Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
İktidarın İflası | Özgür Mumcu | Cumhuriyet
HDP’nin olası bir AKP azınlık hükümetine dışarıdan destek verip vermeyeceği bu hafta bir hayli tartışıldı. Can Dündar , Cumhuriyet’in HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile yapılan mülakatta böyle bir izlenim edindiğini yazdı. Demirtaş ise böyle bir niyetlerinin olmadığını açıkladı.
Önceki gün Hayat TV’de Demirtaş’a aynı soruyu yönelttiğimde cevabı açıktı. Cumhuriyet’in haberinin kötü niyetli olmadığına inancının altını çizerek AKP’yle koalisyon ya da AKP’ye dışarıdan desteği asla düşünmediklerini ifade etti.
Barış sürecinin yürütülmesi için çaba göstereceklerini ancak bunun hükümete dışarıdan destek verecekleri anlamına gelmeyeceğini kuvvetli vurgularla tekrarladı.
Başkanlığa karşı olduklarını ve hatta cumhurbaşkanının yetkilerinin kısıtlanacağı parlamenter bir sistem öngören bir anayasadan yana olduklarını söyledi.
Bir başka ilgi çekici husus ise NATO karşıtlığıydı. Ortadoğu politikaları açısından önemli bu tavrı not etmekte fayda var.
Zannederim AKP karşıtlığıyla HDP’ye taktiksel sebeplerle oy verecek kitlelerin bu konudaki kaygıları giderilmiştir.
Seçim Sonuçlarını Kestirmek… | Ali Bayramoğlu | Yeni Şafak
Seçimlere 15 gün kadar bir süre kaldı.
Muhtemel sonuçlarla ilgili bir çok kamuoyu araştırması yayınlanıyor. Bu araştırmalar sıkça birbirine zıt, birbirinden farklı bulgular içeriyor. Geniş bir yelpazede, örneğin AK Parti'nin oyu yüzde 40 ile 47, HDP'nin oyu yüzde ise 8 ile 14 arasında değişebiliyor.
Neyi referans almalı, nasıl açıklamalı?
İki husus var…
İlki kimi şirketlerin güvenilir işler yapmadığı ve kamuoyunu yönlendirme gayreti içinde olduğudur. Bu, yeni bir durum değil. Yıllardır karşılaşılan manipülasyon çabalarının bir devamıdır. AK Parti öncesi dönemde, seçimden 1 gün önce, Sabah Gazetesi'nin bir partiyi, Hürriyet Gazetesi'nin diğer partiyi açık ara önde gösterdiği günlerin üzerinden çok geçmedi.
Manipülasyon çabaları sonuçlar üzerinde ne denli etkide bulunuyor, bilinmez. Ama önemli bir belirleme gücü olduğunu sanmıyoruz. Bu tür girişimlerin daha çok kerhen verilecek oylar üzerinde bir etkisi olur. Örneğin HDP barajı geçsin isteyen bir CHP'li bu partinin kendi oyu olmadan geçeceği kanaatine varırsa, oy vermekten kaçınabilir ya da örneğin AK Parti'nin açık ara iktidar olacağını varsayan bir AK Partili sandığa gitmek için yanıp tutuşmayabilir.
İkinci hususa gelince…
Kadın Seçmen Açısından Hangi Parti? | Mehveş Evin | Milliyet
Türkiye’nin en can yakıcı sorunlarından biri Kürt meselesi -ki HDP’nin dışında barış görüşmeleri konusunda hiçbir parti kararlı görünmüyor-, diğeri de kadın-erkek eşitsizliği.
Toplumun yarısına halen ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılıyor; kadınlar bir bir öldürülüyor, ciddi baskı, ayrımcılık, tehdit ve istismar ortamında yaşamaya çalışıyor.
Hal böyleyken işsizlik, kalkınma, sağlık, gelişme, eğitim, barış ve insan hakları konularında bol keseden verilen vaatler, kusura bakmayın ama boş işler! Çünkü kadınların sorunlarına, ihtiyaçlarına, haklarına teğet geçen politikalarla anlamsız.
