriz Öğle saatlerinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT müsteşarı Hakan Fidan, Feridun Sinirlioğlu ve Korgeneral Yaşar Güler'in Suriye hakkında yaptığı toplantının ses kayıtları internete düştüğünde herkes anladı. Neyi? Öğle saatlerinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT müsteşarı Hakan Fidan, Feridun Sinirlioğlu ve Korgeneral Yaşar Güler’in Suriye hakkında yaptığı toplantının ses kayıtları internete düştüğünde herkes anladı. Neyi? Şunu: Nasıl korkunç bir durumun içinde olduğumuzu. Çünkü bu ses kayıtları gösteriyordu ki, bizi yönetenler bakkal hesabı yapar gibi Suriye’ye ‘girmeyi’ konuşuyordu. ‘Stratejik derinlik’ filan hak getire. Bölge ve şartları ortaokul coğrafya öğretmeni seviyesinde tartışılıyordu. Ve en fenası… Süleyman Şah Türbesi’nin bahane edilerek ‘gündeme iyi gelecek’ bir Suriye saldırısından söz edilmesi… Hatta ‘tüm Suriye meselesi omuzlarına yıkılan’ MİT müsteşarının bahaneye gerek yok, gireceksek hadise çıkararak (kuvvetle muhtemel canlara mal olarak) bahaneyi biz yaratırız demesi… Kirli ve tehlikeli bir devletin entelekti düşük sohbetinden bunları öğrendik. İyi de nasıl? Nasıl oldu da öğrendik? Yazının tamamı için tıklayın İbrahim Karagül - Yeni Şafak Bu millet sizi affetmeyecek! Vatan hainliğinin tanımı nedir, nasıl bir şeydir? Başka ülkeler adına, o ülkelerin istihbarat teşkilatları adına kendi ülkesinin sırlarını çalanlara, casusluk yapanlara, hırsızlara, ülke düşmanlarına nasıl davranılır? Kendi ülkesinin bütün mahrem alanlarına girip, bilgileri yayınlayanlara, yayınlamadan önce de bir takım yerlere servis edenlere, ülkesine ve milletine savaş açanlara ne yapılır? Vatan hainliğinin ve casusluğun cezası nedir? Tarih boyunca, hangi ülke olursa olsun, bu suçları işleyenlere neler yapılmıştır? Bunları bir düşünün... Düşünün de Türkiye'nin nasıl bir düşmanla karşı karşıya olduğuna bir kez bakın... Dün, Türkiye'ye karşı yapılan ihanet, Fransa'ya, Rusya'ya, ABD veya İsrail'e karşı yapılsa nasıl karşılık bulurdu? Hepsini kurşuna dizerlerdi. Bazıları da ortadan kaybolur yıllarca izi bile bulunamazdı. Bunları yapanlar, dünyada bu işlerin böyle yürüdüğünü bilmiyor mu? Yazının tamamı için tıklayın Emre Aköz - Sabah Paranoya halleri 2011 sonbaharından günümüze iki buçuk yıl geçti. Bu süre zarfında Başbakan Erdoğan ile GK Başkanı Org. Necdet Özel arasında bir gerginlik olduğunu duymadık. Mutlaka anlaşmazlıklar olmuştur ama kısa süre içinde uzlaştıkları belli oluyordu. Derken Türkiye hava sahasını ihlal eden Suriye askeri uçağı TSK tarafından düşürüldü... O arada Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı örgüt; fol yok, yumurta yok, Türkiye toprağı sayılan Süleyman Şah Türbesi'nin ('Saygı Karakolu'nun) boşaltılmasını istedi... Tabii Ankara da özetle 'Saldıran cevabını alır' dedi. Bunun üzerine muhalefeti oluşturan kesimler (CHP, MHP, BDP ve Cemaat medyası), 'Hükümet ülkeyi savaşa sokup, oylarını artırmak mı istiyor' diye ayaklandı. (Ara Notu: 'Ne alakası var' diyeceksiniz... Bağlantı şöyle: Tarih gösteriyor ki bir savaş durumunda vatandaşlar, hükümetin çevresinde toparlanıyor.) Yazının tamamı için tıklayın Mustafa Karaalioğlu - Star Baykal’ın kaseti, devletin sırları demokrasinin