Görüş Bildir

işkence Haberleri

işkence ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. işkence ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

Fransa'daki Toplu Cinsel Saldırı Davasında Zanlı Dominique Pelicot İtiraf Etti 'Herkes Biliyordu'
Dünyanın gündemine oturan Fransa'daki toplu cinsel saldırı skandalında, beklenen itiraf geldi! Güneydeki Avignon şehrindeki davada yaklaşık 10 yıldır devam eden istismarda Gisele Pelicot'un eşi Dominique Pelicot ile birlikte 50 erkek cinsel saldırı suçlaması ile yargılanıyordu. 72 yaşındaki kadının kocası, Gisele'e uyuşturucu vermek, cinsel saldırıda bulunmak ve diğer adamları kendisine katılmaya davet etmek de dahil tüm bu korkunç suçlamalara yanıt verdi! İşte, detaylar...
Philips Tam Otomatik Espresso Makinesi’nden Kiwi Kırışık Giderici’ye Küçük Ev Aletlerinde Kaçmaz Fırsatlar!
Bugün küçük ev aletlerinde saat 12.00-23.59 arası geçerli olacak harika fırsatlar var. Bu kısa sürede en güzellerini seçebilmeniz için her evin ihtiyacı olan en çok satan küçük ev aletlerini indirimli fiyatları ve kullanıcı yorumları ile sizin için tek tek listeledik. Roborock robot süpürgeden Philips tam otomatik kahve makinesine... Listemizde yok yok.Acele edin çünkü fırsatlar bu gece 23.59'a kadar geçerli.'Bu içerik iş birliği içeriyor.'*Satın aldığınız ürünlerde satıcılardan kaynaklanan sorunlardan Onedio sorumlu değildir.Bu içerik 19.09.2024 tarihinde güncellenmiş olup, bu içeriğe erişim sağladığınız zamana göre listelenen ürün fiyatlarında değişiklikler olmuş olabilir.
"Çözüm Sürecinde Birleşik Krallık Örnek Alınabilir"
Ekmeleddin İhsanoğlu: Türkiye’nin daha ölçülü ve daha kalibre edilmiş bir dış politikaya sahip olmalı. Hem Türkiye’nin yüksek menfaatleri, hem de Ortadoğu’daki mazlum halklar savunulmalı. Başbakan Tayyip Erdoğan ’ın, Gazze’de arabuluculuk yapmadığı iddiasıyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu , “Ramallah’a Sayın Abbas’la, Gazze’ye; Haniye ile Şam’a, Meşal’le görüşmeye gittim. Sonunda 19 Aralık 2006’da Sayın Abbas ile Sayın Haniye arasında 9 maddelik bir anlaşma imzalandı. ‘Yapmadı’ diyor ya, gülüyor. Ben size bunun vesikasını göstermek ve hatırlatmak isterim. Ben boş konuşmayı, tezvirat yapmayı bilemem. Ben bu ucuz siyaset içinden yetişip gelmedim” dedi. İhsanoğlu çözüm süreci konusunda, Konu ne olursa olsun, demokrasi içinde ve insan haklarının genişletilmesi çerçevesinde çözülmeli. Kavga etmeden, medeni ülkelerde olduğu gibi oturalım konuşalım” dedi. Çözüm için Birleşik Krallık’ı örnek gösteren İhsanoğlu, “Galler, İskoçya var. Bütün bunlara baktığınızda Türkiye bunları çözebilir. Çözüme matuf olan çalışmaların desteklenmesi lazım” ifadelerini kullandı. Anadil konusundaki görüşlerine açıklık getiren Cumhurbaşkanı adayı, “Diyarbakır’da doğmuş büyümüşsünüz fakat anadilinizi kullanma hakkına sahip değilsiniz. Neden? Çünkü eli sopalı biri geldi kafanıza vurdu ‘Konuşmayacaksın’ dedi. Bundan daha büyük zulüm olamaz” dedi. Türkiye’nin dış politikasını eleştiren Ekmeleddin İhsanoğlu, “Ben şahsen Türkiye’nin daha ölçülü ve daha kalibre edilmiş bir dış politikaya sahip olmasının hem Türkiye’nin yüksek menfaatlerinin hem de Ortadoğu’daki mazlum halkların savunulması bakımından daha faydalı olacağına inanıyorum. Yine mazlumun yanında olacaksınız ama daha farklı bir üslubu takip ettiğiniz zaman herkes daha kazançlı olacak. Çatışmada taraf olduğunuz zaman kendinizi çatışmanın içinde bulursunuz. Ama çatışan taraflar arasında arabuluculuk yaparsanız daha kıymetli olursunuz” dedi. “Homofobi evrensel bir mesele değildir” sözleriyle çok konuşulan İhsanoğlu, “Bizim toplumumuz muhafazakâr bir toplum. Muhafazakâr toplumun hassasiyetlerini düşünmemiz lazım. Türkiye’de 76 milyon insanın değerlerine saygılı olmamız lazım” diye konuştu. Hürriyet gazetesinde Cansu Çamlıbel ’e konuşan Ekmeleddin İhsanoğlu, son dönemde tartışma konusu haline gelen noktalara değindi. Gazze: Ramallah’a Sayın Abbas’la, Gazze’ye; Haniye ile Şam’a, Meşal’le görüşmeye gittim. Sonunda 19 Aralık 2006’da Sayın Abbas ile Sayın Haniye arasında 9 maddelik bir anlaşma imzalandı. (Dosyasından bir belge çıkarıp bana uzatıyor). ‘Yapmadı’ diyor ya, gülüyor. Ben size bunun vesikasını göstermek ve hatırlatmak isterim. Ben boş konuşmayı, tezvirat yapmayı bilemem. Ben bu ucuz siyaset içinden yetişip gelmedim. CHP-MHP uzlaşmasını arkasına alarak Cumhurbaşkanlığı yarışı için yola çıkan, yolda 8 partiyi daha çatıya katan Ekmeleddin İhsanoğlu ile Diyarbakır durağının ardından buluştuk. İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği döneminden iyi tanıdığım İhsanoğlu, siyasetin temposunu sevmiş görünüyor. Ancak siyasi atışmalarda karşı tarafa laf yetiştirmek söz konusu olduğunda içinden ‘devlet terbiyem el vermez’ geçen cümleler kurmaya devam ediyor. Zaten ona kalırsa bu kadar kısa zamanda gördüğü ilginin merkezinde de bu munis tavır var. Kürtçe eğitim, LGBTİ hakları gibi mayınlı