Peki, kadın seçmen gözüyle partileri değerlendirince nasıl bir manzara çıkıyor?
Dört partinin seçim beyannamesinde, kadınları ilgilendiren başlıkların değerlendirmesini Kadın İstihdamı ve Emeğini Değerlendirme Platformu (KEİG) yaptı. Partilerin, “kadınların görünmeyen emeği, istihdama katılımı, işyerinde karşılaştıkları ayrımcılıklar ve sosyal haklar temelinde” analiz edildiği açıklamadan bazı başlıklara bakalım.
Türkiye, "Müslüman Kardeşler" ve Mursi'ye İdam
Arap ülkelerindeki diktatörlüklere destek veren, onlarla işbirliği yapan 'demokratik Batı', Arap Baharı'na başlangıçta olumlu yaklaştı. Bu değişimleri bir demokratikleşme adımı olarak değerlendirdi. Mursi'nin idam kararı sonrasında, Batı'nın tutumuna ilişkin 'ikiyüzlülük' analizlerinin arttığını görüyoruz.
'Arap Baharı', Müslüman ülkeler ve demokrasi isteyen toplumlar için, bir şans kapısıydı. Bu kapının kilidini de, asıl olarak, 'Müslüman Kardeşler' çizgisi elinde tutuyordu. Daha önce çoğunluğu Batı'yla işbirliği yapan diktatörlük rejimleriyle yönetilen Arap ülkeleri, muhalefetteki 'Müslüman Kardeşler' örneğinde ve yöneliminde çok partili demokratik rejimi denemeyi seçtiler.
Arap Baharı'nın ilk kıvılcımlandığı Tunus, Fas gibi ülkelerde; demokratikleşme çabaları, değişik sorunlar yaşanmasına rağmen, başarıyla varlığını sürdürebiliyor hala.
İlk çarpıcı kırılmanın yaşandığı Mısır'a gelirsek... Mısır'da seçimleri kazanan ve Müslüman Kardeşler'in desteğini alan Mursi; bir yılı bulmayan Cumhurbaşkanlığı döneminde, eski rejimin gücüyle başa çıkamadı. Mübarek kalıntısı militarist birikim, bir darbeyle onu devirdi.
CHP'nin Projesi | Melis Alphan | Hürriyet
TÜRKİYE'nin mukayeseli üstünlük bakımından en önemli avantajı nedir diye sorduğunuzda bütün yabancı yatırımcıların verdiği cevap 'coğrafi konum'.
Türkiye'nin ikinci üstünlüğü ise genç nüfusu.
İlkokuldan beri kafamıza kazınan ama ülke olarak bir türlü kullanamadığımız iki özellik.
CHP bu iki mukayeseli üstünlüğü birleştirerek bir projeyle kamuoyunun karşısına çıktı: Merkez Şehir.
Kendi kendini yöneten ve kendi kendini geliştiren bir şehir tasarısı bu.
Sunumda 'ekoloji' ve 'tersine göç' kavramlarını görünce biraz daha detaylı bilgi almak için CHP'nin ekonomi kurmaylarına başvurdum.
Dediklerine göre...
'Bu şehirde temiz enerji kullanılacak. Burası güneş ve rüzgârla kendi enerjisini üretecek.'
Uçuk değil. Burada ağır sanayi olmayacağı için sadece yenilenebilir enerji kullanılabilir.
Ağır sanayinin olmasını özellikle istemiyorlar: 'Etrafındaki şehirlerin sanayi altyapısını ezmeyecek. Tersine, onların sanayi altyapısını alıp dünya piyasalarına açacak.'
Yani şehirlerin birbirini dışladığı değil, tersine tamamladığı bir proje.
Diyorlar ki...
Kimseye Şunu Bunu Okuma, Kimseye Sen Sus Diyemezsiniz | Umur Talu | Haber Türk
Sıradan insanların her gün yeniden yeniden ezilmesi üzerine kılı pek kıpırdamamış bir kısım medya dünyamız var.
