Görüş Bildir

Torpil Haberleri

Torpil ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Torpil ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

Trabzon'da Keskin Nişancılar
Fenerbahçe kafilesi Avni Aker Stadı'na giriş yaparken, bordo-mavili taraftarlar takım otobüsüne meşale, torpil ve taşlarla saldırdı...  Öte yandan dev maç öncesi yoğun güvenlik önlemleri alındı. Hüseyin Avni Aker Stadı'nın etrafındaki evlerin çatılarında keskin nişancılar konuşlandı.haberturk.com
Berkin Elvan, Komadayken İfadeye Çağrılmış
İstanbul ’daki Gezi Parkı gösterileri sırasında başına gaz fişeğinin isabet etmesi üzerine ağır yaralanan ve 269 gün sonra hayata veda eden 15 yaşındaki Berkin Elvan ’la ilgili soruşturmada Emniyet’in skandal bir rapora imza attığı ortaya çıktı.Radikal gazetesinden İsmail Saymaz’ın haberine göre, Elvan’ın hastaneye getirildiği gün üzerinden torpil çıktığı iddia edildi. Bu torpiller 2 gün sonra savcılığa iletildi ve uzmanlık alanına bile girmediği halde Terörle Mücadele Şubesi’nden (TEM) ‘torpil raporu’ alındı. TEM, tarihleri yanlış aktararak, Elvan’ın 15 Haziran’da 4 polisin yaralandığı korsan gösteriye katıldığını iddia etti. Oysaki Elvan, ertesi gün yaralanmıştı. Bu yetmezmiş gibi, piyasadan rahatlıkla satılan torpilin ‘küçük çaplı bomba’ olduğunu iddia eden polis, 2004 yılında bir gösteride yakılan bir torpili ‘delil’ gösterdi. Elvan’ın ‘korsan gösteriye hazırlıklı şekilde katılarak yaralanmış olabileceğini’ savunan polisin raporu sonrası, Berkin’in şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınması kararlaştırıldı. Elvan’ın zan altında bırakılmasına yönelik dosyada 2 ay gibi bir sürede raporlar hazırlanırken, aradan geçen 7 aya rağmen Berkin’in vurulduğu sokağa ait kamera görüntülerine de görevli polislerin ismine de ulaşılamadı. Tanıkların ifadesi ise aylar sonra alındı. Onlar da “Biz Berkin’in elinde torpil görmedik” dedi. Eylemin tarihleri bile yanlış verildi Berkin Elvan, başından gaz fişeğiyle vurulduğu gün Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı. Bilincini yitirmiş Elvan’ın ameliyata alındığı saatlerde, polisler de ‘delil’ arayışına girdi. Dosyadaki ‘Hasta Eşyaları ve İlaçları Teslim Formu’ adlı ilk tutanağa göre, acil servisteki üst aramasında Elvan’ın üzerinden ‘11 torpil’ çıktı. Fakat bu tutanağın altında, hasta yakını olarak belirtilen kişinin adının yazılıp sonradan üzerinin karalanması dikkat çekti. Ardından ikinci bir form daha düzenlendi. Bu kez de eşyalar arasında; Elvan’ın pantolonu, ayakkabısı, kemeri, çorapları ve kemeri de yazıldı. Eşyalar dayıya teslim edildi. Bu tutanaklardan aynı gün haberi olan Şişli Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Çocuk Büro, savcılığa 2 gün sonra torpilleri bildirdi. Bunun üzerine savcılık, Emniyet’e “Malzemelerin fotoğrafının çekilmesi, malzemelerin satışının yapıldığı yerden benzerliği ile ilgili olarak araştırmasının yapılarak, suç teşkil edip etmediğinin tespit edilmesi, Berkin Elvan isimli çocuğun ve ailesinin ifadesinin alınması” talimatı verdi. Çocuk Büro Amirliği’nce hazırlanan fezlekeye göre, ‘Yapılan araştırmada, piyasada satılan torpillerle görünüş olarak benzerlik gösterdiği’ ifade edildi ve tedavisi devam ettiği için Elvan’ın ifadesinin alınamadığı kaydedildi. Çocuk Şube, daha sonra TEM’e başvurarak, ‘torpil raporu’ düzenlemesini istedi. TEM de 2 Ağustos 2013’te hazırladığı raporu gönderdi. TEM’in hazırladığı 2 sayfalık raporda, Elvan’ın “Bazı basın ve yayın organlarında bakkala ekmek almaya giderken polisle göstericiler arasında kaldığı ve gaz bombasının başına isabet etmesi sonucu yaralandığı yönünde haberler yapıldığı” kaydedildi. Ve 15 yaşındaki Elvan hakkında ‘adı geçen şahıs’ ifadesinin kullanıldığı raporda, “Adı geçen şahsın yaralandığı iddia edilen olay hakkındaki araştırmada, Gezi Parkı olaylarını protesto etmek amacıyla 15.06.2013 günü saat 20.50 sıralarında Şişli’de korsan gösteri düzenlendiği ve eyleme yapılan müdahale neticesinde dört güvenlik görevlisinin yaralandığı” iddia edildi. Oysaki TEM’in zan altında bırakmak istediği Elvan, iddia edildiği gibi 15 Haziran akşamı değil, 16 Haziran saat 07.00 sularında yaralanmıştı. Raporda, Elvan’ın üzerinde çıktığı iddia edilen malzemelerin “yakılarak atıldığında daha fazla ses ve basınç oluşturarak bir nevi küçük çaplı bomba etkisi oluşturmak üzere birbirine üçerli ve dörderli bağlandığı” savunuldu. Torpillerin, ‘marjinal gruplarca düzenlenen birçok toplumsal olayda polislere karşı kullanıldığı’ ileri sürüldü. Örnek olarak 2004’te Kadıköy’deki bir gösteride yakılan torpil gösterildi. Ayrıca 2010, 2012 ve 2013’te dört ayrı adreste torpil ‘ele geçirildiği’ bilgisi verildi. Torpillerden birinin, Elvan’da çıktığı iddia edilenle aynı marka olduğu ileri sürüldü. Raporun sonunda, “Gaz fişeğinin kafasına çarpması sonucu yaralandığı iddia edilen Berkin Elvan’ın, üzerinde 11 adet torpil bulunması göz önüne alındığında, bahse konu korsan gösteriye hazırlıklı bir şekilde katılarak yaralanmış olabileceği” savunuldu. Elvan hakkında, şüpheli olduğu iddiasıyla açılan bu soruşturma, daha sonra mağdur olduğu dosyayla birleştirildi. Berkin Elvan’ın ayrıca komada bulunduğu 27 Temmuz 2013’te de ‘mağdur’ sıfatıyla ifadeye çağrıldığı ortaya çıktı. 7 aydır şüpheliler bulunmuyor Polisler maytapla ilgili jet hızda işlem yaparken, şüpheli polisler hakkında ise 7 ayda hiçbir ilerleme sağlanamadı. Berkin’in vurulduğu sokağa ait hiçbir görüntüye ulaşamadığını açıklayan polis ve savcılık, avukatların bulduğu iki tanığı da 5 ay sonra dinledi. O sokakta polis görevlendirilmediğini ileri süren Emniyet, yanlış bir saate ait polis listesini savcılığa gönderdi. İfadesi alınan 14 polis ya o gün gaz tüfeği kullanmadığını ya Okmeydanı’nda olmadığını ya da hiçbir şey ‘hatırlamadığını’ söyledi. ‘Biz de orada değildik’ Berkin Elvan’ın başından biber gazıyla vurularak öldürülmesine ilişkin soruşturmada 14 polisten sonra dün 4 polisin daha ifadesi alındı. Polislerin tümü de Okmeydanı Eren Sokak civarında bulunmadıklarını, başka noktalarda görev yaptıklarını ikisi ise gösteriler boyunca gaz tüfeğini hiç kullanmadığını öne sürdü. Daha önce ifadesi alınan 14 polis de ya Okmeydanı’nda olmadıklarını ya gaz tüfeği kullanmadıklarını ya da o günü ‘hatırlamadıklarını’ anlatmıştı. Polis Hasan Pekşen , olay günü Okmeydanı’nda değil, Mecidiyeköy’de görevli olduğunu ileri sürerek, “Bulunduğumuz mahallerdeyken, şeflerimiz tarafından telefonla aranarak başka yerlere sözlü olarak gönderildik. Sözlü verilen emirlerin daha sonra yazıya çevrildiğini sanmıyorum” dedi. Pekşen, gaz tüfeğini zorunlu olmadıkça kullanmadığını, belirtilen saatte Tarlabaşı’nda SDP önünde görevli olduğunu söyledi. Uğur Yan ise’kalkancı’ olarak görev yaptığını, sürekli E-5’te bulunduğunu öne sürerek, “Niçin gönderildiğimi bilmiyorum” dedi. Yalçın Şengör , Mecidiyeköy’de bulunduğunu ve gaz tüfeği kullanmadığını, Grup Şefi Mehmet Akif Yıldız , Cemal Kamacı Spor Salonu çevresinde durduklarını ve hiç tüfek kullanmadığını anlattı.T24
Kadın İle Erkeğin Masum Oyunu
