onedio
Görüş Bildir

Armağan Çağlayan Haberleri

Armağan Çağlayan, 8 Nisan 1966 İstanbul doğumludur. Türk avukat, televizyon yapımcısı ve aynı zamanda youtuberdır.

Armağan Çağlayan

Ünlü televizyon yapımcısı Armağan Çağlayan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. Bunun yanı sıra yüksek lisansını Uluslararası İlişkiler bölümü üzerine yapan Çağlayan, hukuk stajını bitirdikten sonra kariyerine Medyapım'da devam etmiştir. İlk kurulduğu yıllarda hazırlık elemanı olarak başladığı Medyapım görevine zamanla yükselerek editörlük ve müdür yardımcılığı pozisyonunda devam etmiştir. Uzun süre çalıştığı Medyapım'da; Huysuz Show, Hülya Avşar Show, Kim 500 Milyar İster gibi programların arka planında başarılı yönetimini yapmıştır. Kamera arkasındaki kariyerine, 2003 yılında Popstar yarışmasındaki jüriliği ile kamere önünde devam etmiştir.Kariyer önü kariyerine birçok başarılı projede yer alarak devam eden çağlayan kendi youtube kanalını kurarak geniş bir kitleye hitap etmektedir.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Huysuz Virjin'i Seyreden Hiç Kimse Böyle Ağlamamıştı: Armağan Çağlayan'dan "Seyfi Bey"e Bir Saygı Duruşu
Armağan Çağlayan'ı daha önce televizyonda ya da internet programlarında seyretmiş olabilirsiniz. Ama bu daha önce onu tanıdığınız anlamına gelmiyor. Hatta Huysuz Virjin'i de yıllarca ekranlardan izleyip bağrınıza basmış olabilirsiniz ama inanın onunla da ilgili bilmediğiniz çok şey var. İşte bunların hepsini Armağan Çağlayan bize 'Seyfi Bey' oyununda gösteriyor ama ne göstermek... Uzun zamandır hiçbir şeye şaşırmıyorsanız buyurun size biraz Seyfi Bey'den bahsedelim...
Bülent Arınç Suriye Gündemine Dair Ekol TV’ye Konuştu: “Suriye’de Olanlardan En Karlı Çıkan İsrail”
HTŞ’nin Suriye yönetimini Esad’ın elinden almasıyla birlikte Suriye’de yaşananlar dünya gündemine oturdu. Yıllardır süregelen iç savaşın bitmesiyle Suriyeliler ülkelerine dönme hazırlığı ve heyecanında. Eski Meclis Başkanı Bülent Arınç da,  Ekol TV’de Armağan Çağlayan’ın sunduğu Sorgusuz Sualsiz programına konuk oldu. Çağlayan’ın sorularına yanıt veren Arınç, Suriye gündemine dair konuştu.
Pamir'in Ardından Ünlüler Ne Dedi?
Dün kaybolan 3,5 yaşındaki Pamir Dikdik’in, bugün yan villanın havuzunda bulunan cesedinin ardından, olaya verilen tepkiler ile olay hakkındaki soru işaretleri tartışılıyor. Sosyal medyada, Dikdik ailesi hakkında ayrımcılık içeren yorumlar yapılarak, olayın “komplo” olarak değerlendirilmesi tepkilere yol açtı. Dün sabahtan bu yana aranan Pamir’in yan villanın havuzunda bulunması da şaşkınlık yarattı. Vali Mutlu, havuzun dün farklı araçlarla arandığını bugün ise dalgıçlarla arandığını söyledi. Bugün ise havuz, Dikdik ailesinin komşularından Nihan İpek’in ısrarı ile arandı. Havuzu kontrol eden dalgıçlar küçük çocuğun cesediyle karşılaştı. Aile ve komşular, havuzun bulunduğu ev ile Dikdik ailesinin evinin arasında yüksekçe bir duvar bulunduğunu, o yaştaki bir çocuğun bu duvarı nasıl aşarak karşıya geçtiğini sordu. Twitter'da da birçok ünlü Pamir'in ölümünden sonra yorumlarda bulundu. Bazı isimlerin yaptığı yorumlarda 'komplo teorileri' üretmeleri ise tepkilere neden oldu. İşte Twitter'da farklı ünlülerin farklı yorumları Ömer adıyaman Türkiye'de meydana gelen sosyal olayları sokak olaylarına çevirmek için adeta tetikte bekleyen vandallar var! İnsan gerçekten hayret ediyor! Cemile Bayraktar Nasil kayislari kopardilarsa artik Berkin'in ailesi ve Pamir'in ailesi uzerin taziye koprusu kurma gayretindeler, ailelere iki kez sabir... Erdal Kaplanseren : Hiçbir şey bir çocuğun hayatından daha değerli olamaz. Ölüm sözcüğüyle aynı cümlede kullanmak bile acı vermeli. Fakat insanlık ölmüş çoktan. bedri baykam Utanmadan küçük Pamir'in ölümünden siyasi polemik üretmeye çalışan, Gezi'ye alakasız dil uzatan herkes sapıktır. Ailenin acısını paylaşıyoruz levent kazak 3.5 yaşındaki bir bebeğin ölümü alçaklığın turnusol kağıdı oldu ya, bunu da gördük.. söyleyecek hiç bir laf yok; kaybedenlerdeniz.. Murat Kazanasmaz Allah sıralı ölüm versin, kimseye evlat acısı yaşatmasın... Sağa sola kaymadan, sahiplenmeden, dışlamadan bırakın ailesi acısını yaşasın. Armağan Çağlayan : Bu ülkenin geleceğinden korktuğum için 'iyi ki çocuğum yok'diye seviniyorum artık. Geldiğimiz duruma bak! Tolga Akyıldız Su alengirli, su kirli hayat da lütfen çocuklara, çocukluğa dokunmasin artik. Zaten yasamadiniz, öldürmeyin. Sezgin Tanrıkulu Bir çocuğun kimliğinden nefret söylemi üretenlere lanet olsun. #RahatUyuPamir Semih Saygıner Yaman hırsız gerçekten 'Kindar' bir