alanlarda üzerine gidince ‘bunları böyle ayak üstü konuşmak doğru olmaz’ diye kesiyor tartışmayı. Mahmud Abbas’ın Başbakan Erdoğan hakkında kapalı kapılar ardında söylediklerini anlatmaya ikna edemedim. Ama Erdoğan’ın ‘Yapmadı’ dediği Gazze arabuluculuğunu belgesiyle anlattı. Kampanya nasıl gidiyor? Sanki Türkiye’de 76 milyon insan adam yetiştiremeyecekmiş gibi bir anlayışın yıkıldığını görüyorlar. Ben buna çok seviniyorum. Bu uzlaşmanın odağında bulunmam benim için şeref vesilesidir ama bu yükü kaldıracak, layıkıyla ifa edecek çok insanın varlığını ben biliyorum. Milletin önündeki bir perdenin kalkmış olması en müspet gelişmelerden biridir. Bu yarıştaki zorlu rakibiniz Tayyip Erdoğan kendi inandığı çizgiden asla taviz vermeyen, karşıtlarıyla uzlaşma gibi bir derdi olmayan güçlü bir lider profili çizerken farklı siyasi görüşlerin uzlaşma adayı oldunuz. Kişiliğiniz ve tarzınızla da adeta bir antikahraman gibi çıktınız toplumun karşısına. Bu tabiri ilk defa sizden duyuyorum. Daha çok sinemada kullanılan bir tabirdir. Alışıldık başrol tiplemesinin zıddı bir karakteri anlatır. Biz şimdi gerçek hayatı konuşuyoruz. (Gülüyor) Bu tabii milletin beklentisi. Milletin artık daha munis bir şekilde konuşup ikna etmeye çalışan, akıllara hitap eden, huzura davet eden, kavgayı ve ötekileşmeyi reddeden, cepheleşmenin karşısında olan bir kucaklanmaya ihtiyacı vardı. Bu gerçekleşiyor. Bunu buldular. Cuma günü Diyarbakır’daydınız. MHP’yi zaten söylemeye gerek yok da CHP’nin de pek varlık gösteremediği ve kabul görmediği bir şehir. Giderken tedirgin oldunuz mu? Başından beri hiçbir partinin programını da benimsemedim ya da onları temsil etmeye çalışmadım. Zaten benim kim olduğumu herkes biliyor. Ben öyle meçhulden gelen bir insan değilim. 35 seneden beri Türk kamuoyunun önünde açık açık duran, bütün faaliyetleri herkes tarafından takip edilen bir Türk vatandaşıyım. Devletime hizmet ettim, uluslararası ilişkilere hizmet ettim. Herkes tanıyor. Belki televizyonları olmayan köy ve kasabalarda tanımayan olabilir ama bütün Türkiye tanıyor. Ben Diyarbakır’a o partinin ya da bu partinin siyasi programını temsilen gitmedim. Müşterekleri ifade eden ve Türkiye’yi yeniden birleştirmek isteyen, Türkiye’yi daha huzurlu bir ülke haline getirmek isteyen bir adayım. Zaten iki partiyle durmadı ki iş, 10 partiye kadar geldik. Bu partiler içinde sağ partiler de var sosyalist parti de var, kadın partisi de var. Başbakan Erdoğan çatıya son katılan partilerin oy oranlarını espri malzemesi yaptı adeta ‘hepsini toplasan kaç ediyor’ diye. O Sayın Başbakan’ın kendi görüşüdür. Başka şeyler de söylüyor. Ama ben baştan beri yüksek bir çıta koydum, o çıtaya riayet edeceğim ve sadece kendi görüşlerimi ifade edeceğim. Bu yarış Türkiye’nin en yüce makamı için yapılan bir yarıştır. Yarışanlar o makama layık şekilde hareket etmek durumundadırlar. Türk siyasetine biraz daha yüksek kalite ve seviye getirmek için ben gayret edeceğim. Kürt siyasi hareketi ile Ak Parti’nin çözüme bakışlarında ciddi farklar olsa da sonuçta hükümetin başlattığı bir süreç var. Siz ne vaat ediyorsunuz Kürtlere? Türkiye bölünmek istemiyor, can kaybı istemiyor, çatışmak istemiyor. Çok can kaybettik. Sırf bu meselede değil. Bundan önce de biz sağ-sol diye kavga ettik. Bizim neslimiz bu kavgaları, acıları yaşadı. Biz diyoruz ki Türkiye ne siyasi kutuplaşmadan ne de etik kutuplaşmadan dolayı çatışma zeminine kaymasın. Türkiye’nin bütün meselelerini diyalogla ve barışçıl yöntemlerle halletmesi lazım. Konu ne olursa olsun, demokrasi içinde ve insan haklarının genişletilmesi çerçevesinde çözülmeli. Kavga etmeden, medeni ülkelerde olduğu gibi oturalım konuşalım. Bu söylediklerinize bakarsak o zaman size göre hükümet doğru bir şey yapıyor. Bu barış çalışmalarının hedefi bakımından elbette doğrudur, çünkü bu meseleyi çözmek lazım. Bir daha ancak vatan müdafaasında yabancılar karşısında şehitlik olsun. Geçen hafta yine teröristlere karşı sınırlarımızı korurken 3 evladımızı şehit verdik. Biz bunun artmasını istemiyoruz. Bunu önlemek için de barışı sürekli destelemek lazım. O bakımdan da ben bu barış çabalarının destekçisiyim, çünkü ben savaşa karşıyım. Biz 1000 sene bu topraklarda beraber yaşadık. Bu ciddi bir mirastır. Bizi ayıran farklar bizi birleştiren unsurların yanında devede kulaktır. Temel mesele dildir. Avrupa Birliği’ne girmek isteyen bir ülkeyiz. Avrupa bunları aştı. İşte önümüzde Birleşik Krallık örneği var; Galler, İskoçya var. Bütün bunlara baktığınızda Türkiye bunları çözebilir. Çözüme matuf olan çalışmaların desteklenmesi lazım. Kürt sorununun kaynağını nasıl tarif edersiniz? Bu sıkıntıların sebebi devletimizin her şeyi sopayla halletme adeti. Bu devlet bu sopayı sadece Kürt kardeşlerimize kullanmadı. Dindarlara da kullandı, sağcılara da kullandı, solculara da kullandı. Türkiye’de işkencelerin en büyüğü milliyetçilere yapıldı. 