onedio

Ertuğrul Günay Haberleri

Ertuğrul Günay ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Ertuğrul Günay ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

"Erdoğan'ın Mavi Marmara'nın Gidişinden Haberi Yoktu"
Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay , Gazze’ye yardım götürmek için yola çıkan ve İsrailli askerlerin baskınına uğrayan Mavi Marmara gemisi hakkında, “Mavi Marmara Olayı olduğunda, Başbakan’la birlikte Brezilya’daydık. Haberler geldiğinde, Başbakan hiç mutlu olmadı, geminin gidişine öfkelendi. Kontrolsüz, devlet sorumluluğu taşımayan bir hareket olduğu konusunda nitelemeler yaptı” dedi. Günay, Başbakan Erdoğan’ın, İstanbul’un siluetini bozan Zeytinburnu’ndaki 16/9 kulelerinden haberi olduğunu söyleyerek, “2011 Seçimleri’nin hemen ardından, İstanbul Yedikule’deki kulelerle ilgili -‘Küstüm Kuleleri’ diyorum ben onlara Başbakan, ‘Yaptıklarından haberim yok’ demişti. Oysa ben bu konuyu on kez kendisiyle tartıştım” ifadelerini kullandı. Taksim Gezi Parkı’nda ağaçların sökülmesi ile başlayan Gezi Parkı Direnişi için Günay, “ABD’ye gitmeden önce de Gezi’yle ilgili, ‘İstedikleri kadar itiraz etsinler. Ben söylüyorsam yapılır’ tavrı içindeydi. Fakat bunu kabul etmeyen toplum ayaklandı. Yurtdışından da morali bozuk gelince, ‘ayağının altından iktidar ve Türkiye kayıyor’ hissine kapıldı” dedi. Bugün gazetesinden Fatih Vural ’a konuşan Ertuğrul Günay bakanlığı döneminde yaşananları anlattı. Vural’ın “Ertuğrul Günay: Cemaat'in evrenselliği Erdoğan'a uymadı” başlığıyla yayımlanan (27 Temmuz 2014) röportajı şöyle: 2007-2013 yılları arasında, Kültür ve Turizm Bakanı olarak görev yapan Ertuğrul Günay, Ortadoğu eksenli, bölgesel vizyonu olan Başbakan Erdoğan’ın, Cemaat’in evrensel vizyonunu kaldıramadığı için çatışmaya girdiğini söylüyor. Ertuğrul Günay, “Akif, ‘Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı’ der. Bu teceddüt ve yenileşme çizgisi yok, Erdoğan’da. Dünyevi saltanat çizgisi var! Emevi saltanatının anlayışıdır, bu” diyor. 17 Aralık ve 25 Aralık’ın sonuçlarından korunmak için Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmek zorunda olduğunu düşünüyorsunuz. Emniyet mensuplarına yapılan operasyon da bunun sonucu mu? Uzunca bir süredir Sayın Erdoğan’ın iktidara ve güce mahkûm olduğunu düşünüyorum. Hukuktan ve toplumsal olaylardan biraz anlayan her vicdan sahibi, ortadaki suçu, zaman aşımı ve yargı kararıyla gündemden düşürmek ihtiyacıyla hareket edildiğini görüyor. Başbakanlık sürdürülebilir; ama Cumhurbaşkanlığı daha dokunulmaz, belirleyici bir model. Erdoğan’ın kafasındaki Cumhurbaşkanlığı modeli, Anayasayı da zorlayan bir model. Bunu sadece partisine değil, kendisine, ailesine ve yakın çevresine gelecek olan hukuki tehlikelerden korumak için de yapıyor. İktidar için son dönemde gündem daha da bunaltıcı. 2 aya yakındır, 39 diplomatımız, İslam’ı kullanan bir vahşet örgütünün elinde. Musul Konsolosluğumuz bu çetenin karargâhı haline geldi. Gazze ateş altında, İsrail’le ticari ilişkileri kesemeyeceklerini Başbakan Yardımcısı itiraf ediyor. Bundan 2 ay önce, 300’den fazla insanımız gerçek sayıyı Allah biliyor maden kazasında öldü. Onlar için hiçbir iyileştirme Meclis’ten geçirilmedi; ama ihmalleri olan işadamlarını korumak için AK Parti inanılmaz gayret içinde. 17 ve 25 Aralık’ta, sorumluluğu kabul ederek istifa ettirdiğiniz dört bakanla ilgili komisyon, fezlekeler Meclis’e gelmedi; gelince okunmayıp iade edildi; komisyon kuruldu, üye vermediniz; komisyon çalıştırılmıyor. Delillerin paylaşılmasından korktuğunuz bir yolsuzluk soruşturması var. Hukuka o kadar müdahale ettiniz ki, bundan sonra tapu gibi mahkeme kararı bile alsanız, milletin vicdanında beraat etmeyeceksiniz! Bütün bunları üst üste koyunca, bir gündem değiştirme ihtiyacı var. O ihtiyaçla, yolsuzluk operasyonunda savcıların emriyle görev yapmış olan emniyet mensuplarını, sabaha karşı, yaka paça ediyorsunuz. 25 Aralık’tan beri bir darbe var, Türkiye’de! Ama o darbe, hukuka, emniyete, devletin kurum ve kurallarına karşı yapıldı! Ortada bilgiler, belgeler, deliller, kasalar, paralar, kutular, tapeler var. AK Parti içindeki çok sayıda insanın, 17 ve 25 Aralık’taki iddiaların doğruluğuna inandıklarını çok yakından biliyorum. İnandıklarını neden yüksek sesle dile getirmiyorlar? Çünkü 12 yıllık iktidar bir işletmeye dönmüş vaziyette. Nasıl bir işletme bu? Milletvekilleri tekrar milletvekili olmak istiyor. O milletvekillerinin yakınındaki insanlar, elde ettikleri pozisyonları korumak istiyor. Ayrıca siyasetçilerin kamudan sağladığı imkânların çok daha fazlasını alabileceği mekanizmalar kuruldu. İhaleler belli bir merkezden kontrol ediliyor. “Kupon arazi” sözünü öğrendi, Türkiye! Bakanlığınız döneminde, kupon arazilerden haberdar mıydınız? Başbakanın telaffuzları nedeniyle, bir ölçüde haberdar olmaya başlamıştık, 2011 Seçimleri ve sonrasında. Nasıl haberdar oldunuz? 