nesil yetiştirmiş, aferin ona...! #MekanınCennetOlsunPamir Abdullah Akadiroğlu : Küçük bir çocuğun kaybolmasından Gezi, Alevi, kalkışma, 3. köprü senaryoları üreten insanlık yoksunları. Çocuk ölü bulundu. Rahatladınız mı!! Cenk Sidar İktidar ülkeyi o kadar kutuplaştırdı ve ayrıştırdı ki masum küçük çocukların ölümü bile artık ülkede siyasal malzeme haline getiriliyor. Zeki Kayahan Coşkun Bir bebeğin kayboluşundan komplo teorileri çıkaran, Alevi miymiş, Ermeni mi, Kürt mü diye soranlar: Pamir; bebekti, öldü! Ya siz nesiniz? İnsan mı?Erdem Yener o havuzdan insanlığımızı, vicdanımızı da çıkarın diyecem de, zor. dibe batmıştır. Cemil Barlas : o sorumsuz baba anne sosyal medyayı ayağa kaldırana kadar etrafa baksaymış belki çocuklarını kurtarırdı.. Neslihan Yargıcı #PamirAranıyor Pamir e birşey olsun Ben Taksim deyim. Yeter Artık bu Sapıklıklar!..milliyet
Sıla: "Evdeki Televizyonu Söktüm"
Sıla: Twitter, bize zaman kazandırıyor. Herkes muhabir oldu. Doğalgaz patlaması olduğunda ilk televizyonlar yayında değildi, hepimiz ilk Twitter'a baktıkŞarkıcı Sıla, “TV ile hiç alakam yok. İki üç senedir hiç TV seyretmiyorum, sadece film seyredecek bir düzenim var. TV’yi söktüm. Söktüm, çünkü her baktığımda biraz daha düştüğümü gördüm TV’ye” dedi. Yeni albümü 'Yeni Ay'ı geçen ay yayımlayan Sıla, Radikal gazetesinden Armağan Çağlayan’a konuştu. Armağan Çağlayan’ın Sıla ile yaptığı söyleşi şöyle: Sizin çok mesafeli bir tavrınız var. Bu mesafe özellikle mi? Mizaç. Hep böyleydim, çocukken de. Beni sonradan tanıyanlar çok şaşırır. Ama özellikle koyduğum bir mesafe değil. Bir ticari yaratım değil, böyleyim. Alışmam zaman alıyor benim insanlara. Önce biraz durup bakmayı seviyorum. Sonra kendiliğinden doğal bir şekilde çözülüyor, duvar da kalkıyor. Ama bu mizaca ters bir meslek yapıyorsunuz? Sahnede böyle değilim ama. Konserde çok iyi ve rahat bir bağ kurarım. Onu almaz yani seyirci, mesafeyi. Zaten şarkılar da arayı kapatıyor. Yazım süreci de malum yaratım süreci de çok benle ben arasında. Sıkıntısını çekmiyorum yani. Bir de daha yapış yapış bir hale alıştığımız için senelerdir, o yüzden benim yapım farklı geliyor. Popüler kültüre de magazine de bir mesafe varmış gibi duruyor... Sevmiyorum magazini. Kastım şu: Olması gereken magazine her zaman varım. Ama çok özel hayat, çok açık bir hayat, yani kendimi göstermeyi çok sevmiyorum. Anlatmak istediklerimi zaten şarkılarla anlatıyorum. O kadar merak ettiklerini zannetmiyorum ben de merak etmiyorum mesela. Hiç merak etmez misiniz başkasını? Ben insanlara bakmayı seviyorum. Burası bir kafe olsa mesela ben size bakarım. Ama Armağan Çağlayan olarak değil x biri olarak bakarım. İnsanları seyretmeyi seviyorum, tepkilerini, nasıl cevap verdiğini.. Bu da bir mesleki deformasyon aslında. Seviyorum insanları seyretmeyi, nasıl âşık olur diye, kime âşıktır diye merak etmiyorum. Müziğinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Ben çok seviyorum müziğinizi, bana arabeske yakın geliyor, Müziğinize “Tam rakı masası şarkıları” diyorlar.. Çok hoşuma gidiyor bu benzetme. Rakı masası çok samimi ve âdâplı ortamdır. Dolayısıyla iyi bir tanım. Ben çocukken kendi şarkılarımı yazıp söyleme hayali kurdum. Evet, deodorant şişesi ya da saç fırçasıyla çok anım var. Geceliğimiz arkasına kıskaçlı kuyruk, Emel Sayın’dan özenip. Ama hiçbir zaman sadece yorumcu olarak, ışıkların altında olmak istemedim. Hep kendi şarkımı, sözümü ve hikâyemi anlatabileceğim bir şey düşledim. En büyük şansım; yaptığım işin popülist bir yerden çıkmayıp popüler olması. Müziğimi özgün olarak tanımlıyorum, benim müziğim işte! Siz mesela modern Yıldız Tilbe gibi geliyorsunuz bana. Şarkı tarzından ödün vermeyen, kendi tarzı olan, piyasanın peşine takılmayan.. Bizim şöyle bir şarkıya ihtiyacımız var diye hiç oturmadık biz kanepeye. Hiç gitarı almadık öyle elimize. Hep içimizden döküldüğü gibi onun peşinden gittik. O zaten insanı özgünleştiren. Ötekisi iyi bir şey değil. Çok talihsiz bir zamanda çıktı ‘Yeni Ay’ albümü. İnsanların çok politikleştiği bir dönemdi... Siz de büyük bir cesaretle çıkardınız. Hiç kimsenin aklına gelmedi mi? Çok konuştuk bunu. İki ay daha bekleyeceğiz, seçimi atlatacağız... Çok şey değişir mi dinleyicim için? Hayır, biraz aralanmış olurlar sadece. Dolayısıyla korkmadan yürüdük, bir zararını da görmedim. Gayet olması gereken yere ulaştı. Şimdi de ikinci klibi ‘Yabancı’ya çektik. 