Görüş Bildir

Lüfer Haberleri

Lüfer ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Lüfer ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

Sakar Şakir Konusu Nedir? Sakar Şakir Filmi Oyuncuları Kimlerdir?
1977 yapımı Sakar Şakir filmi yönetmen koltuğunda Natuk Baytan otururken filmin senaryosunu ise Suavi Süalp kaleme almıştır. Bu gece SHOW Tv erkanlarında izleyicisi ile buluşacak Türk filminin konusu ve oyuncuları ise oldukça merak ediliyor. Peki Sakar Şakir filmi konusu nedir? Sakar Şakir oyuncuları kimlerdir? Detayları haberimizde sizler için derledik...
Lodos Balıkçıları Vurdu, Fiyatlar Yüzde 40 Arttı
Son günlerde etkili olan şiddetli fırtına ve lodos nedeniyle balıkçılar zor günler yaşarken, tezgahtaki balık fiyatları ise yüzde 40-50 arasında zamlandı.Geçen hafta tanesi 10 lira olan palamut bu hafta 25 lira oldu. Çinekopun fiyatı ise 20 lira iken 35 liraya fırladı. İstanbul Kumkapı Balık Hali’nde balıkçılık yapan Fatih Çağlar “Marmara Denizi’nde bu sene balık yok. Lodos da avlanmayı engelliyor. Fiyatlar daha da artabilir.” şeklinde konuştu. 1 Eylül tarihinde kaldırılan “Balık Avı Yasağı”nın ardından bir buçuk ay geçti. Balık fiyatları sık sık değişiyor. Hava koşullarına ve ağlara takılan balıklara göre bir ucuz, bir pahalı oluyor. Kumkapı’da balıkçılık yapan Fatih Çağlar palamut, çinekop, çipura, lüfer, kalamar ve karides fiyatlarının daha fazla yükseldiğini anlatırken, “Palamut ve çinekop sezonu yavaş yavaş kapanıyor, ileride tezgahlarda bu balıkları bulmak zorlaşabilir.” şeklinde konuştu. Balık fiyatlarını değerlendiren Özlem Atacan ise “Balık fiyatlarında sürekli bir oynama var, bu hafta daha da artmış, haftada iki kez evine balık alan birisi için balıkların bu fiyatları bütçeleri zorluyor ama yine de alıyoruz, ne yapalım?” diye konuştu.İSMAİL GENÇ | Cihan
Tezgâhlara Kış Zammı
Kar yağışı ve aşırı soğuklar meyve-sebze fiyatlarını katladı. Hasat ve ulaşım olumsuz etkilenince başta ıspanak, domates, taze soğan olmak üzere birçok üründe fiyatlar iki katına çıktı. Soğuk hava nedeniyle balık fiyatlarında da yüzde 15-60 arası zam var.Olumsuz hava koşulları ve kar yağışının şiddetini artırması tarımda üretimi olumsuz etkiledi. Birçok üründe fiyatlar katlandı.Tüm Bostan Sebze Meyve Komisyoncu ve Tüccarlar Federasyonu (TÜMESKOM) Başkanı Burhan Er, özellikle üretimin fazla olduğu Denizli, Aydın, Kütahya ve İzmir’de ürünlerin zarar gördüğünü ve fiyatlarda yükselme yaşandığını söyledi. Zamlı ürünlerin başında ıspanak, domates, salatalık, maydanoz, pırasa ve taze soğan var. Aydın’daki tarlalarda incelemelerde bulunduğu sırada Al Jazeera'den Melis Kobal'ın sorularını yanıtlayan Er, son iki haftada hal fiyatlarında yüzde 100’ü bulan zamlar olduğunu anlattı:“Ispanak bundan 15-20 gün önce hal çıkışı 1 lirayken, şimdi 1,5-2 TL oldu. Taze soğanda fiyat 2 liradan 4-5 liraya, domateste 1,5 liradan 2,5 liraya, salatalıkta da 1 liradan ikiye yükseldi. Özellikle yeşillikler zamlandı. Bahçelerdeki mandalina ağaçları da çok zarar gördü. Meyvede etkilenme sebzeye göre daha az oluyor. Stokta meyve var ama bu şartlarda meyveler de bitiyor. Önümüzdeki haftalarda meyvede de fiyat artar.”Er, önümüzdeki günlerde fiyatlarda daha da yükselme beklediğini söyledi, markette bu fiyatların aracılar nedeniyle çok daha yüksek fiyatlara satıldığını hatırlattı.'Soğuk hava bahanesiyle manipülasyon yapılıyor'Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu Başkanı Şemsi Kopuz da soğuk havanın gıda fiyatları üzerinde iki şekilde baskı oluşturduğunu söyledi:“Bunlardan en önemlisi, özellikle bitkisel ürünlerde aşırı soğuk havalar nedeniyle ürünlerin yetişme şartlarının bozulması ve dolayısıyla üretim rekoltesinde düşüş yaşanması. Bu yıl henüz sebze ve meyvelerin