onedio
Görüş Bildir

Çukur Haberleri

Çukur ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Çukur ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Cinsiyet Geçiş Ameliyatı Olan Meli Bendeli'nin Badem Göz Estetiği Sonrası Görüntüsü Şaşkına Çevirdi!
Çukur dizisinin 'Timsah Celil'i olarak hafızalara kazınan Ahmet Melih Yılmaz, şok bir kararla cinsiyet geçiş ameliyatı olmuştu. Süreç devam ederken sosyal medya paylaşımlarıyla da çok konuşulmuştu. Tarzı ve görünüşünü çok sık değiştiren Meli Bendeli'nin geçtiğimiz ay geçirdiği badem göz ve göğüs ameliyatları sonrasındaki hali ortaya çıktı!
Rakı Sofrasının Olmazsa Olmaz 10 Mezesi
Şöyle akşam enfes bir sofra eşliğinde dostlarla muhabbetin dibine vurmak mı istiyorsunuz? Doğru yerdesiniz! Hem ne demişler, al kadehi eline, dokun gönül teline, muhabbet âlemine, bir merhabadır rakı. En kötü gününüz böyle olsun!
Yayladağı'na Üç Top Mermisi Düştü
Hatay'ın Yayladağı İlçesi’ne 3 top mermisi düştü. Suriye tarafından geldiği öne sürülen mermilerin 2’si ilçe merkezine, 1’i ormanlık alana düştü. Olayla ilgili açıklama yapan Hatay Valiliği, angajman kuralları çerçevesinde topçu birliklerin top atışı ile Suriye’ye karşılık verdiğini belirtti. Saat 10.50 sıralarında Suriye tarafından ateşlenen top mermilerinden biri Çamaltı Mahallesi’nde Beşir Kalkan’ın evinin yanındaki buğday tarlasına, diğeri ise aynı mahallede bulunan Suriyelilerin kaldığı çadır kentin 50 metre yakınındaki boş araziye düştü. Üçüncü top mermisi de Çedenelik Mevkii’ndeki ormanlık alana isabet etti. Çadır kentin yanındaki alana düşen top mermisi elektrik ve telefon hatlarını kopardı. Olayın ardından top mermilerin düştüğü yerlere çok sayıda polis ve jandarma sevk edilirken, Kaymakam Turan Yılmaz da incelemelerde bulunarak bilgi aldı. MİSLİYLE KARŞILIK VERİLDİ Olayla ilgili Hatay Valiliği’nden de bir açıklama yapıldı. Açıklamada angajman kurallarının uygulandığı belirtilerek şu ifadelere yer verildi: 'Saat 10.50 sıralarında Yayladağı İlçe merkezi Çamaltı Mahallesi civarında bulunan boş araziye Suriye tarafından geldiği değerlendirilen iki adet ve Çedenelik Mevki’inde bulunan ormanlık alana bir adet olmak üzere toplam üç adet top mermisi düşmüştür. Top mermilerinin düştüğü bölge sınıra kuş uçuşu 3 kilometre mesafede olup, herhangi bir can ve mal kaybına neden olmamıştır. Olayla ilgili olarak, değişen angajman kuralları çerçevesinde sınırda bulunan topçu birliklerimiz tarafından atışın yapıldığı bölgeye misliyle karşılık verilmiştir.' Emek ÇAKILI/YAYLADAĞI (Hatay), (DHA)
Hurdacıda 'Savaştan Kalma' Bomba Patladı, 7 Ölü
Tayland'ın başkenti Bangkok'taki bir hurdacıda İkinci Dünya Savaşı'ndan kaldığı sanılan bir bombanın patlaması sonucu yedi kişi öldü, 19 kişi de yaralandı.İnşaat işçileri tarafından bulunan bomba, etkisiz halde olduğu düşünülerek hurdacıya satıldı.Hurdacıda işçilerin bombayı parçalamak için kaynak aleti kullandığı sırada bombanın infilak ettiği bildirildi.Patlama sonucu hurdacı dükkanı yıkılırken yerde de büyük bir çukur oluştuğu belirtiliyor.Patlama sonrasında civardaki evlerin de tahrip olduğu ve büyük bir yangın başladığı ifade ediliyor.Tayland polisi beş kişinin olay yerinde öldüğünü bildirdi.Polise bağlı bomba uzmanlarının AP haber ajansına yaptığı açıklamada, 'İkinci Dünya Savaşı sırasında havadan atılan bir bomba olduğunun sanıldığı' ifade edildi.
