Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Neyin Savaşı? | Özgür Mumcu | Cumhuriyet
Ortadoğu’da yaşananları Avrupa’nın 30 yıl savaşlarına benzetmeyeni dövüyorlar. Batılı hükümet yetkilileri, gazeteciler, akademisyenler giderek artan bir sıklıkla Irak ve Suriye merkezli bu savaşı, 17. yüzyıl Avrupa’sının haline denk görüyor.
Mezhep farklılıkları üzerinden yürür gözüken bu uzun savaş, Westfalya Barışı ile yani Avrupa’da modern anlamda egemen devlet anlayışının yerleşmesiyle sonuçlanmıştı.
Elbette bu benzetmenin birçok başka benzetme gibi çok eksiği gediği var. Hatta, Ortadoğu halklarının ancak 400 sene geriden gelen azgelişmiş halklar olduğunu ima etmesi de sorunlu.
Fakat benzetmenin sorunlu olmayan yanları da var. Savaş çok uzun sürebilir. Giderek daha büyük bir mezhep savaşına dönüşebilir. Bölgede devlet ve egemenlik anlayışının radikal bir değişikliğe uğramasına yol açabilir.
Savaşın uzayacağı açık. Yakın vadede sona ermesini sağlayacak bir etken görünmüyor.
Çoktan mezhepsel bir kırılma üzerine oturan savaşın bir vekâlet savaşından asli bir savaşa dönmesi ihtimali yok değil. İran ve Suudi Arabistan’ın bilek güreşinde masanın ne zaman dağılacağı belirsiz.
PKK Şiddetine Meşruiyet Arayanlar... | Oral Çalışlar | Radikal
Şiddet konusunda net bir tutum sahibi olmayanlar için, görüntü şu şekilde: 'Devlet şiddete başvuruyor, PKK de haklı olarak buna kendi usulüne göre cevap veriyor'...
Bazı Kürt gençleri içinde, 'silah olmazsa olmaz' diyen güçlü bir eğilim bulunduğunu, bana gönderilen mektuplardan görmeye devam ediyorum. 'PKK silahı bırakırsa devlet bizi ezer' anlayışının, hala gücünü koruduğu, açık. Barışçı mücadele önerilerini, 'senin dediğin teyyare' tepkisiyle karşılayan bir anlayıştan söz ediyorum. Bu topraklarda acılara yol açan bir şiddet geleneğinin tekrar dirildiğine tanık oluyoruz.
ŞİDDETLE HESAPLAŞMA
Serbestiyet.com’da, Gürbüz Özaltınlı, tam da bu konuyu, son dönemde artan PKK saldırılarını, bu bağlamda da “siyaset ve şiddet sorunu”nu, masaya yatırıyor:
'Kanımca Türkiye, siyaset ve şiddet üzerine yeni yeni düşünmeye başladı. Bu tartışmanın demokratik kültürün güçlenmesi yönünde ilerlemesi için umut yine muhafazakâr sosyoloji ve -bütün cılızlığına karşın- evrensel değerlere yaslanan liberal demokrat çevrelerde.
Vatan Sevgisi Ölümle Ölçülmez | Melis Alphan | Hürriyet
Cumhurbaşkanı bayrağa sarılı tabutun başında tüm heybetiyle dikilmiş, konuşma yapıyor.
Takım elbiseli 10 kişi, 6 asker dikkat kesilmiş saygıyla dinliyor.
Korumalar her yerde.
Birkaç genç slogan atıyor.
İki-üç kişi telefonuyla video çekiyor.
Tüm gözler 'O'nda.
Bu fotoğrafın bir köşesinde de şehit babası tabutun önünde diz çökmüş ağıt yakıyor.
Evladını yitiren bir baba tabutun yanında öyle heybetiyle falan duramaz, bedenini ayakta tutamaz.
Oturur, çöker, yere yığılır.