15 gün içinde izlersiniz tahmin ediyorum. Biraz da bu müziğinize ve kendinize güvenle ilgili bir durum… Evet, yaptığım işe güveniyorum. Zaten güvenmediğim şey olaydı ben onu CD’ye bastırmazdım. İlgileniyor musunuz Türkiye’de neler olduğuyla? Politize olmaktan kaçındınız mı? Mümkün değil kaçınmak. Yaşadığınız topraklarda ne oluyorsa ilgili olmak zorundasınız. Ben biraz politikadan kaçtım, çünkü ben politik bir aileden geliyorum. Benim iki dedem de -biri Adalet biri de Demokrat Parti’den- milletvekiliydi. Bir tanesi Yassıada mahkûmlarından hatta, Muzaffer Balaban. Babam çok uzun süre politikayla uğraştı, milletvekili olacaktı köşesinden döndü. Dolayısıyla biz ne zaman otursak bir yerden sonra politika konuşulur. Kaçış yok. Ayrıca o kadar çok şey yaşandı ki son dönemde kayıtsız kalmak imkânsız. Dışardan baktığımda sizin sosyal demokrat bir aileden geldiğinizi düşünürdüm. Belki attığınız tweet’lerden dolayı öyle olabilir. Olabilir. Ben biraz daha sosyal demokratım diyelim. İzmirli misiniz aslen? İzmirliyim. Denizli doğumluyum, babam Denizlili annem İzmirli. İlkolulu Denizli’de bitirdim. Daha sonra Fransızca sevdası yüzünden İzmir’e okumaya gittim. Üniversite için İstanbul’a geldim. Müzik piyasasında ilk kiminle tanıştınız? İstanbul’a geldiğim sene Fransız Edebiyatı’na girdim, çünkü konservatuvarı kazanamadım. Küstüm de biraz müziğe. Fransız edebiyatından giderim diye düşündüm. Fakat ilk sene illallah geldi. Evde gizli gizli şarkı yazıp söylüyordum. Bir arkadaşım Bilgi’de müzik okuyordu, onunla konuştum. “Bir piyanist arkadaşım var. Çok iyi anlaşacağını düşünüyorum. Senin gibi delidir biraz. Çalış onunla, bak bakalım” dedi. Demir Durukan, şimdi çok iyi bir müzisyen oldu Viyana’da. Onunla çalışmaya başladıktan sonra çok şevklendim. Sonrasında Bilgi’de Caz Vokal’e girdim ve rahmetli Nuket Ruacan’la çalışmaya başladım. Çok klişe ama hakikaten sahne tozu yutmak lazım. Liseden beri tanıdığım Cem Öcal, Kenan Doğulu’ya vokal yapardı o zamanlar. “Ben seni Cihan Okan’a yönlendireyim” derken bir haftada Kenan Doğulu’nun sahnesinde buldum kendimi. En çok şeyi o sahnede öğrendim. 2000 yılında başladım Kenan’a, ilk albümümün çıktığı 2007’ye kadar vokalliğini yaptım. Çok şey öğrendiğim bir yerdi. Kenan Doğulu’nun çok yardımı oldu. Popüler kültüre uzak duruyorsunuz ama çıkan albümleri alır mısınız, dizi izler misiniz, Türk yazarları okur musunuz? Merak ettiklerim oluyor müzikal olarak, onları takip ediyorum. TV ile hiç alakam yok. İki üç senedir hiç TV seyretmiyorum, sadece film seyredecek bir düzenim var. TV’yi söktüm. Size gelsem ben bir kanal izlemek istiyorum desem imkânsız mı? Evet, internetten açarız ama. Çok ilginç. Ben bir televizyoncu olarak hiç böyle insanların olduğunu düşünmüyordum. Söktüm, çünkü her baktığımda biraz daha düştüğümü gördüm TV’ye. Filme çok merakım var, bol bol vakit buldukça film izliyorum. Türk Edebiyatı’na ilgim büyük. Acayip bir Hakan Günday fanıyım. Yeraltı edebiyatını çok severim. Ben ‘Daha’yı çok beğendim. ‘Az’ı da çok beğenmiştim. Evde televizyonu sökünce bir eksiklik hissetmiyor musunuz? Yok hissetmiyorum. Gerektiğinde internetten bakıyorum. Her gün gazete okur musunuz? Okurum. İnternetten okuyorum. Sabah uyandığım zaman ilk gazeteleri tararım, ne olmuş ne bitmiş... Siz dışardan çok kurumsal gözüküyorsunuz. Yönetilen marka olarak gözüküyorsunuz. Öyle mi? İlk başta konuştuğumuz mesafeli durma hali kurumsallık veriyordur. Hem de bir yandan da Sıla Gençoğlu olarak Sıla markasını yönetiyorum. Ve tek başına yönetmiyorum bu markaya hizmet eden çok kişi var Efe başta olmak üzere. İki taraflı yani. Mutlu musunuz bu durumdan? Sıkıyor mu? Çok mutluyum. Sıkmıyor. Ben işe iş gibi davranmayı seviyorum. Ben yazan tarafta olduğum için bu taraf çok eğlenceli, çok inişli çıkışlı. Dolayısıyla bu beni ayakta tutan bir şey. Geri kalan kısmı yönetilen idari, iş kısmı. Onlar da beni çok sıkmıyor, çünkü onlar olmazsa bu kadar dik duramayabilirim çünkü. Orada falso olmaması gerekiyor. Çok iyi şarkıcılar var mesela ama şarkısı yoksa ne dinleyeceğim ben ondan? Türkiye’de iyi şarkıcı kim? Çok var Türkiye’de. Tarkan iyi şarkıcı mesela. Aslan gibi şarkıcı işte. İbrahim Tatlıses, Kibariye, Mine Koşan, Kubat çok iyi şarkıcı. Farkındaysanız hep farklı yerlerden. Yıldız Tilbe çok iyi şarkıcı. O kadar Orhan Gencebay dinlememe rağmen ben o şarkıyı ilk Yıldız Tilbe’den duydum. Kenan Doğulu ile çalışırken Bodrum’da bir akşam Yıldız Tilbe geldi ve Kenan davet etti sahneye. Ki gerçekten çok beğenirdim, bir şarkı söyledi sahnede baya dizimin bağı çözüldü o söylerken. Siz de benim gibi küçük yerde doğup büyümüşsünüz. Ben bunun insana çok şey kattığını düşünenlerdenim. Büyük bir şehirde büyüseydim belki buralara