onedio

Genelkurmay Başkanı Haberleri

Genelkurmay Başkanı ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Genelkurmay Başkanı ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Ankara Esenboğa Havaalanı Uçuşu Kapatıldı: Ankara’da Özel Jet ile İrtibat Kesildi
Libya Genelkurmay Başkanını taşıyan Falcon 50 tipi özel jet Ankara’da düştü. Uçağın düşmesi sonrasında Ankara Esenboğa Havaalanı geçici olarak uçuşa kapatıldı.Mynet'in haberine göre Haymana yakınlarında düşen ve içerisinde Libya Genelkurmay Başkanının bulunduğu özel jetin enkazına ulaşıldı.Libya Başbakanı Abdülhamid Dibeybe, düşen uçakta bulunan Libya Genelkurmay Başkanı Haddad'ın da aralarında bulunduğu 5 kişilik heyetin hayatını kaybettiğini açıkladı.
Ankara’da Düşen Özel Jet: Her Şey 16 Dakikada Oldu!
Libya Genelkurmay Başkanı Muhammed Ali Al-Haddad ve beraberindeki askeri heyeti taşıyan özel jet, Ankara Esenboğa Havalimanı’ndan Libya’ya gitmek için havalandıktan 16 dakika sonra iniş için acil durum sinyali gönderdi. Uçakla saat 20.52’de tüm irtibat kesildi. Yapılan araştırmalarda uçağın Haymana ilçesi Kesikkavak Köyü yakınlarında düştüğü tespit edildi. Jandarma ekiplerinin ulaştığı uçak enkazından kimsenin sağ kurtulamadığı belirlendi. Özel jetin iniş için acil durum sinyali göndermesinin sebebi olarak elektrik aksamında yaşanan hata olduğu iddia edildi. Öte yandan Libya’da ölen askerler için 3 gün yas ilan edildi.
Kırım'da Neler Oluyor?
Ukrayna’nın özerk Kırım bölgesinde çekildiği iddia edilen bir görüntü, bu sabah Rus savaş gemilerinden kalkan askeri MI-24 Hind savaş helikopterlerinin Ukrayna hava sahasına girerek Kırım’da Sivastopol havalimanına doğru uçtuğunu gösteriyor. Youtube’a yüklenen bu amatör videoda gözüken helikopterler, yerel medyaya göre Ukrayna Sınır Güvenliği tarafından da teyit edildi. Helikopterlerin radara yakalanmayacak şekilde alçaktan uçarak ilerledikleri gözüküyor. Zete
CHP’den Davutoğlu'na İlk Soru: Çözüm Sürecini Kaç Kişi Biliyor?
“Çözüm sürecini kaç kişi biliyor? Genelkurmay Başkanı’na ne zaman bilgi vereceksiniz?” “Org. Özel’in sözünü ettiği ‘kırmızı çizgiler’ aşıldı mı?” CHP’den Başbakan Ahmet Davutoğlu’na ilk soru önergesi Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’in “Çözüm sürecine ilişkin yol haritasını bilmiyoruz. O çalışmanın içinde yokuz” sözüyle ilgili olarak geldi. CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, Başbakan Davitoğlu’na, ““Çözüm sürecini kaç kişi biliyor? Genelkurmay Başkanı’na ne zaman bilgi vereceksiniz? Org. Özel’in sözünü ettiği ‘kırmızı çizgiler’ aşıldı mı?” diye sordu. Org. Özel: Çözüm sürecini bilmiyoruz! CHP’li Umut Oran, Başbakan Davutoğlu’nun yanıtlaması istemiyle hazırladığı soru önergesinde, Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’in 30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonunda “Çözüm sürecine ilişkin yol haritasını bilmiyoruz. O çalışmanın içinde yokuz. Sadece basından okuyoruz. Kırmızı çizgilerimiz aşılırsa gerekeni söyleriz... Paralel yapı için MİT’ten belge istedik gelmedi” açıklamasını yaptığını anımsattı. TBMM’nin bilmediği “çözüm”ü kaç kişi biliyor? Davutoğlu’na yönelttiği önergede Umut Oran şu sorular yanıt verilmesini istedi: Hükümetinizin yıllardır kapalı kapılar ardında ve TBMM’yi dahil etmeden, muhalefete bilgi vermeden yürüttüğü “çözüm sürecini” kaç kişi bilmektedir? Dışişleri Bakanı iken siz de bu sürece dahil miydiniz? Başbakanlık PKK’yı terör örgütü olarak görüyor mu? Başbakanlık makamı nezdinde PKK halen bir terör örgütü müdür? Genelkurmay’ın neden bilgisi yok? Başbakanlık PKK’yı bir terör örgütü olarak görüyorsa ulusal savunmanın başındaki Genelkurmay Başkanlığı’nın çözüm süreci hakkında bilgisinin bulunmaması nasıl mümkün olmaktadır? Genelkurmay hangi aşamada öğrenecek “Çözüm süreci” hakkında Genelkurmay Başkanı’nı hangi aşamada bilgilendireceksiniz? Kırmızı çizgileriniz nedir? Genelkurmay Başkanı’nın sözünü ettiği “kırmızı çizgiler” nedir, bu kırmızı çizgiler aşıldı mı? “Kırmızı Çizgiler” hakkında hangi plan ve uygulama kararları aldınız?
Perinçek’e Tahliye Veli Küçük’e Ret!
Mahkemeler 19 Ergenekon sanığının tahliyesine karar verdi. Tahliyesine karar verilen son isimlerden biri Doğu Perinçek. Veli Küçük dahil 7 sanığın tahliye talebi ise reddedildi. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Anayasa Mahkemesi'nin 'hak ihlâli' kararı üzerine 7 Mart Cuma akşamı Silivri Cezaevi'nden çıkarken, Ergenekon davasının diğer sanıkları için de tahliyeler gündemdeydi. Özel Yetkili Mahkemeleri kaldıran ve tutukluluk süresini 7,5 yıldan 5 yıla indiren yasanın cuma günü yürürlüğe girmesiyle, 5 yılı aşkın süredir cezaevide bulunan tutukluların tahliyesine kesin gözüyle bakılıyordu. Zira cuma günü birkçok davada benzer tahliye kararları çıkmıştı. Ancak, 13. Ağır Ceza Mahkemesi bugün sürpriz bir karar verdi. Veli Küçük, Doğu Perinçek, Tuncay Özkan, Sedat Peker, Mustafa Levent Göktaş'ın da aralarında olduğu Ergenekon davası sanığı 33 kişinin tahliye taleplerini reddetti. Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, Özel Yetkili Mahkemeleri kaldıran yasanın anayasaya aykırı olduğunu, bu konudaki kararın HSYK tarafından verilmesi gerektiğini söyledi. Özese, bu konuda Anayasa Mahkemesi'ne başvurduklarını açıkladı. Diğer mahkemelerden tahliye kararları Bu karardan kısa bir süre sonra, 13. Ağır Ceza'nın 'tahliye talebi reddedildi' diye açıkladığı isimlerden Tuncay Özkan, Levent Göktaş ve Sedat Peker için tahliye kararı açıklandı. Bu kararı 21. Ağır Ceza Mahkemesi verdi. Mahkeme Tuncay Özkan ve Levent Göktaş'a yurtdışı yasağı koyarken, Sedat Peker'e aldığı ceza miktarını dikkate alarak yasak koymadı. Ardından tahliye taleplerini inceleyen çeşitli mahkemelerden peş peşe tahliye kararları çıktı. Eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur, Emekli Org. Hasan Iğsız, Alaaddin Sevim, Danıştay saldırısı sanığı Alpaslan Aslan, Albay Dursun Çiçek, Eski Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin, Kemal Kerinçsiz, Yalçın Küçük, Teğmen Mehmet Ali Çelebi. gazeteci Merdan Yanardağ, Mehmet Demirtaş, Hikmet Çiçek ve Hasan Atilla Uğur için tahliye kararı verildi. Aralarında Veli Küçük'ün de bulunduğu 7 sanığın tahliye talepleri ise reddedildi. Aslan ve Çiçek cezaevinden çıkamayacak Dursun Çiçek, Balyoz davasından hüküm giydiği için, Alpaslan Aslan da 3 davadan kesinleşmiş toplam 4 yıl 2 ay cezası olduğu için cezaevinden çıkamayacak. Aslan'ın avukatı, bu cezanın yattığı süreden düşülmesini isteyeceğini açıkladı. İlk Tuncay Özkan tahliye oldu Silivri Cezaevinden ilk çıkan isim 1994 gün sonra tahliye olan Ergenekon sanığı Tuncay Özkan oldu. Özkan çıkışta yaptığı açıklamada, '6 yıl sonra zulmün bittiği, özgürlüğe kavuşytuğumuz bir gün olmasını çok isterdim. 