geleceği Sözü uzatmaya, komploya, dedikoduya hacet yoktur... Kaset, kayıt, dinleme, tape denilince akla kim, hangi grup geliyorsa Deniz Baykal’ın özel görüntülerinin bulunduğu videoyu çekip, servis eden de odur. Hiçbir kampanya bu gerçeği değiştiremez. Paralel medyanın kendini açık etme pahasına, elbirliğiyle yürüttüğü algı operasyonu beyhudedir. MHP yöneticileri ve milletvekillerinin aynı türdeki kayıtlarını çekip servis eden yapı da orasıdır. Dün, internete servis edilen ve Dışişleri Bakanı, Dışişleri Müsteşarı, MİT Müsteşarı ve Genelkurmay 2. Başkanı Suriye konulu strateji toplantısını dinleyip, tarihe eşi benzeri görülmemiş bir ihanet belgesi olarak geçiren güç de aynıdır. “Paralel yapı”nın demokrasimiz ve devlet sistemine yönelik tehdidi kelimelerle ifade edilecek boyutu geçmiştir. Bugün, nasıl olsa Tayyip Erdoğan’ı sıkıntıya sokuyor diye olup bitene alkış tutanlar da aynı tehditle karşı karşıyadır. Hepsinin özel hayatı yıllardır dinlenmiş, kaydedilmiş ve dosyalanmıştır. Cumhuriyet tarihinde bundan daha sistematik, daha sinsi, daha belden aşağı bir girişim yaşanmamıştır. Hedefe ulaşmak için, özel hayattan devlet güvenliğine kadar bütün kuralları ve bütün değerleri karalamayı, yıkmayı göze alan bir darbe girişiminden söz ediyoruz. Yazının tamamı için tıklayın Okay Gönensin - Vatan Kanıt açık, durum çok net Devletin en tepesi; Dışişleri Bakanı, MİT Müsteşarı, Genelkurmay İkinci Başkanı, Dışişleri Müsteşarı toplantıda. Konu Suriye. Suriye politikasının genel hatları da konuşuluyor, somut konular, “teknik” ayrıntılar da konuşuluyor. Ve bu toplantı dinleniyor, kayda alınıyor, siyaseti etkilemek amacıyla kullanılıyor. Dinleyenlerin ve yayanların amacı Hükümet’in Suriye konusunu seçim kaygısıyla belirlediğine inandırmak. Servis edenler, başlıkta bunu söylüyor. Söz konusu toplantı Dışişleri Bakanlığı’nda yapılıyor. Bu toplantıyı dinlemenin, kaydetmenin ve sızdırmanın adı dünyanın her yerinde “casusluk”tur. Yazının tamamı için tıklayın Can Dündar Cumhuriyet Sonuna Geldik Dışişleri Bakanı’nın odasının ve o odadaki savaş hazırlığının dinlenmiş oluşu, “ulusal güvenlik sorunu” filan değil, düpedüz kepazeliktir. Hem de öyle Youtube’u kapatmakla, Twitter’ı yasaklamakla, sert açıklamalar yapıp dayılanmakla örtbas edilemeyecek bir kepazelik... Camiye ayakkabıyla girdi yalanıyla gencecik çocukları linç ettirmeye kalkışan zihniyet, türbenin oraya, “Boş alana 8 tane füze attırır, savaş için gerekçeyi üretirim” diyebilmiş. Ve devlet dediğimiz kâğıttan kaplan, -hem de bunca dinleme skandalından sonra-, kendi karargâhını bile dinletmemeyi becerememiş. Hangi efelenen açıklama, hangi zavallı yalanlama, hangi kapatma, baskın, tutuklama, bu kepazeliği unutturabilir ki? Yazının tamamı için tıklayın Amberin Zaman - Taraf ‘Başka kayıtlar ve bir de kaset var’ Çarşamba günü birlikte Manisa’ya uçarken Baykal kaseti ile ilgili tapeleri ilk kez dinleyen Kılıçdaroğlu bu kez Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT müsteşarı Hakan Fidan, Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler ve Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’na ait olduğu iddia edilen ses kaydını bizimle birlikte dinledi. Bu tape’de adı geçen kişilerin