1940’larda tabutluklar vardı, milliyetçilere tabutlarda işkence edildi. Tabii ki zulümler var, hatalar var ve bunları kabul ediyorum. Ama sadece Kürt oldukları için onlara yapıldı da başkalarına yapılmadı değil. Türkiye’nin insan hak ve hüviyetlerinin uygulanması bakımından çok fazla ilerleme kaydetmesi lazım. Avrupa bu işi çözdü derken, İskoçya ve Galler’i örnek verdiniz. Evet şu an için Birleşik Krallık içinde hayatlarına devam ediyorlar ama biliyorsunuz İskoçya bağımsızlık referandumuna gidiyor. Türkiye’nin çözüm sürecinde yerel yönetimlerin güçlendiği, hatta bir takım özerkliklerin gündeme geldiği formüller konuşulsa bakışınız nasıl olur? Ben Birleşik Krallık örneğine bakalım dedim, birebir alalım demedim. Bizimkisi üniter bir devlet ve bunu korumak lazım. Biz bu emaneti bu şekilde aldık ve bu şekilde devam ettirmeliyiz. Sıkı merkeziyetçilikten ademimerkeziyetçiliğe kayılması gerektiği yönündeki görüşleri en azından tartışmaya açık mısınız? Onların hepsi tartışılabilir tabii. Ama tartışıldığı zaman şu hususu dikkate etmek lazım; bu bir siyasi partinin kendi mülahazaları ve oy kaygısıyla bir pazarlık olarak mı görülüyor? Bu temel üzerine kurulan sağlam bir anlaşma olmaz ve kimseyi tatmin etmez. Ancak o siyasi programı savunanları tatmin eder. O da bir seçim hesabıdır. Eğer siz arkanıza parlamento desteğini alırsanız, bu milli meselede milli mutabakatı arkanıza alırsanız ilelebet çözersiniz. İkinci turda Kürtler kime oy verir? Barış süreci nedeniyle doğal müttefikleri Tayyip Erdoğan’dır gibi genel bir kanı var. Sizce? Tabii bunun takdiri Kürt kardeşlerimize aittir. Kürt kardeşlerimizle ilgili sıkıntıları gidermek için kaygan zemin üzerine değil, siyasi hesaplar üzerine değil, sağlam bir zemin üzerine oturmak lazım. Geçici bir oy hesabıyla bakarsanız bu iş, sonunda kalıcı bir şey kalmaz. Biz milli mutabakatın çözümün arkasında olmasını savunuyoruz. Millet Meclisi mutabakat verdiği zaman o artık ilelebet çözülmüş olur. Kürtlerin anadilde eğitim talebi var. Bunu bekleyen insanlara ‘Kürtçe bilim dilidir’ diyerek o oyu nasıl isteyeceksiniz? Bu mesele söylediklerim arasından cımbızla alındı. Filistin meselesinde söylediklerim de öyle yapılıyor. Çarpıtılan laflarımdan biri de başörtüsü. Ben başörtüsü insan hakkıdır, dini vecibedir ve bir gelenektir diyorum. Sanki ben ilk ikisini söylememişim gibi üçüncüsünü halka içine alıp ‘İhsanoğlu gelenek dedi’ diyorlar. Böyle bir tezvirat durumu var. Asıl soruma dönelim, bilim diliyle neyi kastettiniz? Bakın Tanzimat’a kadar bizim bilim dilimiz Arapçaydı. Ondan sonra tedrici olarak Türkçe kitaplar yazılmaya başlandı fizikte, kimyada, matematikte. Yavaş yavaş Türkçe’de terminolojiler yaratılmaya başlandı. Ben bilim dili olarak bunu kastettim. Yüksek eğitim meselesi noktasında söyledim ve İngilizce’yi de örnek verdim. Esas mesele bence bu değil. Esas mesele anadil meselesi. Orada ben şunu söylüyorum; insanın anadili ana sütü gibidir. İnsan nasıl ana sütü olmadan büyüyemezse, o hakkını kimse ondan alamazsa, anadil hakkını da kimse alamaz. Ben bunu şahsi tecrübem olarak söylüyorum. Ben gurbette doğmuş bir insanım. Gurbette insan vatanını ancak anadilini konuştuğu yerde hisseder. Düşünün Diyarbakır’da doğmuş büyümüşsünüz fakat anadilinizi kullanma hakkına sahip değilsiniz. Neden? Çünkü eli sopalı biri geldi kafanıza vurdu ‘Konuşmayacaksın’ dedi. Bundan daha büyük zulüm olamaz. Yükseköğretim boyutunu anlatıyorsunuz. Peki ilköğretimde, lisede de Kürtçe eğitim sizin için tamam mı? Hayır yani, bu bir söyleşide bu kadar kolay karar verilecek bir konu değil. Kategorik olarak karşı mısınız, değil misiniz? Bunlar ciddi meselelerdir. Ayaküstü bence bunu konuşmayalım. Birdenbire ilköğretim, yüksek eğitim falan konuşmak meseleyi başka mecralara sevk eder. Bunları tartışmanın zamanı değildir şimdi. Mesele anadilin hak olarak tanınmasıdır ve insanların anadilinden mahrum edilmesinin çok yanlış olduğunu söylemektir. ‘Öcalan’ın özgürlüğünün önünü açacak bir yasa önünüze gelirse bunu imzalar mısınız’ diye sormuşlar size. Siz de ‘Toplumda mutabakat olan her şeyi cumhurbaşkanı da kabul etmek durumundadır’ diye yanıt vermişsiniz. Doğru mu? Toplumda ve Meclis’te mutabakat tabii ki. Cumhurbaşkanının önüne böyle bir yasa gelirse Meclis’ten gelecektir. Meclis’in ve toplumun kabul ettiği bir şeyi cumhurbaşkanın da herhalde kabul etmesi gerekir. Milli mutabakatın olmadığı bir konuda millet bölünür. Milletin bölünmesini cumhurbaşkanı kabul etmez. Cumhurbaşkanın görev ve yetkileri arasında Anayasa’nın 104. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti milletinin bütünlüğünü temsil etmek vardır. ‘Meclis’te kabul edilip önüme gelirse imzalarım’ diyorsunuz. Evet. Meclis’in nitelikli çoğunlukla kabul ettiği bir şeyi cumhurbaşkanı da kabul etmelidir. Peki genel olarak Öcalan’ın bu süreçte izlediği tavrı nasıl yorumluyorsunuz? Ben bu konudaki detaylara vakıf değilim, onun için bir değerlendirme yapmak yanlış olur. Bu hükümetin kendi kendine yürüttüğü bir şey. Zaten benim de söylediğim; artık hükümetin daha şeffaf olması ve Meclis’e bilgi vermesi gerektiği. Geçmişte Gazze için arabuluculuk yaptığınız yönündeki sözlerinize Başbakan Erdoğan’dan ‘gülünesi iddia’ şeklinde yorumlar geldi. Siz tam olarak hangi dönemi, hangi ihtilafı kastettiniz? Hamas 2006’da seçimleri, nezih ve şeffaf bir seçimi kazandı. İktidarı kurarken ilk ziyaret ettikleri uluslararası teşkilat bizimkisi oldu. Önce Halid Meşal sonra Dışişleri Bakanı Mahmud Zehar geldi. Bizden destek istediler, biz de yardımcı olmaya çalıştık. Hatta o zaman AB Dış Politika Yüksek Komiseri olan Solana ziyaretime geldiği zaman Hamas’a yardımcı olmak gerektiğini anlattım. Hamas, içeride daha çok hizmetlere dayalı bir dini grup olarak başladı, sonra siyasi partiye dönüştü. İç siyaset üzerine kurulu söylemleri vardı, dış siyaset o zamanlar yoktu. Ben de onlara dış siyaset söylemleri konusunda bazı tavsiyelerde bulundum. Sayın Meşal bunu müspet karşıladı. Ben birkaç kez Şam’a gittim, onlar geldiler. Fakat Hamas iktidara geldikten sonra El Fetih ile aralarında çatışmalar başladı. Silah kullanma başladı, siyasi söylemler de sertleşti, toplum gerildi, karşılıklı adam öldürmeler sürdü. Ben o zaman El Fetih ile Hamas arasındaki bu tansiyonu düşürmek için bir dizi çalışma yaptım. Ramallah’a Sayın Abbas’la, Gazze’ye; Haniye ile Şam’a, Meşal’le görüşmeye gittim. Sonunda 19 Aralık 2006’da Sayın Abbas ile Sayın Haniye arasında 9 maddelik bir anlaşma imzalandı. (Dosyasından bir belge çıkarıp bana uzatıyor). ‘Yapmadı’ diyor ya, gülüyor. Ben size bunun vesikasını göstermek ve hatırlatmak isterim. Ben boş konuşmayı, tezvirat yapmayı bilemem. Ben bu ucuz siyaset içinden yetişip gelmedim. ‘Mahmud Abbas’ın Başbakan Erdoğan’ın Filistin meselesindeki tavrına dair söylediği bazı şeyleri açıklarsam çok ayıp olur’ şeklinde bir ifade kullandınız geçen haftalarda. Neyi ima ediyorsunuz tam olarak? Bunları bugün basın önünde paylaşmak gerçekten benim devlet terbiyeme yakışmıyor. İslam İşbirliği Teşkilatı’na a ev sahipliği yapan Suudi Arabistan’ın görevinizin son iki senesinde sizin geri çekilmenizi Türk hükümetinden talep ettiği, hatta AK Parti sizin arkanızda durdu diye kendilerinin Ankara’daki elçi atamasını askıya aldığı doğru mu? Bunlar tamamen hayal mahsulü. Devletlerin jestleri, size tavrı nereden belli olur? Hiçbir devlet sevmediği, takdir etmediği insana nişanını vermez. Ben görevimin sonunda Suudi Arabistan hükümetinin bu takdirlerini aldım. Belgeleri de var, bizzat kral adına takılan nişan da var. Bu merasimde oradaki hanedanın mensupları, bütün devletlerin büyükelçilerinin yanında Türkiye büyükelçisi de hazır bulundu. Devlet hiyerarşisinde kraldan sonra gelen dışişleri bakanı nişanı takdim etti ve çok güzel bir konuşma yaptı. Hatta bundan sonra da benim tecrübelerimden yararlanmak istediklerini ifade ettiler. Bu sefir raporlarında da gazetelerde de yazılan, bütün dünyanın bildiği şey. Bazıları, bunları bilmiyor ve kulaklarına fısıldanan şeyleri söylüyor. Bunlar kem söz. Kem söz sahibine aittir. Özellikle Mısır ve Mursi üzerinden ciddi bir ihtilaf yaşadınız Ankara’yla. Her şeye rağmen ‘Genel sekreterlik görevini bırakana kadar AK Parti hükümeti arkamda oldu’ diyebiliyor musunuz? Şüphesiz ki 9 sene içinde ben genel sekreter olarak ettiğim yemine sadık kaldım. Bütün İslam dünyasına ve İslamiyete hizmeti şiar edindim. Bu arada bir Türk olarak ülkemin haklı davalarında hep yanında ve yardımcı oldum. Ben bunları söylemek istemiyorum ama şu var ki genel sekreter seçilmem Türkiye’nin dış politikasına bir katkı olmuştur. Bu değişik sahalarda tecelli etmiştir. Özellikle Kıbrıs meselesinde tecelli etmiştir. Nitekim Kuzey Kıbrıs Türk hükümeti de bana olan takdirini en yüksek şekilde ifade etmiştir. Ben de bununla her zaman gurur duyarım. Bunların detayına girmeyelim. Ben göreve ilk geldiğimde bazı ülkeler beni Türk dış politikasının uzantısı olarak görmeye başladı. Bunlar büyük devletlerdi. Ben kendilerine içtiğim anda sadık kalacağımı ve Türkiye’nin böyle bir talebi olmadığını söyledim. Böyle bir talebi de olmamıştır Türkiye’nin. Ama 2009’a kadar Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle münasebetlerinde fazla bir problem yoktu. Çok ahenkli bir şekilde ilerliyordu. Bilhassa Arap ayaklanmalarından sonra tavırlar farklılaştı. Türkiye’nin son yıllarda hangi Arap ülkesiyle münasebetlerin geliştiğini söyleyebilirsiniz? Her gün daha az samimiyete ve daha derin farklılıklara gidiyoruz. Hükümet derinleşen kutuplaşmaların kendilerinin diktatörlere karşı ilkesel bir tavır almasından, vicdan temelli bir dış politika izlemelerinden kaynaklandığını savunuyor. O bir dış siyaset tercihidir. Artık o söylemin sahipleri onu savunsun. Ben şahsen Türkiye’nin daha ölçülü ve daha kalibre edilmiş bir dış politikaya sahip olmasının hem Türkiye’nin yüksek menfaatlerinin hem de Ortadoğu’daki mazlum halkların