6 yıl boyunca çektiğimiz sıkıntıların, gündem olmasını isterdim. Biz kin, husumet, öç alma duygusu içinde asla değiliz' dedi. Tuncay Özkan 1996'dan 2007'ye kadar 5 kez suikast girişimine uğradığını, 2007'de de öldürülmediği için hapse atıldığını söyledi. 'Bugün çıkarken dahi, aldıkları tavır ibretliktir, şeytanla yatağa girdiler, çarpılarak çıktılar' diye konuştu. Bozdağ: HSYK'yı göreve çağırıyorum Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Ergenekon mahkemesinin kararına ilişkin açıklamada, 'İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, kaldırılmış bir mahkemedir. Ortada olmayan bir mahkeme var. Burada görevli hakim ve savcıların görevleri sona ermiştir. Bunlar sadece ellerinde bulunan dosyaları devredebilirler. Bu işlemleri yapabilirler. Karar verme yetkileri yoktur. HSYK'yı göreve çağırıyorum' dedi. Mahkemenin ısrarı 13- Ağır Ceza Mahkemesi, davaya bakan mahkeme. Tahliye talepleri için yetkinin kendisinde olduğunu söylüyor. Sanık avukatları ise, 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin artık yok hükmünde olduğunu, tahliye taleplerinin nöbetçi mahkemelerce karara bağlanması gerektiğini savunuyor. Sanık avukatlarından Celal Ülgen, ilginç bir iddiada bulundu. Ülgen, hafta sonu 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin infaz koruma memurları aracılığıyla Ergenekon sanıkları tek tek tahliye dilekçesi topladığını iddia etti. Ve bu dilekçeler ışığında tahliye taleplerini reddettiği söyledi. Ülgen 'Biz avukatlar olarak mahkemeye böyle bir başvuruda bulunmadık. Bu mahkeme kanunla kaldırıldı. Mahkeme kanuna direniyor. Beni HSYK kurdu o kaldırsın nasıl der? Artık tarihe gömüldüler. Bunlar sadece direnmedir. Bu bir darbedir. Darbeyi yargılayanlar darbe yapmaya çalışıyor. Bazı nöbetçil mahkemeler de tahlliye taleplerine direnebilir.' dedi. Ülgen, tahliyelerle ilgili bir sorun yaşanmayacağını savundu. 'Sorun çıkması için legal bir kurum olmalıdır karşı tarafta. Legal bir kurum yok. Onun için verilen kararın kıymet-i harbiyesi yok' diye konuştu. Al Jazeera'nin görüşünü aldığı bir savcı ise, özel yetkili mahkemelere ellerindeki dosyaları teslim etmeleri için 15 gün süre tanındığını, bu süre içinde yetkinin de kendilerinde olduğunu söyledi. 13. Ağır Ceza'nın 'hayır' dediği isimler Mustafa Levent Göktaş, Mehmet Fikri Karadağ, Özkan Kurt, Ulaş Özel, İsmail Sağır, Mehmet Demirtaş, Hasan Ataman Yıldırım, Levent Ersöz, Muzaffer Tekin, Sedat Peker, Boğaç Kaan Murathan, Semih Tufan Gülaltay, Veli Küçük, Fikret Emek, Kemal Kerinçsiz, Serdar Öztürk, Yalçın Küçük, Aykut Metin Şükre, Ergün Poyraz, İbrahim Şahin, Kemal Aydın, Doğu Perinçek, Mehmet Bedri Gültekin, Turhan Özlü, Erkan Önsel, Hikmet Çiçek, Mehmet Deniz Yıldırım, Hasan Atilla Uğur, Tuncay Özkan, Durmuş Ali Özoğlu, Memet Zekeriya Öztürk, İsmail Yıldız, Oktay Yıldırım. Hukukçuların görüşü: Mete Göktürk - Eski Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Savcısı: 'Özel yetkili mahkemeler kalkınca bu davalar ağır ceza mahkemelerine devredildi. İki mahkemenin aynı suçlara farklı kararlar verebildiğini görüyoruz. Tam bir hukuk karmaşası hakim. Bu kararlara itiraz etmek hâlâ mümkün. Tahliye kararı verilenler çıkacaktır, asıl mağdur olanlar tahliye kararı verilmeyenler.' Yusuf Utku Tekayak - Ergenekon davasından 10 yıl hapis cezası alan Sedat Peker’in avukatı: 'Özel yetkili mahkemeler kalkınca, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yetkisi kalmadı. Artık incelemeleri yapacak olan diğer mahkemeler. 13. Ağır Ceza hâlâ görevli olduğunu söyleyip tahliyeleri reddediyor; ama bunun çözümü başka bir mahkemeyle alakalı değil. Kararı Yargıtay verir. 13. Ağır Ceza’nın tahliyesini reddettiği kişiler de itiraz hakkını kullanmalı. Tutukluluk süresinin 5 yıla inmesiyle zaten 13. Ağır Ceza kendiliğinden tahliye kararı vermeliydi. Burada bir hukuksuzluk var. Anayasa’yı ihlâl ediyor.' Süreç Başbuğ'un tahliyesi ile başlamıştı Mahkemelere, yeni yasanın yanı sıra, İlker Başbuğ'un tahliye gerekçesine atıfta bulunarak yapılan başvurular da vardı. Anayasa Mahkemesi, davada 5 Ağustos'ta açıklanan kararın gerekçesinin hâlâ yazılmadığına, bu nedenle temyiz yolunun kullanılamadığına dikkat çekmişti. Sanık avukatları dilekçelerinde, 'Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edildiği' yönündeki yüksek mahkeme kararının tüm sanıkları ilgilendirdiğini, Başbuğ için verilen tahliye gerekçelerinin kendileri için de geçerli olduğunu belirtti. Cuma gününden itibaren İstanbul Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi'ne bu iki gerekçeyle tahliye talebinde bulunanların sayısı 30'u geçti. Bu isimler arasında Yalçın Küçük, Sedat Peker ve Teğmen Mehmet Ali Çelebi de var. 5 yılı aşkın süredir cezaevinde olan ve müebbet hapis cezası alan gazeteci Tuncay Özkan, yine müebbet alan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, emekli Albay Hasan Atilla Uğur, Muzaffer Tekin, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, Hikmet Çiçek, Mehmet Demirtaş ve Oktay Yıldırım da daha önce tahliye talebinde bulunmuştu. Tutukluluk süresini 5 yıla indiren yasanın yürürlüğe girmesinin ardından, ilk tahliye olan isim, Hrant Dink cinayeti davası sanığı Erhan Tuncel'di. 8 Mart Cumartesi günü de, Zirve Yayınevi cinayetleriyle ilgili davanın beş sanığı tahliye edilmişti. aljazeera.com.tr
Başbakan'dan 5 İsme Suç Duyurusu
Başbakan'dan Ali Fuat Yılmazer, Emre Uslu ve Önder Aytaç, Today's Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş ile Zaman gazetesi yazarı Mehmet Kamış hakkında savcılığa suç duyurusu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , Ali Fuat Yılmazer , Emre Uslu , Önder Aytaç , Today's Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş ile Zaman gazetesi yazarı Mehmet Kamış hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Yılmazer, Uslu ve Aytaç hakkında yurtdışına çıkış yasağı konması istendi. Ali Fuat Yılmazer hakkında suç duyurusu Anadolu Ajansı'nın haberine göre, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kendisine iftira ve hakarette bulunduğu iddiasıyla eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer hakkında suç duyurusunda bulundu. Dilekçede, 'Yılmazer'in yurt dışında taşınmaz satın aldığı, yurt dışına çıkarak, bir daha dönmeyeceği şeklinde duyum alındığı' bildirilerek, Yılmazer hakkında soruşturma yapılması ve yurt dışına çıkış yasağı konulması için mahkemeye başvurulması istendi. Erdoğan'ın avukatları Ali Özkaya, Muammer Cemaloğlu ve Burhanettin Sevencan'ın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği suç duyurusu dilekçesinde, Yılmazer'in, katıldığı televizyon programında açıklamalarda bulunduğu belirtildi. Yılmazer'in, özetle, 'Ergenekon Örgütü Davası olarak bilinen ve içinde 20'nin üzerinde iddianame ile birleştirilen davaların olduğu ana dava, Balyoz, Odatv, İnternet Andıcı, Devrimci Karargah davaları ile bu davalardaki tutuklamaların Başbakan'ın bilgisi ve talimatıyla olduğu; eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, Mehmet Haberal, Hurşit Tolon, Engin Alan, Hanefi Avcı, Ahmet Şık gibi kişilerin Başbakan'ın talimatıyla tutuklandıkları, davaların başından sonuna kadar bizzat Başbakan tarafından yönetildiğini' beyan ettiği anlatıldı. 