2011 Seçimleri’nin hemen ardından, İstanbul Yedikule’deki kulelerle ilgili -‘Küstüm Kuleleri’ diyorum ben onlara Başbakan, “Yaptıklarından haberim yok” demişti. Oysa ben bu konuyu on kez kendisiyle tartıştım. Yani bize yalan söyledi… Bu sözcüğü kullanmam; ama doğru söylemediğini biliyorum! Hem dilimle, hem kalbimle bunu iki cihanda da tekrar ederim. O olaydan sonra, biraz daha içeriden bakınca, özel arazilerin Başbakan tarafından yakından takip edildiğini gördüm. Örneğin, metruk olarak gördüğüm, belediyelerin de yıllardır kullanmadığı yerler, turizme tahsis için istediğimizde bize verilmedi. Bir yatırımcıya açık ihaleyle dahi teklif edilmediğini; ama bunun değerlendirilmesi gerektiğini söylediğim zaman, “Oraya bakıyoruz, talip arıyoruz” denildiğini gördüm. Nerelerdi, bahsettiğiniz yerler? Örneğin Atatürk Havalimanı’ndan Eminönü’ne giderken, Yedikule civarında, belediyenin depo olarak kullandığı, deniz kıyısındaki araziler… Bunların Başbakan tarafından bizzat takip edildiğini gördüm. 2012’de kamuyla ilgili bütün taşınmazların kiraları ve satışları ya da uzun süreli tahsisleri, Başbakanın imzasına geldi! Orada, Başbakanın bütün bunları bir merkezde topladığını gördüm. Bunları gördükten sonra itiraz etmediniz mi? Bazı saf yürekli bakanlar, Bakanlar Kurulu’nda bunları gündeme getirdik. Ne dedi size? Başbakan ısrarla böyle olması gerektiğini savundu. Havuz medyası mekanizmasının kökünün, bütün imzaların Başbakanda toplanmasında yattığını bu olaylar çıktığında anladık. Havuzun varlığından haberdar değildiniz? Hayır, o zaman bilmiyorduk. Ama Başbakan bütün imzaları kendisinde toplayarak, o önemli kupon arazilerin tahsisinde bazı mükellefiyetler getirmiş, o işleri alması gereken kişilere. Böylece bir kanalda toplamaya başlamış, sistemi kurmuş. Başbakan şimdi “Cemaat beni aldatmış” diyor ya, aslında aldanan varsa, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iyi şeyler yapacağına inanan bizleriz! Ne kadar süre aldandınız? 2012 yılında bir başka senaryonun yazıldığını gördük. O yıl, Başbakanla, resmî toplantılar dışında bir diyaloğumuz kalmadı. O toplantılar da soğuk ve gergin geçiyordu. 2013’ün başında görevim sona erdi. Ama ondan önce birkaç kez, bazı bakan arkadaşlarıma, “Hayırlı bir eşikte bu işi bırakmak istiyorum” demiştim. Ama Başbakan benden önce davrandı. (Gülüyor) Gitmemekte neden direndiniz? Başladığım işler vardı. 2011 Seçimleri’ne girmeyebilirdim. Ama o seçimler sırasında ben, Gaziantep’te Zeugma Müzesi’ni açabildim. Van’da, Diyarbakır’da, Urfa’da, Hatay’da, Afyon’da, Uşak’ta halen takip ettiğim müze ve kültür merkezi inşaatlarımız var. Yüzüstü kalacak kaygısı taşıyorum. Nitekim de kaldı. Ben onları 2013’te bitirmeyi düşünüyordum; 2014 bitiyor, birçoğunun akıbeti meçhul. Bir de takip edip engel olmaya çalıştığım şeyler vardı. Mesela? İstanbul’da tarihi siluetin korunmasına dair çok sayıda talimatım var. Orada bir layüsellik, keyfilik olacağını hissetmeye başladığım için direnebildiğim kadar direndim. Cumhurbaşkanı, ben görevden alınmadan 8 ay önce, iyi tanıdığınız bir gazeteciye “Ertuğrul Bey’in aleyhinde çok çalışıyorlar” demişti. “Biliyorum, ben” dedim. Yaptığımız işlerle bize büyük bir özgüven gelmişti. Bakanlıkta, “Siz bir 10 sene daha gidersiniz” havası vardı. Genel müdürüme, müsteşarıma “İstanbul’daki rant lobisi, bizim canımızı okuyacak” demiştim. Makam meraklısı olsam, birçoğunu tenzih ederim; ama beni gördüklerinde hak veren, dışarıda susan arkadaşlarım gibi susar, işlerime bakardım. 4 bin eser getirdim Türkiye’ye. Bakanlıktan ayrıldığımda doruktaydım. Kulelere, silueti bozan inşaatlara, sit alanlarına yapılan müdahalelere susar, koltuğumda oturmaya devam ederdim. Ama bugünkü suçlamalar içinde ben de hak ettiğim payı alırdım! Mesela, ayrıldıktan 5 ay sonra Gezi Parkı Olayları başladı. Ben, Gezi Parkı’na bakanken itiraz ettim. Başbakan’la son kavgamız da Gezi Parkı’yla ilgiliydi. Başbakan’ın Gezi Parkı projesinin başlangıcı nedir? 2012’de, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle birlikte, bizim dışımızda bir proje çalışması yürütüyordu. Ama kaçınılmaz olarak bizim kurullarımıza gelecekti. Geldi ve kurulumuz reddetti. Ben de ret kararını destekledim. Çünkü malzeme analizi yok, binanın alanda izleri kalmamış, üzerinde 80-90 yıllık bir ağaçlık oluşmuş, binanın krokisi yok. Üç tane fotoğraf var. Üstelik de Osmanlı geleneksel mimarisinde hiçbir yere oturmayan bir yapı. Bununla İstanbul’daki son yeşil alanı da yok edeceksin. Bakanlar Kurulu’nda Başbakan’la bu konuyu şiddetle tartıştık. Ertesi hafta benim bakanlığım bitti! Ben ayrıldım, Başbakan’ın baskısıyla kurul kararı yeniden görüşüldü ve kabul edildi. Ama 4 ay sonra ağaç kesmeye başladıklarında Türkiye ayağa kalktı! O mağlubiyet, Başbakan üzerinde ne tür etkiler yarattı? O mağlubiyet, ilginç bir konjonktürde