O çökünce insanlar da çöker, elini tutar, onunla ağlar.
Bu resimde insanın sevgi dolu, vefalı ve vicdanlı bir varlık olduğunu hatırlatan iki kişi var: Babayla beraber diz çökmüş iki adam.
Sadece ikisinin gözü 'O'nda değil.
Biri, güçlü durmak ister gibi eliyle yüzündeki ifadeyi gizliyor...
Diğeri başını ellerinin arasına almış, ağlıyor.
Bu arada tabutun üstünde 'Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda. Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda, etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda...' dizeleri yankılanıyor.
İktidar yolunu vatan sevgisi taşlarıyla döşemeye kalktığınızda ortaya bu fotoğraf çıkıyor.
'Vatan' dendiğinde, gözlerini 'sahne'den alamayan kalabalık bir seyirci kitlesi ise mutlaka bulunuyor.
BBC ve NYT'ın İçindeki Baskılanmış Terörist | Yasin Aktay | Yeni Şafak
Şöyle bir düşünelim: Texas'ın herhangi bir yerleşim birimi yakınında asfaltlanmış yolun altına döşenen patlayıcı, bir ABD askerî aracının geçişi esnasında patlıyor ve 8 asker hayatını kaybediyor... Türkiye'de yayın yapan bir TV kanalı da bu saldırı sonrasında bu terör saldırısını gerçekleştiren örgüte dair bir belgesel hazırlayarak bu örgüte mensup olan kimseleri meşrulaştırmaya çalışıyor... Böyle bir durumda ABD kamuoyu ve siyasilerinin neler hissedeceğini tahmin etmek hiç de zor değil.
Ya da Türkiye'de önemli yayın organları 11 Eylül saldırıları sonrasında El-Kaide teröristlerini “ özgürlük savaşçıları ” gibi kodlamayı tercih etseydi... Böylesi senaryolarda bu yayın organları gayet doğal olarak teröre destek verdikleri gerekçesiyle demokratik bir devlette işlemesi gereken yasal işlemlere tabi olurlardı.
Gelin görün ki demokratik olmakla, terörizme karşı olmakla övünen Almanya, ABD, İngiltere gibi ülkelerde teröre destek veren yayın organları hiç bir şekilde demokratik sistemin sınırları içerisine çekilmiyor, demokrasinin fren mekanizmaları terörü açıkça destekleyen bu yayın organlarına karşı hiçbir şekilde işletilmiyor.
Başbakan Elini Çabuk Tutacak | Serpil Çevikcan | Milliyet
Başbakan Ahmet Davutoğlu, önceki akşam yaptığı son çağrı ile bir anlamda eteklerindeki bütün taşları döktü.
Türkiye’yi yeni seçime Cumhurbaşkanı’nın değil üç partinin götürmesi teklifinin gerçekçi bir karşılığı olmadığını bilmesine karşın CHP ve MHP’ye “erken seçim kararını birlikte alalım” dedi.
Başbakan’ın son açıklamalarının, Ak Parti ile HDP’nin bir seçim hükümeti de olsa aynı kabinede buluşacak olmasından kaynaklanan sıkıntıyı dışa vurduğuna kuşku yok.
Eğer HDP’nin de üyesinin yer alacağı bir seçim hükümeti kurulacaksa, terörün sokak sokak kol gezdiği bir ortamda bu ortaklığın seçim kampanyalarında özellikte MHP tarafından nasıl da kullanılacağı ortada.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın seçim hükümeti kurulacağı ve tekrar seçimin 1 Kasım’da yapılacağını duyurmasının ardından yol haritası da netleşti.
HDP’liler için hassas terazi
Önünmüzdeki hafta başından itibaren HDP’li mi yoksa HDP’siz mi seçim hükümeti kurulacağı netleşecek.