gelemezdim.. Kesinlikle çok önemli bir şey. Hep bir adım ilerisini hayal edersiniz ya... Bir de etrafınızda gördüğünüz her şey büyük yerlerde bu seçim zamanında da çok konuştuğumuz şey aslında, alır mı almaz mı falan... Hepimiz birbirimizi doldurduk, hele Twitter’da… Ben bunu konserlerde çok net algılıyorum. Twitter hepimizin hayatında durduğunu düşündüğümüz bir şey ya. O da bizim hayatımızda bir yerde duruyor. Atıyorum Çorum’a konsere gidiyorum. Her konserden sonra kontrol ederim konserle ilgili ne düşünmüşler diye. İnanın bu taraflarda konserle ilgili Twitter’da yorum görüyorum. Ama gittiğim o bölgelerde hiç görmüyorum Twitter’da. Kullanmıyorlar ki. Siz çok düşkün müsünüz Twitter’a? Ben düşkündüm. Ondan da kendimi iteledim. Bir baktım ben okuyacağım iki sayfayı erteliyorum. Böyle kitaplar duruyor başucumda. Ben biraz daha Instagram’a yöneldim. Çok insan takip etmek gerekiyor biraz öyle ama daha temiz bir ortammış gibi geliyor bana... Sosyal medya galiba hayatımızı mahvediyor. Ben de geçen hafta TV fuarı için yurtdışına gittim, dedim ki döndükten sonra evde geceleri bilgisayar açmayacağım, telefondan Twitter’a bakmayacağım daha faydalı şeyler yapacağım. Ama bir yandan da haber kaynağı, ben bir sürü şeyi ilk orada görüyorum.. Geçen doğalgaz patlaması oldu. Evime yakın bir yerdeydi. Hepimiz ilk Twitter’a baktık. Ben koştum hemen internetten CNN Türk’ü açabilir miyiz falan ama hiçbiri vermiyor ki haberi. Zaman kazandırıyor Twitter bize. Herkes muhabir oldu aslında yani. Ama böyle böyle yazılı basın ölecek. Nasıl eskiden kaset vardı CD çıktı kaset öldü, YouTube gibi siteler çıktı şimdi de CD ölüyor yavaş yavaş. Geçen ben İzmir’e gittiğimde babama sordum benim ilk albümün kasedi var mı evde diye. Görmek istedim yani, tekrar elime almak istedim. Babam dedi ki valla yok. İlk albüm çıktığında kaset basmıştık. Çünkü o zaman hâlâ esintisi vardı. Sizin çocukluğunuzda yoktu ama benim çocukluğumda long play vardı. Anne babamın bütün long play’leri bende. Çok severim pikaptan müzik dinlemeyi. Acayip bir ses geliyor bir kere, hiçbir şeye benzemez. Hele ki biraz da plak eskiyse. Babamın plaklarından da biraz izinli aşırdım Ferdi Özbeğenler falan Zeki Mürenler tam yani olması gerektiği gibi. Üç sene sonra nerede olacak peki müzik sektörü? Total olarak dijitale kayacağız, bu belli oldu yani. CD de bulamayacağız, öyle mi? Buluruz, buluruz, üç seneye buluruz. Ama daha uzun vadede yüksek ihtimal daha başka bir şeye dönecek, tamamen dijitale kayacağız. Ben bile bir albümü merak ettiğimde iTunes’da bakıyorum. Çok özellikli bulursam gidip tabii alıyorum CD’sini. Benim de ilk elim artık oraya gidiyor bu çok ilginç bir durum. Ben üzülüyorum da bir yandan, yani nasıl fiziki somut elimizde durmaz ki?T24
"Erdoğan Programı Terk Etmeye Kalktı"
Habertürk gazetesinin eski genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı, Gezi eylemleri sırasında dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’la yaptığı meşhur röportaj hakkında ilk kez konuştu. Altaylı, röportaj talebinin bizzat Erdoğan’dan geldiğini, cumhurbaşkanının koltuğa zaten çok sinirli oturduğunu ve reklam arasında da programı terk etmeye kalkıştığını anlattı.Altaylı’nın radikal.com.tr’den Armağan Çağlayan’la söyleşisinde, Gezi sürecinin en hatırlanan ve tepki çeken anlarından biri olan ‘o röportaj ‘ hakkında öne çıkan bölümler şöyle:Benim Başbakan’la röportaj yapma gibi bir talebim yoktu. Belki bunu ilk defa anlatıyorumdur. Telefon çaldı, Başbakanlık basın müşaviri Lütfullah Göktaş. Sonra dedi ki “ Yarın sana geliyoruz” . Benim de kayınpederim yeni ölmüştü sandım ki ziyarete gelecekler. “ Eve mi?” dedim, o da dedi ki “ Hayır, Tayyip Bey seninle televizyonda bu olayı değerlendirmek istiyor ” dedi. “ Ben davet etmedim ki” dedim. “ Seninle konuşmak istiyor bu meseleleri ” dedi.Telefonu kapattım, Turgay beyi aradım. Anlattım ne olduğunu. Ne konuşabiliriz ki diye düşündüm. İçimden de bir ses diyordu ki bana “ Tayyip bey yumuşatıcı bir mesaj vermek istiyor ve o mesajı da benim aracılığımda söylemek istiyor .” Televizyona çıkmasının başka bir mantığı olamaz o günlerde.Ak Parti’nin İstanbul İl Başkanlığı’na gittik. Röportaj salonu hazırlanmıştı. Tayyip Bey geldi oturdu. Çok sinirli bir şekilde oturmuştu. Ben normal bulmuştum onun sinirini. Benim de aklımda bir yumuşama vardı. İlk sorum da şuydu “ Tayyip Bey siz her zaman anketlere, kamuoyuna önem veren bir lider oldunuz. Ortada da böyle bir durum var. Acaba bu kararınızı bir anketle en azından İstanbul halkına sorarak gözden geçirmeyi düşünmez misiniz?”Başbakan gözlerinden ateşler fışkırarak dedi ki, “ Ecdadımızın eserini ihya etmek için halka mı soracağız? ” Bunu deyince benim için program bitti. Ben yandım. Çünkü belli ki o şekilde devam edecekti. Benim yumuşama maksatlı sandığım bu program birden bire başka bir boyuta girdi. Şimdi o programla ilgili birçok eleştiri var.Neyi çanak tuttum? Dedim ki “İki ayyaştan kastınız İsmet Paşa’yla Atatürk mü?”