savunulması bakımından daha faydalı olacağına inanıyorum. Yine mazlumun yanında olacaksınız ama daha farklı bir üslubu takip ettiğiniz zaman herkes daha kazançlı olacak. Çatışmada taraf olduğunuz zaman kendinizi çatışmanın içinde bulursunuz. Ama çatışan taraflar arasında arabuluculuk yaparsanız daha kıymetli olursunuz. Siz genel sekreter iken İslam ile terör kelimelerinin birlikte kavramsallaştırılmasına karşı bir mücadele verdiniz. Fakat gelinen noktada hayatımızda IŞİD diye bir gerçek var. Bu kötü noktaya biz bir günde gelmedik. İstibdat idareleri, siyasi ve sosyal zulüm, ideolojik zulümle, uzun yılların birikimiyle gelindi. Bunların karşısında insanlar bir ideolojiye sığınıyorlar. Eskiden Marksizm, Leninizm, Maoizm vardı. Bugün de onlar yok. Bir tek yönelecekleri ideoloji din etrafındaki ideoloji. Bu da tabii dinin bütün değerlerine ters düşer. Bunlar dinin rahmet, mağfiret, insanlık mesajını nefrete ve şiddete çevirip adına İslam diyorlar. Cahil insanları arkalarından sürüklüyorlar. Biraz önce nişanını aldığınızı anlattığınız Suudi Arabistan’ın ve Katar’ın finansmanıyla bu noktaya geldikleri yönünde ciddi bir kanaat var. İslam devletleri sonuçta bu tür doğrudan ya da dolaylı desteklerle radikallere prim vermiş olmuyor mu? Bunların finansmanı çok büyük kaynaklardan geliyor. Gayrimeşru silah trafiğinden, narkotik trafiğinden, Afrika’daki köle trafiğinden, aşırıcı uçları destekleyen işadamlarından geliyor. Bunlar bizim görebildiklerimiz. Bir de göremediğimiz karanlık güçler var. Dünya bunlarla mücadele etmede maalesef başarısız oldu. İşte Afganistan’daki durum, Irak’taki durum, Suriye’deki durum. Sizin biraz önce hatırlattığınız benim 9 sene boyunca verdiğim mücadele bunların dinle ilişkisini koparmak içindi. Çünkü bunlardan İslam sıfatını aldığınız zaman çıplak kalıyorlar. Tetikçi, terörist olarak kalıyorlar. Ama İslami cilayı kabul ettirdikleri zaman esas tehlike orada. ‘İslam Devleti kurduk’ diyorlar şimdi. Bu terör devletidir. El Cezire’ye verdiğiniz bir mülakatta söylediğiniz ‘Homofobi evrensel bir mesele değildir’ lafı arşivlerde duruyor. LGBTİ bireylerin hakları ve toplumdaki konumlarıyla ilgili görüşünüz nedir? Tabii bu çok hassas bir mesele. Bir taraftan bu insanların toplumda yer aramalarıyla ilgili insan hakları boyutu var, bir de toplumun hassasiyetleri var. Bu iki parametre arasında düşünüp ele almak lazım. O denge nasıl bulunur? Toplumdaki homofobiyi aşacak formül nedir sizce? Nedir homofobi? LGBTİ bireylerini kabullenmeyen, hatta onları dışlayan aşırı yaklaşımı özetleyen bir kavram diyebiliriz. İşte bu hassasiyetleri ele almamız lazım. Birdenbire sert bir şekilde bir tarafın üzerine gitmek doğru olmaz. Bir de şu var; bizim toplumumuz muhafazakâr bir toplum. Muhafazakâr toplumun hassasiyetlerini düşünmemiz lazım. Türkiye’de 76 milyon insanın değerlerine saygılı olmamız lazım. Bir taraftan bu şekilde davranan insanlar var ve kendi haklarını müdafaa ediyorlar. Cinsel yönelimlerini özgürce tanımlamalarını hakları olarak görüyorsunuz o halde, öyle mi? Bir taraftan buna karşı olan bir ekseriyet de var. Şimdi benim bunu böyle ayaküstü, hem de havaalanına yetişecek bir anda söylemem mümkün değil. T24
Onur Yaser Can Davası AİHM'ye Taşındı
Gözaltındayken gördüğü şiddet ve tacize dayanamayıp intihar eden 28 yaşındaki Onur Yaser Can için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuru yapıldı2010 yılında gözaltına alınan 28 yaşındaki mimar Onur Ya ser Can , İstanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nde işkence gördüğü ve fiziksel tacize maruz kaldığı ve psikolojik travmalar yaşaması sonucu intihara itildiği iddiasıyla İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı.Avukatlar, sanık polislerin evrakta sahtecilik iddiasıyla yargılanmasına karşı çıkıyor Savunma avukatları açılan davada sanık polislerin suçu işlediklerine kanıt olabilecek delillerin ortadan kaldırıldığı ve şiddetin üzerinin örtüldüğünü iddia etti. Sanık polislerin şiddet ve ölüme sebebiyet vermesi değil evrakta sahtecilik iddiasıyla yargılanmasına karşı çıkan avukatları, Onur Yaser Can davasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşıdı.'Türk yargısına asla güvenimiz yoktur'Avukat Ercan Kanar Maalesef Türk yargısına asla güvenimiz yoktur. Türk yargısı bağımsız değildir ve tarafsız değildir. Türk yargısı dün Milli Güvenlik Kurulu’nun vesayeti altındaydı. Bugün ise Milli İstihbarat Teşkilatı’nın ve iktidarın vesayeti altında. Böyle bir yargı istemiyoruz. Onur Yaser Can davasını biz ÖDAV olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürdük. Çünkü bir insanın yaşam hakkı ihlal edilmiştir. Onur kırıcı muameleler yapılmıştır ve bir kişinin ölümüne neden olunmuştur. Onur Yaser Can’ın temel hak ve hürriyetlerinin bütünü ortadan kaldırılmıştır. Bizim asla bu devletin yargısına güvenimiz olmadı bundan sonra da olmayacak.Avukat Ömer Kavali : Yargıtay'ın bozma kararına uyması