üretildiği birçok bölgede sıcaklık düşüşlerinin, üretim için herhangi bir engel oluşturmadığı görülüyor. Bu nedenle kısa vadede özellikle sebze ve meyvede aşırı fiyat artışlarının olacağını düşünmüyoruz. İkinci husus ise aşırı soğuklar nedeniyle gıda ürünlerinin lojistiğinde yaşanması muhtemel aksamalardır. Bu günlerde balık fiyatlarında görülen yükselişte bunun etkisini görmek mümkün.'Kopuz’a göre pek çok spekülatör, soğuk havaları bahane etmek suretiyle fiyatları manipüle ediyor:“Gıdada üretici fiyatları ile tüketici fiyatları arasındaki yüksek farklar, çok sayıdaki aracıların azaltılması ile kabul edilebilir seviyelere gelebilir. Bundan enflasyon da olumlu etkilenecektir. Fakat buradaki en önemli çözüm, tarımsal üretimi, ürünlerin kalitesini artırmaktan geçmekte.”Markette fiyatlar katlanıyorTürkiye Ziraat Odaları Birliği Aralık ayı sonunda üretici ve market arasındaki aylık fiyat farkı değişiminin maydanozda yüzde 569,57, portakalda yüzde 436,11, mandalinada ise yüzde 331,22’yi bulduğunu açıklamıştı.Üreticide son bir ayda fiyatı en fazla artan olumsuz hava koşullarının etkisiyle hasat sorunu yaşanan ıspanak oldu. Yeşil fasulye, sivri biber, patlıcan, kabak, salatalıkta arzın örtü altından sağlanmasının yanı sıra ihracat dönemi olması da fiyatlara yansıdı.Türkiye Ziraat Odaları Birliği ayrıca hafta sonuna kadar da don riskine karşı uyarı yaptı. Birlik açıklamasında, hava sıcaklıklarının normallerin altına düşmesinin, seralarda ısınma ve nakliye maliyetlerinin artmasına, verim düşüklüğüne, işçilik faaliyetlerinin zorlaşmasına, narenciye ve muz gibi ürünlerde dona neden olduğu vurgulandı.Soğuk hava balığı da vurduSebze-meyvenin yanısıra hava koşulları nedeniyle bazı balık fiyatlarında artış yaşandı. Son bir haftada fiyat artışları yüzde 60’a kadar çıktı. İstanbul Hali’nde hamside ucuzlama görülürken, istavrit, palamut ve lüfer fiyatı yükseldi.Balıkçılar hava koşullarının ulaştırma sorunlarına da yol açtığını vurguluyor. Tezgâhlarda hamsinin kilosu 15, çinekopun kilosu ise 20 liradan satılıyor.Kaynak: Al Jazeera
Harami Mağarası'ndaki Ceset
Sorgudan çıktığımızda telefonum acı acı çalmaya başladı. Açtım, arayan İsmet Müdür’dü. “N’aptın Nevzat?” diyordu telaş içinde. “Yine n’aptın? Bakanın oğlunu gözaltına almışsın.” Sakince açıkladım... İri gövdesi mağaranın zeminine yayılmıştı. Yüzünün ön tarafı ezildiği için gözlerinin rengini kestirmek imkânsızdı. Bu türden vahşi manzaralarla defalarca karşılaşmış olmasına rağmen Ali bile yüzünü buruşturmadan bakamıyordu cesede. Ama Zeynep sanki ellerinin arasında cansız bir manken varmış gibi maktulün başını dikkatle incelemeyi sürdürüyordu. “Çıpa benzeri sert bir cisimle vurmuşlar Başkomiserim, bakın saçlarının dibindeki pas izleri çıplak gözle bile görülüyor.” Çıpa! Sadece denizden girilen bu mağara için kabul edilebilir bir cinayet seçeneğiydi. Katiller bir tekne ya da benzeri bir araçla gelmiş, maktulü de yanlarında getirmiş, adamı öldürdükten sonra da aynı araçla uzaklaşmış olmalılardı. “Birilerini fena öfkelendirmiş olmalı” diye Zeynep’i onayladı Ali. Toparlanmaya başlamıştı. “Baksana sağ eli de pelteye dönüşmüş.” Doğru söylüyordu yardımcım, öldürülmeden önce açıkça işkence edilmişti adamcağıza. “Olacağı buydu” diye söylendi cesedi bulan Faik. “Su testisi su yolunda kırılır.” Üçümüzün de bakışları ona çevrilmişti. “O kadar çok insanın canını yaktı ki.” Sanki adamın öldürülmesine memnun olmuş gibiydi. “Sonunda birinin canına tak etmiş demek ki.” “Kimin canına tak etmiş?” diye atıldım. “Kim yapmıştır bu işi?” Omuzlarını silkti Faik. “Nerden bileyim Boşkomserim? Biz sadece Harami Mağarası’ndan çıkan bir sürat teknesi gördük. O kadar hızlı uzaklaştı ki ne adını okuyabildik, ne markasını...” Bunu söylerken