Hdp Fırsatı Heba Edilmemeli | Şahin Alpay | Zaman
Türkiye 7 Temmuz'dan bu yana asker ve polis tam 55 güvenlik görevlisini şehit verdi. TSK'ya göre “etkisiz hale getirilen,” çoğu Türkiye yurttaşı PKK militanlarının sayısı 400'ü aştı.
Bu dönemde kaç sivil öldürüldü, kaç kişi yargısız infazlara hedef oldu, onların sayısını bilmiyorum… Mutlak bilinen bir husus varsa, o da ülkenin hızla bir şiddet sarmalına girmiş oluşu. Durum vahim: Türkiye'nin üçüncü büyük partisi MHP'nin lideri, seçim yapılmamasını, sıkıyönetim ilan edilmesini, demokrasinin askıya alınmasını talep ediyor. Aksi takdirde “Türk milleti bizzat devreye girerek meşru müdafaada bulunabilecektir...” diyerek bir Türk – Kürt savaşı çıkması ihtimalinden söz ediyor. Bu ortamda söyleyeceklerim, ancak ve ancak Türkiye'nin bölünmesini değil bütünlüğü savunan; savaş değil barış, diktatörlük değil demokrasi isteyen Türklere ve Kürtlere; iktidar hırsıyla değil akıllarıyla davranan; kişisel çıkarlarını değil ulusal çıkarları gözeten tüm sivillere ve askerlere bir anlam ifade edebilir.
Barışı Olmayan Savaşa Doğru | Sezin Öney | Taraf
Ucunda barış umudu olan çatışmasızlık süreci, yerini barış umudu olmayan savaşa bırakıyor.
“ Barışı sigortalamak lazım ” dedim hep. Ama “ süreci çift kutuplu bırakmamak gerek, tüm partileri işin içine katmak, sivil toplumun, medyanın belli figürlerini değil herkesi bu dönemin barış sorumlusuna döndürmek lazım, sadece ‘ müzakere ’ ile olmaz, sorun özünde bir insan hakları meseledir ” diyenler “ düşman ” ilan edildi.
Bütün bunlar, süreç ilk başladığında imkânsız değildi. Ancak, defalarca isim değiştiren “ Milli Birlik ve Beraberlik ” projesinin tarafları, aktörleri, medyatik isimleri, uzmanları, kendileri dışında kalan her kesimi fena dışladılar; hattâ küçümsediler.
Yıkılan süreç, AKP üzerine, AKP’nin siyasi gücü, “ yapabilirliği ”, “ yapabilme ihtimali ” üzerine kuruluydu; bu güç sarsılınca, sürecin de çatırdayacağı belliydi. Yanlış temeller üzerine kurulmuş olsa da, eski siyasi sürecin, yerine bir yenisi konmadan çökmesi hâlinde bir savruluşun yaşanacağı ortadaydı.
Geldiğimiz nokta o kadar feci, gitmekte olduğumuz yer de, o kadar beter ki; şu an, herkesin birbirini suçlamayı bırakıp, bir çıkış yolu araması gerekiyor.
“ Yeni Savaş ” o kadar sert dinamikleri harekete geçiriyor ki, bu gidişin ağırlığının farkına varmamız gerek.
Seçim Hükümetinin Başkanı Kim Olsun? | Yılmaz Özdil | Sözcü
Valla benim içimden geçen isim, Bilal.
(Bu teklifi, babası cumhurbaşkanı olduğunda, başbakanlık makamı boşaldığında da yapmıştım. Kabul edilmemişti. Bari bu defa fırsat kaçırılmasın.)
Birincisi, devlette devamlılık esastır. Devlet dediğin, babadan oğula’dır.
İkincisi, hiç unutmam, 2005 senesinde Brüksel’deki NATO zirvesinde ABD başkanı Bush, İngiltere başbakanı Blair ve bunun babası bir araya gelmişti. Bush bunu kastederek, “çalışıyor mu bu?” diye sormuştu. Babası “çalışıyor” demişti. Bush da daha bi saniye önce çalışıp çalışmadığını bile bilmediği halde “çok akıllı bi çocuk” demişti. Blair de gülerek “tıpkı babası gibi” demişti.