Nedense oyun kadının kararı üzerine başlar… ‘Kadın seçilmiş erkeği izlemeye başlar. Seçilmiş erkek kadında ilgi uyandırandır. Yeterince ön bilgi edinene dek gözlem sürer. Bu gözlem sonucunda duyulan ilk ilgi onaylanırsa kadın erkeğin kendisini izlemesine imkan verir. Ve böylece sürek avı başlar… Kadının amacı değerli bir av olmaktır. İstenen ilginin oluşması için geçirilecek süreç, yaşanacak zorluklar, erkeğin göstereceği ustalık sürek avının heyecanını oluşturacak ve sonuçta duyulacak haz o derece büyük olacaktır.’ Erkek gücünü kanıtlayabileceği bir sürece başlar… ‘Bir kadına ya da kadının ilgisine ilgi duyan erkek avcı olduğunu yavaş yavaş anımsamaya başlar. Avcı olduğunu erkeğe hissettiren kadın seçilmiştir. Erkeğin amacı avına gücünü göstermek kendine de kanıtlamaktır. Bu nedenle değerli bulduğu avları tercih eder ve onu keskin bir gözle izler. Erkek; başlayan bu süreçte ne kadar mücadele eder, avına yaklaştığını ve ava hakim olduğunu ne kadar hissederse sonunda yaşayacağı başarı duygusu ve elbette duyacağı haz o derece güçlü olacaktır. Bunu bilir ve avına doğru daha kararlı bir şekilde ilerlemeye başlar.’ Böylece oyuncular seçilir, oyunun başlatılmasına karar verilir ve doğanın en zevkli dansı için pistler açılır… Artık kadınla erkeği yalnızca kendileri durdurabilirler… Ben bu evreye ‘ilgi çekimi’ evresi diyorum. Henüz yeterli heyecanlanmanın oluşmadığı, ama ilgi ve konsantrasyonun olduğu bir tür ‘gözüne kestirme’ evresi. Tam bu evrede karşı tarafı yalnızca ‘ilgimi çekiyor’ şeklinde yorumlayabiliriz. Elbette doğal ve kendiliğinden oluşan bir durumdan söz ediyoruz. Doğal ve kendiliğinden oluşmadan kimse kimseye ilgi duyamaz. İnceden bir keyif alınır, ama başdönmesi yaşanmaz. Bireylerin enerjisi yükselir ama bir enerji patlamasından sözedilemez henüz. Bahar öncesi türünden hafif bir diriliş, umutlu olma benzeri bir hoşluk yaşanır. Ancak henüz eller soğumaz, kalpten gelen basınç bedeni sarsmaz. Etkileme çabası belirgin olmakla beraber karşı tarafı tanıma çabasıyla yarışıyor gibidir. Karşı taraftan alınan olumlu ve onaylanan etkilere göre heyecan çıkışları son derece keyiflidir. Buna karşın kontrolün kaybedilişi pek yaşanmaz. Sonuçta; merakların, ilgilerin ve tatlı bir keyif duygusunun yaşandığı kontrollü bir evredir… dansçıların henüz terlemediği, dansın giriş bölümü… Bu evreyi bu yüzden seviyorum. Mantık ve kontrol yitirilmeden yaşanan keyifler insana çok yakışıyor… Aslında insana tüm sevgi yönünde çaba ve ilgiler yakışıyor. Çünkü, hangi evre ve dozda olursa olsun bu çabalar insanı özüne yaklaştıran durumlar. Hedefle gerçekleşen her temas değerlidir ve özen yaratır. Daha düzgün görünmek, olumlu etki bırakmak önemlidir. Etkili bir söz veya bir hareket derhal kayıtlanır. Genellikle tanımaya çalışırken taraflar olumludurlar. Kusurları da bir kartal keskinliğinde görürken karşı tarafın beğenilen özellikleri altı çizilerek algılanır. Sanırım bu; doğanın insana verdiği en hoş ‘torpil’ yeteneğidir. Yeterince olumlu veriler elde etmek için farkında olmadan çaba geliştirilir. Karşı taraf ta bu yönde olumlu ve istekliyse yaratıcılık artar ve değerli av olma ya da esaslı bir avcı olma yönünde taraflar koşmaya başlayabilir. Bir bakış çalmak bile süreci yürümekten koşmaya dönüştürebilir. Ancak; bu öyle bir evredirki beklenmedik bir küçük talihsizlik bile vazgeçmeyi sağlayabilir. Hatalı bir cümle, kötü bir kahkaha, küçük bir saygısızlık, hatta basit bir unutkanlık ya da tarafların hassas olduğu bir konuda gösterilen özensizlik ilgiyi öldürebilir. Beklentiye cevap vermeyen her şey bu keyifli oyunun sonunu getirebilir. Taraflardan biri ya da her ikisi dans pistini terkedebilir. Gelişen keskin bir olumsuzluk oluşmaz veya yaşanmazsa taraflar oyunun ikinci ve en heyecan vericievresine ulaşma şansını elde edebilirler. O da doğanın en mucizevi armağanı olan ‘aşk’tır… Bir ‘ateşten gömlek’, zehirli ilaç, bir acı bal… Kahpe ve doyumsuz, acımasız ve ölümcül güzel… Hayatın şikesi ve şakası, endamlı, inatçı, şımarık ve yüce aşk… Bir sonraki yazıda birlikte ‘aşk’a göz atacağız.