bakışları, ‘Kısmet’ yazılı kırmızılı beyazlı teknesine kaymıştı. Teknede üç adam sigara içerek, gergin bakışlarla bizi süzüyorlardı. “Kardeşlerime sorun isterseniz. Mağaraya girince de Kofana Orhan’ın ölüsüyle karşılaştık.” “Onu anlatmıştın” diye tersledi Ali. “Sana bu adamı kim öldürmüş olabilir diye soruyoruz.” Parmaklarının arasında unuttuğu sigarasından derin bir nefes çekti, dumanını mağaranın boşluğuna saldı. “Herkes olabilir, bizim köydeki herkes. Sarıyer’deki balıkçılar, aklına kim geliyorsa.” Bakışları yine cesede kaydı. “Allah rahmet eylesin, geçimsiz bir adamdı Kofana. Osuruğuna çifte atar dururdu.” Birden hatırlamış gibi duraksadı. “Zargana... Evet, en son onunla girmişler birbirlerine. Tabii ya Zargana...” Sigarasının izmaritini yere atacaktı ki uyardı Zeyne: “Cinayet mahallini kirletme.” Canı sıkılmıştı Faik’in ama izmaritini, keçeleşmiş tırnaklarıyla ezip cebine atmaktan da geri durmadı. “Kim bu Zargana?” dedim. Burnunu çektikten sonra cevapladı. “Kumarbaz Ziya. Sinopludur. Köyde iki oğluyla birlikte kahvehane işletir.” “Niye kavga etmişti maktulle?” Sarı dişlerini göstererek sırıttı. “Niye olacak Başkomiserim kumar yüzünden. Kumarda yine ütülmüş Kofana, Zargana’ya... Ama iş parayı uçlanmaya gelince kıvırmış tabii. Ben balıktaydım, lüfer akını var, oltaları alıp denize açılmıştık. Kavgayı görenler anlattılar. İki oğluyla beraber saldırmış buna Zargana, ama hepsinin hakkından gelmiş Kofana.” Bakışları yine cesede kaydı. “İyi dövüşürdü rahmetli. Bir keresinde açık denizde Gürcü balıkçılarla kavgaya tutuştuk kalkan yüzünden, pestile çevirmişti herifleri...” Harami Mağarası’ndan ayrıldığımızda vakit akşamı bulmuştu. Sahil Güvenlik’in botuyla Kofana Orhan’ın yaşadığı balıkçı köyüne giderken Boğaz’ın sırtlarına baktım. Bir zamanlar bakir olan bu alanda pıtrak gibi villalar yapılıyordu. Belki de dünyanın en güzel yerini kendi ellerimizle yok ediyorduk. Kofana Orhan’ın yaşadığı köyde ilk durağımız, camında eğri büğrü harflerle Zargana yazan kahvehane oldu. Televizyondaki spiker, adı rüşvet yolsuzluğuna karışan bakanların istifa haberini verirken, biz de Ziya’yı karşımıza alıp konuşmaya başladık. Kofana kadar olmasa da, oldukça uzun bir adamdı Ziya. Lakabı gibi, ince uzun. Alt dudağındaki şişlik fark edilmeyecek gibi değildi. Polis olduğumuzu duyunca beti benzi attı. Kofana’nın öldürüldüğü haberi çoktan yayılmıştı köye. “Yok, Orhan’ı biz öldürmedik Başkomiserim” diye itiraz etti hemen. “Ne ben ne de oğullarım.” Bunu söylerken çay ocağının puslu camının ardından gergin bir tavırla bizi izleyen suratları tıpkı babaları gibi yara bere içinde, iki genç adamı işaret etti. “Can almak Allah’a mahsustur. Biz Allah’tan korkarız.” “Ama kumar oynatırken Allah’tan hiç korkmuyormuşsunuz” diye lafı sokuşturdu Ali. “O yüzden mi kavga ettiniz Orhan’la?” “İftira!” diye toparlandı oturduğu iskemlede. “Kuru iftira. Borcu vardı Kofana’nın bize. Geçen kış aldığı tekne için sekiz bin lira vermiştim. Yazın veririm demiş ama ödememişti. Piyango çıktığını öğrenince, borcunu vermesini söyledim.” Bu haber ilginçti işte. “Piyango mu çıkmış Orhan’a?” dedim. “Evet, hem de bir milyon dolar.” Emin olamadı. “Belki daha fazla...” “Atma be” diye yine sıkıştırmaya başladı Ali. “Piyango dolar verir mi?” İncecik parmaklarıyla kırçıllaşmış saçlarını kaşıdı Ziya. “Ben de öyle biliyorum ama bizzat Kofana’dan duydum.” “Nasıl duydun, piyangodan bir milyon dolar mı çıktı dedi?” “Yok, öyle değil. Şimdi bunun bize borcu var ya. Piyango olayını duyunca, yanına gittik. Paramızı istedik. Pislik yaptı. ‘Vermiyorum lan’ dedi. ‘Size borcum filan yok.’ Yine de kavga etmeyecektim. Ama çocuklarımın gözü önünde karıma sövdü. Biz de o zaman giriştik tabii...” Küçümseyen bir gülümseme belirdi Ali’nin dudaklarında. “Amma girişmişsiniz ha, adam üçünüzün de ağzını burnunu kırmış.” Zargana işi sidik yarışına çevirecekti ki, “Bu sabah neredeydiniz?” diye engelledim. “Sen ve oğulların?” Eliyle kahvehanenin ilerisindeki kıyıya demirlemiş mavi tekneyi gösterdi. “Denize açıldık, malum lüfer akını var. Bakmayın kahvemiz olduğuna biz de eski balıkçıyız. Deniz çağırdı mı duramayız yerimizde.” “Sizi orada gören oldu mu?” Pis pis sırıttı. “Yapmayın Başkomiserim koca denizde kim görecek bizi?” “Niye, akın varsa, balıkçıların hepsi oraya üşüşür.” “Biz yalnız avlanmayı severiz Başkomiserim.” “Peki yalnız avlanırken balık tutabildiniz mi bari?” Bakışlarını kaçırdı. “Yok Başkomserim işimiz rast gitmedi. Tek balık bile tutamadık.” “Faik’in işi rast gitmiş ama tam otuz yedi lüfer çekmiş...” Kıskançlıktan çok öfke belirdi kansız yüzünde. “Faik” dedi tükürür gibi. “Tırıvırı Faik. Sizi bana yollayan da o deyyus değil mi?” “Ağzını bozma” diye çemkirdi Ali. “Ne küfrediyorsun adama.” Geri adım atmadı Zargana. “Ederim tabii, puşt kendini gizlemek için bize iftira atıyor. İki hafta önce Kofana’nın elinde çıpayla, kendini ve üç kardeşini kovaladığını anlatmadı değil mi? Evet, tam burada işte. Tekne yeri yüzünden tartışma çıktı kıyıda. Kofana bir tokatta yere yapıştırdı bu Tırıvırı Faik’i. Kardeşlerinin gıkı bile çıkmadı. Biz araya girmesek, döve döve öldürecekti çelimsizi. Ama kincidir bunlar. Kendilerine yapılanı kolay unutmazlar. Demek ki tuzak kurmuşlar Kofana’ya. Şimdi de suçu bizim üzerimize atıp sıyrılmak istiyor.” “Kimi kimsesi yok mu bu Orhan’ın? Karısı, çocuğu filan.” “Hepsi illallah dedi elinden. Karısı Kezban, iki kızını alıp, Karadeniz’e döndü. Arkadaki iki katlı evin girişinde yaşardı tek başına. Kiraz Nine’nin evinde...” Kat kat giyinmişti, maktulün ev sahibi Kiraz Nine. Yoksul odada gürül gürül yanan odun sobasına rağmen hâlâ üşüyordu. Avuç içi kadar yüzündeki, solgun iki menekşeyi andıran iri gözleri nemliydi. “Dün sabaha karşı sesler duydum. Evin önünde bir araba durdu. Adamlar yukarı çıktılar. Arkadaşları sandım... Birlikte bir yerlere gidiyorlar dedim... Onlar mı öldürdü ki çocuğu?” “Nasıl bir arabaydı Orhan’ı almaya gelen Nine?” diye sordum. İki eğri ağaç dalını andıran kollarını yana açtı. “Ne bileyim evladım, gözüm görür mü ki? Sesini duydum sadece. O da yarım yamalak.” “Pek iyi şeyler duymadık Orhan hakkında?” diyecek oldum, hemen karşı çıktı: “Yok, iyi biriydi, hem de çok iyi biriydi. Ama kaderi karaydı. İki yakası bir araya gelmiyordu...” “Biz öyle duymadık Ninecim” dedim yumuşak bir sesle. “Herkesle kavgalıymış.” “Yoksulluğun gözü kör olsun. Hepsi yoksulluktan. Uçan kuşa borcu vardı Orhan’ın. Kim sever öyle adamı? Çalışkan çocuktu, taşı sıksa suyunu çıkarırdı. Bazen kirayı ödeyemediği olurdu ama eline para geçince hemen kapatırdı borcunu. Üç gün önce de bir tomar ecnebi parası verdi bana. Şu yeşil dolarlardan. ‘Ne yapacam bu kadar parayı,’ dedim. ‘Dursun, bir işine yarar’ dedi.” “Nerden bulmuş dolarları?” “Duymadınız mı? Piyango vurmuş. Zengin olmuştu. Gidip Kezban’la çocuklarını da getirecekti köyden... Çekemediler adamı işte. Gözleri değdi... Belki de bütün köy el birliği edip öldürmüşlerdir.” “Orhan’ın sana verdiği dolarlar yanında mı Ninecim?” O kadar saftı ki parasını alır mıyız, almaz mıyız düşünmedi bile. Oturduğu minderin ucunu kaldırıp, yüzlük dolarlardan oluşan bir deste uzattı. Destenin üzerindeki kâğıtta bankanın kaşesi vardı, altında da bir tarih yer alıyordu. Bir milyon dolar on yedi gün önce çekilmişti. Maktulün oturduğu katta yaptığımız aramada işe yarar bir şey bulamadık. İşin ilginci sözü edilen dolarların da ortalıkta olmayışıydı. O akşam Orhan’ın ‘Kofana’ adlı teknesine el koyduk. Ayrıntılı bir arama yapmakta yarar vardı. Ertesi