oldu. Kamuoyundan bunu sakladı; ama ABD’den kötü dönmüştü. ABD’ye gitmeden önce de Gezi’yle ilgili, “İstedikleri kadar itiraz etsinler. Ben söylüyorsam yapılır” tavrı içindeydi. Fakat bunu kabul etmeyen toplum ayaklandı. Yurtdışından da morali bozuk gelince, ‘ayağının altından iktidar ve Türkiye kayıyor’ hissine kapıldı. Partide de bir panik havası oluştu mu? Kendisinde oldu. Zaten üçüncü seçimden sonra partideki bütün mekanizmalar işlemez hale geldi. Sadece Erdoğan’ın dediklerini yapanlar, etkili ve belirleyiciydi. O isimler, havuzla ilişkisi olanlar mı? Havuzun parçaları ya da havuza katkı yapmış isimler… Arkasından Mısır olayı çıkınca, psikolojisi daha da bozuldu Başbakan’ın. İnsanları sokağa dökerek bir anlamda, “Bana ve iktidarıma bir sokak hareketi başlatırsanız, sokağa daha büyük güçler dökerim” tehdidini yaptı. 17 ve 25 Aralık’taki yolsuzluk tartışmasında da mızrağın çuvala girmediği anlaşıldı. Düşmanı, ‘dış mihrak’ ve ‘faiz lobisi’nden, Cemaat’e nasıl evirdi? Her şey, dershanelerle başladı deniyor; ama her şey, 2010’da Sayın Erdoğan’ın Ortadoğu lideri olma hayali kurmasıyla başladı. 2011 Seçimleri’nde yüzde 49’u yakalayınca, içeride yeterli zemini bulduğunu hissetti. Dışarıda da hazırlıklı geziler yapılıyordu. İsrail ve destekçilerine yönelik söylemlerinden sonra, kendisine, “Size AB kapıları zaten kapandı; ama Arap sokaklarında çok etkili olabilirsiniz” denildi. O da buna inandı. İnandıran kim? Ben bu konuda Ahmet Davutoğlu’nun çok olumsuz etkileri olduğunu düşünüyorum. O halka içinde başka danışmanlar da var. Ali Bulaç, yaptığımız röportajda, bunların yeni İttihatçılar olduğunu söyledi. İttihatçılık, yeni bir ruhla Osmanlıyı ayağa kaldırma düşüncesiydi. Osmanlının erken mahvına sebep oldu. İttihatçılarla belki dünya görüşleri bağdaşmıyor; ama hayalleri bağdaşıyor. Röportajınızı okudum ve Ali Bulaç’la birebir aynı düşünüyorum. Burada, Cemaat’le bakış açısının farkı da ortaya çıktı. Nasıl? Ben, Hocaefendi ile 1994’te bir kez el sıkıştım. Bütün hukukum gıyabidir. Ama özellikle bakanlığım sırasında dışarıdaki okulların kalitesini görünce, bunun hayra vesile olduğuna inandım. Batının bu coğrafyada Robert Kolej’le, Galatasaray Lisesi’yle yüzyıllar önce yaptığını, gecikmiş biçimde şimdi biz yapıyoruz. Cemaat’in bakışı, Müslümanlığı ve Türklüğü, eğitim yoluyla anlatmaya çalışmak ve bunu evrensel kılmaya çalışmak. Hâlbuki Erdoğan’ın vizyonu evrensel değil, bölgesel. Burada kaçınılmaz bir çatışma var. Bütün ilişkinizi Arap coğrafyasıyla kurmaya kalkarsanız, dünya üzerinde yapacaklarınızı sınırlarsınız. Yani Cemaat’in suçu, siyasal İslamcı, ümmetçi olmaması mıydı? Bence öyle! Bunu son günlerde daha fazla düşünmeye başladım. Bediüzzaman üzerine yaptığımı yeni okumalarda da, bu işin eğitimle, dünyanın bugününden kopmadan yapılması gerektiğini fark ettim. Tarihi geriye doğru değil, ileriye doğru sürdürmeye çalışmak... Akif, “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” der. Bu teceddüt ve yenileşme çizgisi yok, Erdoğan’da. Dünyevi saltanat çizgisi var! O saltanatın parayla mı geleceğine inandı? Emevi saltanatının anlayışıdır, bu. Egemenliğinizi bu dünyada kurduğunuz zaman, ahireti de satın aldığınızı düşünüyorsunuz! Mavi Marmara olayı da bölgesel ile global olanın çatışması mıydı? O tartışmada, gerçek, dışarıya yeteri kadar yansımadı. Mavi Marmara Olayı olduğunda, Başbakan’la birlikte Brezilya’daydık. Haberler geldiğinde, Başbakan hiç mutlu olmadı, geminin gidişine öfkelendi. Kontrolsüz, devlet sorumluluğu taşımayan bir hareket olduğu konusunda nitelemeler yaptı. Kendisinden izin alınmış mıydı? Zannetmiyorum; ama içeriye ve dışarıya karşı, orada yurttaşlarımız öldüğü için savunmak zorunda kaldık. O günlerdeki bir sözüm, Fethullah Gülen’e bir cevap gibi algılandı. Dedim ki, “Dışarıdan bakınca belki öyle gözüküyor” Bunu söylerken kastınız neydi? “Biz de içeride bunun sıkıntısını yaşıyoruz; ama siz onu oradan fark etmiyorsunuz” demekti. Biz de aynı sıkıntıyı yaşıyorduk; ama yurttaşlarımız öldüğü için dışarı yansıtamıyorduk. Başbakan aslında paylaşmadığı bir düşünceyi paylaşır gibi yaptı. Bunun toplumda karşılığı olduğunu görünce de o söylemi devam ettirdi. Ahmet Davutoğlu’yla dengelerin değiştiğini söylediniz. Deniz Zeyrek de olası Başbakan adayının Davutoğlu olduğunu yazdı… Zannetmiyorum. Çok büyük bir talihsizlik olur. Dış politikada geldiğimiz nokta, bir iflas tablosu. ‘Komşularımızla sıfır sorun’, bence güzel bir hayaldi. Bunun turizmde de, ticarette de ekmeğini yedik. Ama sonra vazgeçildi. Suriye’nin çıkmaz sokak olduğu belliydi. Bakanlar Kurulu’nda iki buçuk yıl önce Suriye uyarısı yaptım. Ne dediniz? “Burası Baas’ın kurulduğu yerdir. Sanmayın ki Baas’ı Sünni ve Şii Araplar kurmuştur. Bu bir Arap milliyetçiliği hareketidir. Karşınızda beklenmedik çevreleri bulacaksınız. Yönetimin çok garip ittifakları olduğunu