E-Bilet Protestosuna Biber Gazlı Müdahale
Beyoğlu’nda e-bilet uygulamasını protesto eden taraftarlar ve polis arasında gerginlik yaşandı. Polis torpil atan taraftarlara TOMA’yla müdahale etti. Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray taraftarlarından oluşan yaklaşık 400 kişilik grup, ellerinde konfeti ve meşalelerle Galatasaray Meydanı’nda toplandı. “E-bilete hayır”, “Rantınız batsın” yazılı döviz ve pankartlar taşıyan grup, “Susma haykır, e-bilete hayır” sloganları attı. Basın açıklaması yapan grup, e-bilet uygulamasının anayasaya aykırı olduğunu belirtti. Yapılan açıklamada, “Bizler bu hakkımızı savunuyoruz. E-bilet uygulaması devam ederse protestolarımız devam edecek” denildi.Basın açıklamasının ardından taraftarlar ve polis arasında gerginlik yaşandı. Taraftarlardan bazıları polise torpil ve yabancı madde attı. Polis önce eylemcileri yabancı madde atmamaları konusunda uyardı. Ancak taraftarlar yabancı madde atmaya devam edince polis TOMA ile müdahale etti. Müdahale sonrası taraftarlar ara sokaklara kaçıştı. Beyoğlu'ndaki gerginlik sürüyor. İHA
Murat Başekim'le Çizgi Roman Ve Fantastik Üzerine
Murat Başekim, Türkiye’de çizgi roman ve fantastik edebiyat okurunun aşina olduğu bir isim. Kısa ömürlü Tam Macera dergisinde yazdığı Cinhan öyküleri, akabinde kendine has üslubuyla Anadolu’nun tekinsiz gecelerine musallat ettiği Deli Gücük senaryoları ve “şark gotiği” kısa öyküleriyle sadece sağlam bir üsluba değil, dehşet verici bir hayal gücüne sahip olduğunu gösterdi.Geçtiğimiz haftalarda çıkan ilk romanı İskit, hayalperest hikayeci Od’un bozkırın sert şartlarında hayatta kalabilmek ve sevdiği kadınla ocaklanmak için hikayeleri bir kenara bırakıp ok salmayı, savaşmayı ve can almayı – kısacası İskit olmaya – karar vermesini anlatıyor. Murat’la yazın serüvenini, İskit’i, tarihi ve hikayeleri konuştuk.Öteki Sinema için söyleşen: Can YalçınkayaHocam, Türk okuru seni yazdığın korku çizgi romanlarıyla tanıdı ilk kez. Bize biraz yazarlığa nasıl başladığından ve çizgi roman serüveninden bahseder misin?İlk okuduğum eserler, banka tabelaları, Cin Ali serisi ve onlardan beş yıl sonra da ‘Balonda Beş Hafta’ ile Poe Hikayeleri idi. Tabii böyle bir külliyat ile ‘zehre’ alışınca, insan fena bağımlı oluyor. Kendisi de öykünüyor ve aynı aromada metinler üretmek istiyor… O yüzden 1999’dan itibaren ben de hemen banka tabelaları yazmaya başladım. Fakat beceremeyeceğimi anlayınca, çok sevdiğim korku/macera türlerine yönelmeye çalıştım. Birkaç tanesi güzel bir edebiyat dergisinde çıktı. Sonra kendim için birşeyler yazmaya daha devam ettim.Derken 2007’de Tam Macera projesi başladı. Cinhan karakterinin senaristliğini verdiler. Hayallerime kavuşmuştum artık. Mahmud Asrar ve bir sayıda da Yıldıray Çınar en güzel şekilde betimledi senaryolarımı.Derken Levent Abi’nin, Deli Gücük projesi başladı. Yaklaşık 1989’dan beri hayalim bu idi: bir derginin bir köşesi… Bir projenin bir kıyısı… Bir karakterin hikayeleri.Böylece DG albümlerine katkıda bulunma ve Korkut Öztekin, Ozan Küçükusta, Gürdal Akkoç, Emre Yüce, Sümeyye Kesgin, Murat Başol, Koray Kuranel, Uğur Sertçelik, Mert Yavaşça gibi usta çizerlerle çalışma imkanı buldum.Senin de ikinci albümün sonuna yazdığın o inceleme yazısında (‘ Canavarlar, Deliler, Çizgi Romanlar, ve Diğer Lanetli Hikayeler’-Can T. Yalçınkaya) derinlikle anlattığın korku edebiyatı tarihçesine bayılan birisi olarak, sevdiğim metinlere öykünüyorum sadece işte.Kendisini ‘sanatçı’ ilan eden popçular gibi ben de ‘yazar’ demeyeyim… Mesele bir tek öykünme.Mimesis’çilik