Yazıcıoğlu Dosyası Sil Baştan
Muhsin Yazıcıoğlu davasında, dosya üzerindeki gizlilik kararı kaldırıldı. Böylece kaza anı ve sonrasına ait gizli bilgiler de gün ışığına çıktı. Yazıcıoğlu ailesinin avukatı, BBP Genel Başkan Yardımcısı Selami Ekici, yeni ortaya çıkan bu bilgileri Al Jazeera'ye anlattı. Türkiye’nin yakın siyasi geçmişinin en önemli figürlerinden Muhsin Yazıcıoğlu’nun da aralarında olduğu 6 kişiye mezar olan helikopterin nasıl düştüğü geçen 5 yıllık süreçte çözülemedi. Son olarak radar kayıtlarıyla ilgili çalışan bilirkişi, gizlilik kararının kalkmasının ardından dosyanın tamamını inceledikten sonra rapor hazırlayacak. Dosyayı inceleyen Yazıcıoğlu ailesinin avukatı, Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkan Yardımcısı Selami Ekici kaza sonrası yaşananları 'bir suikastın delil karartma çabaları' olarak değerlendirdi. Ekici, kaza tarihi olan 25 Mart 2009’da bölgedeki uçuş trafiğini ve hava hareketliliğini gösteren radar kayıtlarıyla ilgili geçen şubat ayında yapılan keşfin, Özel Yetkili Mahkemelerin kalkmasıyla yeni bir boyut kazandığını söyledi. Ekici, henüz raporunu hazırlamayan 5 bilirkişinin, Erzurum Dumlu Radar Üssü, Genelkurmay Harekât Merkezi, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Muhabere Yönetimi birimi, Ankara Ahlatlıbel Radar Üssü’nde bir hafta boyunca keşif yaptığını belirtti. Ekici, bilirkişinin yeni düzenlemeyle üzerindeki ‘gizlilik kararı’ kalkan dosyanın tamamını inceleme fırsatı bulacağını kaydetti. Kazanın olduğu dakikalarda, Genelkurmay radarlarında arıza nedeniyle 4 dakika 37 saniyelik bir görüntü kaybı olduğu iddia edilmişti. Ancak Genelkurmay Başkanlığı 14 Mart’ta yaptığı açıklamada, radar görüntülerinin tamamının ilgili makamlara verildiğini ve bilirkişinin çalışabilmesi için tüm imkânların seferber edildiğini söylemişti. Ekici’ye göre, bu açıklama bilirkişi heyetini etki altına almaya yönelik bir manevra... Ekici, heyetin raporunu keşif esnasında aldıkları bilgilerle, şimdi tamamı açılan dosyadaki bilgileri karşılaştırarak yazacağını ve bunun önemli olacağını vurguladı: “Kahramanmaraş’a gönderilen dosyadaki gizlilik kararının kalkması bu anlamda da çok iyi oldu. 120 klasörlük dosyanın tamamını ben de yeni aldım. Şimdi dosya yeni görevlendirilen savcı Habib Korkmaz’ın elinde. Korkmaz’ın incelemesi, bizim taleplerimizi değerlendirmesi, eksikleri gidermesi 6 ayı bulur diye dişünüyorum.” ‘Basına özellikle sızmadı’ Ekici’nin dikkat çekmek istediği ikinci konu ise gazeteci İsmail Güneş’in, kaza sonrası saatlerce yapabildiği telefon görüşmesi: “Bizim buradaki iddiamız şu: Güneş’in çenesinin kırık olduğu otopsi raporunda var ama basına sızdırılmıyor. Kimse de ‘Otopsi raporunu verin okuyalım’ demiyor. Bilinçli bir algı oluşturuluyor. Çenesi kırık olduğu halde o kadar rahat konuşamaması lazım. Bu konu araştırmaya muhtaçtır. Ses İsmail Güneş’in, ancak adli tıp uzmanları çene kırığı olan kişinin konuşma güçlüğü çekeceğini ifade ediyor. Bize göre ilk etapta kırık yoktu, sonradan birileri kırmış da olabilir. Biz çenesinin kırık olduğunu, otopsi raporlarını temin ettikten sonra öğreniyoruz. İki yılı buldu yani. Oysa 30 Mart’ta çenesinin kırık olduğu bilinseydi, suikast ihtimali değerlendirilecek ve deliller karartılmayacaktı.” Ekici şöyle devam etti: “Gazeteci İsmail Güneş’in cenazesi, enkaza yaklaşık 600 metre mesafede karla kaplı zeminde bulunuyor. Güneş’in donmamak için ölenlerin montlarını üst üstü giydiği ve helikopterden çıkardığı koltukla kayarak yardım bulmak için daha aşağılara kaydığı tahmin ediliyor. 