göreceksiniz. Kaldı ki bir muhalefet yok. Suriye, Arap coğrafyası içinde istihbarat anlamında en sağlam kökleri olan devlettir. Dışarıdan adam taşıyarak onu yıkamazsınız” uyarısı yaptım. Karşılığı? Başbakan, “Sen kendini üzme, 6 ay içinde bitecek bu iş” dedi. Sayın Davutoğlu, vadeyi kısalttı. “6 ay sürmez efendim” dedi. Türkiye elini ateşe sokmadan, bu coğrafyada ağırlığını sürdürebilirdi. Hatırlayın, Türkiye, Suriye-İsrail arasında bir dönem hakemlik yapabiliyordu, bu ona itibar getiriyordu. Batının bu coğrafyayla ilgili mutlaka fikir danıştığı konumdaydı, Türkiye. Şimdi kimse Türkiye’nin fikrini sormuyor. Kendimizi tecrit ettik. Türkiye’nin Başbakanı bir buçuk yıldır Gazze’ye gidemiyor. Alay konusu oldu. Konuşabileceğimiz bir muhatabımız kalmadı. Varsa yoksa Katar Emiri! Bu, değerli yalnızlık falan değil: tecrit edilmişlik. Dolmabahçe’nin altına AVM yapmaya kalktılar. Başbakan önce bana yakındı. Demirören iki gazete alınca, “Bunları karşımıza mı alacağız?” demeye başladı. Sonra bana birisi dedi ki, “Yahu bırak burası stadyum kalsın. Yarın, senden sonra burayı alırlar, kupon arazi diye. Gökdelen yaparlar.” İlk projeyi geriletmekle tarihi bir hizmet yaptım.T24
'Başbakan'ın İzniyle Silüeti Bozan 200 Gökdelen Daha Var'
Danıştay'ın, Zeytinburnu'nda silüeti bozan 16/9 gökdelenlerinin traşlanmasını öngören kararıyla ilgili konuşan Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu, 'İstanbul'un tarihi yarımadasını Boğaziçi'ni ve Anadolu Yakası silüetini etkileyen 200'e yakın gökdelenin imar izinleri bizzat Başbakan'ın izniyle alındı' dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 'Traşlayın dedim, özellikle rica ettim. Hiçbir şey yapmadılar. O nedenle çok kırıldım, 5 yıldır konuşmuyorum' dediği 16/9 gökdelenlerinin Danıştay kararı gereğince traşlanması gerekiyor. Gökkafes duruyorSöz konusu gökdelenlerle ilgili karar akıllara mahkeme süreci yıllar boyu süren ve silüeti bozma konusunda simge haline gelen Gökkafes'i getirdi. Gökkafes'in farklı mahkemelerce yürüyen hukuki süreci Yargıtay'ın umut veren bozma kararına rağmen en sonunda 2012 yılında kaybedildi. Yıkılan Park otel yeniden mahkemelikAncak mesela Fenerbahçe'de kıyı kanuna aykırı şekilde yapılan Piramit İş Merkezi, mahkeme kararının ardından tam 13 yıl sonra 2004'te yıkıldı. Şu an bu alanda lüks bir plaj faaliyet gösteriyor. Yine 23 kat olarak planlanan, 18 katı çıkılan Park Otel inşaatı 1994'te durduruldu. 10 katı traşlanarak sekiz kata indirildi. Ancak şu anda yerine yapılan Park Otel'e de Danıştay yürütmeyi durdurma karar verdi. Ama otel işletmeye açıldı. 'Mahkeme kararları uygulanmıyor'bianet'e konuşan Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhçu, söz konusu iş merkezi ve otelle ilgili kararların caydırıcı olmadığını aksine yargı kararlarının uygulanmamaya başladığını belirtti. 'O yıllarda bu ve benzeri birkaç uygulanan mahkeme kararının caydırıcı olacağını düşünüyorduk. Ancak mahkeme kararlarının uygulanmaması ile karşı karşıya kaldık. Mesela tarihi yarımadada 1. derece arkeolojik alandaki Four Seasons oteli imar planı iptal olmasına rağmen, Ertuğrul Günay'ın 'yıkacağız' demesine rağmen işletmeye açıldı. Keza Park Otel'de de yürütmeyi durdurma kararına rağmen işletmeye açıldı. 'Maslak'a bakmak yeter''Daha pek çok karar var uygulanmayan. Hiçbir mahkeme kararı uygulanmadığı gibi kararları kadük hale getirmek için değişik yöntemler uygulanıyor. Ya aynı plan üzerinde değişiklik yapılarak yürürlüğe sokuluyor ya da yargıçlar tehdit ediliyor. O aşamaya geldik. 'Söz konusu 16/9 projesini başbakan işin başından beri biliyor, onun onayıyla oldu. Bu yıkım meselesini gündeme getirmesi tamamen firma ile yaşanan ikili sorunlar nedeniyle oldu. Sonuçta İstanbul'un tarihi yarımadasını Boğaziçi'ni ve Anadolu Yakası silüetini etkileyen 200'e yakın gökdelenin imar izinleri bizzat Başbakan'ın izniyle alındı. Buna örnek olarak Maslak hattındaki bütün gökdelenler gösterilebilir.' Bianet
Kültür ve Turizm Bakanlığı, 5 Bin Yıllık Kayaköy'ü Ranta Açıyor
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Muğla'nın Fethiye ilçesindeki 5 bin yıllık tarihe sahip Kayaköy'ü ranta açıyor.Kültür ve Turizm Bakanlığı, Muğla'nın Fethiye ilçesinde bulunan 5 bin yıllık tarihe sahip Kayaköy'ü 49 yıllığına kiralamak için ihale yapacak. 23 Ekim'de yapılacağı açıklanan ihaleye 2 şirketin teklif vereceği öğrenildi.Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında 2013 yılı başlarında imzalanan protokolle Kayaköy'de tarihi kalıntıların yer aldığı bölge turizme açılırken, diğer bölgeye de kısmi inşaat serbestliği getirildi.Yeni düzenleme sonrasında Kayaköy'e 300 yatak kapasiteli otel yapılması da kararlaştırıldı. Proje kapsamında Kayaköy'ün üçte birlik kısmını kapsayacak oteli işleten firma, tarihi köyün kalan kısımlarının da onarımını sağlayacak. Sağlanan muazzam rant karşılığında ise Rum evleri aslına uygun olarak onarılacak. Bu bağlamda daha önce çıkılan ihalelere katılımcı bulunamadığı için proje hayata geçirilememişti.Açık arttırma usülü yapılacak olan ihalede 220 dönümlük araziyi kapsayan projenin toplam maliyetinin 30 milyon TL olarak öngörülürken, ihale için 2 firmanın teklif verdiği öğrenildi.Kayaköy'ün kurtarılması için çalıştıklarını söyleyen Fethiye Ticaret ve Sanayi Odası (FTSO) Başkanı Akif Arıcan, ihale sürecinin yeniden başlamasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. 2006 yılında dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç ile başlayan sürecin Ertuğrul Günay zamanında hız kazandığını hatırlatan Arıcan, 2013 yılında Kayaköy'ün ihaleye çıkarıldığını fakat yeterli tanıtım yapılmadığı için ihaleye katılımın olmadığını kaydetti.Kayaköy’ün restore edilmesiyle Fethiye’nin dünyaya açılan bir penceresi olacağını kaydeden Arıcan, “Kayaköy’ün markalaşmasından dolayı bir çok firmanın da kendini daha düzenli ve kaliteli bir iş sahasına dönüştüreceğini düşünüyorum. Yapılan bu çalışmalar ile Fethiye olarak turizmde hak ettiğimiz yere gelmeyi hedefliyoruz. İlçemize kazandırılacak bu değer aynı zamanda ülke turizmine de büyük katkı sunacak.” dedi.Haber Artı Bir
Demokratik Gelişim Partisi Kuruldu
Kütahya Bağımsız Milletvekili İdris Bal, kuruluş çalışmaları tamamlanan Demokratik Gelişim Partisi'ni (DGP) bir otelde düzenlediği basın toplantısı ile açıkladı.Bal, Ankara'da bir otelde düzenlediği basın toplantısında, partisi hakkında bilgi verdi.Türkiye'nin en büyük sorununun demokrasi eksikliği ve hukuksuzluk olduğunu öne süren Bal, 'Zaten hukuksuzluk, kural tanımamazlık, devlet gelenekleri ile oynama, kutuplaşma, yalan ve iftira terörü, silahlı terör bizim varlık sebebimiz ve bu adımı atma sebebimizdir' dedi.Bal, partinin logosunun kırmızı renk içinde yer alan beyaz bir el olduğunu söyledi. Cesur insanlarla yola çıktıklarını ve bu süreç içinde yaptıkları her toplantının takip edildiğini, görüştükleri dernek ve vakıf başkanlarının korkutulduğunu iddia eden Bal, 'Tren kalkmıştır, bu tren farklı duraklarda duracaktır. Tüm cesur insanları, sağcısıyla solcusuyla demokrasiye inanan insanları, yalan iftira karşısında ben de varım diyen insanları, delikanlıları, cesur hanımefendileri, beyefendileri aramıza, buraya davet ediyoruz' diye konuştu.Demokrasi ve hukuk flaması altında yola devam edeceklerini anlatan Bal, milli değerlere saygılı olduklarını ve kutuplaşma peşinde olmadıklarını söyledi.SorularBal, açıklamasının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Parti ambleminin eski DP'nin amblemine benzediğinin ifade edilerek 'Kendinizi bir partinin devamı olarak görüyor musunuz?' diye sorulması üzerine logonun taklit değil orijinal olduğunu belirtti.İdris Bal, 'Cemaatle ya da Fetullah Gülen ile görüşmeniz oldu mu? İdris Naim Şahin, Ertuğrul Günay ve Hakan Şükür gibi isimleri partinizde görecek miyiz?' sorusuna, 'Bismillah dedik, yola çıktık. Bazı arkadaşlarımız, ilk durakta bindiler, yetişebildiler. Bazıları yetişemedi, işleri vardı, mazeretleri vardı, belki onlar ikinci, üçüncü durakta binecekler bu minibüse' karşılığını verdi.Hiçbir zaman iradesinin üzerine ipotek koydurmadığını dile getiren Bal, 'Beni ister Sayın Gülen, ister İzzettin Doğan, ister Süleyman Efendi'nin cemaati, ister İskender Paşa, ister gayrimüslüm kesimler, cemaatler, ister ülkücü kesim, kim kucaklarsa kucaklasın şeref duyarım bundan. Kim desteklerse desteklesin şeref duyarım bundan. Eğer bahsettiğiniz sayın Gülen'se görüşmedim' ifadesini kullandı.Tüm hedeflerinin 2015 seçimlerine girmek olduğunu belirten Bal, bunun için çalışmalarını sürdürdüklerini kaydetti.AA
En Politik Baba Zula
Baba Zula'nın sekizinci albümü “34 Oto Sanayi” geçtiğimiz hafta Türkiye'de satışa çıktı. Önceki albümlerine göre daha vurucu, daha çok sözün olduğu ve daha politik bir albüm olan “34 Oto Sanayi”yi ve albümün ilk olarak tanıtımının yapıldığı Japonya turnesini konuşmak üzere Baba Zula'dan Levent Akman ve Melike Şahin'le bir araya geldik.Albüm “İtaat Etme” şarkısıyla başlıyor. Şarkının sözleri “Zalimliğe, yoksulluğa, içinde nefret olana, gözü dönmüş yobazlığa isyancıyım ben.” Sanırım burada bize bir mesaj veriyorsunuz.Levent Akman: Acaba? Herşey gözüküyor. Anlayan anlar. Bize hep “Baba Zula ne demek?” diye sorarlar. Ben de “Türkçe bilen herkes bunun anlamını bilir” derim. Parçayı dinleyen herkes de bunun anlamını bilecektir. Net ve açık her şey.Albümün devamında da “Gariplere Yardım” şarkısında azınlıkları dile getiriyorsunuz, “Sinek Koca” şarkısında kadınlar var. Kapanış şarkısı “Direniş Destanı” da açılış şarkısı kadar vurucu. Bu yaptığınız en politik albüm galiba...L. A.: Evet, olduğunu söyleyebiliriz. Bundan önce de belli bir duruşumuz vardı tabii. Biz mizahla düşündürmeyi de seviyoruz. Bundan önceki albümlerde de bunu hedefliyorduk. Bu albüm kısa bir albüm oldu. Sekiz şarkı ve süresi de kısa. Toplamda 35 dakikayı geçmeyen bir albüm. 