patikam,’ öyküN-yazıcılığı’ sicilim budur.Deli Gücük serisinde Aziz Tuna’yla beraber karaktere şekil veren yazarlardan biri sensin. Hatta Deli Gücük kısa öykülerinden oluşan bir kitabın da yayınlandı DG adıyla. Bize bu iyi saatte olsunlar karakteriyle olan ilişkini anlatır mısın?Aramızda seviyeli bir ilişki var. Ben DG’nin yaşadığı maceraların, kendi payıma düşen %10’unu naklediyorum, o da ara sıra Kızılay’da falan uzaktan görünüp ödümü kopartıyor. Şaka bir yana, DG ve onun yaratıcısı Levent Cantek olmasa hikaye kitabım olmazdı. O yüzden ikisine de ömür boyu minnettarım.Cinhan’ı yazarken DG hikayelerini severek okuyordum. Sonrasında katkı imkanı bulunca mutlu oldum. DG hikayelerinin İsviçre Ordu Çakısı gibi çok yönlü olmasını, nice sivri uç bulundurmasını seviyorum. Son albümlerdeki sağlam hikayelerinde de gördüğümüz üzere, Kemal Tahir’den Cthulhu’ya kadar uzanabilen cesur ve nefis bir yelpazesi var DG mitolojisinin. Yani bu varlık Doğu ile Batı mitlerinin çarpıştığı bir Anadolu masalı oldu artık ciddi ciddi. Bu gücünü seviyorum.Son olarak İskit adlı romanın yayınlandı. Çizgi romanlar ve kısa öykülerden sonra roman yazmak nasıl bir deneyim oldu?Severek yol kat etmesem, çok zorlu bir külfet olurdu. Ama eğlendim. Önce kendime anlattım. Ve çok öğretici oldu benim için. Aylarca sabah 4.30-9.30 aralığında deldim dağı ve tüneli açtım. Umarım bu arada karpal-tüneli de açmamışımdır.Şimdiye kadar yayınlanan işlerin tarihi/fantastik olarak nitelendirilebilir (bilim kurgu öykülerinle ödüller kazandığını da not olarak düşelim elbette!). Bu türü tercih etmendeki nedenler neler?Sevdiğim hikayelere ‘gerçek dünya vizesi’ koymuyorum. Sınırlarımdan serbestçe geçebiliyorlar. “Uydurma bunlar” suçlaması benim için bir hikayenin kalifiye olma ihtimalinin ilk (ama yegane olmayan) habercisi. O eski sihrin peşindeyim. Gerçek dünya yeterince acılarla, sevimsizliklerle dolu zaten… Bir de bunları yazıda yeniden üretmeye, simüle etmeye gerek yok diye düşünüyorum. Gerçekçilik akımına torpil geçen Kanonlar, beyaz Avrupalı adamlar tarafından yazılmıştı, bunu unutmamaya çalışıyorum. Gerçek hayatta da, edebiyatta da fazla gravitas’ın zararlı olduğunu düşünüyorum.Ama tabii Kanonları topyekün umursamaz değilim, Kızılmaske’nin Karamazov Kardeşler’den daha iyi olduğunu söyleyecek halim yok. (Ama Zagor daha iyi elbette.)Tarihi anlatılar yazarken nasıl bir araştırma süreci içine giriyorsun? Örneğin İskit’te kullandığın detaylar tarihi bilgilerle ne kadar örtüşüyor? İskit bir tarihi roman mı? Fantastik mi?Bir diyar üretmek istemedim; yapılabilecek tüm araştırmayı yapayım dedim. Mevcut herşeyi topladım, okudum. Özümsedim. Sonra da sadık kalarak kurdum. Nice bakımdan İskit, tarihi bir anlatı. Marifetli bir üstün-insan kahramanı bile yok. Fakat o noktada bırakmayıp, bir köşesinden büktüm. Gerçekçilik sınırlarını biraz zorlayıp hokus-pokus yaptığım yerler oldu.İskit’te değindiğin temalardan biri de “hikaye olarak tarih”. Sence tarihçiler de hikayeci midir? Ya da Herodotus gibi “yalancı” mıdırlar?Tarih, bence, bir ormana gidip, sonra sadece oradaki çiçeklerden bir demet toplayıp sunma acizliği. Gerçeği asla bilemeyeceğiz; hem sonra algımız sürekli kendi zamanımızın filtresinden süzülecek. Onların düşünce ve yaşam biçimlerini asla tam anlayamayacağız. Örneğin bazı eski ilkel kabileler, küçülen, solan Ay’ı tekrar eski parlak haline getirmek için ayin yapardı. Böylece her ay, korku dolu nice geceler geçiriyorlar… Bunu bizim bu çağda anlamamız imkansız. Çünkü o sihir yitirildi… Her anlamda.Yani evet, her tarih, bir anlatıdır bence. Uzun zaman sonra, bu devirleri nasıl anlatacaklar kimbilir…11 Eylül kitaplara girer elbette, ama ya diğer acılar, mutluluklar? Tarihçilerin ilgi, bilgi ve dikkat çeperine girmeyi başarmış her bir tarihi yaşanmışlığa karşılık, çemberin dışında kalan, unutulacak belki yüzlerce, binlerce bilgi parçası olacak.