Türkiye ile Suriye arasındaki savaşı körükleme planları yaptıkları öne sürülüyor. Kılıçdaroğlu’nun ilk tepkisi şöyle oldu: “Erdoğan’ın savaş kışkırtıcılığı yaptığını biliyorduk zaten. Bu kadar rezillik yaşanmadı. Eline kan bulaşmış. Kardeş kanı bulaşmış. Kana doymayan bir adam. Suriye’deki kana doymadı. Müslüman Müslümanı öldürüyor. Bu zevk duyuyor. Kana doymayan adam savaş kışkırtıcılığı ile ayakta durmaya çalışıyor. Defalarca uyardım Genelkurmayı da uyardım. Türkiye bu süreçte girerse sorumlusu Erdoğan’dır.” Yazının tamamı için tıklayın T24
Ceylanpınar'da ‘OHAL’ Günleri
Şanlıurfa’nın Suriye sınırındaki ilçesi Ceylanpınar’da seçimlerde ‘şaibe’ iddiaları sonrası BDP’nin itirazı reddedilirken, ilçede yürüyüş, gösteri, açlık grevi ve basın açıklamasına bir ay süreyle yasak getirildi. Ceylanpınar’da geçen pazar günü yapılan yerel seçimlerin ardından resmi olmayan sonuçlara göre belediye başkanlığını 755 oy farkla AKP adayı Menderes Atilla kazandı. AKP’nin Ceylanpınar adayı Menderes Atilla’nın (solda) Suriye’de savaşan muhalif gruplardan El Nusra ile yakın ilişkileri olduğu öne sürülüyor. Bu sonucun ardından mevcut başkan ve BDP adayı İsmail Arslan ile parti yöneticileri, seçimlerde ve sayımda usulsüzlük yapıldığını, bazı okullarda yanmış oy pusulaları bulunduğunu söyleyerek İlçe Seçim Kurulu’na itirazda bulundu. İsmail Arslan, seçimlerde hile yapıldığını, partililerinin de oylara sahip çıkmak için eylem yaptığını savundu. BDP’nin itirazını görüşen YSK, oyların yeniden sayılması talebini reddetti. Kepenklerin açılmadığı Ceylanpınar’da, iki gündür süren protestolara polis tazyikli su ve gaz bombalarıyla müdahale ederken, Ceylanpınar Kaymakamlığı, ilçede yürüyüş, gösteri, açlık grevi ve basın açıklamalarına bir ay süreyle yasak getirdiğini belediye hoparlörlerinden duyurdu.Diken
Kız Arkadaşınızın Her Halini Görmemeniz İçin 23 Sebep
Bir erkek için sevgili dedin mi akan sular durur. Devlet su işleriyle herhangi bir alakası olmayan bu durum için her er kişinin sevdiceğine söylediği ; “Seni her halinle seviyorum” şeklinde bir tanımlaması vardır.Kız arkadaşını her haliyle sevmek sevebilmek her delikanlının harcı değildir. OHAL dediğimiz olağanüstü haller söz konusu olduğunda akan sular durur mu, gelin en komik fotoğraflar eşliğinde bir bakalım;
Taksim'de İç Güvenlik Paketi'ne Protesto
Mecliste görüşülmesine başlanan İç Güvenlik Paketi'ne karşı Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ve Birleşik Haziran Hareketi'nin (BHH) çağrısıyla binlerce kişi Taksim İstiklal caddesinde yürüdü.Eylem Türkiye saatiyle 17.00'de Taksim Tünel'de başladı.Yürüyüşe katılanlar, yasa tasarısını 'Hırsız katil Erdoğan', 'Faşizme karşı omuz omuza', 'İç güvenlik yasasına hayır' ve 'Bu daha başlangıç, mücadeleye devam' sloganlarıyla protesto etti.Gezi eylemleri sırasında başından yaralanan ve aylarca yoğun bakımda kaldıktan sonra ölen Berkin Elvan'ın annesi ve babası da eyleme katılanlar arasındaydı. Galatasaray meydanında bekleyen polis memurları, grubun Taksim meydanına çıkmasını engellemek için TOMA ve çelik kuvvet ile önlem aldı.Yürüyüşe şu anda İstanbul'da yapılan Avrupa Sol İkinci Akdeniz Toplantısı'na katılan Avrupa Sol partisi üyeleri de eşlik etti.