'Başbakan'ın kimseyi tutuklama veya tutuklattırma yetkisinin olmadığı' vurgulanan dilekçede, Erdoğan'ın, ülkede gerçek bir hukuk devletinin yerleşmesi için çetelerle, örgütlü suç yapılarıyla, vesayet rejimleriyle mücadele edilmesi konusunda soruşturma mercilerine her türlü desteği verdiğine işaret edildi. 'Ergenekon adı altında bir suç örgütünün varlığı' iddiasına ilişkin istihbarat raporları devletin 'üst yöneticilerince' arz edildiğinde, Erdoğan'ın bunlarla ilgili tedbirlerin alınması talimatı verdiği belirtilen dilekçede, İlker Başbuğ'un, 'hükümeti cebren yıkma' iddiasıyla ifadeye çağrılması konusunda Başbakan'ın bilgilendirilmesinin doğal olduğuna dikkat çekildi. Dilekçede, şunlar kaydedildi 'İfadeye çağrılma ayrı şey, ifadeye giden herkesin tutuklanması için bir oluşum yapmak ayrı şeydir. Şüpheli, adı geçen davaların bir kısım sanıklarıyla ilgili ifadeye çağrılma kısmında sunulan bilgiyi kasten çarpıtarak ve belki de yaptığı bir kısım suç teşkil eden fiillerin ortaya çıkması endişesiyle kasıtlı olarak müvekkile iftira atmaktadır. Yaşadığımız günlerde ortaya çıkan yeni bilgiler ve paralel yapılanma iddiaları nedeniyle bu davalarda yargılanan ve haksız yere hapis yattığını ileri süren kişilerin de çokluğu karşısında, şüpheli bu insanları müvekkilime karşı kışkırtmakta ve toplumsal kargaşa çıkmasını istemektedir.' 'Başbakan, Başbuğ'un tutuklanmasının haksızlık olduğunu beya etti' Erdoğan'ın, hukuka uygun yürütüldüğüne inandığı süreçlere sonuna kadar sahip çıktığı, kamu görevlilerini yüreklendirdiği belirtilen dilekçede, ancak bu soruşturmaların 'dalga dalga' yapılması ve 'hukuka aykırı soruşturma yapılıyor ve sahte delil üretiliyor' eleştirisini ciddi bulması üzerine 'Bu dalga dalga operasyonlar milleti boğacak' dediği ve yanlış gördüklerini kamuoyu önünde dile getirdiği hatırlatıldı. Dilekçede, Erdoğan'a, Başbuğ'un ifadeye çağrılacağı bilgisi verildiği, onun da 'Genelkurmay Başkanlığı yapmış emekli bir komutanın ifadeye çağrılması' nedeniyle gerekli insani hassasiyetle davranılması konusunda görüşünü açıklayıp, talimat verdiği anlatıldı. 'Bugün bile Erdoğan'ın anlayamadığı bir şekilde, Türkiye Cumhuriyeti'nin meşru Genelkurmay Başkanı'nın 'terör örgütü kurmak ve yönetmek' iddiasıyla tutuklandığı ve Anayasa'nın 145. ve 148. maddesinin açık hükümlerine rağmen özel yetkili ağır ceza mahkemesinde yargılandığı' kaydedilen dilekçede, Erdoğan'ın, 'Başbuğ'un, terör örgütü kurucu ve yöneticisi olarak nitelendirilerek suçlanmasının haksızlık ve yanlış olduğunu, bunun kabul edilemez bir iddia olduğunu' tüm süreçlerde beyan ettiği aktarıldı. O günlerde bazı gazetelerde ve görsel medyada, Erdoğan'ın bu açıklamalarının eleştirildiği hatırlatılan dilekçede, 'İnternet Andıcı' davasının doğrudan hedefi AK Parti ve partili milletvekillerince kurulan hükümet olmasına ve partinin davaya müdahilliğine rağmen hiçbir duruşmaya katılınmadığı ifade edildi. 'Başbakan, Başbuğ'un tutuklanmasından bile soradan haberdar oldu' 'Erdoğan'ın, Başbuğ'un değil tutuklanmasını istemesi, tutuklanmasından bile sonradan haberdar olduğu' belirtilen dilekçede, 'Yılmazer'in, iftira attığı' kaydedildi ve şu ifadeler kullanıldı: 'Nedim Şener ve Ahmet Şık olayı da aynen buna benzemektedir. Şüpheli ve örgütlü olarak beraber hareket ettikleri bir kısım kamu görevlileri ile basın yayın organlarındaki yandaşlarınca ülkemize özgü, henüz yayınlanmamış, bağlı oldukları hoca ve kamu görevlileri hakkındaki bir kitabın daha matbaadayken basılıp yok edilmesi ve yazarının tutuklanmasına sebep olacak bir süreç işletmiştir. Buna gerekçe olarak da olayla hiç ilgisi olmayan ve kanunlarımızdaki tek istisna hüküm olan Basın Kanunu'nun 25/1. maddesi gerekçe yapılmıştır. Müvekkil Sayın Başbakan, şüpheli ile beraber hareket eden kamu görevlilerinin artık kamu görevi ile bağdaşmayan davranışlara girdikleri ve baş amaçlarının olduğuna dair kendisine arz edilen bilgiler sonucu bir kanaate vararak, şüpheli ile bir kısım kamu görevlilerinin görevinden alınması talimatını vermiştir. Müvekkilimin haberi olmadığı bir konudan iftiraya uğraması ancak suç işleyenlerin suçlarını başkası üzerine yıkma çabası olarak izah edilebilir. Zaten Nedim Şener de hem yayın anında attığı tweetlerle hem de öncesindeki açıklamalarıyla Sayın Başbakan'ın süreçten haberinin olmadığını açıklamıştır.' 'Yılmazer suç iftirasında bulundu' Yılmazer'in diğer kişilerin tutuklanması hususundaki beyanlarında da benzer iftira ve hezeyanlar olduğu kaydedilen dilekçede, Yılmazer'in, 'Tüm tutuklamaları biz yaptık' demesinin 'suç itirafı' olduğuna yer verildi. 'Savcılığın, bu suç itirafından yola çıkarak, bu soruşturmalarda görev alan kamu görevlileri içinde 'paralel bir yapının' olup olmadığını tespit etmesinin beklendiği' bildirilen dilekçede, Yılmazer'in, 'kendisiyle beraber hareket eden örgütlü yapıdan gözleri uzaklaştırmak ve başka kişilere suç atmak gayreti içinde olduğu' ifade edildi. Dilekçede, 'Yılmazer'in yurt dışında taşınmaz satın aldığı, yurt dışına çıkarak, bir daha dönmeyeceği şeklinde duyum alındığı' bildirilerek, Yılmazer hakkında soruşturma yapılması ve yurt dışına çıkış yasağı konulması için mahkemeye başvurulması istendi. Emre Uslu ve Önder Aytaç hakkında suç duyurusunda bulundu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın avukatları, daha önce Twitter hesaplarından yaptıkları paylaşımlar nedeniyle hakkında suç duyurusunda bulundukları Önder Aytaç ve Emre Uslu hakkında soruşturma yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdu. Başvuruda, 'Uluslararası casusluk faaliyeti ile elde edilen gizli görüşme kayıtlarının Youtube'a konulan 'konu başlığı' ve şüphelilerin yürüttükleri psikolojik harp taktikleri içinde kullandıkları 'Başçalan' ismi ile yapılması ve en son bu casusluk olayını da sahiplenmeleri, casusluk faaliyeti hakkında önceden açıklamaları dikkate alındığında, bu suçun da olağan şüphelileri içinde olmaları muhtemeldir' denilerek, 'yurt dışına kaçma ihtimali olan' Aytaç ve Uslu hakkında 'gerekli tedbirlerin alınması' istendi. Erdoğan'ın avukatları Ali Özkaya, Muammer Cemaloğlu ve Burhanettin Sevencan, Twitter hesaplarından 'suç teşkil eden dinlemeleri yayınlamaları' nedeniyle geçtiğimiz günlerde suç duyurusunda bulundukları Aytaç ve Uslu ile ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına dün bir başvuru yaptı. Avukatlar, Aytaç ve Uslu hakkında şikayet konusu soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Bilişim Suçları Soruşturma Bürosu Savcısı Mehmet Ali Ethemoğlu'na verdikleri dilekçede, Uslu ve Aytaç hakkında değişik tarihlerde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduklarını, savcılığın da şikayet konusunu soruşturduğunu belirtti. 