Bugünün iktidar medyası artık favori de elbette geçmişin kibirli büyük medyası da kıdemli.
Kendi çalışanlarını, başkalarını hırpalamakta ustalaşmış, gazetecilik vicdanı epeyce nasır bağlamış bir medya.
Fakat şu anda baskı, tehdit altında, “mağdurlardan bir mağdur.”
“Erdoğan-Doğan vakası” nda, Başbakan’ın “Bunların gazetelerini okumayın” diye bağırması üzerine, o sırada iktidar kontrolüne geçmiş Sabah’ta şunları yazmıştı.
Üçüncü şahıs gibi dediğim; bizzat ben, kendim:
“ Bugün yazı günüm değil. Ancak çok ciddi bir konuda tavrımı belirtmek istedim.
Bir iktidarın, Başbakan’ın, herhangi bir kimsenin ‘Şu şu gazeteleri almayın… okumayın… eve sokmayın” diye bağırması karşısında, ülkenin her köşesindeki gazete ve gazetecilerle, en büyük medya grubuyla da en güçsüz yayınlarla da ‘DAYANIŞMA’ içinde olurum.
Kefen Edebiyatı | Murat Belge | Taraf
Türkiye tarihinin en gerilimli dönemlerinden birinden geçerek bir seçime doğru ilerliyor. Bu gerilimin böylesine artmasının çeşitli nedenleri var; ama en önemli nedenlerinden biri Tayyip Erdoğan –onun var olma ve siyaset yapma üslûbu. Gerilim, Tayyip Erdoğan’ın besini.
Erdoğan bir süreden beri bir “ kefen edebiyatı ”na sardırmış durumda. Olur olmaz her yerde, her fırsatta, “ Kefenimizi giydik geldik ” diye bir diskur tutturuyor. Bir da “ yankı ”sı var Tayyip Erdoğan’ın –Ahmet Davutoğlu adında. Erdoğan “ kefen ” dedi mi Davutoğlu’ndan da bir kefen yankısı geliyor hemen.
Herhangi bir medeni memlekette böyle bir siyasi söylem düşünebiliyor musunuz? Amerika’nın cumhurbaşkanının White House’la Pentagon arasında kefenine sarınmış olarak gidip geldiğini hayal edebilir misiniz? Herhangi bir Avrupa ülkesinde bir siyaset adamının bu gibi kelimeler ve imgelerle konuşacağı havsalanıza sığar mı?
Ama Tayyip Erdoğan iki günde bir kefenine bürünüp çıkıyor karşımıza. O böyle konuştukça adamları da coşuyor. Biri celallenip mermi saymaya başladı, bir başkası onu geçmeye kalkıştı. Sanırsınız Mohaç Meydan Muharebesi’ne hazırlanıyorlar.
Meydan Muharebesi falan yok. Bir seçim olacak. Muhtemelen birinci parti olarak çıkacaksınız, önemli oranda oy kaybetseniz de. Ne oluyor? Neyin korkusu bu? Nedir bu kefen edebiyatı?
Bombacı Kimmiş? | Orhan Kemal Cengiz | Bugün
Postacının kim olduğunun ne önemi var, mektubu kim yazmış ona bakmak lazım.
Mersin ve Adana HDP il binalarına bombayı bırakanın DHKP-C’ li olduğunu söylüyor Sayın Davutoğlu ve belli ki, bu beyanla saldırıların aydınlandığını kabul etmemizi istiyor.
HDP Eş Başkanı Sayın Demirtaş da, bombacının Suriye ve IŞİD bağlantılarına dikkat çekiyor.
Hiç kimse, öfkeli bir gencin, zaman ayarlı ve parça tesirli bombaları hazırlayıp tek başına böyle bir işe kalkıştığına inanmamızı beklemiyordur herhalde...
Elimdeki son derece sınırlı bilgilerle saldırının arka planını analiz edebilecek durumda değilim.