Soma’da Göz Göre Göre Gelen Cinayet
Taşeron sistemi ölüm saçıyor İş kazalarıyla ilgili faslı AB istiyor, AKP açmıyorMadem ‘fıtrat’, ölümler ülkeden ülkeye nasıl değişiyor?Soma, dünyada 650 yılın en büyük 24. faciası olduCHP İstanbul Milletvekili, Parti Meclisi Üyesi Umut Oran, Soma faciasının temelinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın iki yıl önce tüm maden ruhsat izinlerini bizzat kendisine bağlamasının yattığını, kontrolsüz özelleştirme ve iş güvenliğini gözardı eden çığırından çıkan taşeronlaşma sonucunda bu faciaya davetiye çıkarıldığını belirtti. Umut Oran, 'Danışmanı vatandaşı tekmelerken Başbakanın ise karşılaştığı protestolar üzerine kaçıp saklandığı markette, protestocu sandığı genç bir maden işçisine “Kaçma ulan İsrail …” diye bağırıp tokat atması ise siyasi tarihimize geçti. Öfke kontrol bozukluğu olan, en ufak bir eleştiri karşısında kendini kaybeden, yüzlerce kişinin önünde bir vatandaşa fiziki şiddet uygulayan, küfredip tokat atan Başbakanın psikolojisi kaygı vericidir. Erdoğan öncesindeki 58 hükümet boyunca böyle vahim bir başka örnek yaşanmamıştır' dedi. CHP'li Oran, konuyla ilgili yaptığı yazılı açıklamada şunları kaydetti: Türkiye, Soma’da tarihinin en büyük iş cinayetlerinden birini yaşadı. Bu olay, Türkiye’nin bugüne kadar yaşadığı en büyük facialardan biridir. Son bilgilere göre ölü sayısı 301’e ulaşırken, yurttaşlarımız beş galeriden ikisine hiç ulaşılamadığı, betonlaştırarak yangını söndürmek amacıyla buralara küllü su basıldığı, bunun ise içerideki yaklaşık 450 işçimizden umudun kesildiği kaygısı taşıyor. Ölen işçilerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır, yaralılara acil şifalar ve halen göçük altındaki işçilerimizin kurtarılıp ailelerine dönmelerini diliyorum. Tokat atan Erdoğan siyasi tarihe geçti Tüm ülkenin yüreğini dağlayan bu elim faciadan sonra, koruma ordusu ile Soma’ya giden Başbakan ve çevresindekilerin Türkiye’ye yaşattığı sahneler de ayrı bir facia olmuştur. Ölen işçilerin acılı yakınlarının haykırışlarına bile tahammül edilmedi, tepkilerine izin verilmedi. Yürekleri dağlı bu insanların yaşadıkları acı ve can havliyle hükümete yönelttikleri tepki ve protestolar, kolluk güçlerinin orantısız güç kullanımı ve aşırı sert müdahaleleri ile sindirildi. Bizzat Başbakan ve adamları, tarifsiz acılar içindeki işçi yakınlarına ve halka saldırdı. Erdoğan’ın “müşaviri” Yusuf Yerkel, özel harekat polisleri tarafından zaten etkisiz hale getirilmiş yerde yatan protestocu genci herkesin gözü önünde defalarca tekmeledi. Danışmanı vatandaşı tekmelerken Başbakanın ise karşılaştığı protestolar üzerine kaçıp saklandığı markette, protestocu sandığı genç bir maden işçisine “Kaçma ulan İsrail …” diye bağırıp tokat atması ise siyasi tarihimize geçti. Öfke kontrol bozukluğu olan, en ufak bir eleştiri karşısında kendini kaybeden, yüzlerce kişinin önünde bir vatandaşa fiziki şiddet uygulayan, küfredip tokat atan Başbakanın psikolojisi kaygı vericidir. Erdoğan öncesindeki 58 hükümet boyunca böyle