'ABD, Belçika, Kanada ve İsrail'e uçak bileti alındı iddiası' 'Son günlerde basın yayın organları ve sosyal medyada, Fethullah Gülen grubuna/örgütüne mensup bazı kamu görevlileri ile gazeteci ve eski polislerin yurt dışına kaçtığı, diğerlerinin de kaçacağı, yarınki seçimden hemen sonrası için ABD, Belçika, Kanada ve İsrail'e uçak bileti aldıklarının konuşulup yazıldığı' ifade edilen dilekçede, şunlar kaydedildi: 'Dün itibarıyla (27 Mart 2014), ülkemizin en kritik ve gizli toplantılarının yapıldığı makamlardan birisi olan Sayın Dışişleri Bakanımızın makamında, Dışişleri Bakanı, Dışişleri Müsteşarı, MİT Müsteşarı ve Genelkurmay 2. Başkanının Suriye ile ilgili çok gizli bir toplantısının ortam dinlemesi yoluyla olduğu söylenen bir şekilde ve 'uluslararası casusluk' faaliyeti kapsamında dinlendiği ve şüphelilerin Twitter hesapları olarak açtıkları ve kullandıkları 'Başçalan' ismi altında, 'Başçalanın Seçim Güdümlü Savaş Planı 1-1, www.youtube.com' adresinden internete servis edildiği görülmektedir. Bu casusluk faaliyeti ile ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma başlattığı basına yansımıştır.'' 'Olağan şüpheliler içindeler' 'Önder Aytaç'ın, bu yayın internete düşmeden bir gün önce, Samanyolu kanalında, Suriye ile savaşa girilme ihtimali olduğu yönünde bilgisinin olduğunu söylediği' ifade edilen dilekçede, 'Uluslararası casusluk faaliyeti ile elde edilen gizli görüşme kayıtlarının Youtube'a konulan 'konu başlığı' ve şüphelilerin yürüttükleri psikolojik harp taktikleri içinde kullandıkları 'Başçalan' ismi ile yapılması ve en son bu casusluk olayını da sahiplenmeleri, casusluk faaliyeti hakkında önceden açıklamaları dikkate alındığında, bu suçun da olağan şüphelileri içinde olmaları muhtemeldir' denildi. Dilekçedenin ekinde, Aytaç ve Uslu'nun 'basına yansıyan bilet örneklerinin' bulunduğu bildirilerek, 'ileride soruşturmaların sonuçsuz kalmaması için şüpheliler ile ilgili gerekli tedbirlerin alınması' talep edildi. Dilekçenin 'şüpheliler' kısmında ise Aytaç ve Uslu'nun yanı sıra, 'berabergoturdukbizbuyollarda.com' adlı internet sitesi içerik sağlayıcıları da yer aldı. Başbakn'ın sesinden dolayı eleştiren tweet atan Bülent Keneş ile Mehmet Kamış hakkında suç duyurusu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, attıkları tweetlerle kendisine hakaret ettikleri iddiasıyla Today's Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş ile Zaman gazetesi yazarı Mehmet Kamış hakkında suç duyurusunda bulundu. Başbakan Erdoğan'ın avukatı Ali Özkaya, Muammer Cemaloğlu ve Burhanettin Sevencan tarafından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verilen suç duyurusu dilekçesinde, Başbakan Erdoğan'ın ses tellerindeki rahatsızlık nedeniyle Van ve Diyarbakır mitinglerinde sesinin farklı çıktığı hatırlatıldı. Keneş ve Kamış'ın, Erdoğan'la 'alay edip aşağılayan' twitler attıkları kaydedilen dilekçede, Erdoğan'ın onur, şeref ve saygınlığını rencide eden, eleştiri ve ifade özgürlüğü sınırlarını aşan paylaşımlarda bulundukları belirtildi. Dilekçede, şüpheliler hakkında 'kamu görevlisine görevinden dolayı aleni hakaret' suçundan dava açılması istendi.T24
25 Soruda Cumhurbaşkanlığı Seçimi; Neden Tartışmalı, Nasıl Yapılacak?
Türkiye peş peşe yapılacak üç seçimlik marotunun birinci etabını 30 Mart'ta geride bıraktı. Marotunun ikinci etabında ağustos ayında Cumhurbaşkanlığı, üçüncü etabında da, Haziran 2015'te yapılacak milletvekilliği genel seçimleri var. 30 Mart yerel seçimlerinde AKP'nin oy dağılımını genel olarak koruması, belediye başkanlığını kaybettiği merkezlerde de belirli düzeyde oy çıkararak 'Türkiye partisi' olduğu iddiasını sürdürmesi Başbakan Tayyip Erdoğan 'ın, ilk defa halkoyuyla belirlenecek Cumhurbaşkanlığı'na aday olup olmayacağı sorularını tekrar gündeme getirdi. Cumhurbaşkanlığı seçiminin paramenter sisteme ilişkin tartışmalar ile hukuki ve siyasi boyutlarını soru ve cevaplarla irdelemeye çalışalım. SİSTEM TARTIŞMALARI 1- Cumhurbaşkanı ilk kez halk tarafından mı seçilecek? Hem evet, hem hayır. Hayır; zira 12 Eylül darbesini yapan Kenan Evren , parlamentodan değil, sandıktan çıkarak, daha doğru ifadeyle kendisini sandıktan çıkartarak Türkiye'nin 7. Cumhurbaşkanı oldu. 7 Kasım 1982'de halkoyuna sunulan 1982 Anayasası'na eklenen Geçici 1. maddeye, ' Anayasanın, halkoylaması sonucu, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olarak kabul edildiğinin usulünce ilânı ile birlikte, halkoylaması tarihindeki Millî Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanı (Kenan Evren), Cumhurbaşkanı sıfatını kazanarak, yedi yıllık bir dönem için, Anayasa ile Cumhurbaşkanına tanınan görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır' hükmü eklendi. Böylece bugünkü Anayasa ile birlikte Kenan Evren'in Cumhurbaşkanlığı da halka onaylatılmış oldu. Evet; Türkiye'de sadece Cumhurbaşkanı'nı seçmek için bir halkoylamasına gidilmedi. 1982'de yapılan, Anayasa için gidilen referandumun içine Kenan Evren'i 'plebisit' bile sayılamayacak bir usulle yerleştirmekti. Diğer yandan 1982 referandumu yasaklıydı, o kadar ki Anayasa'ya hayır oyunu simgeleyen mavi renklerin gazetelerde kullanılması bile fiilen yasaklanmıştı. 2- Ağustos ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminin en önemli boyutu seçimi halkın yapacak olması mı? Evet. Cumhurbaşkanı için gerçek bir halk oylaması cumhuriyet tarihinde ilk kez yapılacak. Türkiye anayasalarının 'tepkisel' olma özelliği Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesine ilişkin anayasa değişikliğine de yansıdı. 3- Anayasaların tepkisel olma özelliği ne demek? Kendilerinden önceki dönemin sorunlarına odaklanan hükümlerle inşa edilmeleri demek. Örneğin 12 Eylül darbesini yapan generallerin son biçimini verdiği 1982 Anayasası, 1980 darbesi öncesindeki istikrarsız dönemin önemli nedenlerinden birini 'yürütme organının güçsüzlüğünde' görmüştü. Bu noktadan hareket edilince yürütme organını yer yer yasama organına rağmen güçlendiren, nihayet parlamenter sistemi zorlayan bir cumhurbaşkanı modeli Aayasa'ya yerleştirildi. 