. Hadi o gün bu soruyu biri başbakana sorsun. Bunu sormasam “Sormadı şerefsiz” olur. Sorduğun zaman çanak olur. Sordum ve adam “Değil” dedi ben ne yapayım?O program Tayyip Erdoğan’ın kişiliği hakkında yapılmış en önemli programdır. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir bakış açısına sahip olduğunu o programdan daha iyi hiçbir program göstermedi. Atatürk meselesi orada konuşuldu. Şunu sordum “ Atatürk adından rahatsız olduğunuz için mi Atatürk Havalimanı’nı ve Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkıyorsunuz?” O gün bir kişi daha sorabilir miydi bunu? O gözlerinden ateş çıkan Başbakan’a sorabilir miydi bunu? “ Hayır olur mu adlarını yine Atatürk koyacağız ” demişti. “ Ofisimden oturup vapurdan sarmaş dolaş inenlere bakıyorum ” itirafı oradan çıkmadı mı? Bundan daha önemli bir argüman var mı Tayyip Erdoğan’a karşı.Elbette ki kibarca sordum. Düzgünce sordum. Elbette ki kavga etmedim. Niye kavga edeyim? O günün ortamını düşünün. Taksim’de 100 bin kişi var. Ortalık kan revan. Diyelim ki ben Başbakan’la kavga ettim. Onu delirtecek şeyler yaptım. Zaten çok sinirliydi. Alkolik diyemezsiniz dedim. Her içen alkolik değildir dedim. “ Ak Parti’li olanlar alkolik sayılmaz” dedi. Bunların hepsi çok önemli laflar.Bu tartışmadan sonra Başbakan reklam arası istedi. Reklam arasında kalkmaya çalıştı. İkna ettik oturttuk. O gün ben diyelim ki kavga ettim Başbakan’la. İyice sinirlendi. Polislere emir verdi gidin, dağıtın orayı dedi. 15 kişi öldü. Bu sefer de diyeceklerdi ki Başbakan’ı tahrik etti 15 kişinin ölümüne sebep oldu. “ Bekara karı boşamak kolay ” derler ya aynen öyle. 100 bin kişi izliyorsa herkesin kafasında 100 bin soru var. Ben hangi birini sorayım.Kendimce önemli bulduklarımı sordum. Sonuçta ben bir grup soru sordum. Aldığım yanıtlardan da ortaya çok enteresan bir Tayyip Erdoğan portresi çıktı. O programdan sonra hem Tayyip Erdoğan çok kızgındı sorduğum sorudan ötürü hem de dışarıdakiler çok kızgındı. Hakem gibi. İki tarafın da öfkeli olduğu bir hakemdim ben. Demek ki doğru kararlar verdiğimi düşünüyorum. Elbette ki toplumun bir kısmının, benim de içinde bulunduğum bir kısmının ruhunu daha okşayacak bir takım şeyler yapabilirdim. Doğru mu olurdu bilemiyorum.(Program bittiğinde) .. büyük bir gerginlik vardı. Program sırasında da büyük gerginlikler vardı. Tayyip bey terk etmeye kalkıştı programı. Ama sonuç olarak bir programdı o. Ve ben o günün şartları içinde yapılabilecek, benim sorduğum soruların sorulabileceği daha iyi bir program olabileceğini düşünmüyorum.Nitekim o programdan birkaç gün sonra Gezi Parkı’ndaki eylemlerin sorumlusu olduğunu söyleyenler Başbakan’la görüşmeye gittiler. Hepsinin oradaki tavırlarını görüyoruz. Sadece bir sendikacı laf etti. Onda da olanları biliyorsunuz. Yani ne yapmam bekleniyordu. Bir arkadaşım dedi ki “ Kardeşim seni omuzlarda Gezi’ye getireceklerdi” . Benim işim omuzlarda gelmek mi kardeşim? Benim işim soru sormak. Karşıdaki insanın gerçekliğini ortaya çıkarmak. Ben bunu yapabildiğimi düşünüyorum.Röportajın Devamı İçin
"Berkin'de Muhtemelen Demir Bilye Vardı"
Nagehan Alçı: Gezi'ye gitmedim, hamileydim ve çok riskliydi benim için. Bir gazeteci olarak insan orayı görmek ister ama gidemedimTwitter’da çoğu kullanıcı AKP’den nefret ettiğini öne süren Milliyet gazetesi yazarı Nagehan Alçı , “Nabzı sokaklarda tutmak lazım. 30 Mart’ta oy vermek için kuyrukta bekliyoruz Beşiktaş’ta bana, 'Çok teşekkürler, bu ülkeye katkın çok, Allah razı olsun abla' diye gelen apartman görevlileri vardı. Ezilmiş, alt kesim, dindar kesim, kendini şimdiye kadar itilmiş hisseden kesim arkamda. Sokaklar arkamda. Bununla gurur duyuyorum. Sosyal medyadaki klik ne derse desin… Umurumda değil” dedi. Radikal gazetesinden Armağan Çağlayan ’a konuşan Nagehan Alçı, “Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bugüne kadar keşke bu cümleyi söylemeseydi dediğiniz oldu mu?” sorusu üzerine, “Oldu tabii, Berkin’in cenazesinden sonra oldu, annesine babasına yönelik söylediği şeyler... Keşke söylemeseydi. O çocuk büyük bir olasılıkla ekmek almaya gitmiyordu, eylemciydi elinde bilye vardı, her ne olursa