vahim bir başka örnek yaşanmamıştır. TOMA’ları sokup OHAL ilan ettiYayınladığı genelgeyle 2 yıl önce tüm maden ruhsat izinlerini kendisine bağlayan, keyfine göre özelleştiren, kontrolsüz taşeronlaşmaya göz yuman, kendisine yakın firmalara kağıt üzerinde denetim yapan Erdoğan bu facianın baş sorumlusudur. İnsanlara ölümleri kader diye dayatan, bu ölümleri kabullenmek istemeyen acılı ailelere tekme tokat girişen, TOMA’ları Soma’ya sokmaktan çekinmeyen, kentte OHAL ilan eden Erdoğan’ın yaptığına diktatörlük, polis devleti denir. Başka ülkeler için ağladıBaşka ülkelerde yaşanan acı olaylar için gözyaşı dökmekten çekinmeyen Erdoğan, Soma’da ölen yüzlerce işçi için aynı duyarlılığı gösteremedi. Bu cinayeti “kader ve “takdir-i ilahi”ye bağlamaya çalışan Başbakan, ölümlerin madenciliğin “fıtratında” olduğunu savundu, dünyada 200-300 yıl önceki maden kazalarını emsal göstererek bu iddiasını inandırıcı kılmaya çalıştı. Bu bir kaza değil cinayettir… Alınacak önlemlerle önüne geçilebilecek durumlar için “kader” ya da “kaza” denilemez. Bu olayda ciddi “ihmaller” vardır. Ancak olay bunun da çok ötesinde, daha derin ve sistematiktir. Öncelikle bu olay bir ilk değil, AKP döneminde her gün yaşanan, giderek artan ve binlerce kişinin ölümü ya da sakat kalması ile sonuçlanan iş cinayetlerinden sadece biridir. Farkı şu ki; can kaybının bu denli yüksek oluşu, olayı Türkiye tarihinin en büyük iş cinayetlerinden biri yapmıştır. Bu toplu ölümler AKP’nin ülkeye dayattığı yanlış özelleştirme, sendikasızlaştırma ve taşeron işçiliği sisteminin kaçınılmaz bir sonucudur. Özelleştirmeler kapsamında kamu varlık ve tesislerinin mülkiyetini tabana yaymak yerine, stratejik kurumları yabancı kartellere ve yandaş sermayeye peşkeş çeken AKP, çalışma yaşamında sendikasızlaştırma vetaşeronlaşmayı dayattı. Bu politikalarla örgütsüz, eli kolu bağlı bir emek kesimi ve ucuz iş gücü cenneti yaratmaya çalıştılar, sonuç ortada... Sendikaları pasifize ettiler… AKP, işçi örgütlerini baskı ve zayıflatıcı önlemlerle etkisi hale getirdi, kendine biat etmeye zorladı,  göstermelik bir vesayet sendikacılığını tercih etti. 2012’de yürürlüğe giren 6356 sayılı yasa öncesi 3 milyon dolayındaki sendikalı işçi sayısının fiktif olduğu gerekçesiyle yeniden belirlenmesi, sendikaları adeta biçti. Toplam 92 sendikadan 49’u yüzde 1’lik işkolu barajını aşamadı. 12 Eylül’ün ardından çıkarılan 2821 ve 2822 sayılı yasalar döneminde bile sendikaları bu kadar biçmemişti. Yaygın kayıt dışı işçilik ve hızla artan taşeron işçilerinin üyeliklerinin sayılmaması da sendikaları zayıflattı. Sendikalaşma istatistikleri vahim bir tablo ortaya koyuyor. Türkiye’de 11.6 milyon işçiden sadece 1.1 milyonu sendikalı. Kayıtlı işçiler dikkate alınarak yapılan bu hesaplamada yüzde 9.5 olan genel sendikalaşma oranı, bazı işkollarında yüzde 2-3’lere kadar düşüyor. Ancak kayıt dışı ve taşeron yanında çalışanlar da dâhil edildiğinde toplamda 16.5 milyona ulaşan ücretli (işçi) sayısı esas alınarak yapılan hesaplamada ise sendikalaşma oranı