Üçüncüsü, Bush’la Blair haklıydı. Hakikaten çok zeki bi çocuk… Küçükken okuyacak parası bile yoktu, Remzi’nin bursuyla okudu. Şimdi, gemicikleri var, tuttukları yükü sıfırla sıfırla bitmiyor, zekasını düşün yani.
Dördüncüsü, milletvekili olmasına filan gerek yoktur. Doğuştan “milli egemen”dir. 23 Nisan doğumludur. Çocuk bayramı kapsamında makama oturtulsun, bi daha kalkmasın, ister assın ister kessin.
Beşincisi, vakıfçı olduğu için, memlekete dair her mevzuya vakıftır. Babası ne zaman başı sıkışsa, onu arar, Fenerbahçe’yi şöyle yap der, şu işadamını kucağa oturt der. Gerçi biraz yavaş anlar, habire “anlamadım babacığım” der ama, olsun. O kadar kusur, kadı kızında da olur, imam oğlunda da olur. Bilal’den şahane başbakan olur.
Bütün Bunların Hesabı Sorulacaktır | Mehmet Barlas | Sabah
Silahlarının namlusuna kurşun sürer gibi en vurucu kelimeleri, hakaretleri gazetelerindeki köşelerine sürenler acaba Star Medya Grubu Başkanı Murat Sancak'ı hedef alan kurşunlara bakarak bir ders aldılar mı? Farklı düşünenler yazıyla susturulamıyor ama devreye katiller girdiği zaman ne basın özgürlüğü, ne de çok seslilik kalıyor... Ve bu katillerin ne zaman hangi kesimden insanları hedef alacakları kestirilemiyor. Haberlerinde, yorumlarında teröriste ' Terörist ' diyemeyenler bir medya grubunun başkanını hedef alan kurşunlara bakarak, ders aldılar mı acaba? Akbabalar
Seçim sandıklarında hep yenilenler... Halkın desteği ile iktidar olan seçilmişleri kayıt dışı siyasetin yöntemleri ile devirmeye çalışanlar... ' Partinin çıkarları ' ile ' Ülkenin çıkarları ' arasında tercih yapmak zorunda kaldıkları zaman, sadece kendi çıkarlarını ön plana alanlar... Dün yaşadıklarını ve ülkeye yaşattıklarını yok sayıp, dünü bugüne taşımaya çalışanlar...
Yeter Artık
Filiz gibi delikanlılar ölüyor. Küçücük çocuklar yetim, kadınlar dul kalıyor; anne babalar acı içinde…
Devlet büyükleri, bu bahtsız insanlarla adeta alay eder gibi konuşuyor. Tayyip Erdoğan’ın Trabzon’daki cenazede sarf ettiği sözleri duyunca donup kaldım. Bu ne biçim teselli etmek! Dedi ki: “Bu şehidi uğurluyoruz. Ne mutlu onun ailesine, ne mutlu onun tüm yakınlarına.”
İslâm, şehitliğin en yüksek mertebe olduğunu kabul ediyor fakat bu acıyı yaşayan aileler, inançlı kişiler olsalar dahi, mutluluk duymuyor. Bu yükü kaldırmak kolay değil. Üstelik tamamen siyasi mülâhazalarla başlayan bir çatışma söz konusu. AK Parti 400 milletvekili kazanıp, Tayyip Erdoğan başkan olsaydı, böyle bir kaos doğmayacaktı. Zaten, geçenlerde Mehmet Müezzinoğlu malumu ilân etti: “10 Ağustos 2014'te, cumhurbaşkanı yerine başkanı seçmiş olsaydık, Türkiye bugünkü kaosu yaşayacak mıydı? Yaşamayacaktı.”