olsun önemli değil” diye konuştu. Başbakan Tayyip Erdoğan , Gezi Parkı olaylarında Okmeydanı'ndaki evinden ekmek almak için çıktığında başına polisin attığı biber gazı kapsülü isabet eden ve 269 gün komada kaldıktan sonra hayatını kaybeden Berkin Elvan 'ı 'terör örgütünün tuzağına düşürülmüş bir çocuk' olarak nitelendirmiş, AKP mitingine katılanlar 'Oğlumu Allah değil Erdoğan aldı' diyen anne Gülsüm Elvan 'ı yuhalamıştı. Armağan Çağlayan’ın Nagehan Alçı ile yaptığı söyleşi şöyle: Nazlı Ilıcak’la yaptığımız röportaj üzerine bir şeyler yazdınız. Aslında Nazlı hanım kötü bir şey söylemedi. Okudum röportajı. Kendini Beyaz Türk zanneden çevre 28 Şubat’ta Nazlı Ilıcak’ı arkadan vuran, iki yüzlü bir çevredir. Kendisi bana defalarca bu çevrenin dindarlara ve demokrasiye ne kadar düşman olduğunu anlattı. Şimdi bu totaliter zihniyetli çevreyi övmesi bir trajedidir. Bunun üzerine uzun uzun düşünmeli… Geçmişimi çöpe mi atıyorum sorusunu kendisine sormalı, çünkü maalesef her gittiğim yerde insanlar bana bunu söylüyorlar, sokakta durdurup bunu söylüyorlar… Üzülüyorum… ’Dört Bir Taraf’ı izledikten sonra hep bu program bitince ne oluyor diye merak ediyorum. Mümkün olduğu kadar bittikten sonra programdaki havayı sürdürmemeye çalışıyoruz ama tabii zaman zaman Türkiye’nin gerilimleri bize de yansıyor, bu dönemde küs ayrıldığımız programlar oldu. Ama programda birbirimize darılsak bile sonraki programda ya ben ya da o bir jest yapıyoruz, ya kahve ikram ediyoruz, ya elma ikram ediyoruz (Nazlı Hanım’ın elmaları meşhurdur) ve kırgınlıkları kalbimize gömüp devam ediyoruz. Ama siz Kadri beyle hiç konuşmuyorsunuz diye tahmin ediyorum. Nazlı hanım gibi bir hikâyemiz yok bizim Kadri’yle. Programla sınırlı bir ilişkimiz var. Zaman zaman hiç diyalog olmadan geçtiği oluyor. O elektrik seziliyor biliyor musunuz, ekrandan geçiyor. Muhtemelen Abdülkadir bey ve Kadri beyin de böyle bir ilişkisi yok. Yok. Bazen Kadri Gürsel çok agresifleşebiliyor. Program sonrasında da bunu sürdürünce aşırı gerginlikler yaşandığı oldu. Sanki kanal babalarının malı, onlar hancı Abdülkadir Bey yolcu gibi hava yaymaya çalışıyorlar. Program sırasında veya sonrasında Twitter’a bakıyor musunuz ne yazılmış diye... İlk başlarda bakardım ama artık bakmıyorum. Ona takılınca insan önünü göremez oluyor. Hiç sokakta insanların bir şey dediği oluyor mu? Çok oluyor. Çevremdeki birçok kişiyle siyasi pozisyonum nedeniyle artık konuşmuyorum. Sorunca en eğitimli, en Batılı, en liberal görünen bizim kesim. Ama esasen hiçbir şekilde farklılığa tahammüllü değiller. Birçok arkadaşlarımla koptum bu yüzden. Çünkü Türkiye’deki kast sistemine alışmışlar. Onun bozulmasına isyan ediyorlar ve benim de bunu desteklememi ihanet olarak görüyorlar. CHP çizgisindeki bir siyaset yorumcusuna kalkıp da kimse tepki göstermiyor Türkiye’de. Ama eski Türkiye’yi eleştiren, Başbakan’ın politikalarını genel itibarı ile doğru bulan biriyseniz bir kesim kendinde size nefret söylemine kadar giden laf atma hakkını buluyor. Bugüne kadar sizi en çok sinirlendiren ne oldu? Kişisel şeylerin programa taşınması sinirlendiriyor beni. Maalesef tuhaf ithamlarla aldığımız ev bile kriminalize edilmeye çalışıldı. Yakıştıramıyorum doğrusu… Eskiden beri mi sağ görüşlü biriydiniz yoksa zamanla evrildiniz mi? Ben sağ görüşlü değilim, liberal demokratım. Ne sağ ne solum. Nazlı hanım sağ görüşlüdür. Kendi de zaten söyler bunu. Zaman zaman bir liberalin desteklemeyeceği şeyleri destekler görüyorum sizi. Mesela 17 Aralık’la ilgili bir duruşunuz var. O bir liberalin duruşu mudur, nasıl açıklanır? Yargı araçsallaştırılıp, siyaset mühendisliği yapılmaya çalışıldı 17 Aralık’ta. Türkiye bir süredir emniyet ve yargı içindeki birbiriyle koordineli hareket eden bir çete tarafından şekillendirilmeye çalışılıyor. Ben bir liberal demokrat olarak buna karşı çıktım. 17 Aralık’taki güçler galip gelseydi sandıkla gitmeyecek o çete hepimizin kaderini ellerinde tutuyor olacaktı. Halletmemiz gereken en öncelikli sorun budur. Bu çete hiçbir konuda adil yargılama yapamaz. Yolsuzlukların üzerine bağımsız ve tarafsız yargı ile gidilebilir. Peki Türkiye şu anda bir hukuk devleti normunda mı evrensel hukuka göre? Hiçbir zaman olmadı. Şayet yargının içinde bir yapılanma, istediği herkesi istediği zaman sahte kanıtlarla ayarlanmış polislerle içeri atabiliyorsa herkes tehlikede demektir. Böyle bir ülke korkunç bir açık hava hapishanesi demek olur. Buna karşı ses çıkarmak lazım. Ben bu sesi geçmişte daha gür çıkarabilirdim ama baştan itibaren çok ses çıkaranlar doğru sesi