sabah kapısını çaldığımız banka müdürü kibar bir adamdı. Küçük bir araştırmanın ardından bir milyon doların, Kalender İnşaat Şirketi’nin hesabından çekildiğini saptadı. Hatta parayı almaya bizzat şirket müdürü Veli Tüydiken’in geldiğini bile hatırladı. Bankadan çıkınca Zeynep’i aradım. Veli Tüydiken’i araştırmasını söyledim. Kalender İnşaat’ın Maslak’taki gökdeleninin 33’üncü katındaki yönetim kurulu odasında karşıladı bizi Veli Bey. Önce umursamaz göründü, hatta şımarık bir tavırla, “Yanlış yere geldiniz herhalde” diye küçümsedi bizi ama bir milyon doları duyunca sarsılır gibi oldu. “O gün ödemeler vardı” diye açıklamaya çalıştı. “Bizde masraflar bitmez, elden dağıttım çalışanlara.” İkna olacak halim yoktu. “Ödeme listeniz vardır herhalde, görebilir miyim?” diye sordum. Hazırlıksız yakalanmıştı, öfkeyle baktı yüzüme. “Bizim şirket içi ödemelerimiz sizi niye ilgilendiriyor?” Daha fazla dayanamayan Ali, gerçeği suratına çarptı adamın: “Çünkü o bir milyon doları ödediğiniz adam cinayete kurban gitti.” Veli’nin nutku tutuldu. “Ci... Cinayet mi? Ne cinayeti?” “Orhan diye bir balıkçı tanıyor musunuz?” diye atıldım. “Orhan Delidere... Lakabı Kofana...” Yüzünde derin bir hayret belirdi. “Kofana mı? Hayır, hayır öyle birini tanımıyorum...” Sahiden afallamıştı. “Bir milyon dolar onun üzerinden mi çıktı?” Evet demeyi çok isterdim ama henüz paranın tümünü bulamamıştık. Duraksadığımı görünce yeniden cesaretlendi. “Belli ki boş atıp dolu tutmaya çalışıyorsunuz. Bakın Nevzat Bey, sözünü ettiğiniz olayla hiçbir ilgimiz yok. Üstelik çok yoğunuz. İstanbul’un her yerinde inşaatımız var, onlara zor yetişiyoruz zaten.” Keşke olmasaydı güzelim şehrin canına okudunuz demek geçti içimden, elbette demedim. “Gerekirse sizi yine rahatsız edeceğiz” diyerek ayrıldık Veli’nin gökdeleninden. Merkeze döndüğümüzde iyi haber bizi bekliyordu. ‘Kofana’ adlı tekneyi arayan arkadaşlar, bir milyon doların kalanını bulmuşlardı. Orhan parayı iç içe geçmiş poşetlere sararak, teknenin su içinde kalan ahşap kısmına eklediği ahşap bir bölüme yerleştirmiş. Poşetlerin içindeki dolar destelerine bakarken, Orhan’ın kanlı bir pelte haline getirilmiş sağ elini hatırladım. Demek ki katiller paranın yerini öğrenmek için işkence yapmışlardı kurbanlarına. İyi de bir inşaat şirketinin bir milyon doları, nasıl olmuştu da meteliğe kurşun atan bu balıkçının eline geçmişti? Dolarların üzerindeki parmak izini araştırmak için paraları kriminal şubeye yolladıktan sonra Zeynep’le buluştuk. Veli Tüydiken’i araştırmıştı ama şüphe uyandıracak bir durum yok gibiydi. Dikkat çeken tek nokta, Boğaz sırtlarına inşaat yapımına izin veren yasanın çıkmasına önayak olan bakanın oğlu Önder İşbilen’le, Veli Tüydiken’in yakınlığıydı. Bir yatta birlikte çekilmiş fotoğrafları koydu önümüze Zeynep. İkisinin de neşesi yerinde, ikisinin de ağzı kulaklarında. Sadece oğluyla değil, bakan Fazıl İşbilir’le de pek bir canciğer kuzu sarmasıydı Veli Tüydiken. Belki de bakanla bu kadar yakın olduğu için öyle güvenle dikilmişti karşımıza. “İyi de bunun cinayetle ne ilgisi var?” diye söylendi Ali. “Bir bakanla bir işadamının birlikte fotoğraf çektirmesinin nesi yanlış.” Haklıydı, Veli Tüydiken’in, Kofana Orhan’ın sakladığı bir milyon dolarla bir ilgisi olsa da cinayete katıldığına dair tek bir kanıt yoktu elimizde. Yardımcımın sorusunu yanıtlamak yerine, “Hadi şu mağaraya bir daha göz atalım” dedim. Evet, sadece katiller değil, cinayetin failini bulamayan polisler de yeniden giderlerdi olay mahalline. Bilmeyen birinin mağarayı fark etmesi çok zordu ama girişi gizleyen büyükçe kayayı geçince davetkâr bir karanlık gibi mağaranın ağzı beliriyordu önünüzde. Maktulü kaldırılınca mağaranın zemini biraz daha genişlemiş gibi göründü