96'dan beri hep böyle kısa bir albüm yapmak istiyorduk. Ama bir türlü parçaları kısaltmaya ve parça atmaya kıyamıyorduk. Bu albüm kısa ama vurucu bir albüm oldu. En çok sözlü parçamızın olduğu albüm oldu. Dolayısıyla söz olduğu için bir sürü şey anlatıyoruz. En politik albüm diyebiliriz yani.Melike Şahin: Hepsinin kendi politikliği var içinde ama son dönemde olup bitenin etkilememesi de imkansız yani. İnsan etkilendiği şeyi yazıyor ona kayıtsız duramazsın.Albümü ilk olarak Japonya'da tanıttınız. Nasıl geçti?L.A.: Japonya güzel geçti. Bizim üçüncü gidişimiz. İlk olarak 2007'de gittik. Fatih Akın'ın “Köprüyü Geçmek” filmi dolayısıyla iki gün kalıp, konser verip dönmüştük. Japonya'dan çok etkilenmiştik. Bu sene en çok şehirde çaldığımız turne oldu. Albüm dünyada ilk orada çıktı. Bunu da Japonlar böyle istedi. “Yeni albüm çıkaracakmışsınız. Biz sizi seviyoruz. Burada bir turne yapın ama albümünüz dünyada ilk burada çıksın” dediler. Türkiye'de albüm bir ay sonra çıktı. Japonya'nın en kuzeyinden güneyine kadar seyahat ettik. Orada göbek dansı çok popüler. Tokyo'da 200 göbek dansı okulu var. Türkiye insanının göbek dansına yaklaşımı orada yok. Burada göbek dansı yapan kadınlara fahişe gözüyle bakılıyor orada hayranlıkla bakılıyor. Halbuki göbek dansı bir sanat. Mısır stili ve Türk stili diye iki ayrı stil bile var. Buna rağmen hak ettiği yeri almamış bir sanat dalı. Japonlar buna hakettiği yeri veriyor. Konserlerden önce iki saat göbek dansı workshop'u oldu. Osaka'da erkekler bile gelip göbek dansı yaptı. Seyirci babında da iyidi. Bütün konserler dolu geçti. “Yeni Türkiye”de sanatı, sanatçıyı ve müziği nasıl görüyorsunuz?M. Ş.: Kendi adımıza konuşacak olursak bizim müzik yaptığımız mekanlar sorunlar içerisinde. Bilhassa alternatif müzik yapan insanların çalabileceği yerler gün geçtikçe kapanıyor. Bir takım ortamlarda bir takım dönüşüm hareketleri var. Mesela İstiklal Caddesi... Yeni Türkiye'de sadece bu değil böyle sosyopolitik bir ortamda duygusal olarak da tıkanıklık yaşadığımız düzlemde zorlu bir durum var. Yeni Türkiye'de rahat ve ferah değiliz. Endişeliyiz, biz de bunu haykırıyoruz ve buna karşı bir duruş içindeyiz.Bu albüm de buna karşı bir haykırış mı? L. A.: Yeni Türkiye bir ilüzyon. Sihirbazlık yapılıyor. Yeni Türkiye diye bir şey yok. Eski Türkiye'nin devamı, hatta daha kötüsü. Olaylara baktığınızda ve geçmiş kuşaklarla konuştuğunuzda aslında olanların 12 Eylül'den daha beter olduğu söyleniyor. Bunu önce kabul etmek gerekiyor. Bizim de bu içinde bulunduğumuz duruma karşı bir çığlık olarak bu albümü çıkardığımızı söyleyebiliriz. İlüzyon bir sihirbazlıktır. Sihirbazlıkta dikkatleri başka yöne çekip yapman gerekeni yaparsın. Türkiye'de olan da bu. Dikkatleri başka yöne çekip bir takım sihirbazlıklar yapılıyor. Biz de bu albümle dikkatleri başka yöne çekilen insanların albümdeki çığlıkla bunun bir ilüzyon olduğunu görmelerini sağlamaya çalışıyoruz.Baba Zula bizden bir önceki kuşakta da vardı. Bizim kuşağımızda da var. Bizden sonraki kuşak için de Baba Zula olacak...L. A.: Yurt dışında da böyle oluyor aslında. Yılda 80-90 konser veriyoruz. Bunun büyük çoğunluğu yurtdışında oluyor. Konseri dinlemeye gelen insanların büyük çoğunluğu da o ülkenin insanları oluyor. Normalde Türkiye'den bir grup yurtdışında konser verdiğinde onu dinlemeye gidenlerin yüzde 80'i, 90'ı Türkler oluyor. Bizde ise tam tersi.Neden böyle sizce?L. A.: Türkiye'deki gruplarda şöyle bir ikilem oluyor: Ya batı formlarında müzik yapmaya yöneliyorlar ya da birebir Türkiye'deki dinleyiciye yöneliyorlar. Türkiye'yi düşünüyorsan mantıklı. Bu gruplarla konuşulduğu zaman onlar da en büyük hedeflerinin yurt dışında konser vermek olduğunu söylüyorlar. Ama bu hedef için iki yol da çıkmaz yol. Bir de biz içinde bulunduğumuz coğrafyanın müziğini çok dinledik ve onlardan etkilendik.Mesela kimlerden etkilendiniz?L. A.: 80 öncesi pop-rock gruplarının büyük etkisi var. Moğollar, Barış Manço, Üç Hürel, Bunalımlar ve adı sayılamayacak birçok sanatçı var. Artı Neşet Ertaş'ı çok severiz. Orhan Gencebay'ı çok severiz... Bir de Türkiye coğrafyası o kadar geniş bir müzik yelpazesine sahip ki... Karadeniz'e gittiğinizde yedilik çalıyor, Trakya'ya gittiğin zaman dokuzluk ritimler var, Güneydoğu'ya gittiğin zaman halaylar, zılgıtlar var... İç Anadolu'ya iniyorsun ikilik, üçlük parçalar var. Doğu'da aşık geleneği var. Bu bitmeyen bir kültürel coğrafya. Bunların hepsinden ister istemez etkileniyorsun. Konserler icabı çok dolaşan bir grup olduğumuz için bu ezgiler kulağına ister istemez çalınıyor. Mardin'den Urfa'ya giderken adam oranın yerel radyosunu açıyor hiç duymadığın bir müzik çıkıyor. Onu duyuyorsun ve o sende kalıyor. “Kostüm çok önemli, bizde sahnede kot giymek yasaktır”Sahne şovu sizin en önemli