1982 Anayasası'nın diğer önemli tepkisel özelliği, 1980 öncesindeki sorunların önemli bir nedeni olarak özgürlükleri görmesi ve buradan hareketle devleti korumaya yönelirken temel hak ve özgürlükler alanını anabildiğine daraltması oldu. Böylece, defalarca değiştirilmesine rağmen Türkiye'nin ihtiyaçlarına çağdaş değerlere uydurulamayan bir anayasa ortaya çıktı. 4- Cumhurbaşkanını halkın seçmesine yönelik anayasa değişikliği neden 'tepkisel olma' özelliği taşıyor? TBMM Nisan 2007'de Türkiye'nin 11. Cumhurbaşkanı'nı seçmek üzere toplandığında askerde hareketlilik gözlendi. Sonunda AKP adayı Abdullah Gül 'ün seçilmesi kesin olan oylama turlarının ilkinin yapıldığı günün akşamı Geelkurmay Başkanlığı 'e-muhtıra' olarak bilinen 27 Nisan bildirisini yayımladı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt , kendisinin kaleme aldığını duyurduğu bu bildireden yaklaşık iki hafta önce de 'sözde değil, özde Atatürkçü bir cumhurbaşkanı istediklerini, başkomutan olması nedeniyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kendilerini ilgilendirdiğini' öne sürmüştü. Cumhurbaşkanlığı seçimi için parlamentoda ilk tur oylamanın yapıldığı 27 Nisan'da gece yarısına doğru yayımlanan bu bildiriyi, oylamanın CHP tarafından Anayasa Mahkemesi'ne götürülmesi izledi. CHP, eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu 'nun görüşü doğrultusunda Cumhurbaşkanı seçimi için yapılan ilk tur oylamada karar yeter sayısı olan üçte iki çoğunluğun (367) toplantı için de yeter sayı olması gerektiğini öne sürdü. Bir başka deyişle; TBMM Genel Kurulu'nun, Anayasa uyarınca birinci turda cumhurbaşkanını en az 367 milletvekilinin oyuyla seçebileceği, bu nedenle Genel Kurul'un toplanması için de en az 367 milletvekilinin hazır bulunması gerektiği öne sürüldü. CHP bu görüşten hareketle, birinci tur oylamanın yapıldığı Genel Kurul toplantısının, 367 milletvekili bulunmadan açıldığını öne sürerek, iptal edilmesini istedi. Anayasa Mahkemesi de '367 kararı' olarak bilinen kararıyla bu talebi kabul etti. 4- Anayasa Mahkemesi'nin kararı ne anlama geliyordu? Aslında bu durum, Cumhurbaşkanlığı seçim turlarının, muhalefet milletvekilleri Genel Kurul'a katılmadan başlayamayacağı anlamına geliyordu. Zira AKP'nin 367 milletvekili yoktu. Bu karar üzerine parlamentodan 22 Temmuz 2007 tarihi için erken seçim çıkartan AKP Hükümeti, 'madem cumhurbaşkanını parlamentoda seçtirmiyorsunuz, biz de halka gideriz' görüşünden hareketle Cumhurbaşkanı'nı halkın seçmesini öngören bir anayasa değişikliği yapmaya karar verdi ve Ekim 2007'de yapılan referandumla bu değişiklik Anayasa'ya girdi. 5- Anayasalar ve değişikliklerin tepkisel olmasının sakıncası var mı? Evet! Anayasalar, devletin temel yapısı ile hak ve özgürlükler düzenini belirleyen çerçeve metinler olarak çok değiştirilmesi öngörülmeyen 'ana' yasalardır. Bu nitelikleriyle geçmişe odaklanmaktan çok, ama geçmişin birikimiyle geleceğin ihtiyaçlarını öngören metinler olması beklenir. Nitekim aynı anayasa değişikliği referandumuyla milletvekili seçimlerinin süresi 5 yıldan 4 yıla çekildi, ancak aradan uzun bir süre geçmeden Başbakan Erdoğan 'Hata yaptık' dedi. 6- Cumhurbaşkanını halkın seçmesi neden tartışmalı? Bu değişiklik de askerin Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale girişimi ve Anayasa Mahkemesi'nin 367 kararına tepki olarak Anayasa'ya sokuldu. Böylece mevcut yetkileriyle zaten parlamanter sistemi alabildiğine zorlayan, tek başına yaptığı işlemlerde bile siyasal sorumluluğu bulunmayan Cumhurbaşkanı'nın konumu daha da güçlendirilmiş oldu. 1982 Anayasası'nda, yürütmeyi güçlendirme eğilimiyle ve o makama darbenin lideri Kenan Evren'in oturacağı da düşünülerek, parlamenter sistemin öngördüğü 'yetkisiz ve yetkisiz olduğu için sorumsuz cumhurbaşkanı' modeli zorlandı. Sonuçta ortaya 'yetkili, ama sorumsuz bir cumhurbaşkanı' modeli ortaya çıktı. Halkoyu ile seçilme bu çarpıklığı daha da artırmış bulunuyor. Anayasa'ya göre 'partiler üstü, tarafsız konumda' olması gereken cumhurbaşkanı partilerin yürüteceği seçim kampanyalarıyla seçilecek. 7- Parlamenter sistemde halkoyuyla seçilmiş bir cumhurbaşkanı ne gibi sorunlar çıkarabilir? 1982 Anayasası'ndaki yetkilerle ve halkoyuyla seçilmiş, siyasal sorumluluğu bulunmayan bir cumhurbaşkanı, siyasi sorumluluğu üstlenen hükümeti bazı noktalarda, atama, kararname ve yasama süreçlerinde kilitleyebilir. Aslında AKP, parlamentoda en az 367 kişinin katılacağı toplantıya imkân verecek bir uzlaşmanın sağlanamamasına tepki olarak cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi esasını getirdi. Ancak bu kez de halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanıyla ile yine halkoyuna dayanan başbakan arasında büyük uzlaşmazlıklar yaratabilecek melez bir sistem ortaya çıkmış oldu. Üstelik seçilme usulü nedeniyle cumhurbaşkanı iktidar partisinden (dolayısıyla başbakandan) çok daha yüksek bir halk desteğine sahip olabilecek. Zira cumhurbaşkanı ilk turda salt çoğunluğun, ikinci turda da kullanılan oyların çoğunluğunun oyuyla seçilebilecek. 50 milyon seçmen ve katılımın yüzde 80 (40 milyon) olduğu bir halkoylaması varsaydığımızda ilk turda seçilmiş bir cumhurbaşkanı 20 milyondan fazla seçmenin desteğini almış olacak. (İkinci turda olası ittifaklar bu sayıyı artırabilir). Örneğin AKP, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde yaklaşık 16,5 milyon, seçmen sayısı ve katılım oranı örneğimize paralel olan 12 Haziran 2011 seçimlerinde 21 milyon 400 bin oy aldı. AKP'nin seçmen desteğinin Türkiye'deki ortalamanın çok üzerinde olduğu da düşünüldüğünde, genel olarak iktidar partilerinden daha fazla seçmen desteğine sahip, dolayısıyla hükümetlerle çekişme ihtimali yüksek bir cumhurbaşkanı modeli getirildiğini söyleyebiliriz. 8- Köşk-Hükümet çekişmesi dışında da pratik sorunları olan bir süreç karşısında mıyız? Evet. Sistemin temel sorunu cumhurbaşkanıyla hükümetin çekişme ihtimalinin yüksek olması. Ancak başka pratik sorunlar da var. Türkiye, Anayasa'daki 'sorumsuz' statüsü devam eden bir cumhurbaşkanını halkın seçeceği bir sürece giriyor. Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu, yetkisizliğine dayanıyor. Dolayısıyla seçmene hitap eden icraat yapma yetkisi ve imkânı bulunmayan bir cumhurbaşkanı nasıl bir seçim kampanyası yürütecek, halktan ne vaat ederek oy isteyecek? Örneğin 'temel eğitimi şu kadar yıla çıkaracağım', 'emekli aylıklarını artıracağım', 'dış politikayı şu çizgiye getireceğim', 'yeni vergi düzeni kuracağım' gibi vaatlerde bulunamayacağına göre kampanya dönemi de bu 'melez sistem'e özgü olacak. Gerçekte, 'tarafsız Cumhurbaşkanlığı' için seçim kampanyalarını aday gösteren partiler yürütecek. 