mahkemeuymak zorunda kalması mahkeme için sarsıcı ve acı verici olmalı. Ama ona rağmen istemeseler de uymak zorunda kaldılar. En başta toplanmayan delillerin getirilmesinin biz özellikle istedik o deliller gelir ve deliller ortaya çıkacak olur ise bu kez olayın içerisinde daha başka başka ekiplerin ve daha başka başka suçların da işlendiğinin kanıtı ortaya çıkacaktır ki devlet bu kirin bu pisliğn nasıl altından kalkar belli olmaz ama delillerin getirilmesi bakımından mahkeme vereceği kararla kendisini ve türkiye cumhuriyeti devletini mahkum ettirecek.'Polislerin yaptığı işkencelerin üzeri örtülmüş'Avukat Kemal Tahir Bozkır : Hukuk dışı bir arama ve işkence boyutunda hareketler sonucunda bir genç intihar ediyor. Bunun acısına dayanamayan annesi de intihar ediyor. Ortada çok ciddi bir suçlama var polislerin bir kısmının işkence yaptığına dair . Bununla ilgili hiçbir soruşturma açılmadı ve takipsizlik kararı verildi. Onur Yaser Can’ın davasında sanık polisler sadece evrakta sahtecilik suçlamasıyla yargılanıyor. Duruşmada baba Mevlüt Can’ın hezeyanları o dışa vurumları fazlasıyla üzücü bir durum. Polislerin yaptığı bütün işkencelerin üzeri örtülmüş. Kimse kral çıplak demiyor ve bir baba adalet arıyor….'İşkence hali devlette bir politikaya dönüşmüş'Onur Yaser Can davasını yakından takip eden HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, polis şiddetinin Engin Çeber davasında kanıtlandığını söyledi.HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel : Bu davanın sonucu önemli. Türkiye’de gözaltında işkence hep ifade edilen ve hatta Engin Çeber davasında kanıtlanan bir durum. Dolayısıyla gözaltında psikolojik şiddet nedeniyle bir insanın ölümüne neden olmak yargılanması gereken bir durum. Burada Onur Yaser Can'ın intihar etmiş olmasını kişisel bir olay ifade edilmesi kabul edilemez. Çünkü psikolojik bir işkence nedeniyle intihara itilmiş bu kişi. Sorumlular ortada davanın seyrine bakmak lazım. Emniyetin insanlar üzerinde nasıl bir psikoloji baskı uyguladığı, bir kişiyi ve bir aileyi nasıl etkilediğini göstermesi açısından da çok çarpıcı bir dava. Bu insan hakları ve özgürlükleri aynı zamanda da yaşam hakkının ihlali açısından çok önemli bir dava. Bu davada mahkemenin vereceği karar gerçekten işkenceye karşı bir tavır olarak değerlendirilecektir. Aksi durum aslında bunun devlet şiddetinin meşrulaştırılması ya da gözaltında psikolojik işkence ve şiddete maruz kalmayı doğal gören bir noktaya getirecektir. Biz HDP olarak bunun takipçisi olmaya devam edeceğiz. Burada önemli olan bu sistematik işkence halinin bir şekilde devlette bir politikaya dönüşmüş olması. Kamu görevlileri ve kolluk kuvvetlilerinin uyguladığı işkence yönteminin ortadan kalkması açısından önemli.Michelle Demishevich / T24
İntihara Kadar Götüren Uğultu'nun Sırrı Nedir?
Dünyanın çeşitli bölgelerinde ve özellikle küçük yerleşim birimlerinde geceleri ortaya çıkan bir uğultu, etkilediği insanları çıldırtmak üzere. İngilizce'de ‘Hum' olarak tanımlanan uğultu, dünyanın en esrarengiz olaylarından biri olduğu gibi, insanları intihara sürükleyen bir işkence haline dönüşmüş durumda. Genellikle izole ve küçük yerleşim birimlerinde geceleri duyulmaya başlayan ve önüne geçilemeyen 'uğultu', dünyanın birçok köşesinde binlerce insanın sinirlerini iflas etme noktasına getirdi. İngiltere'nin Bristol kenti; ABD'nin New Mexico eyaletindeki Taos ve İskoçya'nın Largs kasabası, 'Hum' eziyeti çeken yerleşim birimlerinden sadece birkaçı. Bilim insanlarının yıllardır süren araştırmalarıan rağmen, gizemli uğultunun neden sadece belli bölgelerde, populasyonun belli bir kısmını etkilediği hala sırrını koruyor. İlk olarak 1950'li yıllarda ihbarları gelmeyen başlayan gizemli uğultu, ilerleyen yıllarda daha fazla bölgede düşük frekanslı, bir 'zonklama ve gümbürdeme' tarzı bir gürültü olarak daha fazla yerleşim biriminde duyulmaya başlandı. 'Hum' hakkındaki genel görüşler ise uğultunun genelde kapalı alanlarda duyulduğu ve geceleri gündüzlerden çok daha fazla hissedildiği. Ayrıca, şehirlerdeki gürültüyü içermeyen kırsal bölgelerde yaygın olduğu. 'BAZEN ÇIĞLIK ATASIM GELİYOR' İngiltere'nin Surrey kentinde yaşayan akustik mühendisi Geoff Leventhall'ın 2003 yılında yaptığı bir araştırmaya göre, 'Hum' bulunan bölgelerdeki nüfusun sadece yüzde 2'si uğultuyu duyuyor. Bu gürültüye maruz kalanlar ise genelde 55-70 yaş arası insanlar oluyor. 'Hum' mağduru insanlar, gürültüyü 'rölantide çalışan bir dizel motoru' gibi tanımlıyor. İngiltere'nin Leeds kentinde uğuldamaya maruz kalan Katie Jacqures, BBC'ye, 'Bu bir nevi işkence... Bazen gerçekten çığlık atmak istiyorsunuz' yorumunda bulundu. Jacques, 'Geceleri çok daha kötüleşiyor... Uyumak zorlaşıyor çünkü arka planda sürekli bu sesi duyuyorsunuz. Sürekli dönüp duruyor ve kafanızı daha fazla bu sese takıyorsunuz' dedi. Duyma sorunu bulunmayan mağdurlardan birçoğu, şikayetleri dikkate alınmadığı zaman daha da sinirleniyor. Madurlar, baş ağrısı, mide bulantısı, halsizlik, burun kanaması ve uyku bozukluğu gibi rahatsızlıklar çekiyor. BBC'ye göre, İngiltere'de bugüne kadar en az 1 kişi 'Hum' yüzünden intihar etti. 