İskit’ten tarihi roman olarak bahsediyoruz fakat “yaşadığımız toplumla uyuşmama”, “ulusal/kültürel aidiyet hissetmeme” gibi modern temaları işleyen, hatta meta-anlatı yapısıyla postmodernizme de göz kırpan bir yanı var. Bu düşüncelere katılır mısın?Tamamen doğru. Bir yanı ile bizimle de konuşsun istedim. Mevcut nice kılıç-büyü hikayeleri ile metinlerarası bir hısımlığı var… Ama ne yazık ki kahramanımızın tek hısmı bunlar, diğer öyküler. Onun dışında mutlak bir yabancılaşma, sürgün ozan hali içinde. Tek başına. İnsanlık tarihi gökdeleninin bize ait katlarına yakın dertleri ve tasaları var.Bundan sonra sırada ne var?Şu anda iki eser yazıyorum:“Vizeye girmemiş bir öğrenci için telafi sınavı” ve “Karneler”.Bu epik çalışmalar bittikten sonra, umuyorum ki başka şeylerle uğraşma fırsatı bulabileceğim.
Belediye Başkanına Ait Makam Aracında Patlayıcı Bulundu
Hakkari'de yapılan yol kontrollerinde, belediye başkanına ait makam aracında çok miktarda el yapımı patlayıcı ile molotofkokteyli yapımında kullanılan malzeme ele geçirildi. Hakkari Emniyet Müdürlüğünden yapılan yazılı açıklamada, Emniyet Müdürlüğü ekiplerinin, kent merkezine 7 kilometre uzaklıktaki Depin polis noktasında, sürücüsünün kimliği açıklanmayan Hakkari Belediye Başkanına ait makam aracına 'dur' ihtarında bulunduğu belirtildi.Sürücünün ihtara uymayarak olay yerinden uzaklaşmak istemesi üzerine, otomobilin polisler tarafından durdurulduğu kaydedilen açıklamada, şöyle denildi: 'Araçta yapılan aramada, 16 kutu torpil olarak tabir edilen patlayıcı malzeme, 15 çakmak gazı tüpü, çok sayıda cam bilye, çivi, 7 bant, bir paket pamuk, 14 kutu kola, 84 molotof bombası boş şişe, 2 bidon benzin, bez parçaları, 2 torpil tüfek rampası, 3 sprey boya, 4 adet kalkan olarak kullanılan metal levha ve 10 sapan elde edilmiş, araç içerisinde belediye çalışanı olduğunu beyan eden 2 kişi gözaltına alınmıştır.'CNN Türk
Emniyet 1 Mayıs'ta Megafonu Bile 'Suç Aleti' Saydı
İstanbul’da yoğun polis şiddetinin yaşandığı 1 Mayıs’ta gözaltına alınanların üzerinden çıktığı belirtilen ‘ suç aletleri ‘ açıklandı. Listede baret , eldiven, megafon ve deniz gözlüğü nün yer alması dikkat çekti. Listede, molotof kokteyli de ‘ yangın çıkarıcı ‘ olarak tanımlandı. Gezi eylemleri sonrasında da açılan davalarda deniz gözlüğü, doktor önlüğü ve baret gibi malzemeler iddianamelere ‘ suç aleti ‘ şeklinde yansımıştı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada, “ 1 Mayıs tarihinde şiddet içeren gösterilere yönelik müdahaleler sırasında güvenlik güçlerine saldırma eylemlerine karışan ve yakalanarak gözaltına alınan şahıslar üzerinden ” çıkarıldığı belirtilen malzemeler şöyle listelendi: 37 adet el yapımı yangın çıkarıcı (Molotof Kokteyli), 12 adet parça ve basınç etkili el yapımı bomba, 1 adet sis bombası, 40 adet torpil, 2 adet havai fişek ve 8 adet havai fişek rampası, 1 adet demir çivi düzeneği, 31 adet gaz maskesi ve 4 adet filtre 122 adet toz ve yüz maskesi, 146 adet baret, 41 çift eldiven, çok sayıda cam, demir ve kemik olmak üzere çok sayıda bilye, 26 adet deniz gözlüğü, 2 adet megafon 1 adet sprey boya, 2 adet bıçak, 15 adet sapan ve çeşitli ebatlarda taş parçaları.Diken
Köşe Bucak Gündem: Köşe Yazarları Bugün Ne Yazdı?