yüzde 6.6’da kalıyor. Yani her 15 ücretliden sadece biri sendikalı… Aynı yöntemle hesaplandığında OECD’de ise sendikalaşma oranı yüzde 20’ye yaklaşıyor. Sendikalara üye olmak isteyen işçilere birçok engel çıkarılırken, yeni düzenleme kapsamında işkolu barajının 2016’da yüzde 2’ye, 2018’de yüzde 3’e yükselecek olması, sendikaların bu sürede gerekli üye artışını sağlamasını zorlaştırıyor. Bu da çok sayıda sendikanın yetkisiz kalması ile büyük çaplı bir sendikasızlaşma tehlikesinin kapıda olduğunu gösteriyor.Taşeron işçiliğini patlattılar… Sendikasızlaştırma ile paralel biçimde taşeronlaşmayı yaygınlaştırdılar. AKP, on binlerce insanı hukuka aykırı biçimde taşeronlara mahkûm ettiler. Mevzuatta “alt işverenlik” şeklinde yer alan taşeronluk uygulaması AKP döneminde adeta doruğa ulaştı. 2002’de 358 bin olan taşeron işçi sayısı bugün kamu ve özel sektör toplamı olarak 2.5 milyona ulaşmış durumda. Bunun 1.1 milyonu belediyeler de dâhil kamuda çalışıyor. Mevzuatta; kamu işyerlerinde belirlenen norm kadrolar ile yapılacak asıl işlerin dışında kalan tali işlerin taşeron aracılığıyla yerine getirilebileceği düzenlenirken, bu kurala uyulmadı. Taşeron eliyle kamu kurum ve kuruluşlarında işçiler yasa gereği çalıştırılmamaları gereken işlerde çalıştırıldılar. AKP taşeronluk uygulamasında, kasten hukuku çiğnedi. Çok zor koşullarda çalışan, haftalık çalışma sürelerine uyulmayan, bırakın yıllık izni, bayram izni dahi olmayan binlerce işçinin, bu haklarını almak için teker teker dava açıp kazanmalarına rağmen, AKP yargı kararlarını da uygulamıyor… Taşeron sistemi ölüm saçıyor… Özel sektörde giderek adeta genel istihdam şekli haline gelen taşeronluk sistemi; “kuralsız çalışma”; yani taşeron aracılığıyla esnek çalışma, kiralık işçilik gibi uygulamalar demek. Sendikayı çökerten taşeron uygulaması ile örgütsüz, güçsüz bir emek kesimi, ucuz işçilik cenneti hedefleniyor. Taşeron işçilerin yıllık izin, kıdem tazminatı, fazla mesai ve sendikal örgütlenme hakları taşeron firmalarca girdi-çıktı oyunları ile gasp ediliyor. Taşeron işçileri, ücretlerini tam ve düzenli alamıyor. İşçi, sık işveren değişikliği nedeniyle yıllık ücretli izne hak kazanamıyor. Taşeronlar, iş sağlığı ve güvenliğini ana işverenden bekliyor, eğitimlere gereken önemi vermiyor. Kârı maksimize etmek için kısa süreli iş sözleşmeleri ile “en ucuza” işçi çalıştırmayı esas alan taşeronlar, eğitim ve kıdem gerektiren işlerde donanımsız kişileri çalıştırıyor, her yıl yüzlerce işçi, iş cinayetlerinde yaşamını yitiriyor. İş cinayetlerine yılda 1.250 kurban… İş gücü maliyetlerini minimize etmeye dayalı taşeron sisteminin yaygınlaşması ve “maliyet artırıcı” görülen iş güvenliği önlemlerinin ihmali sonucu ülkemizde sürekli iş cinayetleri yaşanıyor, neredeyse her gün birkaç kişi bu şekilde yaşamını yitiyor, ancak bu olaylar yeterince kamuoyu gündemine gelmiyor. Dönemsel olarak bakıldığında ise bu olaylarda ölen işçi sayısının rekor boyutlarda olduğu görülüyor. Ölümlerde inşaat, tarım, taşımacılık ve madencilik başı çekiyor. Türkiye, literatürde “iş kazaları” olarak geçen iş cinayetlerinde dünyada 3., Avrupa’da ise 1. sıradadır. 