'HUM' BÖLGELERİ LiveScience sitesinin haberine göre, gizemli uğultuların ilk belirdiği yerlerden biri İngiltere'nin Bristol kenti. Kıyı şeridindeki kentte 1970'lerde bildirilen şikayetlerin sorumlusu olarak araç trafiği ve 24 saat çalışan fabrikalar gösterilmiş. ABD'nin uğultusuyla meşhur olan yeri ise Taos kasabası. İlk olarak 1991 yılında yerel halk düşük frekanslı, gümbürtü benzeri bir sesten şikayetçi olmuş. New Mexico eyaletinde yer alan Los Alamos Ulusal Laboratuvarı'ndan araştırmacıların yanı sıra, yerel uzmanların yaptığı inceleme bir sonuç getirmemiş. Araştırmacıların bugün uğultuların kaynağını belirmeye çalıştığı diğer yerleşim birimleri arasında Ontorio eyaltinin Windsor ve Avustralya'nın Sydney kenti sınırlarında yer alan Bondi bölgesi bulunuyor. Telegraph gazetesine konuşan Avustralyalılar, çaresizlikten ya fanlarını ya da müzik setlerini açık tutmaktan başka bir çözüm üretemediklerini belirtiyor. Bu çaresizliğin en büyük kurbanı ise ABD'nin Indiana kentinde bulunan Kokomo kasabası. Bir zamanlar 47 bin kişinin yaşadığı kasaba, 'Hum' nedeniyle 2003 yılında boşaltıldı. Adı Kokomo Hum'a çıkan kasabada yapılan araştırmalar, iki sanayi bölgesinin düşük frekanslı uğultuların kaynağı olabileceğini gösterdi. Ancak yerleşimciler geri döndükten sonra bazı kasaba sakinleri uğultu şikayetlerine devam etti. SEBEP NE? Hakkında birçok komplo teorisi üretilen ve bazıları tarafından gizli bir psikolojik silah olduğu iddia edilen 'Hum', inanması güç teorilerin doğmasına bile yol açmış durumda. Ancak araştırmacılar, gizemli olayın gerçek olduğunu ve uzaylıların Dünya'ya yolladığı ve sadece bazı insanlar tarafından algılanan sinyaller olmadığı konusunda emin. Kokomo Hum'da yapılan araştırmaların ardından, bilim insanları ana sorumluların sanayi bölgelerindeki ısıtıcı üniteleri, elektrik akım hatları, iletişim cihazları veya yüksek basınçlı gaz hatları gibi sanayi bögeleriyle bağlantılı kaynaklar olduğunu düşünüyor. Bir diğer teori, uğultunun sadece bazı insanlar tarafından algılanan, düşükfrekanslı elektromanyetik radyasyondan kaynaklandığı. Hatta, bazı insanlardan çok daha yüksek frekansları duyan insanların uğultuya maruz kaldığı vakalar da mevcut. Ortaya sürülen diğer teoriler ise okyanus dalgaları ve tektonik plakaların oluşturduğu sismik faaliyetlerden, askeri deney ve denizaltıların iletişimlerine kadar uzanıyor. Ancakhiçbiri kesin bir bulgu sunabilmiş değil. İngiliz araştırmacı Leventhall, gizemli olayın yakın zamanda çözülebileceğinden şüpheli. Leventhall, 'Bu 40 yıldır süren bir gizem. Daha uzun bir süre de böyle kalacağa benziyor' dedi.
Çocuk Cezaevlerinde Bir Vahşet Haberi de Antalya'dan
Pozantı, Şakran, Maltepe ve Muğla çocuk cezaevlerindeki işkence ve tecavüz haberlerinin ardından Antalya’da da benzer olaylar yaşandığı ortaya çıktı. Bir çocuğun diğer yedi mahkum tarafından işkence gördüğü ve cinsel tacizde uğradığı öne sürüldü.
Af Örgütü Af Diliyor...
Uluslararası Af Örgütü, “İşkenceyi Durdurun” kampanyası kapsamında “izinsiz” görselini kullandığı Iggy Pop’tan özür diledi. Rock’ın efsane ismi, kampanya için hazırlanan posterlerde “Rock’ın geleceği Justin Bieber’dır” derken görünüyordu. KAMPANYA İRONİKTİ Uluslararası Af Örgütü’nün Fransa Şubesi, işkence karşıtı farkındalık yaratmak amacıyla “ironik” bir kampanyaya imza attı. Brükselli reklam ajansı Air’in hazırladığı kampanya posterlerinde Iggy Pop, Dalai Lama ve moda devi Karl Lagerfeld’in görselleri kullanıldı. Photoshop’la oynanan imajlarda Dalai Lama, Iggy Pop ve Lagerfeld kaşları gözleri morarmış, kan içinde görünüyor. Iggy Pop’un posterinde “Rock’ın geleceği Justin Bieber’dır” yazıyor. Posterin altında ise “Bir adama işkence yaparsanız, istediğinizi söyletebilirsiniz” ifadesi yer alıyor. Uluslararası Af Örgütü, poster nedeniyle Iggy Pop’tan özür diledi. Örgüt, yaptığı açıklamada “iyiniyetli olduğunu ve kampanyanın ironik olmasının amaçlandığını” belirtti. Araştırmalara göre, insanların yüzde 36’sının “işkencenin gerekli olduğuna inandığını” hatırlatan Örgüt, Bu kampanyanın amacı, insanların işkenceye dair görüşlerini değiştire bilmekti” dedi. Hem 50 yaşında hem de Rolex’i yok Uluslararası Af Örgütü, Dalai Lama’nın posterini de “kimi çevreleri rahatsız ettiği için” geri çektiğini açıklamıştı. Posterde Dalai Lama kaşı gözü morarmış bir hâlde görünürken, “50 yaşında Rolex’i olmayan bir adam, hayatını boşa harcamıştır” dediği vurgulanıyordu. Karl Lagerfeld’in posteri hakkında ise henüz bir açıklama yapılmadı. INDEPENDENT İnternet baskısında yer alan tüm metin, resim ve benzeri içeriğin hakları Taraf Gazetecilik Sanayi ve Ticaret A.Ş'ye aittir. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilse bile izin alınmadan kullanılamaz.