30 Mart tarihli jandarma tutanağında bu koltuğun Güneş’in cenazesi bulunduktan sonra başkaları tarafından olay yerine getirildiğine dair ifadeler var.” ‘Kırık bacakla nasıl uzaklaştı’ Güneş’in otopsi raporunda sol bacağında kırıklar olduğunu belirten Ekici, buna dair şüphelerini dile getirirken şu ifadeleri kullandı: “Kaza saati kayıtlara 15.03 olarak geçiyor. TİB kayıtlarına göre Güneş, 19.04’e kadar tam 16 kez aranarak 12 dakikalık telefon görüşmesi yapmış. Arkadaşları, genel müdürü, BBP Genel Merkezi ve 112 gibi merkezlerle görüşüyor. En son 19.36’da görüşme yapmış. Bizim tespitlerimize göre cep telefonu sadece enkaz alanında çekiyor. 15 metre uzakta bile çekmiyor. Güneş’in cenazesinin bulunduğu yerde hiç çekmiyor, kırık bacakla o kadar uzaklaşabilmesi garip. Enkaz bölgesinin aşağısında yaklaşık 4 kilometre mesafede köy var. O saatlerde hava açık, yani Güneş’in köyün ışıklarını görüp o tarafa doğru gitmesi gerekirken ters tarafa gitmesi de ilgi çekici.” İstihbaratçıya disiplin cezası Kazadan birkaç saat sonra dönemin Kayseri Valisi Mevlüt Bilici’nin Muhsin Yazıcıoğlu’nun yaşadığına dair yaptığı açıklamanın da dikkat çekici olduğunu vurgulayan Ekici, şöyle konuştu: “O tarihte Kahramanmaraş İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı D. Ö., civardaki 10 ilin valisine helikopter kazasıyla ilgili bilgi notu geçiyor. Notta, Yazıcıoğlu’nun yaşadığı, ayağı kırık fakat şuuru açık olarak Kahramanmaraş’ta hastaneye götürüldüğü belirtiliyor. Bu bilgi notunu da dönemin Kayseri Emniyet Müdürü Orhan Özdemir, Kayseri Valisi Mevlüt Bilici’ye iletiyor. Bilici de bu bilgileri kamuoyuyla paylaşıyor. Ne oluyor, belki de bu açıklama yüzünden arama kurtarma faaliyetleri sekteye uğruyor. Azımsanmayacak düzeyde bir vakit kaybı oluyor. Sonuçta Yazıcıoğlu’na 48 saat sonra ulaşıldı, bu not olmasa belki çok daha erken ulaşılacak ve belki de hayatı kurtulacaktı. Yapılan soruşturmada, sahadaki habercilerden birinin hastane önünde gördüğü haraketliliğe dayandırılarak yazıldığı öne sürülen notla ilgili polis şefi D.Ö. disiplin cezası alıyor.” ‘Kazadan sonra yaşıyordu’ Yazıcıoğlu’nun kazadan sonra yaşadığını gösteren bir görüntünün olduğuna dair çevredeki köylülerden tanık beyanları olduğunu da belirten Ekici, “Konu bu tanık beyanlarıyla da sınırlı değil. Dönemin BBP Erzurum İl Başkanı Emrullah Önalan, gazeteci Ahmet Akpak’ta Başkan Yazıcı’nın kaza sonrası dua ederken görüntüsünün olduğunu, kendisinin 10-15 saniyelik bu görüntüyü gördüğünü söylemişti. Biz bu iddiaları araştırırken, görüntülerin 2010’da şeker komasından ölen Ahmet Akpak’ın oğlu Alper Akpak’ta olduğunu öğrendik. Alper Akpak ile görüşmek istedik, ancak bir türlü bu görüşmeyi gerçekleştiremedik. Delil gizlemekten hakkında