2002-2013 yılları arasında yaşanan toplam 880 bin iş kazasında 13 bin 442 işçi yaşamını yitirdi. Bu yılın ilk dört ayında verilen 396 kurban ve en son Soma faciasının yaşandığı Mayıs ayı ile birlikte sayı 14 bin 500’e dayandı. Bu da yılda ortalama 1.250, ayda ortalama 105, günde yaklaşık 4 ölüm demek… Bu kazalarda binlerce işçi de sakat kalıyor. Soma, dünyada 650 yılın en büyük 24. faciası oldu Dünyada 1375 yılından itibaren maden kazalarının kaydı tutuluyor ve Soma 650 yıldan beri dünyada yaşanmış en büyük 24. maden faciası olarak kara tarihe geçti. Son 50 yıl içinde dünyada 300’den fazla madencinin hayatını kaybettiği 6 kaza oldu. Almanya’daki son büyük maden kazası 1962 yılında olmuş ve 299 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu kazaların da büyük çoğunluğu yangından değil, kömür madenlerdeki gaz patlamaları sonucunda gerçekleşti. Madenci ölümlerinde Türkiye açık ara önde… İş cinayetlerinin yaygın olduğu sektörlerin başında madencilik geliyor. ILO’nun en son 2012 sonunu yansıtan verilerine göre madencilikte önde gelen ülkeler içinde işçi başına en yüksek ölüm oranı bizde… 2003-2012 döneminde Türkiye’de 100 bin maden işçisi başına ölüm 677 kişi ile İngiltere ve Norveç’in 11 katı, Almanya ve Avustralya’nın yaklaşık 6 katı, Polonya ve İtalya’nın yaklaşık 4 katı, ABD’nin ise 2.5 katı düzeyinde bulunuyor. Madem ‘fıtrat’ ülkeden ülkeye nasıl değişiyor? Erdoğan, maden kazalarında Türkiye ile Victoria dönemi İngiltere’sini karşılaştırıyor. Oysa AKP’nin ilk on yılını kapsayan 2003-2012 döneminde Türkiye’de toplam 766 maden işçisi ölürken, İngiltere’de bu sayı sadece 41 oldu.Ölüm madenciliğin fıtratında varsa, bunun oranı ülkeden ülkeye nasıl değişiyor? İş kazalarıyla ilgili faslı AB  istiyor, AKP açmıyor İş cinayetlerine verilen kurban sayısındaki artışta AKP’nin ihmal değil, adeta kastı bulunuyor. 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun en önemli bölümlerinin uygulamasını ertelediler. İş cinayetleri can almaya devam ederken, ILO’nun “Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi”ni AKP imzalamaya yanaşmıyor. Avrupa Birliği, iş kazaları, çocuk işçi çalıştırma, yüksek kayıt dışılık, meslek hastalıkları konularını içeren 19 numaralı Genel Sosyal Politika ve İstihdam Faslı’nın açılmasını isterken AKP, gerekli önkoşulları yerine getirmediği için bundan kaçıyor. Türkiye, Uluslararası Maden Güvencesi Anlaşması dâhil ilgili birçok uluslararası metni de yıllardır imzalamıyor. İş güvenliği ve işçi sağlığına ilişkin mevzuat, denetimler ve cezalar yetersiz. Bu önlemler, bir maliyet unsuru olarak değerlendirilip alınmadığı için iş kazaları artarak sürüyor. AKP, bu eksiklikleri gidermek yerine cinayetleri “kader” olarak göstermeye çalışıyor. Kâr hırsı insan hayatından önde mi? Son acı olay da gösteriyor ki taşeronlar tarafından daha fazla kâr için ucuza çalıştırılan, gerekli formasyondan ve iş güvenliğinden