Onur Yaser Can İçin Adalet Arayışı Sürüyor
Gözaltında kötü muamele ve işkence nedeniyle intihar eden mimar Onur Yaser Can'ın davasının birinci duruşması İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldüİstanbul'da 2010'da yılında gözaltında maruz kaldığı hakaret ve işkence nedeniyle intihar eden 28 yaşındaki ODTÜ'lü mimar Onur Yaser Can 'ın davasının birinci duruşması İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Duruşmaya sanık polis memurları Soner Gündoğdu , ve savunma avukatları Ercan Kanar , Ömer Kavili , Kemal Tahir Bozkır , Mustafa Rüzgar ve Rozerin Seda Kip katıldı.Hakim İsmail Hakkı Yolmaz 'ın başkanlık ettiği mahkemede Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Grubu Eş Başkanı Avukat Ercan Kanar, evrensel insan hakları normlarına uygun bir yargılama yapılmasını istedi.Avukat Kanar, sanık olarak yargılanan polis memurlarının yanı sıra olayın olduğu tarihte adı geçen Narkotik Şube'de görevli bütün amir ve polislerin de yargılanması gerektiğini söyledi. Ercan Kanar, yaptığı savunmada mahkeme heyetinin de sorumlu olduğuna işaret etti. Kanar, 'Yargılamaya özen göstermiyorsunuz. Bu işin yakasını bırakmayacağız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde yargılanacaksınız' dedi.Baba Mevlüt Can , mahkemede yaptığı konuşmada elindeki fotoğraf ve video görüntüleriyle mahkeme heyetine salonda bulunan sanık polislerin oğlu Onur Yaser Can'ın katil zanlıları olduğuna ikna etmeye çalışması duruşma salonunda bulunanlara duygusal anlar yaşattı.Onur Yaser Can'ın duruşmasını izleyenler arasında HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel 'de vardı. Tuncel, 'Bizim için çok önemli bir dava HDP olarak takipçisi olacağız' dedi.Savunma avukatlarından Ömer Kavili ise yaptığı savunmada İstanbul Emniyet Müdürlüğü binasının Türkiye'nin en güvensiz ve emniyetsiz binası olduğuna vurgu yaptı.Cumhuriyet Savcısı İbrahim Kayapınar'ın da bulunduğu Mahkeme, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nde bulunan bilgisayar ve hard disklere CMK 127 maddesi gereğince el konulmasına, el konulma doğrultusunda söz konusu bilgisayar ve dataların incelenmesine hükmetti. Duruşma 26 Mayıs 2015 saat 14:00'e ertelendi.Michelle Demishevich / T24
Gülen: 'Kırmızı Bülten Falan... Tuttururlarsa Baş Göz Üstüne'
Gülen Cemaati Lideri Fethullah Gülen, gözaltına alınan Dumanlı ve Karaca’nın yerinde olmak istediğini söyledi. Kırmızı bülten iddialarıyla ilgili “Tuttururlarsa baş göz üstüne” dedi.Gülen Cemaati lideri Fethullah Gülen, Cemaat’e yakın Zaman Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ve Samanyolu Yayın Grubu Genel Müdürü Hayrettin Karaca’nın gözaltına alınması hakkında açıklama yayınladı. Gülen bu iki ismin yerinde olmak istediğini söyledi. Kendisi hakkında Kırmızı Bülten ile arama kararı çıkarılacağı iddiası ile ilgili olarak ise “Tuttururlarsa ne güzel ve hoş, baş göz üstüne” dedi. Açıklaması Herkul.org sitesinde yayınlandı.“Onların yerinde olmak isterdim”Gülen Cemaati’nin bu süreçte birbirine kenetlendiğini söyledi ve şu açıklamayı yaptı:“Kendimi katarsam fahirlenme olur ama çoğunuz gibi ben de o arkadaşların yerinde olmak isterdim. Zannediyorum şimdi Ekrem Bey’in yerinde, Hidayet Bey’in yerinde ve onların arkadaşlarının yerlerinde olmayı arzu eden çok insan vardır. “Onlara oldu da Cenâb-ı Hak neden bu lütfu bizden esirgedi? Hâşâ, Allah esirgemez. Acaba zaafımıza binaen mi Cenâb-ı Hak bizi öyle bir şeye maruz bırakmadı? Zayıf mıydık acaba? Biz göz dolduran bir tavır, bir durum sergilemedik mi acaba bize gelmedi bu mesele?”“Kırmızı bülteni tuttururlarsa”Türk yargısının, INTERPOL’den ABD’de yaşayan Fethullah Gülen hakkında kırmızı bültenle arama ve gözaltına alma kararı talep edeceği iddiası hakkında ise şu sözleri söyledi:“Kırmızı bülten falan... Tuttururlarsa, ederlerse şayet fe ni’me ve bihâ (ne güzel ve hoş, baş göz üstüne). Ama bütün bunlarla bir sindirme meselesi hedefleniyorsa, katiyen bilmeliler ki, hakiki mü’minler hiçbir zaman nifak düşüncesi karşısında eğilmemişler, hele secdeye asla kapanmamışlar, hep dimdik durmuşlardır Allah’ın izni ve inâyetiyle.”Tiran vurgusuFethullah Gülen, “Tiran” ifadesini de kullandı. Bu ifadeyi, Twitter’da Hükümet aleyhinde mesajlar paylaşan “Fuat Avni” de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için sık sık kullanıyor. Gülen şunları söyledi:“Müminler affetseler de dine ve imana dokunanların affolunmayacaklarını işaret edercesine Kur’an ‘kutile’ sözüyle 'kahroldular, kahrolsunlar, canları çıksın, lanete uğrasınlar' diyor o zalimler hakkında. Müslümanlara komplolar kuranlar, işkenceler edenler, hapishane hapishane dolaştıranlar, ölmeden mezara koymaya uğraşanlar kahrolsunlar. Zaman geçmiş, asırlar değişmiştir ama küfrü temsil eden bütün firavunlar, bütün mütekebbirler, bütün mağrurlar aynı hava içinde olmuşlardır. Değişen sadece işkence şekilleridir. Öncekiler ateşlere atmışlar, testere ile parçalamışlardır; sonrakiler de kendi karakterleri ve zamanlarının usulleri zaviyesinden çeşitli eza ve cefalar yapmışlardır/yapmaktadırlar. Ne ki, bütün zulümlere ve engellemelere, bütün yumruklama ve tekmelemelere rağmen halis müminleri yollarından çevirememişlerdir ve çeviremeyeceklerdir. Tiranlar vurdukça yeni yeni filizler çıkmış, yeni yeni şuleler yanmıştır. İnşallah, bundan böyle de hiç durmadan filizler yeşerecek ve şuleler parıldayacaktır.”Kaynak: Herkul.org