9- AKP bu süreci öngöremedi mi? Görememiş olamaz. Ancak AKP, özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanını halka seçtirme planını, başkanlık sistemine geçiş projesinin bir aşaması olarak değerlendirdi. Ve bu 'melez sistem'in başkanlığa evrileceğini düşündü. TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı ve Anayasa Hukuku Profesörü AKP'li Burhan Kuzu da, tartışmalar sırasında bu planı telaffuz etmişti. Ancak AKP TBMM'de parlamenter sistemi başkanlık ya da yarı başkanlık sistemine çevirecek sandalyeye sahip olmadığı için daha önce parlamenter sistem içinde fazla güçlü bulduğu Cumhurbaşkanlığı'nın pozisyonununu daha da güçlendirmiş oldu. HUKUKİ SÜREÇ 10- Cumhurbaşkanı Gül'ün görev süresi ne zaman dolacak? Seçilmesini izleyen yedinci yılın sonunda. Bir başka deyişle, 28 Ağustos 2007'de 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilen Abdullah Gül'ün görev süresi -tartışmalı olmakla birlikte- Anayasa uyarınca 28 Ağustos 2014'te bitecek. 11- Neden tartışmalı? Zira 2007'de referandumla yapılan değişikliğin sonucu olarak Anayasa'da 'Cumhurbaşkanı'nın görev süresi beş yıldır' hükmü var. Dolayısıyla Gül'ün süresinin de Anayasa'nın emredici hükmü doğrultusunda, yani 5. yılın sonunda bitmesi gerekirdi, görüşü ortaya atıldı. Bu tartışmanın sonunda, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu'na 'geçici madde' eklendi ve 'Onbirinci Cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldır' dendi. Böylece 'Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır' hükmü bulunan Anayasa'dan üstün bir yasa yaratılmış, 'Anayasa'nın üstünlüğü' ilkesi ihmal edilmiş oldu. 12- Eski anayasa hükmüne göre seçilmiş Cumhurbaşkanı'nın görev süresi de o hükme göre düzenlenemez mi? Evet, bu yönde de görüşler oldu. AKP ve hükümet sözcüleri de bu görüşü savundu. Ancak burada önemli bir çelişkiye düşüldü. Eski Anayasa hükmüne göre seçilmiş cumhurbaşkanının süresini, anayasa değişikliğiyle bu süreyi beş yıla indirmelerine rağmen, 'yedi yıl' olarak düzenlediler. Oysa aynı anayasa değişikliğiyle milletvekilliği süresi de beş yıldan dört yıla indirildi, ancak eski hükme göre seçilmiş milletvekilleri için 'süreleri beş yıldır' denmedi! 22 Temmuz 2007 seçimleri yapılırken o sıradaki Anayasa hükmüne göre 5 yıllığına seçilen milletvekillerinin süresi, Ekim 2007'deki Anayasa değişikliğiyle 4 yıla indirildi. Yani aynı referandumda yapılan iki anayasa değişikliği var ve 'cumhurbaşkanı için görev süresi eski anayasaya göre', milletvekilliği için 'görev süresi yeni anayasa değişikliğine göre' düzenlenmiş oldu! 13- Cumhurbaşkanı nasıl seçilecek? Anayasa ve Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu'na göre halkoyuyla yapılacak. Birinci turda kullanılan oyların salt çoğunluğunu alan aday Türkiye'nin 12. Cumhurbaşkanı olacak. Eğer ilk turda hiçbir aday salt çoğunluğun oyunu alamazsa, ikinci tura, birinci turda en çok oy almış iki aday katılacak. Bu turda geçerli oyların çoğunluğunu alan aday cumhurbaşkanı seçilmiş olacak. İkinci turda adaylardan birinin çekilmesi veya vefatı gibi bir durum olursa, yerine ilk turdaki adaylar içinde en çok oy alan kaydırılacak. 14- Turlar arasında ne kadar bir süre bulunacak? İki hafta. İlk turda hiçbir aday kullanılan oyların salt çoğunluğunu alamazsa, ikinci tur, birinci turu izleyen ikinci pazar günü yapılacak. 15- Kimler aday olabilecek? Anayasa'ya göre, 'Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları arasından' seçilecek. 16- Nasıl aday gösterilecek? Cumhurbaşkanlığına aday gösterme yetkisi TBMM çatısı altında toplanmış durumda ki, adaylığa ilişkin bu sınırlamayı da eleştirenler oldu. Cumhurbaşkanlığı'na 'Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri içinden veya Meclis dışından aday gösterilebilmesi yirmi milletvekilinin yazılı teklifi' ile mümkün. Ayrıca, en son yapılan milletvekili genel seçimlerinde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında yüzde 10'u geçen siyasi partiler ortak aday gösterebilecek. 17- Cumhurbaşkanı kaç yıllığına seçilecek? 5 yıllığına ve iki kez seçilebilecek. 18- Cumhurbaşkanlığı seçim süreci ne zaman başlayacak? Anayasa ve Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu uyarınca, mevcut cumhurbaşkanının görev süresinin bitmesinden önceki 60 gün içinde seçim sürecinin tamamlanması gerekiyor. Abdullah Gül 28 Ağustos 2007'de cumhurbaşkanı seçildi. Buna göre, cumhurbaşkanı seçim süreci 28 Haziran'da başlayacak ve 28 Ağustos 2014 tarihine kadar bitmiş olacak. 19- Seçim ne zaman yapılacak? Seçim takvimini belirleme yetkisi olan tek organ konumunda bulunan Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından henüz ilan edilmiş resmi bir takvim yok. YSK'nın, resmen ilan etmemekle birlikte ilk tur için 10 Ağustos, gerek olursa ikinci tur için de 24 Ağustos tarihlerini öngördüğü biliniyor. YSK Başkanı Sadi Güven , bir tarih planladıkarını, ancak çalışmaları sürdürdüklerini açıklamıştı. YSK'nın açıklayacağı seçim takvimi, geçici ve kesin adaylık sürelerini de içerecek. 20- Yurtdışındaki Türk vatandaşları da oy kullanabilecek mi? Evet. YSK Başkanı Güven'in verdiği bilgilere göre, 500'ün üzerinde Türk seçmenin yaşadığı 56 ülkedeki 118 temsilcilikte sandık kurulacak. 500'ün altında seçmen bulunan ülkeler düşünüldüğünde 126 ülkeye sandık kurulacağını hesaplayan YSK, bu sayıyı pratik bulmadığı için 56 ülkeyle yetinilecek. Yurtdışında oylama süresi 4 gün olacak. Bu ülkelerdeki oylar tutanağa nakledilecek, daha sonra 'saklama kurulları'nca torbalara konarak mühürlenecek ve Türkiye'ye gönderilecek. 21- Cumhurbaşkanı adayları yardım alabilecek mi? Belli sınırlamalar dahilinde, evet. Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanuu'na göre, 'adaylar, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan, tüzel kişilerden ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek kişilerden bağış ve yardım alamayacaklar.' Bunun dışında 'her bir kişinin adaylara yapabileceği nakdî yardım miktarı, her bir tur için en yüksek devlet memuruna mali haklar kapsamında fiilen yapılmakta olan her türlü ödemelerin bir aylık brüt tutarını' geçemeyecek. Adayların 'ödünç niteliğinde para kabul edemeyeceğini' de hükme bağlayan kanuna göre, nakdî yardımlar makbuz karşılığında alınarak 'seçim hesabı'na yatırılacak ve başka bir amaç için kullanılamayacak. Kanun ayrıca, adayların YSK tarafından belirlenecek adaylık başvurusu süresi içinde mal bildiriminde bulunmalarını ve 'seçilen' adayın mal bildiriminin, seçim sonuçlarının kesinleşmesinin ardından Resmî Gazete'de yayımlanmasını öngörüyor. 