yoksun garibanlar, ekmek uğruna canından oluyor. Facianın yaşandığı kömür ocağını 2005’ten bu yana TKİ’den devralarak işleten Soma Holding’in sahibi, daha önce 130-140 dolara olan bir ton kömürün maliyetini 23.8 dolara düşürerek kârlılığı optimize etmekle övünüyor. İşçilerine, işten çıkarma tehdidiyle AKP’ye oy verme baskısı yaptığı söylenen bu şahısa sormak lazım: Hangi girdiden çalarak maliyeti düşürdünüz? Kömür madenciliğinde dünyada olmayan yeni bir teknoloji mi keşfettiniz, yoksa taşeron vasıtasıyla, madencilikle ilgili eğitimi, deneyimi olmayan garibanları, çoluk çocuk demeden, hayatları pahasına üç kuruşa çalıştırarak mı maliyeti aşağı çektiniz? İnsan odaklı bir sisteme ihtiyaç var Emek ve sermayeye dayalı ekonomik sistemde, bu iki kesimin güçlerini dengelemez, zayıfı güçlüye ezdirirsek ülkede demokrasi var olamaz, sistem topal işler, sosyal barış sağlanamaz. Toplumsal barışın olmadığı bir ülkede bireyler ve sosyal kesimler, birbirine ve topluma yabancılaşırlar, birlik ve aidiyet duygusu kalmaz. AKP ise birçok konuda olduğu gibi çalışma hayatına ilişkin düzenlemeleri ve dayatmaları ile de sosyal barışı dinamitliyor. Kronik işsizlik ve yaygın yoksulluk sorununu çözmeyen AKP, taşeron uygulaması ile asgari ücretin bile altına razı milyonların iş-aş umudunu istismar ediyor. Evine ekmek götürme derdindeki milyonlar temel haklardan yoksun biçimde üç kuruş ücrete çalışmaya razı oluyor, modern köleliği kabul etmek zorunda kalıyor. Çünkü umudunu yitirip iş aramayı ertelemiş olanlar hariç tutulup işsizlik oranı yüzde 9-10 gösterilse de iş başı yapmaya hazır bu kişilerle birlikte ülkede 5 milyona yakın bir işsizler ordusu var ve gerçek işsizlik oranı yüzde 20’lere yaklaşıyor. Her yıl yüzlerce insanımız iş cinayetlerine kurban gitmektedir. En fazla iş cinayeti özelleştirilen ve taşeronlaştırılan iş yerlerinden yaşanmaktadır.Soma’da toplu katliam şeklinde bir iş cinayeti yaşanmıştır. Açlık sınırında ücret, ödenmeyen sigorta primleri, kullandırılmayan izinler ve kıdem tazminatı gaspını içeren taşeronluk modelinin yaygın iş kazaları demek olduğu, Soma faciası ile daha net görülmüştür. Bu cinayetin de asli failleri çalışma hayatını taşeronlaştıran, iş güvenliğini es geçen AKP’dir. Maden kazalarında ölmenin işin “fıtratında” olduğunu savunan AKP hükümeti, bu ölümlerin baş sorumlusudur…Sendikal örgütsüzlüğü, kuralsız ve güvencesiz çalışmayı, kayıt dışılığı getiren, çalışanları modern kölelere dönüştüren taşeronluk modelinin ülkenin genel istihdam şekli haline dönüştürülmesinden vazgeçilmelidir.Sendikal örgütlenmenin önündeki engel kaldırılmalı, sendikasızlaştırma politikalarından vazgeçilmelidir. Çalışma yaşamının kuralları, demokratik, çağdaş bir toplum ve sosyal devlet konseptine göre yeniden düzenlenmelidir.  Ülke huzuru ve toplumsal barış için; çalışanların insanca yaşayabilmesi, işçinin hayatının güvencede olması için, tamamen kâra odaklı mevcut ekonomik ve siyasal anlayıştan insan merkezli, çevreye ve doğaya saygılı bir yapıya geçilmelidir.