suç duyurusunda bulunduk ama bir sonuç elde edemedik” dedi. Alper Akpak 6 Ocak 2014’te Kasımpaşa’da karıştığı bir kavgada öldürüldü. ‘Zehirlendi’ iddiaları Ekici, helikopterin düştüğü anlarda bölgede 3 savaş uçağı bulunduğu iddialarının da açığa kavuşturulması gerektiğini kaydetti: “Bu uçakların bıraktığı karbonmonoksit gazına maruz kalındı. Helikopterin pilotu Kaya İstektepe'nin kanında yüzde 24, gazeteci İsmail Güneş'te yüzde 27, Muhsin Yazıcıoğlu'nda ise yüzde 13 seviyesinde karbonmonoksit tespiti var. Bilirkişi raporlarında yüzde 24 oranındaki karbonmonoksit gazının pilotta sarhoşluk, dikkat bozukluğu, baygınlık gibi tesirler yapabileceği ifade ediliyor. Bu konular da açıklanmaya muhtaç sonuçta.” 48 saat sonra ulaşılabilmişti Kahramanmaraş mitinginin ardından Yozgat Yerköy mitingi için havalanan Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopteri 25 Mart 2009’da saat 15.03 civarında düştü. Yazıcıoğlu dahil 6 kişinin yaşamına mal olan helikopterin enkazı, Keş Dağı yakınlarındaki, ‘Kanlı Çukur’ mevkiinde bulundu. Enkaz ve kurtarma çalışmaları günler aldı. Otopsi raporunda ‘iç kanama’ sonucu öldüğü belirtilen Yazıcıoğlu’nun cenazesine 48 saat sonra ulaşılabildi. Helikopterin beyni sayılabilecek cihazlara ise ulaşılamadı. Olayla ilgili olarak TBMM Araştırma Komisyonu ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün talimatıyla Devlet Denetleme Kurulu (DDK) birer rapor hazırladı. DDK raporunda kaza kırım çalışmalarındaki eksikliklere, kaza nedenini ortaya koyabilecek kayıp cihazların bulunamadığına yer verildi. Al Jazeera
Mağden: 'Soykırımı Reddeden Bir Milletin Çocuklarından Ne Bekleyebiliriz?'
Perihan Mağden, 'Bence AKP’liler de Kemalistler de ikisi de birbirilerinin içindeki en kötü tarafları ortaya çıkardılar ve olduklarından daha kötü bir noktaya gittiler' dedi Yeni çıkan kitabı “Tehlikeli Temayüller”le ilgili olarak Agos’a konuşan yazar Perihan Mağden , “Türkiye söz konusu olduğunda ‘banallik’ çok önemli bir kavram. Banallik Türkçeye ‘sıradanlık’ olarak çevrildi ama bence tam karşılamıyor. Banal kelimesi Türklük hallerini çok güzel karşılıyor. Soykırımı reddetme utanmazlığının da bu banallikle ilgili olduğunu düşünüyorum” dedi. Mağden, “Aslında bu konuda en güzel sözü kızım söyledi: Bir şeye çok öfkelenmiştim, “Neden bunu anlamıyorlar, neden görmüyorlar?” diye bağırıyordum. Kızım; “Anne, Ermeni Soykırımı’nı kabul etmeyen, görmek istemeyen insanlardan ne bekliyorsun?” dedi. Hakikaten bu gerçeği reddeden bir milletin çocuklarından ne bekleyebiliriz?” diye konuştu. Agos gazetesinden Ferda Balancar, yeni kitabı “Tehlikeli Temayüller” ile okuyucularıyla buluşan Perihan Mağden ile konuştu. Ferda Balancar’ın Perihan Mağden ile yaptığı söyleşi şöyle: Yüzleşememe deyince akıllara 1915 geliyor. Türkiye’nin ‘yüzleşememe macerası’nda Ermeni Soykırımı’nın yeri nedir? Kitapta Hannah Arendt’in kötülüğün banalliği kavramını çok sık kullandım. Türkiye söz konusu olduğunda ‘banallik’ çok önemli bir kavram. Banallik Türkçeye ‘sıradanlık’ olarak çevrildi ama bence tam karşılamıyor. Banal kelimesi Türklük hallerini çok güzel karşılıyor. Soykırımı reddetme utanmazlığının