22- Oy pusulası nasıl olacak, oylar nasıl kullanılacak? Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu uyarınca, oylamalarda kullanılacak filigranlı birleşik oy pusulasında “Cumhurbaşkanı Adayları” ibaresi ile YSK tarafından çekilen kuraya göre sırası belirlenen adayların adı ve soyadı yer alacak. Seçmen, sandık kurulunca kendisine verilen birleşik oy pusulası ve “Evet” ya da “Tercih” yazılı mührü oy pusulasında tercih ettiği adaya ait özel daire içine basmak suretiyle kullanacak. SİYASİ SÜREÇ 23- Tayyip Erdoğan'ın aday olma değerlendirmesini neler etkileyebilir? Erdoğan'ın 'halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı' olmak istediği AKP içinde de konuşuluyor. Ancak diğer yandan, özellikle 17 Aralık sürecinden sonra oğlu Bilal Erdoğan 'ı da kapsayan soruşturma sürecinde hükümet başkanı olarak attığı adımları (Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu değişikliği, polis ve yargıdaki tayinlerv.s), Köşk'te atamama ihtimali Erdoğan'ın kararını etkileyebilir. Çankaya'ya çıkınca ANAP'a hakim olamayan Turgut Özal ve DYP'ye hakim olamayan Süleyman Demirel tecrübesi AKP'de de konuşuluyor. 24- Erdoğan'ın Köşk'e çıkması durumunda Gül Başbakan olabilir mi? Hayır. Zira Anayasa'nın 109. maddesine göre 'Başbakan, Cumhurbaşkanınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri arasından' atanabiliyor. Gül Köşk'ten indiğinde, hemen milletvekili olmayacağı için Başbakan olarak atanamayacak. 25- 2003 yılında Tayyip Erdoğan için işletilen 'ara seçim' formülüyle Gül milletvekili olamaz mı? Hayır. Yine Anayasa'ya göre, genel seçimlere bir yıl kala ara seçim yapılamıyor. Gül Ağustos ayında Köşk'ten indiğinde, Haziran 2015'te yapılması gereken genel seçimlere yaklaşık 10 ay kalmış olacak. Ara seçim mümkün olsaydı bile, seçim takvimi v.s gibi süreçler nedeniyle, yeni cumhurbaşkanının görevlendireceği bir ismin hükümeti kurarak başbakanlığı üstlenmesi gerekecekti. Gül'ün başbakanlık için 'TBMM üyesi' olmasını sağlayacak anayasa değişikliği haricindeki ve 'sıra dışı' tek imkân, önce parlamento dışından bakan yapılarak 'TBMM üyesi' statüsüne kavuşması olabilir. Ancak bu süreçte de, Erdoğan'dan sonra yeni hükümeti kuracak bir 'başka' başbakan gündeme gelecek. Elbette bu cevaplar, Erdoğan'ın, Köşk'e çıkması durumunda, Abdullah Gül gibi 'özgül ağırlığı' bulunan bir Başbakan'la çalışmak isteyip istemeyeceği yolundaki ihtimalleri ihmal ediyor.T 24
'Başörtüsü ve Namaz Konusunda Hatalarımız Oldu'
İlker Başbuğ: 'Savaşta, cephedeki mevzide ateist yoktur' sözü doğrudur, mevziye girince kimse ateist olmaz, dua eder Ergenekon davasında tahliye olan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ , özeleştiri yaparak, başörtüsü ve namaz konularında o dönemde hata yaptıklarını söyledi. 'Bizim de hatalarımız oldu' diyen Başbuğ, 'Mesela şehidimiz olduğu zaman gidiyoruz, şehidimizin başı örtülü annesinin elini öpüyoruz, ona anne diyoruz, sarılıyoruz, acısını yürekten paylaşıyoruz. Ama o anneler yemin törenine geldiklerinde başları örtülü diye içeri almıyoruz. İşte bu bizim çelişkimiz ve hatamız' ifadelerini kullandı. Milliyet gazetesinden Fikret Bila 'ya konuşan Başbuğ, “'Savaşta, cephedeki mevzide ateist yoktur' sözü doğrudur, mevziye girince kimse ateist olmaz, dua eder' dedi. Başbuğ, 'Biz cenazeye gidiyoruz ama namaz sırasında ayrılıyoruz ve kenarda duruyoruz. Bu da hatalı bir davranıştı. Sonra bu hatadan dönüldü' diye belirtti. İlker Başbuğ'un Fikret Bila'ya verdiği söyleşiden satırbaşları şöyle Başbuğ Paşa, Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet gazetesine bomba atılması olaylarında yer alan sanıklar hariç Ergenekon davası sanığı silah arkadaşlarının suçsuz olduğuna inanıyor. Balyoz davasının çökmüş olduğunu kamuoyunun da anladığını belirttikten sonra, bu iki davayla gündemin alt sıralarında kalan “Casusluk davası”nın da özellikle Deniz Kuvvetleri ağırlıklı zorlama bir dava olduğu inancını koruyor. Basının ve kamuoyunun bu davanın da üzerine eğilmesi gerektiğini vurguluyor. Dikkatimi çeken bir yön de İlker Paşa’nın olayları değerlendirirken TSK’ya yönelik haksız suçlamalara yanıt verdiği kadar, açık bir özeleştiri yapmasıydı. “Bizim de çelişkilerimiz, hatalarımız oldu” diyerek, sürdürdü özeleştirisini. Din konusu Eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ, TSK’ya din konusunda haksız eleştiriler yöneltildiğini vurgulayarak değerlendirme yapmaya başladı. “TSK’ya dine uzak hatta dinsiz” diye yapılan eleştirilerin haksızlık olduğunu hatta zaman zaman psikolojik harekata dönüştürüldüğüne dikkat çekerek şöyle konuştu: “Böyle bir şey olabilir mi? Ben daha önce de söyledim Peygamber ocağı dediğiniz bir kurumdur ordu. Dinsizlik söz konusu olabilir mi? Allah Allah diye taarruz eden bir ordudan, gemilerinin direğinde Kuran-ı Kerim bulunan bir ordudan söz ediyoruz. Bu TSK’ya yöneltilen en haksız eleştiridir. Türk ordusunu bu şekilde suçlamak kabul edilemez, bizler bu ocağın içinde büyüdük, yaşadık. Ben sorumlu olduğum her kademede çok hassas davranmış, gerekli imkanların sağlanmasına özen göstermişimdir.” Başbuğ Paşa din ve inanç konusunu açıklarken “çok beğendiğim ve sık tekrarladığım bir söz vardır” diye devam etti : 'Savaşta, cephedeki mevzide ateist yoktur' “Evet” dedi İlker Paşa, “bu söz doğrudur, mevziye girince kimse ateist olmaz, dua eder” diye ekledi. 'Hatalarımız yok muydu?' Başbuğ, bu değerlendirmeyi yaptıktan sonra, “Peki bizim çelişkilerimiz, hatalarımız yok muydu” diye sordu ve şöyle devam etti: “Evet, elbette vardı. Bizim de hatalarımız, çelişkili tutumlarımız vardı. Mesela şehidimiz olduğu zaman gidiyoruz, şehidimizin başı örtülü annesinin elini öpüyoruz, ona anne diyoruz, sarılıyoruz, acısını yürekten paylaşıyoruz. Ama o anneler yemin törenine geldiklerinde başları örtülü diye içeri almıyoruz. İşte bu bizim çelişkimiz ve hatamız. Bunu ben de görevli olduğum dönemde arkadaşlarımla konuştum. Bir çözüm bulmalarını istedim. Törende bir protokol bölümü olur, oradakiler görevleri gereği oradadır, ama annelerin, babaların törene katılacağı yer de olur. Keza bir başka çelişki, bir başka hata, cenazeye gidiyoruz ama namaz sırasında ayrılıyoruz ve kenarda duruyoruz. Bu da hatalı bir davranıştı. Sonra bu hatadan dönüldü.' Ordunun milli vasfı Başbuğ, TSK ile ilgili olarak yaşamsal derecede önemli bulduğu özelliklere de değindi. Başbuğ’a göre, TSK’nın en önemli özelliği “milli ordu” olması. İlker Paşa, geleceğe dönük olarak “TSK milli ordu vasfını kaybetmemeli” vurgusu yaparak, şöyle devam etti: “Türk ordusu milli ordu olma vasfını kaybetmemelidir. Bir ordu milli ordu olma vasfını nasıl kaybeder? Üç şekilde kaybeder: 1 - Etnik farklılıkların girmesi, 2 - Mezhep farklılıklarının girmesi, 3 - Liyakatin kaybolması. Eğer orduya bu farklılıklar girer, liyakat yerine başka ölçüler esas alınırsa, ordunun emir-komuta düzeni de, görevinin gerektirdiği yapısı da bozulur, dağınıklık başlar. Bu nedenle Türk ordusunun milli vasfını koruması, kaybetmemesi hayati önemdedir. En çok dikkat edilmesi gereken husus budur.” 