gözüme. Ali, Zeynep ve ben ellerimizde fenerlerle yeniden taramaya başladık mağaranın yekpare kayadan oluşan zeminini. Denizin yer yer oyduğu bazı bölümleri parlak, kaygan, katı bir kitle. “Bu taş da ne?” Zeynep’in sesiyle doğruldum. Mağaranın küçük bir cep yaptığı köşede duruyordu. Fenerinin ışığı yirmi, yirmi beş santim çapında yuvarlağımsı bir taşı gösteriyordu. Zeynep bizi beklemeden taşı oynatmaya çalışıyordu. Ali’nin yardımıyla taşı duvardan ayırdı ve önümüzde küçük bir oyuk belirdi. “Kimin zulası acaba?” diye mırıldandı Ali. Sorusuna soruyla karşılık verdi Zeynep. “Sence?” “Tabii ya... Para buradaydı. Piyango filan yok. Kofana Orhan burada buldu dolarları...” “Ama paranın asıl sahipleri hiç sevinmediler bu işe” diye hikâyeyi sürdürdü Zeynep. “Köydeki kısa bir soruşturmanın ardından da öğrendiler dolarlarına Kofana’nın el koyduğunu.” “İyi de banka dururken, o kadar parayı niye buraya saklar ki insan?” “O kadar parayı ayakkabı kutusuna saklayanlarla aynı nedenden Alicim” dedim. “Yani bakanın oğlu mu?” “Öyle görünüyor. Kim bilir İstanbul’un hangi nadide köşesini yağmalamak için Veli Tüydiken’den bir milyon rüşvet aldı. Ancak yolsuzluk soruşturması başlayınca, paranın kaynağını açıklayamayacağı için, kendince güvenli bulduğu bu mağaradaki kovuğa sakladı. İşe bakın ki, Kofana Orhan da bu mağarayı biliyordu, parayı buldu. Ama açgözlü bakan oğlu parasını bu kendini bilmez balıkçıya kaptırmak istemedi.” Söylediklerim mantıklıydı ama gerçek miydi, bundan ben de emin değildim. Emin olmam için kanıtlara ihtiyacım vardı. Ama hepsinden önce kesin bir gizliliğe. Eğer bakan, oğluyla ilgili bir soruşturma yürüttüğümüzü öğrenirse bizi engelleyebilirdi. Son zamanlarda görevden alınan yüzlerce meslektaşımızdan ne ayrıcalığımız vardı ki. Önce Önder İşbilir’in parmak izine ulaşmaya çalıştık. Şanslıydık, on bir ay önce bir trafik kazasından dolayı parmak izi alınmıştı. Sonra bu parmak izini, dolarların üzerindekilerle karşılaştırdık. En az on destenin üzerinden parmak izi çıktı. “Yuh” dedi Ali. “Herif paralara dokunmamış, sanki onlarla yatmış.” Rüştü ve Kasım adındaki iki korumasıyla birlikte ele geçirmek için üç gün beklemek zorunda kaldık. Üçüncü günün sabahı Sarıyer sırtlarındaki villasından çıkarken, iki iri kıyım adamıyla birlikte gözaltına aldık Önder’i. “İftira atıyorsunuz” diye bağırmaya başladı merkezdeki sorgusunda. “Bana, babama komplo kuruyorsunuz. Hangi grubun üyesisiniz siz, hangi cemaate mesupsunuz?” Ne bir cemaatin ne de başka bir organizasyonun mensubu olmuştum. Ait olduğum tek grup ise Ali’yle Zeynep’ten oluşan ekibimdi. Ama bunu anlatacak halim yoktu bakan oğluna. Onun yerine cinayeti nasıl işlediğini anlattım. Yüzü renkten renge girse de, gözlerimin önünde ağır ağır çökse de elbette kabul etmedi suçlamaları. “Susma hakkımı kullanıyorum” dedi. Zaten avukatları da yetişmişti. Fakat adamlarından Rüştü onun kadar dayanıklı değildi. Ali, omuzlarından yakalayıp, gözlerinin içine bakarak, “Önder’le Kasım itiraf etti. Orhan’ın kafasına sen vurmuşsun” deyince çözülüverdi bir öküz kadar güçlü korumanın dili. Kofana Orhan’ı evinden silah zoruyla nasıl aldıklarını, villaya götürüp, paranın yerini söylemesi için nasıl işkence yaptıklarını, Orhan’ın zaman kazanmak için “Parayı başka bir kovuğa sakladım” diyerek onları yeniden mağaraya getirmesini, asıl amacının bir fırsatını bulup ellerinden kurtulmak olduğunu, nitekim uygun anı bulunca Önder’i bir omuz darbesiyle yere yıkıp kaçmayı denediğini ama Kasım’ın suratına indirdiği çıpayla cansız yere düştüğünü bir solukta anlatıverdi. Sorgudan çıktığımızda telefonum acı acı çalmaya başladı. Açtım, arayan İsmet Müdür’dü. Ahmet Ümit-İllüstrasyon: M.K.Perker
Baykal'dan Kabataş Açıklaması: 'Savunulur Yanı mı Kaldı!'