özelliklerinizden biri. Kostümleriniz, danslarınız...M. Ş.: Kostümsel şeylerde herkesin farklı bir yaklaşımı var. Levent daha dönemsel takılıyor. Murat daha etknlik. Ben de bu ikisini kombine etmeye çalışıyorum. Önemli bir şey ama. Konsere gittiğimizde özenilmiş ve gündelik hayatta kullanılmayan bir şeyin olması gerekiyor. Sahnede bir kişi bir özenle giyindiği zaman seyirci için de hoş bir şey. Salaşlık pek hoş durmuyor bence. Görsel de bir şey yapıyorsun orada. İşitsel bir durum yok ortada. Görselliği de kostümlerle, maskelerle, sahne şovlarıyla sağlıyorsun. Diğer türlü çok statik olurdu. Müziğimiz gereği bunu yapmasak bir tuhaf olurdu.Murat Ertel'in kostümleri çok ilginç. Uzun boyu ve kaftanıyla sahneye bir şaman çıkmış gibi oluyor...L. A.: Öncelikle yaptığın işe saygıdan kaynaklanıyor. Normal yolda yürüdüğün kıyafetle sahneye çıkmak bize ters geliyor. Bir takım insanlar zamanını ayırmak için sana gelmişler ve onlar için bir özen göstermek gerekiyor. Mesela bizde kot giymek yasaktır.Neden?L. A.: Çünkü günlük bir şey. Niye kotla sahneye çıkalım? Baba Zula birçok sanatı birleştirmeye çalışan bir grup. Dansçılarla çalıştık, bizim konserlerde arkada çizim yapan bir arkadaşımız vardı. Tiyatral bir iş yapıyoruz ve tiyatroda da kostüm ve sahne tasarımı çok önemlidir. Albümün ismi neden “34 Oto Sanayi”?L. A.: Bizim stüdyomuz orada. Oto Sanayi İkinci kısımda. O sitenin etrafı gökdelenlerle çevrilmiş durumda. Beş sene öncesinde böyle bir şey yoktu. Beş sene içinde mantar gibi bittiler. Belki de 5-10 sene sonra o site ortada kalmayacak, gökdelenler orayı da işgal edecek. Belki de bunun çoktan planları yapılmıştır. Oto Sanayi de nevi şahsına münhasır bir bölge. Sanayi sitesi mantığıyla yapılmış, içinde aklına gelebilecek her türlü aracı görebileceğin bir yer. Şimdi sanatçılar oraya gelmeye başladı. Bizim sokakta iki tane müzik stüdyosu, iki tane heykeltraş stüdyosu, bir de motosiklet çetesinin iki tane barınma mekanı oldu. Biz bunu hatıra, gelecek nesillere bir bilgi kırıntısı olsun diye koyduk. “Gecekondu” albümünün adını da bu nedenle koymuştuk. 60'lardaki 70'lerdeki gecekondu formu şimdi yok. Şimdiki nesiller, 2000'de doğmuş bir genç 70'lerdeki gecekonduyu bilmiyor, onun formu nasıl, kültürü nasıl, neden inşaa edilmiş bilmiyor. Gecekondu denince benim aklıma 10 metrekare 20 metre kare tek katlı, önünde kavak ağacı olan ve kendi geldiği coğrafyayı o ufacık yapıya sığdırmaya çalışan bir çaba görüyorum. Belki 2050'de albüm birinin eline geçer de bu “Oto Sanayi” neymiş diye bir araştırır.“Belediyeler bizi deli görüyorlar” Muhalif bir duruşunuz var. Zorluk çıkarıyorlar mı?L. A.: Belediyeler bize konser teklifiyle gelmiyor. Ama bu muhaliflikten değil daha çok bizi deli görüyorlar. “Biz çağıracağız bu herifler ne yapar, ne söz söyler, bir slogan atar mı?” gibi şeyler geçiyor kafalarından. Onun için “Aman uzak duralım biz” diyorlar. Bizi yok sayıyorlar. Üniversiteler başka bir durum. Antalya Film Festivali'nde 4-5 sene önce çaldık. Konser sonrası yemek yiyoruz. Sol tayfadan iyi bir abimiz o zamanki Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'a “Bunlar iyi arkadaşlar. Baba Zula diye bir grup var. Biraz onlara destek çıksana” demiş. Günay da “Ya abi onlar da çok anarşist” demiş. TRT'de birçok şarkımız yasak. “Pırasa”, “Galiba Hamileyim”, “Özgür Ruh” şarkılarımız TRT'de yasak.12 Eylül devam ediyor yani...L. A.: Tabii canım.YurtRöportaj: Ulaş Gürşat Fotoğraflar: Ceren Büyüktetik
Ertuğrul Günay İktidara Seslendi: 'Balık Baştan Kokar'
Bağımsız İzmir Milletvekili Ertuğrul Günay, bir ülkenin yöneticilerinin kendileri yasaya uymak yerine yasayı kendilerine uydurmaya çalışırlarsa sokaktaki vatandaştan kanuna saygı ve adalet güven beklenmemesi gerektiğini söyledi. Günay, “Balık baştan kokar” sözünü hatırlatarak, yöneticilerin adil olması gerektiğini aksi halde gök kubbenin toplumun başına düşeceğini ifade etti. Günay, İç Güvenlik Paketi konusunda ise kanun tasarısı ile ‘tarihe gömdük’ dediğimiz OHAL uygulamaların tekrar hukuk sistemine taşındığını belirtti.Bağımsız İzmir Milletvekili Ertuğrul Günay, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. İç Güvenlik Paketi’nin iktidar tarafından bonzai ve molotof üzerinden savunularak 40 maddenin Komisyon’da 132 maddeye çıkartıldığını kaydeden Günay, tasarıya karşı çıkanların uyuşturucu ya da molotof konularına karşı çıkmadıklarının altını çizdi. Bir ülkede yöneticilerin topluma iyi örnek oluşturması gerektiğini ifade eden Ertuğrul Günay, “Balık baştan kokar diye bir söz var ya o çok doğru bir sözdür. Bir ülkede yöneticilerin topluma iyi davranış örneği, doğru söz örneği, iyi ahlak örneği oluşturması gerekir. Bir ülkenin yöneticileri kendileri hukuk tanımazlarsa, hukuka uymak yerine, yasaya uymak yerine yasayı kendilerine uydurmaya çalışırlarsa, ‘sen dediğimiz yap, biz yasa yapan gücüz, senin yaptığını suç olmaktan çıkarırız’ demekte beis görmezlerse ya da daha düne kadar görevini bihakkın yapmalarından dolayı takdir ettiklerini kendileri ile ilgili bir yolsuzluk iddiası karşısında o yolsuzluk iddialarını örtmedikleri için en ağır sözleri söylemekte beis görmezlerse, onları en ağır şekilde suçlarlarsa, yolsuzluk üstüne giden polisleri tutuklamaya çalışıp hırsızları çalışırlarsa ya da bir ülkede milletin birliğini ve bütünlüğünü korumaktan sorumlu en tepedeki kişi ettiği yemini bir tarafa bırakır, kendi saltanatını daim kılmak için o yemini çiğnemekte beis görmezlerse siz sokaktaki kimden hukuka saygı, kanuna saygı ve adalete güven bekleyeceksiniz?” dedi.