da bu banallikle ilgili olduğunu düşünüyorum. Aslında bu konuda en güzel sözü kızım söyledi: Bir şeye çok öfkelenmiştim, “Neden bunu anlamıyorlar, neden görmüyorlar?” diye bağırıyordum. Kızım; “Anne, Ermeni Soykırımı’nı kabul etmeyen, görmek istemeyen insanlardan ne bekliyorsun?” dedi. Hakikaten bu gerçeği reddeden bir milletin çocuklarından ne bekleyebiliriz? Sokağın ortasında bir ceset yatıyor ve biz arabamızla üstünden geçiyoruz sanki… Biz o cesedi gömüp, yasını tutup, yüzleşmediğimiz sürece, şuradan şuraya gidemeyiz. Türkiye’nin yüzleşememe sorununda her zaman düşündüğüm bir meseledir ‘soykırımın reddi’. 2015’ten ne bekliyorsunuz? 100. yılında Türkiye, Ermeni Soykırımı ile yüzleşebilecek mi? Bence daha kötüye gidiyoruz. Bence AKP’liler de Kemalistler de ikisi de birbirilerinin içindeki en kötü tarafları ortaya çıkardılar ve olduklarından daha kötü bir noktaya gittiler. Her iki kesimde de nefret ve kin izleri daha da büyüdü. O yüzden böyle bir yüzleşmeyi mümkün görmüyorum. Her iki kesim de bir felsefi zelzele ya da algı depremi yaşamazsa böyle bir şey olacağını sanmıyorum. Ermeni meselesi bizim hayatımızdaki çok önemli bir kara delik. Bu deliği kapamadığımız sürece yol alamayız. Önümüzde ruhsal olarak bir çukur var. Yazılardan birinin başlığı ‘Dırdırlanma Geleneği/İsyan Eksikliği’. Gezi, yazıda vurguladığınız ‘isyan eksikliği’nin sonu mu, yoksa zaman içinde ‘dırdırlanma geleneği’ne teslim mi olundu? Bence Gezi dırdırlanmaya dönüşmedi, zira netice aldı. O AVM, Gezi Parkı’na dikilemedi. Gezi, bir şehir kalkışmasıydı ve ilkti. Gezi’ye önce mesafeli yaklaştım. Cumhuriyet mitinglerinin simülasyonu mu olacak endişesi duydum. Özellikle ortaya çıkan bayraklar bende bu endişeyi yarattı. Ama zaman içinde çok farklı kesimlerin muhalif bir sesin ortaklığında buluştuğunu gördüm. AK Parti hiçbir demokratikleşme vaadini tutmadığı gibi, diktatörlük yolunda ciddi adımlar da attı. Buna karşı tepki çok önemliydi. Gezi’nin önemi de burada. AK Partililerin Gezi karşısındaki tutumunu nasıl yorumluyorsunuz? Başbakan Erdoğan ‘istiklal savaşı’ söylemini pompaladı. Ama asıl korkunç olan makul bulduğumuz insanların bile bu söylemi kullanması. Mesela Etyen Mahçupyan bir süre önce ‘AK Parti istiklal savaşı veriyor’ dedi. Beni Başbakan’ın sözlerinden çok bu tür tutumlar dehşet içinde bırakıyor. Siz de yakın zamana dek AK Parti’ye karşı olumlu bir tutum içindeydiniz. Ne zaman farklı düşünmeye başladınız? Ben aslında son zamanlara kadar AK Parti’nin içinden bir muhalefet hareketi çıkacağını düşünüyordum. Sonuçta AK Parti’yi kuranlar, babaları Erbakan’a bayrak açmış bir kitle. Şimdi Erdoğan’a karşı hiç ses çıkarmıyor olmaları ise Erdoğan ile tam bir özdeşleşme içinde olduklarını gösteriyor. AK Partililer, batmakta olan Titanik gemisinde birbirlerine yapışmış, dans ediyor gibiler. Birbirlerine ‘dış düşmanlar’ konusunda da gaz verdiler sanıyorum. Buradan da ‘güçlü ve mazlum olmak’ gibi bir kombinasyon yarattılar. ‘Güçlü ve mazlum’ bağımlılık yaratacak bir kombinasyon. Mesela Yiğit Bulut’un Erdoğan’ın danışmanı olması çok önemli bir göstergedir. Ultra milliyetçi bir çizgi izleyen Yiğit