Ama bazı sorular sorarak, belki de bu bombalama olayından hareketle Türkiye’ de içinde bulunduğumuz durumu daha iyi anlayabiliriz.
Bu bombalama olayı bir şekilde devletle, hükümetle bağlantılı olsa, şu anki idari-hukuki yapı böyle bir olayın aydınlatılmasına elverişli midir?
Minareler Süngü Kubbeler Miğfer Mercedesler Zırhlı | Yılmaz Özdil | Sözcü
Sivas kongresi tamamlanmış, Ankara’ya dönmüşlerdi. Elde avuçta ne varsa tükenmişti. Ekmek almak için fırına ödeyecek paraları bile yoktu. Sofraya bulgurdan başka konacak yemek kalmamıştı. Mustafa Kemal bankalara borçlanmayı reddediyordu. Özel kalem müdürü Mazhar Müfit Kansu kürklü paltosunu sattı, satılabilecek bi o kalmıştı, anca birkaç gün daha idare edebileceklerdi. Kapı çalındı…
İçeri giren asker, müftü efendi’nin geldiğini söyledi. “Eyvah” dedi Mazhar Müfit… Çekmecesini açtı, kahve vardı ama, sadece iki tek kesme şeker kalmıştı, sigara bitmişti, misafir ağırlayabilecek durumda değildi. N’aapsın? Olduğu kadar gari, “buyursunlar” dedi.
Börekçizade Rıfat efendi odaya girdi, masanın kenarındaki iskemleye ilişti. Mazhar Müfit, Mustafa Kemal için sakladığı iki tek kesme şekere kıyamadı, “zannedersem sade kahve içersiniz değil mi” diye sordu. Müftü efendi tebessüm etti, “zahmet etmeyin, kahve içmiyorum” dedi. Sigara da kullanmazsınız değil mi? Onu da kullanmam… Halbuki, hem kahve içtiğini, hem sigara içtiğini, elbette Mazhar Müfit de biliyordu.
Kral Çıplak! | Abdülhamit Bilici | Zaman
Ülkemizin 2-3 sene öncesine göre demokrasi, hukuk, uluslararası itibar ve ekonomi açısından çok gerilediğine kuşku yok. Çıplak gerçek böyle. Buna rağmen her şeyin yolunda olduğunu iddia edenler de çıkıyor. Bu durumda ne yapacağız, gerçek hangisi?
Kutuplaşma ve gerilimin yüksek olduğu dönemlerde herkes kendi doğrusuna daha çok sarıldığından gerçeği görmek zordur. Bu durumda benim ya da senin sübjektif düşüncenden çok, objektif verilere, ulusal veya uluslararası saygın kurumların raporlarına ve saygın kanaat önderlerinin görüşlerine bakmak gerekir. Aşırı tarafgirlik yüzünden çıplak gerçeklerin bile görülmediği zamanlarda ancak onlar hakemlik yapabilir.
Bu çerçevede ülkemizin gidişatına dair bazı objektif sonuçlara bakalım: Devletin resmi istatistik kurumu TÜİK’e göre vatandaşın ekonomiye güven endeksi bu ay yüzde 64’e gerileyerek son 6 yılın en düşük seviyesine inmiş durumda. Hâlbuki 3 sene önce bu gösterge yüzde 90’ın üzerindeydi.
AB üyelik sürecinde reformların yapıldığı, demokrasi ve hukuk açısından olumlu gelişmelerin yaşandığı 2003-2007 arasında Türkiye, yıllık ortalama yüzde 7,4 gibi çok parlak bir büyümeyi başarmıştı. Hâlbuki son dönemde demokrasi ve hukuk alanındaki gerilemeyle birlikte ekonomide durma noktasına geldi. İşte rakam: 2007-2014 arası yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 3,2. AB’den ülkemize 2011’de 12 milyar dolar yatırım gelirken, bu 2014’te 5.5 milyar dolara düşmüş.