mi çıkarıyorlardı? Hayır. Biz hep ifrat ve tefrit arasında gidip gelen bir toplumuz. Ergenekon davaları başladığında darbeyi askerin görevi görenlerle, eski düzenden nemalandıkları için değişmemesini isteyenler 'hiçbir şey yoktur' diye büyük bir gürültü çıkarınca, 'Nasıl hiçbir şey yok? Bu ülkede derin devletin neler yaptığını biliyoruz. Askerin son derece keyfi bir şekilde sokaklara çıkıp darbe yaptığını, bazen de daha da sinsi bir şekilde ülkeyi yönetip halkın iradesini geçersiz kıldığını biliyoruz. İlk defa bir süreç başlıyor bunu desteklemek lazım' dedik. En başta bir koro, 'Ergenekon tamamen bir düzmecedir' diye haykırmasaydı o zaman belki buna karşı savunma pozisyonunda kaybolan yanlışlıklar ortaya daha kolay çıkacaktı. Yanlışın neresinden dönülse kârdır. Aynı şey Ak Parti kanadından atıyorum bana da var. Twitter’da bir şey yazdığımda hemen ilk cümle, “28 Şubat’ta neredeydin” oluyor. Evet, çok kötü. Çok tahammülsüz, birbirinin üzerine çullanmak için yer arayan bir toplum olduk. Popüler kültürle ilginiz var mı, atıyorum Muhteşem Yüzyıl’a bakıyor musunuz, Survivor’a? Dizilerle aram çok kötü maalesef, bazıları bunu böbürlenerek filan söyler ama çok ayıp bir şey bir gazeteci için. Ama şöyle bir eski kafalılığım var benim, ben Alman okulu bitirdim ve çok disiplinliydi, bir şeyi ya yap ya da yapma mantığı, ya takip edeceğim ya da hiç etmeyeceğim diye düşünüyorum. Ama tarihe yönelik şeyleri popüler kültüre taşımak bence çok faydalı bir şey. Evet ama Bülent Arınç ve Tayyip Erdoğan hiç mutlu olmuyor bu konuda. Bülent bey geçen gün gençlik dizilerindeki kızların etek boyuyla ilgili konuştu. Olabilir ben bunu da çok tuhaf bulmuyorum çünkü zaten kendilerini muhafazakar olarak tanımlayan insanlar. Bana ne garip geliyor biliyor musun, koskoca Bülent Arınç neden televizyondaki bir kızın etek boyu hakkında konuşuyor ki? Bu toplum mühendisliği gibi geliyor. O öyle deyince değişiyor mu etek boyu? ‘Muhteşem Yüzyıl’ hakkında Tayyip Erdoğan konuşunca Star TV iki hafta sonra bütün kadınların dekoltelerini kapattı, hâlâ da kapalı. Bu tam bir ataerkillik. Türkiye’de siyaset ataerkil bir şekilde yapılıyor. Başbakan kendisini milletin babası olarak görüyor, dolayısıyla her şey ile ilgilenmesi gerektiğini düşünüyor. Bu hem iyi hem de kötü. O yüzden her şey karışıyor zaten. Türkiye gibi daha kurumsallaşmayan bir toplumda, normalde kurumların yapması gereken bir takım görevlerin yapılmadığı bir toplumda her şeye el atacak biri gerekiyor. Başbakan da böyle biri. Ama bazı alanlarda çok fazla olabiliyor. Her şeye de karışmasın tepkisi de doğuyor. Bugüne kadar keşke bu cümleyi söylemeseydi dediğiniz oldu mu? Oldu tabii, Berkin’in cenazesinden sonra oldu, annesine babasına yönelik söylediği şeyler... Keşke söylemeseydi. O çocuk büyük bir olasılıkla ekmek almaya gitmiyordu, eylemciydi elinde bilye vardı, her ne olursa olsun önemli değil. Biz Türkiye’de Güneydoğu’da Kürtler beyaz Toros’larla toplanıp sonra da nerede olduğunu bilmediğimiz çukurlara gömülürken karşı çıktık ve Ak Parti’yi de zaten bu düzeni değiştirdiği için sonuna kadar destekledik. Askerin keyfiyetinden polisin keyfiyetine geçilemez. Ne olursa olsun gaz fişeği kimsenin kafasına atılamaz, atanın da hesabı sonuna kadar sorulmalı. Çok şükür galiba araştırma derinleşiyor. Bugün Berkin’in avukatları dört tane katil zanlısı polis tespit ettik diye açıklama yaptılar. Bunun üstü hiçbir şekilde örtülmemeli, Başbakan da bunu istemez, istese kendiyle çelişir. Şimdi Gezi ile birlikte, sanki o alanda olan her şey bir meydan okuma, Türkiye’yi geriye götürme iradesi, sandık dışı yollarla ortalığı karıştırıp iktidarın altını oyma mücadelesi gibi algılanmaya başladı. Bence orada da ifrat ve tefrit meselesi ortaya çıkıyor. Evet böyle bir kesim vardı ama bir yandan da tamamen protesto hakkını kullanmak isteyen gençler de vardı. Benim birçok arkadaşım vardı. Siz gittiniz mi Gezi’ye? Gitmedim, hamileydim ve çok riskliydi benim için. Bir gazeteci olarak insan orayı görmek ister ama gidemedim. Sizce bizim hayatımızda bir şey değiştirdi mi Gezi? Hayır pek bir şey değiştirmedi. Sadece o hiç kimsenin kullanmadığı Gezi Parkı yerinde duruyor. Ben de öyle düşünüyorum. Bu Gezi süreci bir paranoya yarattı iktidarda, bu da bir şeyleri değiştirdi. Gezi’dekilerin yapmak istediğinin tam zıttı yönünde değiştirdi. Mesela 1 Mayıs’ta Taksim’i açmadılar. Halbuki bence açacaklardı niye açmasınlar, zaten bu iktidar yıllar sonra açmış meydanı. Gezi’den sonra yeni bir Gezi platformu oluşabilir, sokaklar karışabilir tehdidi hissetmese 1 