Gazetelerin köşe yazarları bugün neler yazdılar, gündemi nasıl gördüler? İşte günün öne çıkan köşe yazarları... Kol saati | Yılmaz Özdil | Hürriyet Zafer Çağlayan gazete okurken kol saatinin reklamını görmüş, meğer o sırada hayırsever Rıza oradaymış, sen zahmet etme abi, ben ayarlarım demiş, biz bakmayalımmış faturayı kimin ödediğine, garanti belgesi kendi adınaymış filan... Yazının devamını okumak için tıklayınız. Öcalan ve MİT | Kurtuluş Tayiz | Akşam Bazı liberal kalemlerden Kürt hareketine yönelik eleştirilerin başında MİT ile ilgili konular geliyor. Mehmet Altan, BDP'li milletvekili Sırrı Sakık'ın MİT yasası görüşülürken yaptığı konuşmayı hatırlatarak Kürt hareketine sert suçlamalar yöneltti. Oysa BDP, MİT kanunuyla ilgili değişikliklere destek sunmamıştı. Sakık ise sadece akan kanın durdurulmasındaki katkılarından dolayı MİT Müsteşarı'na teşekkür etmekle yetinmişti. Ayrıca grup adına Pervin Buldan, Sakık'ın konuşmasına yönelik 'düzeltme' bile yaptı. Buna rağmen Altan'ın Kürt hareketini MİT'e yakın durmakla suçlaması dikkat çekiciydi. Yazının devamını okumak için tıklayınız. Ne tesadüf! | Nazlı Ilıcak | Bugün Hükümetin girişimiyle HSYK tarafından 17 Aralık dosyasına tayin edilen Savcı Ekrem Aydıner, TOKİ soruşturmasına takipsizlik kararı verdi. Bu kararın gerekçesini, gazetelere yansıdığı kadarıyla biliyoruz. Haberlerden, Aydıner'in hâkim kararıyla dinleme yapıldığını kabul ettiği ama her soruşturmada suç işlemek üzere örgüt kurulduğu iddiasıyla mahkemelerden iletişimin tespiti kararının alınmasını yasaya aykırı bulduğu anlaşılıyor. Aydıner'e göre hâkim tarafından verilmiş olsa dahi soruşturmanın başlangıcındaki iletişimin tespiti kararı hukuka uygun değil. Yazının devamını okumak için tıklayınız. ‘Yandaş Türk’ler vergi yüzsüzü ha? | Akif Beki | Hürriyet BİR gazete “Vergiyi beyaz Türkler ödedi” başlığını layık gördü habere, bir diğeri de “Tayyip’in zenginleri nerede” diye sordu.“Kim çok kazandıysa vergiyi de o çok ödedi” demek gelmedi akıllarına. Maliye Bakanlığı’nın 2013 yılı gelir vergisi rekortmenleri listesi, bu yıl hayret uyandırmış bazılarında. Sanki 2012 listesi çok farklıydı? Yazının devamını okumak için tıklayınız. Central Park'ta karpuz kestik | Cüneyt Özdemir | Radikal Bir Diyarbakır bir de Kaliforniya karpuzu önümüzdeydi. Anlayacağınız Central Park'ta karpuz kestik. Birkaç günlük New York ziyaretim sırasında Twitter üzerinden bir mesaj yayımladım. 'Beni New York’ta takip eden arkadaşlarla bir yer ayarlayıp buluşalım' diye yazdım. Ne önceden ayarlanmış bir organizasyon ne de planlanmış bir tweet'ti. Yazının devamını okumak için tıklayınız. Uyan artık sayın vatandaşım, uyan! | Emin Çölaşan | Sözcü Ey benim sayın ve muhterem, fakir fukara, işsiz, ayın sonunu getiremeyen vatandaşım… Ekonomik durumun zor. Eğer şansın yaver gitti de iş bulduysan, büyük olasılıkla asgari ücrete talim ediyorsun. Ya da dandik bir firmada hiçbir güvencen olmadan, sigortan bile yapılmadan taşeron işçi olarak günde 10 saat çalışıyorsun. Belki kendine, eşine, çocuklarına iş arıyor ama bulamıyorsun. Bu durumda torpil arayışına giriyorsun. Araya tanıdıklar koyup AKP’li milletvekillerinin, genel müdürlerin kapısını aşındırıyorsun. Yazının devamını okumak için tıklayınız. Kolejlere girişte fırtınalar kopacak | Abbas Güçlü | Milliyet Türkiye’nin en iyi liselerinde, yanlış kayıt sistemi nedeniyle, her yıl, binlerce kontenjan boş kalıyordu. Milli Eğitim Bakanı Avcı, geçen yıl vakıf olduğu bu duruma, gelecek yıl yani önümüzdeki kayıt döneminde, son vereceğini açıklamıştı.Ve şimdi bunun gereğini yerine getirmek için yapılan çalışmalar son noktaya gelmiş. Yeni sistem her an açıklanabilir... Çocuğu ya da bir yakını geçtiğimiz yıllarda fen ve anadolu liselerine ya da kolejlere girenler, yaşanan sıkıntıyı çok iyi bilirler. 