CHP eski Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal, Kabataş'ta yaşandığı iddia edilen olayın gerçek olmadığının ortaya çıkmasına rağmen iktidarın ve yandaşlarının hala sahip çıkmasını, suç üstü yakalanan birinin yaptığını sonuna kadar inkar etmesine benzeterek, 'Bitmiş artık, ortada. Bunun savunulur bir yanı mı kalmış.' dedi.Deniz Baykal, memleketi Antalya'da gazetecilerle bir araya geldi. Kent merkezindeki Atatürk Parkı içinde yer alan bir işletmede gazetecilerle kahvaltı yapan Deniz Baykal, ülke ve kent gündemine ilişkin konuştu. Kahvaltının ardından yapılan sohbet sırasında bir gazetecinin sorusu üzerine, Kabataş olayının yalan olduğunun ortada olmasına rağmen iktidarın hala sahip çıkmasını, yandaş kalemlerin ortak başlıkla köşe yazmasını 'suç üstü yakalanan birinin yaptığını sonuna kadar inkar etmesine' benzeten Baykal, 'Kıpırdayacak hali yok, 'Bir sor bakalım niye oldu?' bilmem ne, vardır ya. Burada da o. Bitmiş artık, ortada. Bunun savunulur bir yanı mı kalmış.' dedi. Baykal olayın vardığı vahim noktayı şu sözlerle değerlendirdi: Buna bel bağlamış siyasetin böyle etkin noktada olması vahim olan bu. Bunu yöntem diye seçen, bu yalana, iftiraya, doğru olmadığı kanıtlandığı halde onu takip etmekten yarar uman, medet uman bir siyaset anlayışının, (marjinal, amatör, vardır böyle fraksiyonlarda bir sürü laflar) ülke yönetiyorsunuz orada bu anlayış. Bu vahim bir olay. Şaka yapacağımız bir şey değil.'ERDOĞAN'LA GİZLİ GÖRÜŞMESİNİ ANLATTI: 1 MART TEZKERESİNİ GÖRÜŞTÜKDeniz Baykal, sohbet sırasında 2003 Şubat'ın son haftası o dönem siyasi yasaklı olan Tayyip Erdoğan'la baş başa yaptıkları gizli görüşmeye de değindi. Boğaz'da buluştuklarını ve lüfer yediklerini anlatan Baykal, ancak orada Erdoğan'ın milletvekilliği ve başbakanlığının önünü açması karşılığında cumhurbaşkanı olma vaadi aldığı yönündeki iddiayı yalanlayarak, 'Bu da bir başka şehir efsanesidir.' dedi. Zülfü Livaneli'nin yazmasıyla birlikte gündeme gelen görüşmenin Tayyip Erdoğan'ın talebi üzerine gerçekleştiğini ifade eden Baykal, görüşmenin içeriğinin 1 Mart tezkeresiyle ilgili olduğunu açıkladı. Görüşmede, Tayyip Erdoğan'ın hukuku, milletvekilliği, başkanlığı konusunda tek bir kelimenin bile konuşulmadığını dile getiren Baykal, görüşmenin içeriğiyle ilgili şunları söyledi: 'Orada gelmekte olan 1 Mart tezkeresi konuşuldu. 1 Mart'ta bir hafta var. Kampanyayı açmışım, büyük bir mücadele veriyoruz. Onu anlatıyoruz. Bu da, 'Bu 1 Mart işi ne olur? Bu kararı alırsak ABD ne ölçüde rahatsız olur? Bu rahatsızlık bize ne gibi olumsuzluklar yaşatır? Ne yapabiliriz? Bir dayanışma içine girebilir miyiz?' 1 Mart dışında hiçbir şey konuşulmadı. Kıbrıs konuşuldu bir miktar. Benimle ilgili bir pazarlık baştan aşağı yalan, dolandır. O konuda ben hiçbir doğrudan, dolaylı Tayyip beyle, AKP'yle ya da onlar adına birisiyle temas dahi kurmadım. Bırakın müzakereyi, temas dahi kurmadım. Tamamen kendi analizim, değerlendirmem sonucu o konuda o kararı aldım. Partim de çok mutlu olmadı. Böyle bir karar aldığım için ama kararlılıkla ben bunu götürdüm. Pazarlık, işbirliği söz konusu değildir.'Siyasi yasağına rağmen YSK'nın genel başkan olabileceğini söylediği, mitingler düzenleyen, partisinin milletvekili listesini hazırlayan ve partisi seçimlerde en yüksek oyu alan Tayyip Erdoğan'ın içinde bulunduğu durumu sürdürülebilir bulmadığı için bu tavrı sergilediğini kaydeden Baykal, 'Öcalan Meclis'e girecek mi girmeyecek mi onu tartışıyorsunuz şimdi, orada burada. Yanlış mı yapmışız arkadaşlar? O gün hiçbir pazarlık yapmadan, hiçbir temas kurmadan, tamamen kendi siyasi analizim sonucunda bu işi halledeceğiz diye yola çıkmakla hata mı etmişim?' diye sordu.'MİT, PARTİ SİYASETİNİN BİR İSTİHBARAT ÖRGÜTÜNE DÖNÜŞTÜRÜLMEMELİ'Bir başka soru üzerine milletvekili adaylığı için istifa eden Hakan Fidan'ın talebinden vazgeçip yeniden MİT'in başına geçmesini 1935 yılında yaşanan bir olayla izaha çalışılmasını ve o dönemin MİT Müsteşarı'nın milletvekili olmasıyla tevil edilmesini eleştiren Deniz Baykal, savunulan örneğin valilerin bile parti başkanı kabul edildiği tek parti döneminde yaşandığına işaret ederek, 'Bu bizim örnek alacağımız bir olay mı? 1940'ları konuşuyoruz. 