Mayıs’ta bunlar yaşanmayacaktı. Ama yine karıştı, bir şey değişmedi. Taksim değil ama Harbiye karıştı... Gezi olmasaydı 2011’deki Taksim bayram havası tekrar yaşanabilirdi. Zaten kapatmasına ben karşıyım hep. Tabii keşke Gezi olmasaydı da demiyorum, demokrasilerin temel hakkıdır protesto. Ancak sokakları yakıp yıkmak, bir ülkenin Başbakanlık binasını basmaya kalkmak, otobüs duraklarını sökmek her hukuk devletinde suçtur. Tabii bunlarla kıyaslanmaz ama tencere tava çalmak da bence 'çevreye duyarlıyım' prensibi ile yola çıkmış bir protestoyla çelişkili… Susurluk dönemindeki tencere tava protestolarını hatırlar mısınız? Evet. Orada ışık eylemi de vardı ve ışık kapatıp açmak güzel bir eylemdi bence. Ama daha sonra onu da askeri vesayet araçsallaştırdı ve kendine yonttu. Gezi’de de başka vesayet odakları bunu yapmak istedi. Başbakan’ın tavizsiz duruşunun sebebi buydu. Bir de protesto hakkınızı kullanmak demokrasinin en tabii sonucu. Ancak sonrasında artık sandığa güvenmek zorundasınız, buna isyan edemezsiniz. Maalesef Türkiye’de tencere tava çalanların yüzde 80’i sandıktan çıkana isyan ediyor. Diyelim ki bugün seçim yapıldı, bundan 3 yıl sonra artık iktidarın eskimiş olduğunu düşünerek ben bir eylem yapabilirim. Bir kere sandıktan çıktı diye bu iktidarın gelecek 5 yılda veya 10 yılda yaptığı her şeyin doğru olduğunu göstermez ki. Evet göstermez, sandık asgari şarttır. Yeterli değil ama mecburidir. Onun üzerine birçok şartı var demokrasinin. Ama önce sandığa saygılı olmak lazım. Ben bir CHP’li olsam Başbakan'dan veya Ak Parti'den çok daha fazla CHP’ye kızardım. Çünkü alternatif üretmekten aciz. Zaten Gezi’nin bu kadar büyümesinin sebeplerinden biri CHP’nin sokakları karşılayamaması. İnsanlar sandığa kaybedeceklerini bilerek gidiyorlar. O nedenle içlerindeki isyan duygusu giderek büyüyor. Sizi hep bu yalı meselesinde vurmaya çalışıyorlar ya, bu yalı bildiğimiz eski bildiğimiz bir yalı mı, yoksa bir yalı dairesi mi çok merak ediyorum? Hiçbir zaman yalımız olmadı. Paşalimanında, sanırım 'yol yalısı' deniyor, bir apartmanın üst katı, çok güzel manzarası var ama o kadar. Nazlı Ilıcak’ın yalısı vardır, yalı dediğin odur mesela. Bizimki bir apartman dairesi, üstelik kira. Çengelköy’de kredi çekip bir ev aldık, onu da yalı yaptılar, tepede yalı nasıl oluyorsa! Olmayan bir rakam yazdılar, hangi birini düzelteceksin ki? Bu kadar polemiklerin insanı olmak çok yorucu değil mi? Televizyonda polemik, köşe yazısında polemik. Hep bir soru-cevap halindesiniz insanlarla. Öf demiyor musunuz hiç? Hayatımı kompartize ettim. Benim değer verdiğim insanlar olan küçük bir çevre tarafından gelecek şeyler beni üzebilir ama geri kalanına karşı kendimi teflonlaştırdım o yüzden hissetmiyorum öyle bir şey. Ben gazetecilik yapmayı sahada çok severim. İnsanlar 'bu kız bu siyasi polemiklerle nereden çıktı' diyor halbuki, ben 2002 yılından beri gazetecilik yapıyorum. Biz sizi son 3 yıldır biliyoruz ama... Çünkü gazetede muhabirlik yapınca camia sizi bilir. Ben her türlü birimde çalıştım. Show TV’de dış haberlerde kaset taşıyarak başladım. Akşam gazetesine röportajlar yaptım, daha sonra köşe yazarı oldum ve siyasi tartışma programlarına çağırılmaya başlandım. En alttan başlayarak birçok yerde çalıştım. Mutlu musunuz şimdi? Mutluyum ama zaman zaman sahada gazetecilik yapmayı özlüyorum. Geçen gün röportaj yaptım çok özlemişim. Uzun yıllar savaş bölgeleri dahil bir çok yere gittim haberler yaptım. Rasim bey ile evli olduğunuz için çok para kazanıyormuşsunuz gibi bir algı veya ön yargı var, bende de var bu. Öyle mi? Televizyonda popüler işler yapmaya başlamam Rasim’den sonra oldu. Bunda onun payı var. Beni hep cesaretlendirdi, destek oldu. Fena kazanmıyoruz çok şükür. Ben sizinle ilgili bir tweet atmıştım, en çok RT alanlardan biri oldu. Dört Bir Taraf İzliyordum, belli ki size sinirlendim o anda, 'Allah'tan Nagehan Alçı Türk televizyonlarına çıktı, ben de Türkiye televizyonuna çıkan gelmiş geçmiş en antipatik insan olmaktan kurtuldum' yazdım. Bir saat içinde 9 bin kere döndü. Twitter’da genel nabız yakalanamıyor, çok tutarlı bir veri değil, çoğu kullanıcı çok ağır bir şekilde AKP’den nefret ediyor. Nabzı sokaklarda tutmak lazım. 30 Mart’ta oy vermek için kuyrukta bekliyoruz Beşiktaş’ta bana, 'Çok teşekkürler, bu ülkeye katkın çok, Allah razı olsun abla' diye gelen apartman görevlileri vardı. Ezilmiş, alt kesim, dindar kesim, kendini şimdiye kadar itilmiş hisseden kesim arkamda. Sokaklar arkamda. Bununla gurur duyuyorum. Sosyal medyadaki klik ne derse desin… Umurumda değil…