3 iddia, 3 yanıt Başbuğ, Ergenekon davası bağlamında şahsına ilişkin olarak yöneltilen üç iddiayı yanıtlarken, esasın siyasilerce de ifade edildiği gibi “kumpas”tan oluştuğunu da sık sık vurguladı. Yargılanmasıyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: “Benim üzerime üç konuyla ilgili olarak geldiler. İddiaları şunlardı: 1 - Basın toplantısında boş olan LAW silahına “boru” dedi. 2 - İrticayla Mücadele Eylem Planı’na “kağıt parçası” dedi. 3 - İnternet andıcıyla internet siteleri kurdu. Bu üç iddia da gerçek değildir. Bu iddialara dayanarak dava açıldı, terör örgütü üyesi denildi. Bu iddialar da suçlamalarda yasal ve hukuki dayanaktan yoksun, komik suçlamalardı. Bir kere şunu söyleyeyim, o basın toplantısında neler dediğime tekrar tekrar baktım. Ben “boru” sözcüğünü kullanmamışım bile. Benim boş LAW malzemesini göstermekteki amacım, kullanılmış, içi boş bir LAW askeri malzemenin gömülmesinin, saklanmasının saçma olduğunu göstermekti. Bu işten anlayan biri, bir subay boş, kullanılmış bir sarf malzemesini gömmez, bunun bir daha kullanılmayacağını bilir. Bu malzeme bir defa kullanılır, onun için silah değil sarf malzemesi olarak adlandırılır. Bunu göstermek istedim. Bir SAT komandosu bunu niye gömsün, niye saklasın, zaten bu tür malzemeleri depolarında, kullanabilecekleri yerler de var. Fakat bunu dillerine doladılar ve bir suçlamaya dönüştürdüler. İkincisi ben basın toplantısında İrticayla Mücadele Eylem Planı’na kağıt parçası dedim. Çünkü bir fotokopiydi. Ancak fotokopi diye ciddiye almamazlık da yapmadım. Ben bununla ilgili haber çıktığı gün askeri savcılığa bunu soruşturun dedim ve aynı gün soruşturma başladı. İnternet siteleri meselesine gelince bildiğiniz gibi bu siteleri kapatan benim, yeni açılmış bir iki siteyi de kullandırmadım, aktif hale getirtmedim. Bütün olay bu. Bunların belgeleri, tarihleri de belli zaten.” Yargılama süreci İlker Paşa, bütün yargılama süreci için üç kritik nokta bulunduğunu ve bunların aydınlatılması halinde resmin bütününün ortaya çıkacağını düşünüyor. Bu noktaları şöyle ifade etti: “1- Birinci konu Erzincan’daki olaydır. İlhan Cihaner olayı olarak biliniyor. Erzincan’da başsavcı olarak yürüttüğü soruşturma çok önemli. Erzincan’da ne oldu sorusunun cevabını bulmak gerekiyor. 2- İkincisi Kayseri’deki bir soruşturmadır. Pek kamuoyunun gündemine gelmedi. Orada garnizon komutanın bir genelge yayımlayıp askerlerin bazı yerlere gitmelerini yasakladığı ifade edildi. Bu konu soruşturuyordu. Bu tahminin gerçek olmadığı anlaşıldı. Garnizon komutanının öyle bir genelgesi yok. Orada ihbarda bulunan sivil kişiler vardı. Bunlar kimlerdi? Bunlar bulunamadı. Kaçtılar. Bu konunun da aydınlığa kavuşturulması gerekiyor. 3- Üçüncüsü Gölcük’te bulunan CD meselesidir. Bu CD’yi ve diğer malzemeleri oraya kim veya kimler koydu? Bu açıklığa kavuşursa, sürecin ne olduğu da ortaya çıkar.” İhbar eden subay nerede? Başbuğ’un dikkat çektiği bir konu da İrticayla Eylem Planı’nın imzalı halini İstanbul Başsavcılığı’na bir ihbar mektubuyla gönderen kişinin kim olduğu. Bu konuda şöyle konuştu: “Eylem Planı’yla ilgili haber 12 Haziran 2009’da yansıdı. Ben aynı gün askeri savcılığa soruşturun dedim ve soruşturma başladı. Eldeki belge fotokopiydi. Sonra ekim ayında biri ıslak imzalı belgeyi ihbar mektubuyla savcılığa gönderdi. Ayrıca belgeyi 12 Haziran günü dosyadan aldığını söyledi. Bu kişinin bir subay olduğu anlaşılıyor. Peki 12 Haziran’da bu ıslak imzalı belgeyi edindiyse ekim ayına kadar niye bekledi? Kaldı ki, bu ihbarcı tanık olabileceğini, mahkemeye gelip anlatabileceğini söyledi. Ama tanık olarak çağrılmadı? Neden? Madem davanın esasını oluşturan belgeyi gönderdiğini ve tanık olabileceğini söylüyor neden çağrılmadı? Bu soruların cevapları da çok önemlidir.” Başbuğ, Ergenekon ve Balyoz davalarına göre arka planda kalan ama en az onlar kadar mağduriyet yarattığına inandığı bir davanın da İzmir’de görülen ve kamuoyuna “Casusluk davası” olarak yansıtılan dava olduğunu söyledi, şu değerlendirmeyi yaptı: ‘Tıpkı kozmik oda gibi’ “Bu davada 350 kişi var, bunların 316’sı subay. Aralarında 9 tane de general ve amiral var. Büyük ölçüde Deniz Kuvvetleri’ni hedef alan ve mağdur eden bir dava. Bu dava da esas itibarıyla Balyoz’da, Ergenekon’da örnekleri görüldüğü gibi dijital düzmece verilere dayanıyor. Bu davayla ilgili ihbar da yine ABD’den eposta ile gönderilmiş bir ihbar mektubuna dayanıyor. Tıpkı kozmik oda olayında olduğu gibi ABD’den gönderilmiş bir e-posta. Kozmik odaya varan süreçte Çukurambar’da içinde şüpheli şahısların bulunduğu ihbarına dayanıyordu. Hadi arabadan ve içindekilerden şüphelendiniz ama Bülent Arınç’a suikast yapabilirler iddiasını nasıl çıkardınız ve oradan kozmik odaya kadar geldiniz? Ayrıca önce soruşturmayı başlatan savcı bir suç unsuru bulamıyor. Ve o savcı hemen görevden alınıyor. Yerine gelen savcı ise geldiği günün ertesinde daha dosyayı inceleyemeden operasyonu başlatıyor. ‘Babasını ziyaret edeceğim’ Bu davada çok sayıda alt rütbedeki subay mağdur durumda. Henüz gençler, çocukları küçük. Aileleri zor durumda. Maddi olanakları sınırlı. Bu subaylarla, aileleriyle, çocuklarıyla ilgilenmek de bizim görevimiz. 18 Nisan’a İzmir’e gideceğim. Cezaevinde silah arkadaşlarımı ziyaret edeceğim. Tabii sessiz çığlık olarak anılan aileleri ziyaret edeceğim. Bana Ankara’da sarılarak o mektubu veren 10 yaşındaki kızımız Sabiha Gökçen Kışkan’ın babası binbaşıyı da ziyaret edeceğim. ‘Arkadaşlarıma üzülüyorum' Başbuğ Paşa, cezaevindeki arkadaşları için üzüldüğünü de sık sık belirtti. Özellikle askeri liseden sınıf arkadaşı olan Hurşit Tolon’un tahliye edilmemiş olmasına dikkat çekti. Tolon’un bir konferans için gittiği Malatya’da Zirve cinayetleri olayına sokulmak istenmesine tepki gösteriyor. Atatürk kitabından film İlker Paşa’nın projeleri arasında cezaevinde yazdığı Atatürk kitapları var. (20. Yüzyılın En Büyük Lideri: Mustafa Kemal, 20. Yüzyılın En Büyük Lideri: Atatürk). Yazdığı kitaplar içinde en çok Atatürk kitabını önemsediğini vurgulayan Başbuğ, bu kitaptan yazılacak bir senaryo ile Atatürk’le ilgili bir film veya dizi film çekilebileceğini düşünüyor. Bu konuyla ilgili önerileri değerlendiriyor, bazı temaslar sürdürüyor.T24