Bulut, eskiden “Yunanlılar bizim devlet tahvillerimizi alıyor. Bu işin sonu nereye varacak?” diye yazılar yazıyordu. Yunanistan’ın devlet tahvillerimizi almasının iyiye işaret olduğunu görmezden gelen bir ekonomist, deli saçması fikirlerini Başbakan’ın yanında üretiyor. Yaşlı kuşak köşe yazarlarına bol bol gönderme yapıyorsunuz ama bir de genç kuşak yazarlar var. Onlara nasıl bakıyorsunuz? İçlerinden biri Türkiye gazetesinde yazmaya başlayınca “Dedemin okuduğu gazetede yazmaya başladım” dedi. Armut dibine düşer ekolüymüş meğer bunlar. Bu kuşak, büyük bir konfor battaniyesinin içinde kuzucuklar gibi oturuyor. Birden dedelerinin gazetelerinde, dedelerinin gözlerini yaşartan yazılar yazmaya başlıyorlarsa “gidişat nereye” diye düşünüyorum. Türkiye’de her kesimde devasa boyutlarda ahlaki sorunlar var. Ancak medya en sorunlu alanlardan biri. Medyada ki ‘lumpen dayanışması’ var. ‘Köyden emmimin oğlu geldi, onu da yazı işleri kadrosunu alayım’ kaygısıyla kurulmuş kadrolar var. Teknolojide, bankacılıkta sınıf atladık ama medyada tersine, birkaç sınıf geriye gittik. AK Parti-Cemaat çatışması hakkında ne düşünüyorsunuz? Ortaya konan tavırlar, dil sizi şaşırtıyor mu? Evet söylenenlere şaşırıyoruz, çünkü biz onların iyi aile çocuğu olma ihtimalini sevmişiz. Aslında Türkiye olarak sınıf değil, kast toplumuyuz. Kast toplumunda, altta ne olup bittiğini bilmezsin de anlamazsın da. Göz kararıyla diğer kastlardakilere birtakım şeyler atfedersin. Mesela belki onlarda hiç olmayan demokratlık atfediyorsun. Kast toplumu olmaktan kurtulamazsak sorunlarımız çözemeyiz. Ben Gülen hareketine bazen şöyle bir önem atfediyorum. Bu hareketi, İslamiyetin içinde bir Protestanlık çalışması olarak görüyorum. Bence Gülen hareketinde ahlaki kaygılar var. Yani İslamiyete ahlaki kaygıları entegre etmeye çalışan bir din adamı var karşımızda. Fethullah Gülen’in konuşmalarını azıcık bile dinleseniz ahlaki meselelerden sıkça bahsettiğini fark edersiniz. Böyle bir reform hareketine İslamiyetin çok ihtiyacı var. Bu ihtiyaca Gülen hareketinin cevap olma ihtimali ABD’yi de çok cezbetti. Gezi’deki çoğul yapı, 20’li yaşlarındaki ‘Geziciler’, kast toplumundan çıkışın habercisi olabilir mi? Onlardan ümitliyim. Çünkü bağnaz, rijit değil, neşeliler. İdeolojik formüllerle yetişmediler. Bu yüzden bu çocuklardan bir şeyler çıkacaktır. Kürt sorununda barıştan umutlu musunuz? Türkiye’de Kürt meselesine yaklaşım, Ermeni meselesiyle aynı. Gerçekleri görmek istemiyorsan ve ırkçılık, sıradan faşizm yapmak istiyorsan ikisine de aynı formülle yaklaşırsın. AK Parti barış süreci konusunda da ters açıya düşürdü. Barış yalan oldu, çünkü hiçbir adım atılmadı. Gerekli kanun değişikliklerini, yapılması gerekenleri yapmadılar. Benim anladığım Abdullah Öcalan’ın kendi siyasi geleceğini görmek istediği yerle, Tayyip Erdoğan’ın kendi siyasi geleceğini görmek istediği yer arasında bir satranç oynanıyor. İki usta satrançcı gibi çok uzun aralar vererek hamleler yapıyorlar. Barışa yönelik kalıcı ve sahici adımları her iki taraf da atmıyor. Beyaz Türklerle, siyah Türkler Kürt düşmanlığı konusunda farklılar gibi görünüyor. Kürt düşmanlığının tavan