21. yüzyıla geçtik. Olacak iş değil.' dedi.MİT mensuplarının cumhurbaşkanlarının ya da başbakanların değil devletin kara kutusu olması gerektiğini vurgulayan Baykal, 'Orada bulunan insanlar çok özel insanlar. Günlük sıcak siyasetin bir parçası kesin olmazlar.' diye konuştu. Baykal, adında milli ifadesi yer alan teşkilatı parti siyasetinin bir istihbarat teşkilatı haline dönüştürmenin yanlış olduğunun da altını çizdi. Bu yönde kaygılar ve şikayetler olduğuna değinen Baykal, Hakan Fidan'ın milletvekili olmak için bir irade sergilemesine karşın geri adım atmasının Cumhurbaşkanı-Başbakan ilişkisi açısından görmezden gelinemeyecek boyutları olduğunu da ifade etti.'SİYASET YALAN HABERLERLE ŞEKİLLENDİ'CHP'nin kapatılacağı iddiaları hakkında da konuşan Baykal şunları söyledi: 'Bizim siyasetimiz ne yazık ki bir takım yalan dolan haberler etrafında şekillendi. Yalnız bu insanların kişisel meraklarından ya da yanlışlarından kaynaklanan bir iş değil. Bu fabrika ediliyor, imal ediliyor, üretiliyor bilinçli olarak. Bu çok sağlıksız bir şey. Türkiye siyasetinde uzunca bir süreden beri belli senaryolar, kurgular, gerçeklikten kopuk iddialar sistematik bir şekilde, kolektif olarak, kampanya halinde sürülüyor. Sonra oradan şeyler çıkıyor.'CHP'nin kapatılmak istenmesini, İş Bankası'yla ilgili iddiaları, Bank Asya'nın maruz kaldığı hukuksuz baskının gündem değiştirmeye yönelik olduğunu savunan Baykal, 'Belli bir düşman tarif ediyor. O düşman bazen darbeciler diye nitelenen birileri oluyor, arkasından şimdi paralel. Daha önce komünistlerdi, falan filan. Artık Türk siyaseti olgunlaşmalı, erginleşmeli ve bunlara gerekli hak ettikleri tepkiyi göstermeli.' şeklinde konuştu.'KENDİ GERÇEĞİMLE YÜZLEŞMEK İSTİYORUM''Önseçime girerek kendi gerçeğimle yüzleşmek istiyorum.' diyen Deniz Baykal, ön seçimin yeni bir deneyim olduğunu ve partisinin bu önseçimle daha başarılı olacağına inandığını söyledi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun kendisine Antalya 1. sıradan kontenjan adaylığı teklif ettiğini belirten Baykal, bunu reddederek ön seçime girmek istediğini belirterek özetle şunları söyledi: 'İçeme sindiremiyorum: Başka şartlarda alacağımız oylardan daha farklı oy alacağımızı düşünüyorum. Ön seçim oy oranın artırır. Ön seçimin parti için yararlı olduğu kanaatindeyim. Taban ağırlığını hissettirdi. Herkes haddini bilmeye başladı. Adaylar da partiye öncelik veren çalışmalar yapıyor.' Baykal, ayrıca 'Antalya'da bir liste yapacak mısınız?' sorusuna 'Hayır. Öyle bir şey yok.' cevabını verdi.CHA
Denizden Babası Çıksa Yiyeceklere Ağustos'a Özel 19 Balık Tarifi
Balığın en taze ve en çeşitli ayı hiç şüphesiz Ağustos. Eh bu kadar çok balık çeşidi bize merhaba diyorken onlar için bir menü oluşturmamak olmazdı!İşte buyurun Ağustos'un 19 çeşit balığına... 🐠🐟🐬🐳🐋🐡*Değişik tarifler denemek yerine geleneksel yollardan balık hazırlamayı tercih ederseniz; Her bir balığın içine 1-2 diş sarımsak, 2-3 adet defne yaprağı ve yarım avuç tane karabiber koyup üzerine tuz ve zeytinyağı ekleyerek fırınlayabilirsiniz.
Kadıköy Kurbağalıdere'nin Rengi Artık Mavimsi, Balıklar Geri Döndü
Kadıköy'de yıllardır ıslah çalışması yapılmadığı için zehir ve koku saçan Kurbağalıdere'de yaklaşık iki ay önce başlayan ıslah çalışmaları sonuç vermeye başladı. Daha önce kirliliğinden, kokusundan yanına yaklaşılamayan, teknelerin saplandığı siyah köpüren çamur görüntüsündeki Kurbağalıdere, bugün kısmen mavi rengine kavuştu, kıyıları ise yavru balıklarla doldu.