“ADALET OLMAZSA GÖK KUBBE BAŞIMIZA GÖÇER”Bir ülkeyi yönetmek için her şeyden önce adil olunması gerektiğini vurgulayan Günay, “Adalet olmazsa gök kubbe başımıza göçer. Bunun altını çizmek istiyorum. Hangi yasayı getirirseniz getirin haksızlığı, yolsuzluğu, zulmü yasalarla devamlı kılamazsınız. Bir toplum ancak adalet üzerinde durabilir.” diye konuştu.GÜNAY: BU KANUN ‘TARİHE GÖMDÜK’ DEDİĞİMİZ OHAL UYGULAMALARINI TEKRAR HUKUKUMUZA TAŞIYOR”Kamuoyunda ‘İç Güvenlik Paketi’ olarak bilinen ve 132 maddeden müteşekkil bir torba yasaya dönüşen kanuni düzenlemeye dair eleştirilerini de dile getiren eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, getirilmek istenen uygulamaların örneklerini Olağanüstü Hal(OHAL) dönemlerinde gördüğümüzü vurguladı. Günay, “Bu kanun bir süre önce ‘biz bunları tarihe gömdük’ dediğimiz 12 Eylül uygulamalarını ve OHAL uygulamalarını tekrar kanunilik kazandırılarak hukukumuza taşımaya çalışıyor.” dedi.'AB BAKANLIĞI’NDAN İÇ GÜVENLİK PAKETİ’NE İLİŞKİN GÖRÜŞ BİLDİRİLMEMİŞ'Tasarının TBMM Anayasa ve Adalet Komisyonunda görüşülmeden Genel Kurul’a getirildiğini ifade eden Günay, AB Uyum Komisyonunda da, AB Bakanlığı yazılı görüş bildirmekten kaçındığını anlattı. Meclis raporundan AB Uyum Komisyonu Başkanı’nın tasarıya ilişkin olarak AB Bakanlığı’ndan yazılı bir görüş gelmediği ifadelerini okuyan Günay, AB Bakanlığı sözcüsünün tasarının öngördüğü düzenlemelere ilişkin doğrudan bir AB normunun bulunmadığını belirttiğini söyledi.“ŞEKLEN İNSAN GÖRÜNEN MAHLUKLAR VAR”Özgecan Aslan’ın ne bir ilk ne de son olduğunu ifade eden Günay, bu olayları besleyen zihniyetin değişmesi gerektiğini vurguladı. Günay, “Bu zihniyet hala birçok bakımdan ayakta. Kadını ikincil gören, kadını terbiye etmeyi kendisine hak sayan, kadını dışlayan, şeklen insan görünen, din adına konuşan, eğitim adına konuşan, yönetim adına konuşan bir takım mahlûklar var. Ne yazık ki bunlar yok olup gitmiş değiller ve bütün bu olaylar arasında bile zaman zaman seslerini, dişlerini göstermeye çalışıyorlar.” diye konuştu.Bu tür olaylar karşısında hemen cezaların artırılmasının gündeme getirildiğini ancak bunun toplumun öfkesini bastırmaktan öte gidemediğini anlattı. Cezayı artırmadan önce herkesin nefret ve dışlayıcı dilden vazgeçmesi gerektiğini ifade eden Günay, bu zihniyetin yok edilmesi gerektiği üzerinde durdu.Cihan
Diyanet İşleri, Turizm Cenneti Alaçatı'ya Tebligat Gönderdi
Turizm cenneti Alaçatı'daki 1 otel, 24 dükkan ile 80 el sanatları tezgahı, Büyükşehir Belediyesi Yasası'yla birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı ile Milli Eğitim Müdürlüğü'ne devredildi. Diyanet İşleri Başkanlığı devrin gerçekleşmesinin ardından dükkanlar için tahliye tebligatlarını işyerlerine gönderdi.Büyükşehir Belediyesi Yasası'yla birlikte Alaçatı Belediyesi kapanmıştı. Alaçatı'da, özellikle tatilcilerin en yoğun bulunduğu alandaki 24 işyeri ile 1 otel, İzmir Valiliği'nin kurduğu komisyonun kararıyla, Milli Eğitim Müdürlüğü ile Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredildi.Kamuoyunda büyük tartışma yaratan bu devir kararında son gelişme ise 24 işyeri ile otele, tahliye taleplerinin ulaşması oldu.İşyerlerinin yanı sıra bu bölgede kurulu bulunan 80 el işi tezgahı da kapanacak.Burada, faaliyet gösteren bir otelin de, müftülük ve kuran kursuna çevrileceği öne sürüldü.Karara, Alaçatı'da yaşayanların yanı sıra Çeşme ve İzmir'deki sivil toplum örgütleri de tepki gösterdi.Karar bir grup tarafından protesto edildi.Protestocular daha sonra tahliye kararı çıkan dükkanları da ziyaret edip desteklerini gösterdi.
Dünya Tiyatrolar Günü’nde AKM İçin Suç Duyurusu
AKM'deyiz İnisiyatifi' adı altında bir araya gelen tiyatrocu, yazar, sinemacı ve mimarlar, AKM'nin çürümeye terk edildiğini dile getirerek, sorumlular hakkında suç duyurusunda bulundu. Meltem Cumbul, Bedri Baykam, Orhan Aydın, Mücella Yapıcı gibi isimlerin de aralarında bulunduğu 'AKM'deyiz İnisiyatifi' adlı grup, saat 10:00 Çağlayan'daki İstanbul Adalet Sarayı önünde biraraya geldi. Grup, 'AKM'deyiz İnisiyatifi' burada; 'Kapattınız, işgal ettiniz ve şimdi talan ettiniz, AKM'yi istiyoruz', 'AKM onarılsın perdeler açılsın' yazılı pankartlar açtı.