8’inci sınıf öğrencileri, liselere giriş için aynı sınavda yarışıyorlar ama tercih ve yerleştirme usulleri, kolejlere girişte tamamen farklı oluyordu. Bu yüzden de, anadolu liseleri ile kolejler arasındaki gel-git yüzünden hem velilerin çekmediği çile kalmıyor hem de kontenjanlar bir türlü dolmuyordu... Yazının devamını okumak için tıklayınız. Demokratikleşerek demokrasi olunur mu? | Etyen Mahçupyan | Zaman Hükümetin, anlamadığı veya kontrol edemediği sosyal ve hukuki durumlar karşısında hemen pençelerini çıkarması son bir yıla damgasını vurdu. Art arda antidemokratik kararlarla, yasa teklifleriyle ve uygulama girişimleriyle karşılaştık. Bunların niçin gündeme geldiğini anlamak zor değildi, ama onaylanmaları zordu Yazının devamını okumak için tıklayınız. CHP tabanı işgal altında... | Markar Esayan| Yeni Şafak 'Demokratik toplumlar, önemli konuları tartışmaya açarlar, çoğulcudurlar ve tüm önerilerin adil bir müzakere ortamında temsil edilmesini önemserler. Bilim dahil tüm süper uzmanlıklar geleneklerden sadece birisidir ve tüm geleneklerin –din dahil- müzakereye katılmaya eşit hakkı vardır. Müzakere yönteminin nasıl olacağına, hangi geleneklerin muteber, hangilerinin irrasyonel olduğuna karar vermek hiçbir geleneğin tekelinde olamaz. Yurttaşlar eşit fırsat ve eşit haklar üzerinden müzakerelerle toplumu oluştururlar. Yazının devamını okumak için tıklayınız. Küçük bir ayrımcılık testi | Mehveş Evin | Milliyet Basın özgürlüğünde olduğu gibi insan hakları ihlallerinde de rekora gidiyoruz, inşallah! Cezaevlerindeki çocuklara ağır işkence... “Orantısız kuvvet” diyerek yumuşatılan, aslında polisin plastik mermi veya gaz fişeğini hedef gözeterek kullanması... Sokak aralarında yurttaşları öldüresiye dövmek..Liste, giderek kabarıyor. Çok ağır ihlallerinin yanı sıra “ufak tefek” olaylarsa çerez muamelesi görüyor.Öyle ki, Antalya’da bir otoparkta polisin çivili sopalarla dövdüğü gencecik insanlar, görüntülere rağmen “şikayetçi” olamıyor! Gökçer ahincioğlu’nun haberine göre, bu olayda dahi “işkenceden değil ‘basit yaralamadan‘ ceza istenebiliyor... Yazının devamını okumak için tıklayınız.   Erdoğan'la Çankaya nasıl anılacak? | Abdülkadir Selvi | Yeni Şafak ‘Muhtar bile olamaz’ denilen Erdoğan’ın döneminde Türkiye’ninCumhurbaşkanı eşi başörtülü biri oldu. Ergenekon'la, askeri vesayetle ve Cemaat vesayetiyle ücadeleyi hatırlatmak istemiyorum ama çözüm sürecini hatırlatmazsam olmaz. ‘Kürt’ diyen partilerin kapatıldığı, ‘Kürt’e, Kürt denilemeyen’ bir Türkiye’den çözüm sürecinin yürütüldüğü bir Türkiye’ye gelindi. Demem o ki, AK Parti hem kendisini hem de Türkiye’yi dönüştürdü. Şimdi sıra bu hareketin liderinin Çankaya’ya çıkarılmasına geldi. Bırakın Özal’la ya da Demirel’le kıyaslamayı. Öyle bir cumhurbaşkanlığı yapacak ki, Çankaya, Erdoğan’dan önce ve Erdoğan’dan sonra diye tarif edilmeye başlayacak. Çünkü o sadece Türkiye’nin cumhurbaşkanı olarak çıkmayacak oraya, aynı zamanda Bosna’nın, Gazze’nin, Arakan’ın umutlarının Çankaya’ya taşınması olacak. Yazının tamamını okumak için tıklayınız  Fezlekeli bakanların aşırı acıklı stratejileri | Ezgi Başaran | Radikal Sonuç itibariyle kendilerine ayırdığımız sürenin sonuna gelmiştik ve elimizde vardı dört koca sıfır. Çıktıkları kürsünün önündeki dijital saatin kırmızı ışıklı dakikaları azalıyor Amma velakin çalışan kafaların iknası mümkün olmuyordu. Ki bu son derece doğaldı. Zira ortada ikna olunabilecek tek bir bilgi yahut kanıt kırıntısı yoktu. Yazının devamını okumak için tıklayınız