yaptığı yerler daha çok kıyılar. Mesela İzmir… İzmir iklimini belirleyen, sonradan olma ‘bej Türkler’, Kürtler gelip şehrimizi ele geçiriyor histerisi yaşıyorlar. Sanki çok önemli bir şehir kültürleri varmış da Kürtler onları tehdit edecek endişesiyle yaşıyorlar. Aslında onlar da İzmirli değil. Ya Aydın’dan gelmişler ya da Balkanlar’dan. Bir Türk atasözü ‘misafir misafiri sevmez’ der. Bu atasözü en çok İzmir’deki Kürt düşmanlığı için geçerli. ‘Fuzuli Yalanlar’ başlıklı yazınızda İslamiyetin Hristiyanlığın tersine, yalan söylemeyi neredeyse serbest bıraktığını söylüyorsunuz? Nasıl vardınız bu kanaate? Din uzmanı değilim ama İslamiyette şu şu koşullarda yalan söyleyebilirsin kaydının olduğunu biliyorum. Şartlar o kadar çok ki, neredeyse ne zaman istersen yalan söyleyebilirsin deniyor. Hristiyanlıkta ise yalan ‘yedi büyük günah’tan biri. Bu çok net. Bu farklılık yalan söylemek konusunda bir fark yaratıyor diye düşünüyorum. Köşe yazarlığına dönecek misiniz? Bu kitapta yaptığım gibi yazıları biriktirip kitap yapmaya devam edeceğim. Kitabın daha kalıcı ve daha değerli olduğuna inanıyorum. Meryem Uzerli’nin yaşadıkları Türklere dair çok şey anlatıyor Sinema ya da TV dünaysında umut vaat eden oyuncular var mı? İnanılmaz derecede yetenekli genç oyuncularımız olduğunu düşünüyorum. Bu oyuncular, Amerika’ya, Hollywood’a rahatlıkla gidebilirler. Örnek verebilir misiniz? Kıvanç Tatlıtuğ en çarpıcı örneği. Aşkı Memnu’nun son bölümünde Tatlıtuğ’un oynadığı mezarlık başında ağlama sahnesi vardı ve korkunç başarısızdı. Ancak bir süre sonra ‘Kuzey ve Güney’de karşımıza inanılmaz iyi bir oyuncu olarak çıktı. Türkiye’de daha önce bu kadar ünlü olmuş hiç kimse böyle bir şey yapmadı; çalıştı ve bambaşka bir insana dönüştü. Kıvanç Tatlıtuğ dışında, konservatuardan gelen oyuncular var. Mesela Beren Saat çok iyi bir oyuncu. Okan Yalabık inanılmaz iyi bir oyuncu. Muhteşem Yüzyıl’a giren manken kızlar bile çok iyi bir oyunculuk sergilediler. Bu da tabii dizinin yönetmeni Taylan Kardeşler’in başarısı. Ama hepsi bir yana, Kıvanç Tatlıtuğ, objektif bir gözle bakacak olursak Brad Pitt’ten daha yakışıklı ve rahatlıkla Hollywood’da oynayabilir. Neden Hollywood’da bu oyuncuları göremiyoruz? Bir; annelerinin böreği. İki; burada çok iyi para kazanıyorlar. Ne annelerinin böreğinden, ne Türk halkının sevgi çöreğinden vazgeçemiyorlar. Mesela Rus asıllı pek çok oyuncu Hollywood’a akın ediyor. Eminim beş yıl sonra başrol oynayacaklar. Ancak bizimkiler Türklük hallerinin konforundan vazgeçemiyorlar. Bir de Meryem Uzerli vakası var. Sizin deyiminizle Uzerli de ‘Türklük halleri’nin kurbanı mı oldu? Meryem Uzerli’nin insanın içini acıtacak kadar dürüst ve tatlı bir kız olduğunu düşünüyorum. Dürüst kadınlar, Türkiye’de bunu çok yaşıyor, çünkü adamlarla iletişim kuramıyorlar. Çünkü o adamlar, yalancı anneleri tarafından tezgâh açan, idare eden kadınlarla ilişkide olmaya alışmışlar. Meryem Uzerli’nin yaşadığı kültürel şok, Türkiye’yle ilgili o kadar çok şey açıklıyor ki… Onun yaşadığı aşk ilişkisi temiz ruhlu yabancıların Türklerin bütün o numaralarıyla, oyunlarıyla nasıl baş edemeyeceğini gösterdi bize. T24